#Kürdistan#’da ağaç kırımı devlet güçleri eşliğinde devam ediyor. Bunun suç olduğunu söyleyen Derya Akyol, “Kürdistan halkı gibi coğrafyasının kırımı da meşru görülüyor” diyerek, doğa savunucusu olduğunu iddia eden kurumların sessizliğine tepki gösterdi.
Kürdistan’daki ekoloji sorununu bugün devletin yürüttüğü savaş politikalarından ayrı düşünmek imkansız. 2007 İSKİ raporunda ortaya çıkan ve “güvenlik barajları”, orman yangınları bu politikalar çerçevesinde gelişirken son dönem ağaç kesimleri güvenlik güçleri ve korucular eşliğinde yapılıyor. Şırnak'ın Besta, Cûdî ve Gabar bölgelerinde iki yılı aşkın süredir “güvenlik” gerekçesiyle askerlerin gözetiminde korucular tarafından ağaç kesimleri devam ediyor. Bunun yanı sıra Dersim’in Hozat ilçesi Boydaş (Samosi) köyünde de Türk devlet güçleri korumasında aylardır ağaç kesimi sürüyor, köylülerin alana girişine izin verilmiyor.
En son Şırnak Barosu’nun bu yaşanan ağaç katliamını dünyada en çok bilinen çevre örgütü Greenpeace’e bildirmeleri ve ‘Bu bizim alanımız’ değil cevabı almaları da bu politikaların Kürdistan’daki ekolojik yıkımı bile nasıl görmezden gelinmesine sebep olduğunun kanıtı niteliğinde.
Peki Kürdistan’da bu ekolojik yıkıma karşı mücadele ne boyutta? Mardin Ekoloji Derneği’nden Derya Akyol’a sorduk.
Kürdistan’da ekoloji katliamları yıllardır devam ediyor. Buna karşı sizce sistematik bir duruş sağlanabildi mi?
Kapitalist sistemin ayağı olarak meta üretme, doğayı bir meta aracı olarak görme, ekolojik aygıtları üretime sokma varoluşundan beri var. Ancak Kürdistan’da sistemin amacı farklı. Rant amacı da taşısa birçok tahribatın sebebi, özel savaş politikaları. 90’lı yıllarda köy boşaltmalarla gerçekleştirilen tahribatlar beraberinde havasını zehirleyen, ormanlarını yok eden, topraklarını sular altında bırakan kırımlar getirmiştir.
Özel savaş politikalarının uygulanmasındaki en büyük amaç, göç ettirmeye ve göç ettirilmeyle beraber asimilasyona uğratmak. Tüm bunların bilincinde olarak sergilenen karşı duruşa yönelim hep sert oldu. Sistemin her türlü saldırısına maruz kalan Kürdistan halkı, ekolojik bir tahribata karşı gösterilen mücadelede bile Türkiye’de olduğundan çok daha sert bir baskıya maruz kalıyor. Ayrıca yaşam alanları tahrip edildiği ve bu nedenle göç ettirilmeye mecbur bırakıldıkları için mücadele alanı daraltılıyor.
Bu da ekoloji mücadelesini daha geri plana mı düşürüyor?
Kürdistan toplumunda ekolojik toplum bilinci gelişkin düzeyde. Doğanın tüm diğer varlıkları gibi bir unsuru olan toplumsallık da, diğer toplumlara göre yüksek. Ayrıca doğa ile ilişkisi de geçmişten gelme geleneklerle kısmen devam ediyor. Mücadeleye yalnızca fiziksel bakmayıp hakikat boyutuyla mücadele yürütülüyor diyebiliriz.
Bugün Şırnak özelinde yaşanan orman katliamlarına dönük yerelde mücadele sürdürülüyor. Geçmişe baktığımızda Hasankeyf için de aynı noktada mücadele yürütüldü. Kürdistan’da yalnızca doğaya dönük kırım değil, yaşam alanları yok edilirken, aynı zamanda yaşama, kültüre, dile dönük bir saldırı olduğundan mücadele hattı da bu minvalde örülüyor.
Sizin de dediğiniz gibi Şırnak’taki ağaç katliamı gündemde. Görüntülerde görülüyor ki sistematik ve teknik bir hazırlıkla bu katliam gerçekleşiyor. Bu anlamda bir katliamın hukuki yaptırımı yok mu?
Orman kanununa göre ağaç kesmek, “amasız” suç niteliği taşır. Ancak söz konusu “güvenlik gerekçesi” esasında savaş politikaları olunca meşrulaştırıyorlar. Cezasızlık politikası halihazırda her alanda uygulanırken sisteme cezai bir yaptırım mekanizması söz konusu olmuyor. Üstelik doğa savunucusu olduğunu iddia eden kurumlar da Şırnak’ın sesine tepkisiz kaldı. Tıpkı Kürdistan halkı gibi coğrafyasının varlıklarının kırımı da meşru görülüyor.
Bu noktada yeryüzünü bütün gören ve kırımın tüm ekosistemleri etkileyeceğini bilen toplumsal bir mücadeleye ihtiyaç var. Çünkü ekolojik tahribatlar yalnızca yereli değil tüm yeryüzünü ilgilendiren bir meseledir.[1]