Kürt halkı ve kadınları, bu topraklarda ender yetişen güçlü kadın öncülerinden Ferda Cemiloğlu’nu vakitsiz kaybetmenin acısını yaşıyor.
Kadın olarak tarihsel kadın hafızamızı, Halk olarak da kendi şahsında makus tarihimizin gizli kalmış anılarını ve yaşanmışlıklarının hazinesini yitirdik. Onun yıkılmaz dik ve asil duruşu hepimiz için bir moral ve güç kaynağıydı. İşte biz bu güç kaynağımızı yitirdik.
Topluma mal olmuş karakterler vardır ki yaşamdaki duruşlarıyla ölümsüzlük sergilerler. Ferda Abla’da bunlardan biridir. Yaşam karşısındaki donanımı, yaşam sevgisini aşılayan özelliği herkesin kafasında onu ölümsüzler katına yükseltti.
Büyük ve geniş hikayesine birçok yan hikaye sığdırdı. Etrafında biriken hikayeler aynı zamanda ötekilerin de hikayeleriydi. Mücadele azmiyle kanayan yaralarını sardı, olabildiğince yaşamla bağlarını geliştirmeye çabaladı. Bu onun kadınca duruşuydu. Hepimiz için öğretici bir yaşam hikayesiydi.
Kürtlere reva görülen zorunlu sürgünlerin ve tarihsel kırılmaların çocuğu olarak Şam’da Nisan 1952’de Şermin ve Vecdi Cemiloğlu’nun ilk çocuğu olarak doğdu. O bunu kendisine bir zenginlik olarak kattı. Dedeleri ve ninelerinin yaşadığı hayatları hafızasında topladı. Öyleki 200 yıllık Kürt tarihinin güçlü yaşam portlerinin ayrıntılarını bir masal tadında öğrendi ve etrafına aktardı.
Henüz 16 yaşındayken ayağında İtalyan marka çizmeleriyle dört parçaya bölünen Kürdistan sınırlarını zemheri bir gecede aştı. Bu yolculukta bütün yasakları ayaklarının altına alırken yüreğinde Rojava ve Kuzey Kürdistanı birleştirdi. Binxet’te edindiği deneyimlerini Kuzey’le bu şekilde birleştirdi. Yaşadığı farklılı deneyimler hayatına hep zenginlik kattı. Bunları bir ana kaynak olarak gördü ve bundan beslendi.
Kürt aristokrasisinin asi, anarşist karakterli kızı olarak sınırları geçerken, tellere takılan ayaklarının yaraları daha iyileşmeden, Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’ne kaydoldu. Bilmediği Türkçe dilini Arap alfabesine göre konuşurken, unutulmaz anlar yaşattı etrafına. Çok sevdiği Yıldız Yengesi’ne çay ikram etmek isterken “içer misin?” yerine “işer misin?” dedi. Ç ve Ş harflerinin yerlerini değiştirirken ordakiler katıla katıla güldü. Bizlere bu anılarını ağız dolusu gülerek anlattı. Onun anılarını dinlerken kah ağladık, kâh güldük ama çokta düşündük.
Kürtlerin haklı davasında bedel ödeyen bir ailenin kızıydı. Ulusal mücadelenin uzun soluklu bir iş olduğunu çok iyi biliyordu. 1970’ler Türkiye’sinde Ankara’daki küçük öğrenci evini devrimci arkadaşlarını saklama ve barındırma yeri olarak kullandı. Sıra dışıydı. Yeşil parkeli devrimci kızlara karşı o hep pembe renkli kıyafetlerde diretti. Onun nazarında Kürtlük ve devrimcilik bir renge sığdırılamayacak kadar Ebruliydi.
Kadın kimliğinin devrimcilik felsefesiyle üstünün kapatılmasına ve sınırlandırılmasına karşıydı. Onun için kadınca kendini var edebilmek daha tercih edileniydi.
Yaşamın renklerinde, sevgide ve aşkta hiçbir zaman kendine sınırlar çizmedi. İçinden geldiği gibi dolu dolu duygularını yaşamayı tercih etti. Evlilikte de aşktan yana tercihini kullandı. Bu evlilikten Renda Helin ve Eren adında iki çocuğu oldu.
O kadar anaçtı ki çocuklarını katı disiplinli okullara vermek istemedi. Ona göre çocuklar özgür yetişmeliydi.
Cemiloğulları’nın üç kuşak kadınlarını anlatan ve onun ana karekter olduğu hayatını konu edinen kitap projemizi birlikte yürütürken, yaptığımız röportaj serilerinde bana özel okul kurmadaki amacını şöyle anlatmıştı:
“Çocuklarım okul çağına gelince, devlet okullarına göndermek istemedim. Çünkü bu okulllar askeri kışla gibiydiler. Türküm doğruyumla başlayıp, çocukları baskı altına alan bir eğitim sistemiydi. Çocuklarımın özgür ve demokratik kültürle yetişmelerini istiyordum. O dönemde Ankara da iflas eden özel bir okul vardı. Bu okulu devraldım ve Özel İlkem Lisesi’ni böylece kurdum. Bu okul sadece ilk orta ve lise eğitimlerini yapabiliyordu. Katı disiplin anlayışımız hiç olmadı. Öğrencilerimiz çocukluk ve gençliklerini doyasıya yaşayabiliyorlardı. Bu lise, ilk mezunlarını verdiği gibi okulu başka bir arkadaşıma devrettim.”
Sahibi olduğu Özel İlkem lisesi’nin imkanlarını hafta sonlarında sivil toplum örgütlerinin aktivitelerine, kadın, yardım ve dayanışma derneklerine açtı. Kadın adaylarını destekleme derneği KADER ilk kurucu ve yöneticilerinden olur. Birkaç arkadaşıyla birlikte Türkiye’de ilk özel kadın sığınma evi ve danışma merkezini kurar. Sosyal ve danışman hizmetleri veren çalışmalarda yer alır.
1997 yılında Van’da Göçmenler ve Mülteciler Derneği’ni (ASAM) kurar. İran, Irak, Afganistan vb. Ülkelerden gelen mültecilerin yerleşme, barınma ve sağlık sorunlarıyla ilgilenir. BM ile birlikte çalışır. Mültecilerin 3’üncü bir ülkeye ulaşmalarını sağlayan çalışmalar yürütür. Kadınlar ve İran’dan gelen LGBT grupları, zorunlu sünnet problemleri yaşayan kadınlarla ilgilenir. Mültecilerin sorunlarına yönelik değişik kurumlarla ortak çalışmalar yürütür. Bu çalışmalarından dolayı BM’nin tüm dünya delegelerinin toplam oylarıyla ödüllendirilir.
Nasıl bu kadar yoğun işleri bir arada yürütebilmeyi başardığını sorduğumda şu yanıtı vermişti: “Bir anda bir çok işi yapabiliyorum. Çünkü tasaruf için zamanımı programlıyorum. Bir yere girdiğimde o yerin resmini çekmiş gibi kafamda tutabiliyorum. Bu da sonradan yapılacak işlerimi kolaylaştırıyor. Örneğin inşaat işinde, bir evi tasarlarken kadınların kullanım alanlarını hesaba katarak daha iyi bir tasarım yapabiliyorum. Çünkü bu konuda kadın deneyimlerimi ön plana alabiliyorum. Bir işi yaparken estetiksel yönüne daha fazla özen gösteriyorum. Örneğin, bir su vanasının kullanımında, bir hortumun kötü bir görüntü vermemesi için vana ve hortumu nasıl bir çiçek saksısının içerisine yerleştirip estetik katarım diye düşünür ve önemserim. Bir erkek bunu çok nadiren düşünür. Pratik zeka kadını daha da yetenekli kılıyor. Daha ucuz daha kullanışlı ve daha renkli şeyler yaratmanızı sağlıyor. Bu bir kadın kültürüdür. Mutfağı, salonu, banyoyu, tuvaleti daha kullanışlı nasıl tasarlarım, bahçeye, garaja nasıl daha iyi bir görüntü sağlarım gibi basit ama güzel şeylere kafa yorarım. Özellikle gözleri ve beyni yormayacak aksine rahatlatacak renkler seçiyor, daha güzel şeyler ortaya çıkartıyorsunuz.
İnsan ilişkileri konusunda çok farklıyız. İnsana ve insan ilişkilerine değer veriyoruz. Dinliyor, izliyor ve empati kuruyoruz. Kadının içinde fesatlık yoktur. Kadınlar daha idareci ve insanları incitmeme konusunda daha hassastırlar. Normal bir aile kadını bile çok idarecidir. Kocayı, kaynanayı, çocukları evi, babayla, çocuklar arasındaki iletişimi çok iyi idare ederler. Tüm kadınların içinde iyi bir meleke vardır. Bu melekelerimizle işleri düzgün bir raya koyuyoruz. Örneğin, iş hayatınızda borç alıyorsunuz ve borcunuzu verdiğiniz tarihte ödüyorsunuz. Kadınlar verdikleri sözlere daha sadıktırlar. Yapılan araştırmalara göre kredi çeken kadınların yüzde 99’u kredilerini zamanında ödemişlerdir. Kadınların iş ahlakları daha tutarlıdır. Daha iyi bir programcıdırlar. Bunların hepsi kadınların önemli meziyetleridir. Kadınların bunun farkına varmaları önemlidir. Bu nedenle kadınlar eksiden değil bazı melekeleriyle artıdan başlıyorlar.”
Birlikte oluşturduğumuz kitap projesi çalışmasında konu hep kadınların mücadelesi ekseninde gelişirdi. Bu alanda çok hizmetleri olmuştu. Deneyimler kazanmıştı artık bu deneyimlerini gelecek kuşaklara aktarma zamanıydı. Kadınların meslek ediniminde dayatılan cinsiyetçi yaklaşımları eleştirerek bir paylaşımında şunları ifade etmişti:
“Aslında bütün alanlar kadınların iş alanlarıdır. Sekreterlik, ögretmenlik, hemşirelik kadın işidir diyemeyeceğim, bu çok yönlendirici bir söylem. Bir kadın bir işin uzmanlık eğitimini almışsa başaramayacağı hiç bir iş yoktur. Kadınların kendi içindeki sesi dinlemeleri önemlidir. En iyi yapabilecekleri işi seçmelidirler ki başarabilsinler. Örneğin, bir yemeği çok iyi yapabiliyorum diyebilmeliyim ki, ona dayalı olarak yemek fabrikası kurabileyim. Bu şekilde kadınlar karşılaşabilecekleri riskleride azaltmış olurlar. Kadınlar bir işe başlarken hemcinsleriyle birlikte başlamalıdırlar. Çok duygusaldırlar ve çocuk sorunları vardır. Bir kaç kadın eğer iyi anlaşıyorlarsa bir süre sonra eşlerini, çocuklarını ve ailevi problemlerini birbirlerine anlatarak birbirlerinden yardım isterler. Tek başına olmak ve başarmak çok zordur. Bu anlamda kadınlar şanslıdırlar, onları anlayacak ve destekleyecek dostları vardır. Ama benim sürecimde böyle değildi. Şimdi ise iş alanında kadınların referans ve deneyim alabilecekleri güçlü işkadınları vardır.”
Kürtler ve kadınlar olarak, çok ender yetişen her alanda deneyimlenmiş, özel yetenekleri olan, kendisi ile birlikte kadınları var eden bir büyük öncümüzü kaybettik. Onun yeri kolay kolay doldurulamacaktır. Onun oluşturduğu mücadele geleneğini gelecek kuşaklara aktarmak, yaşam hikayesi etrafında Kürt ve kadın hafızasını ortaya çıkarıp, yazılı hale getirmek, onu yakından tanıyan, onunla derin paylaşımlarda bulunan biri olarak yarım bıraktığımız kitabı, en kısa sürede tamamlayıp geniş okuyucu kitlesiyle buluşturmak asıl görevim olacaktır. Onu özlem ve şükranla anıyor, hayat hikayesinin hepimizin yolunu aydınlatmasını umut ediyorum.[1]