Günümüz Kürt müzisyenlerinin sanatlarını icra ederken yaptıkları tercihlerin dengbêjliğin varlığına tehdit oluşturacak düzeye geldiği söylenebilir. Yaratıcılık alanından uzaklaşmak, aynı eseri aynı üretim aşamalarından geçirerek aynı şekilde yeniden üretmek, içinde yaşadığı zaman ve mekanın gerçekliğinden kopuk eser icraları vb. dengbêjliğin varlığına dönük tehditlerin başında geliyor.[1]
Müzik, Kürt kültürel yaşantısında ayrıcalıklı bir konuma sahiptir; hatta üstlendiği tarih anlatıcılığı ve politik beyan misyonlarıyla müziğin Kürt kültüründe mutlak ve temel bir toplumsal işleve sahip olduğu söylenebilir. Kürt toplumunda, bilindiği kadarıyla onuncu yüzyıldan itibaren başlayan yazılı üretimlerden de önce, genelde okuma-yazma bilmeyen ama oldukça güçlü hafızalara sahip dengbêj, stranbêj ve çîrokbêjler tarafından aktarılan canlı ve dipdiri, zengin bir folklor gelişti. Ses ve hikaye odaklı bu anlatı formlarından biri olan dengbêjliğin ise bütünüyle Kürt sanatı için güçlü bir referans noktası oluşturduğu su götürmez. Kürt müziğinin en güçlü ayağı olan dengbêjliğin aynı zamanda Kürt tiyatrosu, sineması, dansı ve diğer bütün sanatları üzerinde de güçlü bir etkisi var.
Dengbêj eserlerinden yola çıkılarak Kürt toplumuna dair sosyolojik, ekonomik ve politik birçok veriye ulaşılabilir. Zira yukarıda bahsettiğim gibi dengbêjlik tarih anlatıcılığı rolü de üstlenir. Sanat politikaları bağlamında birçok düşünür sanatın toplumsal karşılığını tam da buradan ele alır. Dolayısıyla dengbêj formunun statüsüz bir halk olan Kürtler açısından politik önemi de tartışılmaz. Belki de bu yüzden Kürtlerin türlü sanat disiplinlerinde ürettikleri birçok çağdaş eserde de dengbêjlik izlerine rastlanır. Dengbêjlik bu eserlerde de bir dayanak veya kaynak noktası olarak belirir. Peki, gerçekten sanatın işlev ve önemi yalnızca böyle bir yaklaşımla, yani sosyo-politik karşılığıyla ele alınabilir mi? Yine statüsüz bir halkın ozanı olan Nina Simone, “Sanatçı yaşadığı zamanın tanığıdır. Yaşadığı zamanı yansıtmazsa neden var?” der yayınlanmış bir röportajında. Bu ifadeden sorunun yanıtını alırken aynı zamanda dengbêjlerin bunun gereklerini layıkıyla karşıladığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Müziğin olanaklarını kullanarak aktarır
Kendal Nezan’ın Kürt müziğine dair “Kürt müziği tek seslidir. Enstrümanlar ise görece ikincil bir role sahiptir. Şarkının kendisi temelde vokal bir karaktere sahiptir ve enstrüman eşliği, her şeyden önce dinleyiciyi, vokalin mesajını daha iyi algılayabileceği bir ruh haline sokmak üzere eklenir. (Kendal Nezan, Kürt Müziği, 1996, Avesta Yayınları, İstanbul, s.14) çözümlemesi de tanıklığın gelecek kuşaklara aktarılmasında müziğin bir araç olarak kullanılmasını olumlu karşılar. Dolayısıyla dengbêjin yaptığı şeyin de sadece sözlü edebiyat olarak tanımlanmaması gerektiğini söyleyebiliriz. Dengbêj, anlatısını herhangi bir sebepten ötürü müziğin olanaklarını kullanarak aktarır ve onu sanata dahil bir hale getirir. Eser de toplumu bir arada tutan harç görevi görür. İcranın başarısı ölçütünde ise hem politik hem de sanatsal anlam ve değer kazanır.
Bu, burjuvazinin istemediği bir şeydir; çünkü burjuvazi sanatı yaşamdan ayırır. Sanat üretiminin geniş imkanlarla mümkün olabileceğini söyleyip yaşamın içinde gerçekten devinenlerin (işçi, köylü, yoksul, kadın vb.) bu imkanlara sahip olamadıkları için sanat üretiminde bulunmalarını neredeyse reddeder. Oysa dengbêjliğin tarih ve toplum içerisindeki gelişimi bu reddiyeye aykırı bir örnek teşkil eder. Yaşamı ve sanatı birleştirir. Hatta denebilir ki dengbêjlik gibi bir şekilde yaşamla bağını koparmayan sanatlar burjuva iddialarının aksine geliştirici, yaratıcı ve çoğaltıcıdır. Gerçekçi perspektiflere olanak sağlar ve yapıcı itkileri güçlendirir. Böylece akış içerisinde eşitsizlikler üretilmesini engeller. Dengbêjliğin icrası için çıplak ses ve bir anlatının yeterli olması da bu iddiayı destekler. Yaşadığı zamanın tanıkları olarak dengbêjler, bu denli kısıtlayıcı tanımların tamamının eleğinden geçmiş ve deyim yerindeyse kendinden yeni sanatlar doğurmuştur. Yetmemiş; Kürt toplumunda icra edilen işitsel sanatlar dışındaki sanatlara da katkıda bulunmuştur.
Benzerlik kurmaya çalışmak
Herhangi bir statüsü veya daha dar bir anlamda söylersek devleti olmayan hemen tüm topluluklarda müzik, çoğu zaman dansla beraber, günlük yaşamın her an ve eylemine sızar; her şey müziklendirilir ki daha iyi ve daha kolay hatırlanabilsin. Böylece anlatı gelecek kuşaklara aktarılabilir. Ancak bu gerçeklik farklı coğrafyalarda yaşayan halklar ve ürettikleri birbirinden farklı sanatsal formlar arasında bağ kurulabileceği anlamına gelmez. Toplumların sosyo-politik anlamda benzer tarihi süreçler yaşıyor oluşu onların kültürel ve sanatsal formlarının da benzer olacağı anlamına gelmez. Çünkü bu formların çoğunlukla fiziki coğrafyayla şekillendiği kaçınılmaz bir gerçek. Dolayısıyla bu yanılgıya düşüp dengbêjlik ile statüsü olmayan herhangi bir halkın müziği (örneğin caz müziği, rap müzik vb.) arasında benzerlik kurmaya çalışan kimi kesimlerin kısır bir yaklaşım içerisinde olduklarını söylemek gerek. Böylesi bir yaklaşım içerisine düşmektense her müzik formunun birbirini besleyen başarılı sentezlerine odaklanmanın daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Kuşkusuz Kürt müziği ve dengbêj eserleri politika ve toplum gerçekliğinden ibaret değildir. Sadece toplumsal tanıklıklara yer vermezler ama önemli bir kısmının patetik olduğu söylenebilir. Kahramanlığa dair ifadelerin yer aldığı stranlarda da ezgi dinleyiciyi hüzünlü bir duyguyla çevreler. Bunun da tamamen işgal ve sömürüyle ilişkili, ezilen olmanın dezavantajlarından kaynaklandığını düşünüyorum. Sonuçta stranı söyleyenler de dinleyenler de yüzlerce yıldır işgal ve sömürü altındaki Kürdistan ülkesinin esaret altındaki birer ferdidir. Kendilerini sosyal ve siyasal alanda ifade imkânları kısıtlıdır. İşgal altında oldukları için ifade etmek istedikleri toplumsal bütün meseleler işgalcisi tarafından baskılanır. Haliyle ifade zorunluluğu kendine kültürel ve sanatsal formlar aracılığıyla kanal bulur, dile gelir. Yaşanan bir katliam resmi belgelerde, yazılı tarih kaynaklarında yer bulamayınca şarkılara, stranlara, şiire sızar. Haliyle patetik olması da anlaşılırdır. Ancak bu dezavantaj dengbêjliğin diğer Kürt sanatlarına yaptığı etkide de görüldüğü gibi kendi avantajını yaratmasını bilmiş, teknik ve form açısından özgünlüğünü ispatlamış, biricikleşmiştir. Hatta diyebiliriz ki bu patetik anlatı resmi ideolojiler tarafından sürekli olarak manipüle edilen Kürt gerçekliğinin sosyal bilimler tarafından incelenebilir olmasına imkân tanımıştır. Yani form olarak dengbêjlik sürekli üretimiyle dezavantajlarını avantaja çevirmiş, bugünkü haliyle Kürt sanatının hemen hemen tüm alanlarına kaynaklık etmiştir.
Tarih boyunca birbirinden farklı birçok sanat formu üretilmiş,varlık göstermiş ve ölmüştür. Tam da bu noktada günümüz Kürt müzisyenlerinin sanatlarını icra ederken yaptıkları tercihlerin dengbêjliğin varlığına tehdit oluşturacak düzeye geldiği söylenebilir. Yaratıcılık alanından uzaklaşmak, aynı eseri aynı üretim aşamalarından geçirerek aynı şekilde yeniden üretmek, içinde yaşadığı zaman ve mekanın gerçekliğinden kopuk eser icraları vb. dengbêjliğin varlığına dönük tehditlerin başında geliyor. Dengbêjlik eserlerinin hızlıca 'cover'lanarak istismar[1] edilebilmesi ve bunun hemen her gün sayısız kez tekrarlanması dengbêjlik açısından tehlikenin vardığı boyutu da gösteriyor. Her ne kadar bu girişimler yeni, çağdaş ve geçirgen formların ortaya çıkabilmesi açısından avantajlar da yaratsa henüz özgürleşememiş statüsüz bir toplum için bu kadar değerli bir sanatın karşı karşıya olduğu yok olma tehlikesi birçok açıdan düşündürücüdür de. Kanaatimce dengbêjliğin özgün formunu koruyarak kendi birikiminden yeni formlar yaratabilmesinin yolları denenmeli, eser icra ederken de buna dair bir hassasiyet gözetilmeli.