Rewşan Apaydın: ‘Türk Tiyatrosu’ olarak yazılmış tarihin içinde bir Kürt’lerle beraber bir çok halkın tiyatrosunun varlığı inkar ediliyor. Yazılı tarihin içindeki Kürt tiyatrosunun titizlikle araştırılması ve bütünsel bir parça halinde sunulması ihtiyacı mevcut. [1]
Şiir ve mimariyle birlikte tarihin en eski sanatlarından biri kabul edilen tiyatro, icrası en zor sanatlardan biridir de. Kaynağını homo sapiensin tarihsel süreç içerisindeki iletişim ihtiyacına dayandıran tiyatro teorisyenleri bununla da yetinmiyor artık. Tiyatronun ilhamını bilinçten önceki primat davranışlarına da dayandırmaya başladılar. Hollandalı tarihçi Johan Huizinga'nın Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme olan kapsamlı çalışması Homo Ludens (Oynayan İnsan) de bu girişimlere ön ayak oldu. Huizinga bu çalışmasında yeryüzünde insana ait her şeyin başlangıcının oyun olduğunu gösteriyor ve hiçbir kaygı duymadan Önce oyun vardı! diyor. Huizinga insanın bütün mirasının oyun oynama arzusuyla ortaya çıktığını öne sürerken tiyatro teorisyenleri de 'rol yapma'nın aslında bir iletişim ihtiyacından değil, insanın içerisinde bulunan homo sapiensten bile çok öncesine ait bir güdüden geldiğini söylemeye başlıyor. Tıpkı Homo Ludens iddiasıyla örtüştüğü gibi: Hayvanlar da oynar.
Aynanın karşısında hayata hazırlanmak
Bu tezlerde öne sürülenler, daha doğrusu bu güçlü tezlerin varlığı bile aslında temel ilkesini 'oyun' kavramına odaklayan tiyatro sanatının hem tek tek insanlar hem de insanların bir araya gelerek oluşturdukları toplumlar için önemini vurguluyor. Tarihte varolmuş ve varolagelmiş bütün toplumlar oyunu gündelik yaşam ve kültürlerinin içinde önemli bir yere oturtmuş; inançlarını, eğlencelerini, yaslarını merkezinde oyun barındıran ritüellerle geliştirmişlerdir. Toplumların bu davranışı tıpkı bugün yaşayan her bireyin aynanın karşısına geçip yüzüyle oynamasına benzer. Gerek gün içerisinde kendisini bekleyen gelişmelere karşı takınacağı ifadelerin hazırlığı gerekse de biten günün ardından kendiyle yüzleşmesi açısından ayna karşısında gerçekleşen bu davranış, tiyatronun da kaynağı olan o ilkel güdüye işaret eder. Birey ayna (kendi) karşısında kendini hayata hazırlar veya yaşananların muhasebesini yapıp davranışlarının algısal zeminde nereye düşebileceğini izler. Dolayısıyla oyun bireyin davranışlarını doğaya ve yaşama karşı örgütler. Tam da bu nokta da en az iki bireyin oyun merkezli etkileşimi olan tiyatro sanatı ise bir örgütlenme modeli olarak belirir. Belki de bu yüzden tarihsel süreç içerisinde kendi içerisinde en büyük kırılma ve dönüşümleri yaşayan sanat olmuştur tiyatro. Homo sapiensin bilişsel evrimiyle görünürleşen tahakküm arzusunun yıkıcılığına karşı, bireyler ve toplumların hayatta kalma çabasına tekabül eden oyun...
Tragedyalar çağından bugünün tiyatrosuna kadar bütün zamanlarda tiyatronun teorik dönüşümleri büyük yıkımlardan sonraya tekabül eder. Günümüze en yakın büyük kırılmalardan biri olan İkinci Dünya Savaşı'nın ardından tiyatro teorisine yaklaşımların ciddi bir dönüşüm uğraması ile Ortaçağ'dan çıkışın habercisi sayılabilecek Commedia dell'arte'nin doğuşu aynı ihtiyaçtan kaynaklanır: Yaşama hazırlık.
İtirazı öteleyen katarsis
Yukarıda ayna karşısındaki insan örneğinde oyunun bireyi yaşama hazırlayışındaki önemine değinirken, tiyatronun toplumsal önemine de değinmek gerek. Oyun ve dolayısıyla tiyatro, toplumsal bir örgütlenme aracı olarak ilkin Aristoteles tarafından kullanıldı. Aristoteles'in Poetika'sında katarsis, bireyi duygulanımın zirvesine çıkarıp orada ona neler olabileceğini göstererek kontrol altında tutmak ve onu politik olarak eğitmenin aracı olarak kullanıldı. Yaşantısının içerisinde yüklendiği duygulardan sahnelenen gösterilerde izleyici olarak katarsis yoluyla arınan birey, böylece hâkim güce (devlet, din, patriyarka vb.) karşı ehlileştirilmiş olacak, toplum da kontrolü daha kolay bir bireyler toplamına dönüşecekti. Böyle de oldu. Yirminci yüzyıla gelindiğinde ise Bertolt Brecht katarsisin bu yaptırımına karşı yabancılaştırmayı koyarak peki ya itiraz? sorusunu soruyor. Brecht, katarsisin 'kontrol altındaki birey'ini 'kontrolü elinde tutan birey'e dönüştürmek isterken izleyiciye şunu söylüyor: Bu hep böyle olacak değil.
Tiyatro bir aynadır
Emma Goldman da, Modern Tiyatronun Toplumsal İşlevi adlı eserinde Siyasal baskının bütün sınıfları etkilediği ülkelerde en başarılı entelektüel unsurlar, halkla temel bir dava etrafında birleşmiş, halkın öğretmeni, yoldaşı ve sesi olmuşlardır. Ancak Amerika'da siyasal baskı yalnızca aşağı tabakayı etkilemiştir. Aşağı tabakadaki insanlar hapislere atılmış, zulümler görmüş, eza cefa çektirilip sürgüne gönderilmişlerdir. Dolayısıyla, bu ülkenin entelektüellerini, etraflarını saran toplumsal huzursuzluğa uyandırmak ve halklarıyla olan bağlarını fark etmelerini sağlamak için başka bir aracıya ihtiyaç vardır. Bunu yapabilecek güce sahip olan aracı, hayatın her evresini yansıtan ve toplumun her katmanını kucaklayan modern tiyatrodur. Çünkü modern tiyatro, yaşanmakta olan güçlü değişimlerin eşiğinde duran, sisteme dahil olmaya ya da geride kalmaya mecbur bırakılan herkese gerçeği göstermektedir diyerek tiyatronun yaşantı ve toplumsal dönüşümlerle ilişkisine dikkat çeker. Ona göre tiyatro, hem birey için hem de toplum için daha iyi olana dair arayışta bir ayna ve bir ilham kaynağı olabilir. Dolayısıyla toplumların yaşam içerisindeki devinimlerinin örgütlenmesinde tiyatronun rolü, kaynağını insanın dürtü ve yaşantısından aldığı için yadsınamaz.
Gelenekler, teknik birikim ve Kürt tiyatrosu
Bu minvalde Kürt toplumu içerisinde tiyatronun konumuna baktığımızda tarihsel süreç içerisinde modern tiyatroya evrilen teknik birikim ile toplumsal yaşantının örgütlülüğüne odaklanan birikimin ayrıştığını görürüz. Çetoyê Zêdo ve Yavuz Akkuzu'nun derlediği Kürt Tiyatro Tarihi adlı eserde de birçok örnekle aktarıldığı gibi kadim gelenek ve ritüellere dayanan teatral oyunlar açısından oldukça zengin bir yapı sunan Kürt toplumu modern tiyatroya adaptasyonunu son yarım asırda ancak gerçekleştirebildi. İlk yazınsal eserini 1919'da verebilen Modern Kürt Tiyatrosu'na karşın, bu tarihten üç yıl sonra, 1922 yılında Kürt performans geleneğinin en güzel örneklerinden biri olan Mîr Mîran festivalinin yasaklandığını görürüz. Teknik birikim ve geleneklerin bir araya gelebileceği bu dönem Birinci Dünya Savaşı sonrasında parçalanan Kürdistan toplumunun sömürülen bir toplumuna dönüşmesine sebep olmuş, haliyle diğer sanatlar gibi tiyatronun da bu toplumda gelişimini aksatmıştır. O yıllarda gerçekleşebilecek gelenek ve tekniğin sentezi ancak ve ancak yirminci yüzyılın sonlarında, Kürt halk hareketlerinin askeri ve siyasi gücünü ispatlamasıyla mümkün olabilmiştir. Her ne kadar 1990'lı yıllara gelene kadar Kürdistan ve dünyanın birçok yerinde çok çeşitli şekillerde ve çok sayıda Kürtçe tiyatro örnekleri verilmişse de bütünleşik bir Kürt tiyatrosu algısı 1991 yılında Mezopotamya Kültür Merkezi'nin kurulmasıyla mümkün olabilmiştir.
O günden bu yana kurulan ve faaliyet gösteren onlarca tiyatro topluluğunun yanı sıra yüzlerce eser, oyun ve tiyatrocu kendini var edebilmiştir. Gelinen noktada Kürdistan'da, Türkiye'de, Avrupa ve Kafkasya'da faaliyet gösteren tiyatro toplulukları mevcut. Fakat söz konusu sanatçı ve topluluklar statüsüz bir halkın kuramsal düzlemde tiyatro temsiliyetini yapamamaktadır. Bu da performans geleneği ve modern tiyatro arasında gerçek anlamda bir adaptasyonun önünü tıkamakta.
Tiyatronun kaçınılmaz değeri
Bu bağlamda tiyatronun Kürtler için önemi hakkında görüşlerine başvurduğumuz Teatra Jiyana Nû temsilcilerinden Ömer Şahin, Sadece Kürtler açısından değil tüm dünya halkları için kendini ifade edebilme, kendi hikayelerini, destanlarını, mitlerini paylaşabilme açısından sahne ve tiyatro kaçınılmaz olarak değerlidir. Bir ulusu ulus yapan en önemli şey ortak kültür ve folklorüdür. Güçlü halkların uluslaşma sürecine bakıldığında öyle ki sağlık ve güvenlikten daha çok tiyatroya önem verilmiş ve güçlenmesi için tüm olanaklar sunulmuştur. Tiyatro uyarı görevini yaptığı kadar, toplumu ortak komplekslerinden de arındırır. Topluma gerçek düşünce erkini, özgürlüğünü sağlar diyor.
Bu çerçevede Şa Performans adına Kürt tiyatrocuların karşılaştıkları başlıca sorunları Tuncay Özel de tiyatronun tüm toplumlar olduğu kadar Kürt toplumu için de önemli olduğuna vurgu yaparak Kürtler özelinde; dil üzerinde yıllarca süren asimilasyona karşı dili canlı tutmak, halkla yüz yüze bu dil ile bağlantı kurmak, bu dilin sanat dili, kültür dili olduğunu göstermek açısından tiyatro kaçınılmaz bir gerekliliktir diyor.
Tiyatro örgütlenmektir
Bir diğer tiyatro sanatçısı ve Araf Tiyatro temsilcisi Murad Korkmaz ise Kürt tiyatrosunun üzerindeki baskıları hatırlatarak Bu halk için güzel bir şey olmasın mı? Tam da bu yüzden tiyatro Kürtler için de en az diğer halklar için olduğu kadar önemlidir. Burada Kürtlerin tiyatrosuna dönük yaklaşım aslında Kürt halkına dönük yaklaşımla da paraleldir. Niye yani tiyatroyu hak etmiyor mu ki biz Kürtlerin tiyatrosundan bahsederken bir öneme atıf yapmak zorunda kalalım? Hayata bir sıfır geride başlayan bir halktan insanlar için tiyatronun önemi belki de sonsuz karanlıktaki mum ışığı veya bir çiçek kokusu kadar değerlidir. Hatta belki tiyatro, toplumun içine hapsedildiği labirentten bir çıkış kapısı olabilir? diyor. Korkmaz her tiyatronun bir örgütlenme modeli sunduğunu da ekleyerek Tiyatroyu yalnızca kendinize odaklanarak yapamazsınız. Tiyatro yapıyorsanız etrafınızda süren yaşamı göz önünde bulundurmak zorundasınız. Birlikte çalıştığınız, eserinizi sergileyeceğiniz insanları gözetmek zorundasınız. Bu temel gerekliliğin kendisi zaten örgütlenmeyi zorunlu kılar. Dolayısıyla her tiyatro fikri aslında toplumsal kurtuluşun küçük bir prototipidir ifadelerini kullanıyor.
Sözü görselleştirmek
Kürtler için tiyatronun öneminin diğer halklara oranla neden daha önemli olduğunu dil ve kültürünün karşı karşıya olduğu riskleri göz önünde bulundurduğumuzda açığa çıkabileceğini ifade eden tiyatro sanatçısı Aram Taştekin Tiyatro diğer bütün sanat dallarına dokunan bir disiplin olmasıyla beraber dilin gelişmesi anlamında da önemli katkılar yapan bir sanattır. Bu anlamda Kürt tiyatrosu Kürtler için ekstra önemdedir. Diğer yanıyla da; Bugüne dek hep oral yoldan bugüne ulaşan Kürt edebiyat ve mitolojisinin görsel bir ürün haline getirilebilmesi için tiyatro önemlidir diye belirtiyor.
Tiyatroyla olan köklü bağımız
Bu konuda Kürtler ve doğu toplumlarında ağırlıklı olarak sözlü edebiyatın hakimiyetine tanık oluyoruz. Bu hakimiyetten tiyatro da nasibini almıştır diyebiliriz ifadeleriyle söze giren tiyatro eleştirmeni ve dramaturg Rewşan Apaydın da Ağırlıklı olarak sözlü ilerlemiş, anlatıcı odaklı bir temel var neredeyse. Bir de geleneksel köy oyunları, halkların yaşanmışlıklarının en güzel karşılığı halk tiyatrosu... Baharın gelişini, savaşların, acıların ve sevinçlerin en güzel vücut buluşu diyebiliriz. Bunlar ışığında ise tiyatronun bütün halklar için kopmaz bir bağı olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Şarkılarla olan köklü bağımız aslında geleneksel köy ve halk tiyatrosunda da mevcuttur. Sadece biraz daha deşmekle gün yüzüne çıkmasına ihtiyacı var gibi görünüyor diyerek tiyatronun toplumsal belleğe dair rolüne atıfta bulunuyor.
Önünü göremeyen bir tiyatro
Kürt tiyatrosunun önemi konusunda görüşlerine başvurduğumuz tiyatro sanatçıları ayrıca karşılaştıkları sorunları da dile getirirken sanatçılardan Ömer Şahin bu konuya dair şu ifadeleri kullanıyor: Genel anlamda Kürt tiyatrosunun problemlerinin başında kurumsallaşamama ve buna bağlı olarak düzenli ve köklü bir gelenek oluşturamama problemi gelmektedir. Bunun nedeni; Kürt topraklarının Ortadoğu coğrafyasında 4 ayrı egemen ulus tarafından paylaşılmış olması ve bunun bir sonucu olarak her bir bölgenin egemen halkın yaşam, kültür, idari yönetim hegemonyası altında kalmış olmasıdır. Kendi anadili ile toplumsal yaşamda yer bulamayan ve kurumsal olarak kendini tanımlayamayan politik bir düzlemde maalesef uzun vadeli kurumsal tiyatrolar oluşturmak ve bunu devam ettirmek zor. Öte yandan bu durum akademik olarak kendini geliştirmeyi de imkansız hale getirmiştir. Bu durum Kürt tiyatrocularına da yansımış, daha çok gençlik döneminde hobi olarak yapılmaya çalışılan ama hayatın ekonomik ve toplumsal yükleri ile karşılaşılınca alan değiştirmekle sonuçlanan bir hal almaktadır. Elbette bu zorluklar içerisinde yıllardır mücadele veren ve kurumsallaşma yolunda çok önemli yol kat etmiş gruplar da mevcut. Fakat hiçbir Kürt tiyatro grubunun özellikle Kuzey Kürdistan'da önünü görerek hareket ettiğini söyleyemeyiz. Düzenli ekonomik bir işleyişten uzak biraz da iman gücüyle ilerleyen bir durum söz konusu.
Şahin'in bu değerlendirmeleri Kürt toplumunun statü problemine dikkat çekerken Tuncay Özel de statü probleminin beraberinde ekonomik problemleri de getirdiğini, bunun da teknik ve kalifiye personel eksikliğine sebep olduğuna değiniyor.
Birçok halkın tiyatrosu inkar ediliyor
Kürt tiyatrosunun temel sorunları ile ilgili olarak Kuşkusuz akla ilk gelen sansür ve asimilasyon politikalarıdır diyen Apaydın Ancak şunu da belirtmekte fayda var kesinlikle: Kürtçe eğitim. Yaşantının içinde var olan bir dil ile Kürtçe konuşan bir toplumun eksikliği burada önemli bir faktör. Yani Kürt tiyatrosunun varlığını devam edebilmesi ve yaygınlaşması bununla doğrudan ilişkilidir. Hatta geldiğimiz şu günlerde görüyoruz ki bu ülkede tek bir halk üzerinden yola çıkarak tekçi ve mutlakıyetçi bir tiyatro ve edebiyat tarihi yazılamıyor. Aslında yazılmak isteniyor ama büyük bir tutarsızlık ortaya çıkıyor. ‘Türk Tiyatrosu’ olarak yazılmış tarihin içinde bir Kürt’lerle beraber bir çok halkın tiyatrosunun varlığı inkar ediliyor. Yazılı tarihin içindeki Kürt tiyatrosunun titizlikle araştırılması ve bütünsel bir parça halinde sunulması ihtiyacı mevcut bunun için yapılmış güzel ve başarılı çalışmalar var kesinlikle bunların çoğalması önemli bir adım olacaktır ifadelerini kullanıyor.
Tiyatroyu bize yakıştıramıyorlar
Murad Korkmaz ise Kürt tiyatrosu ve tiyatrocularının karşılaştıkları sorunların saatlerce anlatarak bitmeyeceğinden dem vurarak statüsü olmayan bir halkın tiyatrosunu yapmanın bireysel ağırlıklarına dikkat çekiyor. Korkmaz şöyle diyor: Kürt tiyatrocuların sorunları hakkında birkaç şey söylemek gerekirse ilk başta Kürt tiyatrocuların 'kabul görmek' için bu uğurda kaybettiklerini görmek gerekiyor. Kürt tiyatrocular bu işi yaparken saygınlıklarını, umutlarını kaybedebiliyor. Saygınlığın altını özellikle çizmek istiyorum. Tiyatro her bakımdan kendini geliştirmiş toplumlara ait bir sanat olarak görülürken, söz konusu bizim gibi kişisel gelişimi elinden alınmış halklar olunca tiyatroda bizim için birkaç numara büyük geliyor ve maalesef yakışamıyor… Yakışmıyor demiyorum yakışamıyor, yakıştıramıyorlar! Az önce dediğim gibi; iyi ve güzeli bize yakıştıramıyorlar. Bu da Kürt tiyatrocuların hem kendi toplumlarına hem de diğer toplumlara dair etkileşimlerinde karşılaştıkları en büyük sorun olarak apaçık karşımızda
Önce statü, sonra halk desteği
Kürt tiyatrosunun en büyük problemini örgütlü bir kurumsal algının işleyişinden yoksun olması olarak açıklayan Aram Taştekin de tiyatronun toplum içerisinde kendini gerçekleştirebilmesinin başat koşulunu o toplumun statü sahibi olmasına bağlıyor. Kürt halkının bundan mahrum bırakılmış bir halk olduğunu hatırlatarak gerçek anlamda bir Kürt tiyatrosundan bahsedilemeyeceğini savunan Taştekin, Kürt tiyatrocuların mekan, tekst ve diğer teknik sorunlarından önce Kürt tiyatrosunun varlığının artık tartışılması gerektiğini vurguluyor. Son olarak bu sorunlara dair çözüm önerilerini sorduğumuz sanatçılardan Tuncay Özel Kürt tiyatrosunun diğer ulusların yanında çok daha fazla dezavantajı olduğunu tüm bunlara rağmen halkın Kürt tiyatrosunu sahiplenip desteklemesi gerektiğini belirtirken diğer yandan da Kürtçe tiyatro yapan grupların birbirleriyle dayanışıp kooperatifleşebilmesi gerekir diyor.
Bu bir direniştir
Teatra Jiyana Nû adına Ömer Şahin de kalıcı ve sürdürülebilir bir tiyatro oluşturmanın en başta siyasal alanda elde edilecek kazanımlara bağlı olduğunu ifade ederek Fakat bu durum böyle diye oturup siyasal atmosferlerin değişmesini beklemek de doğru değil. Tiyatroyu bir mücadele ve direnme alanı olarak görmek ve enerjisini bu anlamda sürekli yüksek tutmak gerekiyor. Toplumsal süreçler sürekli değişkenlik arz edecektir. Fakat sahne her zaman kendi oyuncularını, yazar ve yönetmenlerini bekleyecektir. Teatra Jiyana Nû olarak uzun yıllardır bu şartlar altında oyunlarımızı yazmaya ve sahnelemeye devam ettik. Atölyeler, festivaller ve çeşitli sanat günlerinde kendi oyunlarımızı oynadık ve oynamaya devam ediyoruz. Bu aslında bir tür direniş ve tüm dünyaya kendimizi anlatma ve bizden sonra gelecek kuşaklara bir miras bırakma mücadelesi. Bunu yaparken yeni sanatsal yol ve yöntemler bulmaya ve deneysel yönümüzü hep diri tutmaya özen gösteriyoruz diyor.
Yaşamın tiyatroyla güzelleşmesi
Rewşan Apaydın da Şahin'in yenilik arayışlarının gerekliliğine katılıyor. Belki de yeni bir şey denenmeli artık diyen Apaydın Tiyatro ve drama alanında Kürt tiyatrosunun varlığının ve bu varlığının tarihselliğinin mevcudiyeti tartışılmaya başlanmalı. Sadece tiyatronun geleceği açısından değil. Bunu Türkiye’nin her yerindeki tüm tiyatrocu dostlarımızla da almak gerekir. Bunun sorunların çözümüne kesinlikle katkısı olacaktır. Önemli olan tiyatronun yaşama sanatına hizmet etmesi ise, yaşamın tiyatro ile güzelleşmesi için de rol almanın vakti çoktan geldi ifadelerinden sonra somut önerilerini de şu sözleriyle sıralıyor: Kürtçe oyunlar yazılmalı, oynanmalı, tiyatro salonları açılmalı, var olanlara destek olmalı. Sadece Kürt tiyatrosuna sahip çıkalım demenin ötesine geçilerek bu alanda üretim veren ekipler takip edilmeli. Bu ekiplerin oyunları muhakkak izlenmeli. Bir yerde bir sorumluluk olarak da ele alınabilir bütün bunlar. Kuşkusuz şimdi olduğundan daha çok ihtiyacı var buna Kürtçe tiyatro yapanların…
Bir öneri: Kürt Tiyatro Enstitüsü
Bugün Kürt tiyatrosunu organize eden, eksik ve sorunları tespit eden bir kurum olmalı. Bu kurum ortaya çıkan eserlerin incelemesini, dosyalamasını yapmalı. Tiyatroya dair güncel meselelerde tartışmalar, buluşmalar organize etmeli. Örneğin Kürt Tiyatro Enstitüsü adıyla bir kurum bunu yapabilir. Bu kurum Kürt toplumunda gerçekleşen tiyatro faaliyetlerine dair belli aralıklarla yazılı yayınlar yayımlayıp yeni çalışmalara alan ve olanak tanımalı diyen Taştekin, sorunların çözümü için artık somut adımların atılması gerektiğine dikkat çekiyor.
Kalabalıklaşmalıyız
Murad Korkmaz ise bu konuya dair çözümlerin yazıldığı kadar kolay gerçekleşemeyeceğini biliyor. Keşke uygulaması da bu kadar kolay olsa aklımızdaki çözüm önerilerinin. Aklımızdaki tüm önerileri hayata geçirirken çok zorlanacağız. Peki zor diye vaz mı geçeceğiz… Elbette ki hayır. Zor da olsa bütün bu sorunları aşacağımıza inanıyorum diyor. Korkmaz Kürt tiyatrocuların omuzlarında ciddi bir yük olduğunu ifade ederek sözlerini Biz bunu yaparken toplum da bizi kabullenmeli, sahiplenmeli artık. Kabul görmemek, bir yerde de kimsesizliğe tekabül ediyor. Aslında bu halkın topyekün itildiği statüsüzlüğün başka bir versiyonu da kendi toplumun içinde kabul görmemektir. Tiyatro ciddi bir iştir ve biz bu işi yapıyoruz. Bu yüzden kalabalıklaşmalıyız diyerek sözlerini noktalıyor.[1]