Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), 2008 yılını “Beynelmilel Lisanlar Senesi” ilan etti ve “Tehlikedeki Diller Atlası” yayımladı. Bu atlasa göre, Kirmanckî-Zazakî dili kaybolma tehlikesi yaşayan diller arasında görülüyor.
UNESCO’nun kaybolan diller sınıflandırmasına göre, kaybolma tehlikesini en az hisseden diller “güvende değil” olarak nitelendiriliyor. Bir dilin bu kategoride yer alması bazı alanlarda kısıtlanması anlamına geliyor. UNESCO’nun çalışmasında Kirmanckî-Zazakî “güvende değil” olarak nitelendirilen diller olarak belirlendi.
Kirmanckî-Zazakî dilinin kaybolma tehlikesi altına girmesinden dolayı Kirmanckî-Zazakî konuşan Kürt akademisyenlerin bu alanda özverili çalışmaları sonucunda Kirmanckî-Zazakî dilinde belli oranda standardize faaliyetleri başlatıldı. Akademik alanda Kirmanckî-Zazakî’nin sahiplenilmesi ve geliştirilmesi konusunda alan çalışması yürüterek Doktora Tezini hazırlayan Dr. Nadire Güntaş Aldatmaz, Kirmanckî-Zazakî dilinin içinden geçtiği zorlu süreçleri bilimsel yöntemlerle ortaya çıkartarak dil alanında önemli bilimsel bir çalışmaya imza attı. Bu çalışması “Tehlike Altındaki Bir Dil Kurmancca/Zazaca” adıyla kitaplaştırarak Vate Yayınevi tarafından 2021’de yayımlandı.
Dr. Nadire Güntaş Aldatmaz ile “Topluluk Dillerinin Kaybolması ve İletişim: Kurmancca-Zazaca Örneği (Ankara 2020)” doktora tezini ve kitabını, akademik alandaki çalışmasını, Kirmanckî-Zazakî dilinin kaybolma tehlikesinin aşamalarını, Kirmackî-Zazakî dilinin korunması için alınması gereken tedbirleri konuştuk.
Almanca öğretmenliği bölümü mezunusunuz ve 21 yıl sınıf öğretmenliği görevini yürüttükten sonra Artuklu Üniversitesi Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü’nde yüksek lisansınızı Kırmanc (Zaza) folklorü üzerine yaptınız. Sizi bu çalışmaya yönlendiren motivasyon neydi?
Ben emekli olmadan önce yüksek lisans çalışması yapmıştım. Bu konudaki temel motivasyonum, bir realite olarak gündelik hayatın içinde var olan anadilimin o güne kadar yok sayılmasıydı. Bu konuda doğan ilk fırsatı kaçırmak istemedim.
Yaşayan Diller Enstitüleri ile Kirmanckî-Zazakî akademi dili haline geldi. Akademik çalışmalarınızdan yola çıkarak şunu sormak istiyorum. Kirmanckî-Zazakînin çok şiveli bir dil olması akademik çalışmalara nasıl yansıyor ve akademik dil alanı ile uyumu nedir?
Dilbilim, hiçbir dili zengin, yoksul veya ilkel olarak niteleyemeyeceğimizi söylüyor. Her topluluğun dili kendi ihtiyacına göre anlamlar üretir. Yeni ihtiyaçlar belirdikçe dil kendini buna adapte eder, her dilde bu potansiyel vardır. Dolayısıyla Kırmanccanın akademik dil olabilmesi hiç de şaşırtıcı olmamalı. Kırmanccanın çok sayıda ağız ve şiveye sahip olması buna asla engel değildir. Bildiğimiz dünya dillerinin hangisine bakarsanız bakın buna Türkçe de dahil, hepsinde çok sayıda ağız/şive/diyalekt vs. vardır. Ancak bunların birçoğunun resmi dil olması, standart bir yazı dili oluşturmalarını hızlandırmıştır. Bizde ise standartlaştırma çalışmaları Vate Çalışma Grubu ile 1996 yılında başlamıştır. Yani sivil bir inisiyatifin çabaları ile epeyce yol alınmıştır. Akademide Kırmanccaya yer verilmesiyle beraber çalışmalar hız kazanmış ve bu dilde tezler üretilebilmiştir. Dolayısıyla dilsel anlamda aşılamayacak sorunumuz yoktur yeter ki Kırmanccaya alan açılsın.
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı’nda “Topluluk Dillerinin Kaybolması ve İletişim: Kurmancca-Zazaca Örneği (Ankara 2020)” doktora tezinizi saha çalışması şeklinde yürüttünüz. Tez konunuzu hangi ihtiyaçtan yola çıkarak belirlediniz? Çalışmanızı yürütürken ne tür zorluklarla karşılaştınız?
Kırmanccanın/Zazacanın son yıllarda kaybolma tehlikesi altında olduğu yazılıp çiziliyordu ve bu görüş UNESCO’ya referansla ileri sürülüyordu. Ancak bu konuda nicel verileri içeren herhangi bir çalışma yoktu. UNESCO’nun böyle bir çalışması varsa da ya yayımlanmadı ya da ben görmedim. Dilde bir dönüşüm olduğunu, ciddi oranda kayıplar olduğunu tahmin edebiliyorduk ancak bunun hangi düzeyde olduğunu verilerle ortaya koyarsak daha gerçekçi çözüm önerileri geliştirebiliriz diye düşündüm. Yani kısacası durumumuz nedir önce bunu görelim istedim.
Çalışmayı yürütürken aşılamayacak bir sorunla karşılaşmadım. İnsanların konuşmaya çekindiği durumlar oldu. Yani böyle bir çalışmanın resmi bir kurum çatısı altında yapılması pek inandırıcı gelmedi onlara fakat ikna etmeyi başardık.
Doktora tezinizi daha sonradan kitaplaştırdınız. Kitabınızda dil yitimleri bölümünü okurken Kirmanckî-Zazakî nedeniyle ruhsal dünyamızda ve yüreğimizde fırtınalar koparttı. Siz bu çalışmayı yürütürken neler yaşadınız? Haleti ruhiyeniz nasıl etkilendi?
Çalışmaya başlarken, dilimizin güvende olmaması ve kaybolma ihtimali olması konusunda çok özel olduğumuzu düşünüyordum. Duygusal anlamda da öfkeliydim. Fakat çalıştıkça, dünya örneklerine baktıkça ve dil yitimine tarihsel olarak baktıkça yalnız olmadığımızı gördüm. Üstelik tehlike altındaki diller arasında neredeyse en avantajlı durumda olduğumuzu gördüm ve rahatladım. Dünyada tehlike altındaki dilleri konuşan toplulukların nüfusu bizimle kıyaslandığında çoğununki bizim bir şehrimizin nüfusu kadar bile değil. Kimi dillerin 300-500 konuşanı kalmış. 10 konuşanı olan bile var. Zaten bizim kadar bir nüfusa sahip olup dillerini resmen kullanamayan veya herhangi bir statüsü olmayan topluluk neredeyse yok. Hatta bildiğim kadarıyla kesin olarak yok. Üstelik her şeye rağmen bugüne gelebilmiş ve edebiyatın en kapsamlı alanında dahi eser üretebilmiş bir dilden söz ediyoruz. Dolayısıyla üzgün ve öfkeli başladığım bu çalışmadan daha umutlu çıktığımı söyleyebilirim, elde ettiğim sonuçlara rağmen.
Kitabınızdan yola çıkarak şunu sormak istiyorum. Dillerin ölüm yolculuğunun aşamalarına ve duraklarına dikkat çekiyorsunuz. Dillerin ölüm yolculuğu nedir ve kaç aşamadan geçiyor?
Dilbilimcilerin üzerinde uzlaştığı şey, dillerin çeşitli boyutlarda tehdit altında olduğudur. Bunlar beş ana başlık altında ifade edilmiştir:
1.Tehlikeye düşmesi olası diller (Sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlıdır, hakim dilin baskısı altındadır ve çocuk konuşmacılarını kaybetmeye başlamıştır.)
2.Tehlikedeki diller (Çocuk öğreneni yoktur veya çok azdır.)
3.Ciddi tehlikedeki diller (İyi konuşan en genç konuşmacısı 50 yaş ve üzerindedir.)
4.Ölüm döşeğindeki diller (Konuşmacılarından çoğu az sayıdaki yaşlıdır.)
5.Ölü diller (Konuşanı kalmamıştır.)
Bu kategorileri incelediğimizde Kırmanccanın ikinci kategoriye yaklaşan bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. Bu kategoriler oluşturulurken çeşitli faktörler esas alınmıştır. Bunların en önemlisi Kuşaklar arası dil aktarım düzeyi ve mutlak konuşmacı sayısıdır. Kırmanccaya baktığımızda bu iki önemli alanda her geçen gün eksildiğimizi görmek mümkün. Öte yandan bir canlandırma çalışmasının olduğunu da görüyoruz. Kırmancca/Zazaca sosyal medya kullanımı, seçmeli dersten yararlanmaya teşvik, okur-yazarlık alananındaki çabalar vb kayda değer önemli girişimlerdir.
Sözlü bir kültürün taşıyıcısı olarak Kirmanckî-Zazakînin yitirilmesi Kırmanclar açısından nasıl bir sonuç doğurur?
Kırmanccanın (Zazaca) kaybolması durumunda her şeyden önce Kırmanclar dilleri ile birlikte kültürel varlıklarını da kaybederler. Bu kayıp sadece bizim kaybımız olmayacak elbette. Dünya da kültürel varlığının önemli bir parçasını yitirecek. Dolayısıyla her kesin bu konuda duyarlı olması ve sorunu kendi sorunuymuş gibi algılaması gerekir. Bugün nasıl ki soyu tükenmekte olan bitki ve hayvan türleri için mücadele ediliyorsa kaybolma tehlikesi yaşayan diller için de edilmeli.
Dersim özelinde yaptığınız anket çalışmasında çarpıcı bazı sonuçlara ulaştınız. Üç kuşağı karşılaştırarak yaptığınız bu anket sonuçlarını nasıl özetlersiniz?
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Dersim merkez Mamekîye’de Kırmancca ciddi tehlikededir çünkü çocukların artık hiç öğrenmediği veya az sayıdaki çocuğun ilk dil olarak öğrendiği bir dil durumundadır. “Dilin nabzı çocukta atar” sözüne referansla şunu söyleyebiliriz. Mamekîye’de nabız çok zayıf atıyor maalesef. Ama zayıf da olsa attığı sürece bir şey yapma şansımız var.
Bu durumdan nasıl çıkarız, ne yapmalıyız?
Dilin içinde bulunduğu durumu doğru tespit edip çeşitli öncelikler belirlemeliyiz. Bizim için şu anda elzem olan, dili olabildiğince yaygın konuşmak, konuşmaya teşvik etmek ve yeni doğanlara öğretilmesi için çalışmalar yapmak. Dilin saygınlığına zarar veren yaklaşımların karşısında durmak ve boşa çıkarmak. Tabi bütün bunlar üzerinde titizlikle çalışılması gereken konulardır.
Bir de devletin asgari düzeyde yapması gereken bazı şeyler var. Bunların başında dilin saygınlığını iade etme geliyor bence. Çünkü bugüne kadar uygulanan dil politikalarının sonuçlarını yaşıyoruz.
Bizim için örnek olabilecek uygulamalardan biri de Bask dili için yapılan yeniden canlandırma çalışmalarıdır. İspanya’da Franko rejiminden sonra 1975’te Bask bölgesi için çift dilli eğitime geçme kararı alınmış ve uygulanmıştır. O tarihte Bask dili unutulmaya yüz tutmuşken yeniden canlandırma programı kapsamında uygulanan çift dilli eğitim sayesinde bugün son kuşak tarafından yeniden konuşulmaktadır. Bask ülkesinin üç farklı bölgesinde her beş yılda bir uygulanan dil gelişim anketinin sonuçları, Bask dilinin giderek toplum hayatına girdiğini ve artık gençler tarafından konuşulduğunu göstermektedir. Bugün yeni kuşak İspanyolcanın yanı sıra Katalanca da konuşuyor. Bizde neden olmasın?[1]