Doğuşçular, ozanlar elini ayağını çektiğinden bu yana, arza göre üretilmiş romanlar, 140 karaktere sığan şiirler, hayata dokunmayan öyküler yazılıyor. #Yaşar Kemal#, işte bu değişime direnmiş, son ozandı. Homeros’tan bu yana dünyaya gelmiş doğuşçuların en sonuncusuydu. Türkiye edebiyat tarihine büyük bir iz bırakıp giden bir büyük ustaydı.
dünya tarihi insanlık tarihiyle birlikte değişip geliştikçe, adına duygu dediğimiz ve her türlü doğallığı temsil eden bütün durumlar yok olmaya başlıyor. rönesans’tan bugüne plastik sanatlardaki değişim, birçok akım ve güncel/kavramsal sanatla birlikte ruhsuzluğa doğru gidiyor. ses ile tutulan ritimden oluşan müzik, yerini elektronik ve tekno müziğe terk ettiğinde, insan sesi bütün anlamını yitiriyor. kelimeleri sözlüklerden seçip artarda bir matematik ile dizip şiir yazan şairlerden bu yana, edebiyatın fenomeni olan ilham perisi rafa kaldırılıyor. ruha, duyguya, insana ait her şey son demlerini yaşıyor. teknoloji ve bilim ilerledikçe, kusursuz ama acımasız bir dünya inşa ediliyor.
yaşar kemal’in doğuşçuluğu, yaşam şartlarından geliyordu. kürt bir ailenin çocuğu olarak doğmak, ona kan davasını, sürgünü, fakirliği, babasız büyümeyi, iki dilli ve iki kültürlülüğü getirmişti.
bütün bu değişimlerin kendini gösterdiği alanlardan biri de edebiyat. edebiyat dünyası da değişimden nasibini alıyor. doğuşçular, ozanlar elini ayağını çektiğinden bu yana, arza göre üretilmiş romanlar, 140 karaktere sığan şiirler, hayata dokunmayan öyküler yazılıyor.
yaşar kemal, işte bu değişime direnmiş, son ozandı. homeros’tan bu yana dünyaya gelmiş doğuşçuların en sonuncusuydu. türkiye edebiyat tarihine büyük bir iz bırakıp giden bir büyük ustaydı.
yaşar kemal’in doğuşçuluğu, içine doğduğu yaşam şartlarından geliyordu. kürt bir ailenin çocuğu olarak gözlerini dünyaya açmak, ona kan davasını, sürgünü, fakirliği, babasız büyümeyi, iki dilli ve iki kültürlülüğü getirmişti. bir kürt çocuğu olarak türkmen köyünde büyümek zorunda kalması, kürt destanlarının yanı sıra bozlakları, masalları, türküleri ona kazandırmıştı. babasının gözleri önünde öldürülmesi, ona çocuk yaşta büyük bir olgunluk kazandırmıştı. ağıtlara olan ilgisi böyle başlamıştı.
her evden bir aşığın çıktığı yıllarda, âşıklarla dolu bir köyde büyüdü yaşar kemal. annesinin en büyük korkusu, onun da âşık olması ve eline saz alıp diyar diyar gezmesiydi. işte bu yüzden saz çalmasına izin vermedi. yaraları vardı yaşar kemal’in, bir çocuğun taşıyamayacağı büyüklükte yaralar. erkenden olgunlaştı, ortaokul sıralarında ağıt toplamaya başladı. babasını arıyordu halkın bu ölümsüz destanlarında. babasının yokluğunu en çok o zaman anlıyordu.
yaralarına yara eklenmişti ömrü boyunca. ama bu yaralar ona güç veriyordu. tek gözünü kaybetmesi, dünyasına perde çekmek yerine, ona bir kameranın keskinliğinden daha keskin bir kadraj kazandırmıştı, onu detaycılığa itmişti. artık baktığı, o aşığı olduğu rengârenk dünyayı daha iyi görmek adına daha detaylı bakıyor, daha detaylı baktıkça kimsenin görmediği bir dünya görmeye başlıyordu.
anadolu’ya aşık oldu yaşar kemal. dışarıdan bakınca töre gözüken, gelenek gözüken, eski gözüken her şeyin içine, en derinine seyahatler yaptı ömrü boyunca. ozanlarla birlikte çalıp söyledi. köy köy dolaştı, bütün ağıtları dinledi. bitlendi, aç kaldı, bir ağıt karşılığında günlerce tarlada çalıştı ama macerası bitmedi. çünkü çok derinlerden gelen bir ses arıyordu. görünenin altındaki gerçeği, hakikati arıyordu.
günlerce, aylarca, yıllarca sadece dinledi, sadece gezdi, sadece gördü, bir kartalın bakışıyla gördü. birikti, doldu, taştı. kalemi eline aldığında kararsızdı, gördüklerini mi yazmalıydı, hissettiklerini mi? kararını verdi, ikisini buluşturdu, ilk öyküsünü cumhuriyet gazetesinde yayınladı. sonrası çorap söküğü gibi geldi. ince memed’i yazdığında, imzasını atıp atmama konusunda kararsızdı.
yaşar kemal, türk edebiyatına değil, türkiye edebiyatına büyük katkı sundu. iki dilli, çok kültürlü, söylenceyle edebiyat arasında köprü kuran büyük bir yazar olarak modern edebiyatın geçmişle bağını kurdu. edebiyat dâhil olmak üzere, tarihi, siyasi ve kültürel olarak geçmişle bütün bağını koparan genç cumhuriyetin ideologları, köksüz bir edebiyat inşa etmeye çalışırken, yaşar kemal’in çok derinlerden uzanan edebiyatına köy romanları diyerek aşağıladılar yıllar yılı. fakat gittikçe büyüyen bir çığ gibiydi bu sonsuz dil ve edebiyat. kimse önünde duramadı.
yaşar kemal, türk edebiyatına değil, türkiye edebiyatına büyük katkı sundu. iki dilli, çok kültürlü, söylenceyle edebiyat arasında köprü kuran büyük bir yazar olarak modern edebiyatın geçmişle bağını kurdu.
alfabe devrimiyle tarihin tozlu sayfalarına gömülen her şey canlanmış; kendisini iflah olmaz bir devrimci olarak tanımlayan, asi bir kürt çocuğunun kaleminde; alfabe devrimini en çok destekleyen kemalist bir gazetede tefrika olmaya başlamıştı. anlatsanız kimsenin inanmayacağı bu bir araya gelme, tarihin akışını değiştirmeye çalışanlara, tarihin oynadığı bir oyun gibiydi.
yaşar kemal, türkiye edebiyatına geçmişini kazandırdı. ozanları, dengbêjleri, söz ustalarını, âşıkları, destanları, tarihi, kültürü, folkloru, şakiyi, asiyi, aşireti, geleneği, göreneği günümüze taşıdı. hem de öyle bir dille taşıdı ki, geçmişiyle bağını koparan modern türkçeye adeta ruh oldu.
denilebilir ki dünya yaşar kemal edebiyatını, bu topraklardan daha hızlı keşfetti. ne denli büyük bir ozan olduğunu, nasıl bir doğuşçu olduğunu, uzun uzun yazdı yabancı dillerde edebiyat eleştirmenleri. homeros ile eşdeğer görüldü, tarif edilemedi yazdıkları, dünya gözüyle yorumlanamadı. ancak dediler, ancak bu bir ilham olabilir, yoksa yazamaz insanoğlu böyle eserleri.
yazdıkça yazdı, ürettikçe üretti, günde 4 saat uykuyla, 20 saat yazdı yaşar kemal. tatil demeden, bayram demeden, yeni yıl demeden, doğum günü bilmeden sadece yazdı. bir görev gibi, bir amaç gibi yazdı.
yaşar kemal’i yazarken izleseydiniz, tanrı ona bu görevi vermiş ve bu kutsal görevi yerine getirmenin bilinciyle bu kadar istikrarlı ve azimli yazıyor, derdiniz. bu yüzden durmadan yazıyor ve bu yüzden bu kadar enfes yazıyor...
yaşar kemal, türkiye ve dünya edebiyatına, olmazsa olmaz bir lezzet kattı. bir kitabı okurken mutlu olunabileceğini gösterdi okura. annesine kavuşur gibi, aşkına kavuşur gibi, sevgilisiyle sevişir gibi, hazzın doruklarına vardı okur. dönüp düşündü, her kitabın sonunda, evet, evet bu yazı olamaz, bu olsa olsa ilham olabilir. yaşar kemal’e bu kelimeler fısıldandı, fısıldandı da onda mayalanıp bize ulaştı.
ahmet güneştekin, ressam ve yaşar kemal'in manevi oğlu. batman'da doğdu. ilk atölyesini 1997'de istanbul, beyoğlu'nda kurdu. ilk büyük sergisini 2003 yılında istanbul'da, atatürk kültür merkezi'nde açtı. 2010'da istanbul, beyoğlu'nda güneştekin sanat merkezi'ni kurdu. ilk uluslararası kişisel sergisini 2013'te venedik'te gerçekleştirdi.[1]