Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Romeo ile Juliet gibi destansı bir aşk hikayesidir #Mem û Zîn#...
#Cizre# ilçesinde geçen bir aşk hikayesi, Mem û Zin. . .
Cizre hükümdarlarından Emir Abdal (Abdullah) oğlu Emir Zeynuddin zamanında hicri 854, miladi 1450/1451 yılında olay meydana gelmiştir. Mem û Zîn gerçek hayat hikayesini Hakkarili Şeyh Ahmed-i Hani manzum bir şekilde kaleme almıştır. Ölümlerinden 240 yıl sonra Cizre’ye gelmiş ve eserini 1690 yılında yazmıştır.
Kötülüğü, ikiyüzlülüğü, koğuculuğu, fitne ve fesatçılığı, dalkavukluğu Bekir’de toplamıştır. Doğruluğu, iyiliği, suçsuzluğu, zayıflığı ve çaresizliği de Memo ve Zin’in şahıslarında toplamıştır. Zamanın yaşantısını, sosyal durumunu ve kültürünü büyük bir ustalıkla işlemiştir. Eser, Türkçe, Farsça, Arapça, Fransızca ve Rusça’ya tercüme edilmiştir. Bu gerçek hikaye Anadolu’muzda ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da halk arasında çok tanınmıştır. Okumamış kimseler dahi, bazı bölümlerini ezbere kaside şeklinde okumaktadırlar. Ayrıca yerli ve yabancı turistler tarafından türbeleri devamlı ziyaret edilmektedir. Ancak bu güne kadar türbeleri restore edilmemiş ve bakılmamıştır. Kültür Bakanlığı, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı tarafından Mirebdal Camii korunma ve tescile alınmış olduğundan, bu caminin bir bölümünü teşkil eden Mem û Zîn kısmı da böylece korunmaya alınmaktadır.
Cizre Beyi, Ebdal oğlu Mir Zeynuddin’in ZİN ve SİTİ adlarında çok güzel iki bacısı vardı. Zin beyaz tenli ve beyin canciğeri gibiydi. Siti ise, esmerimsi ve bir selvi gibiydi. Tacdin, Beyin Divan Vezirinin oğluydu. Tacdin’in babası İskender’in iki oğlu daha vardı. Bunlara Arif ve Çeko denirdi. Tacdin’in kardeşleri Çeko ve Arif, tıpkı şahinler gibi kuşları kapıp kaçıracak şekilde kurnazdılar. Hikayenin ana kahramanı Memo ise, Memıalan lakabıyla şöhret bulmuş olup, Divan katibinin oğlu ve Tacdin’in kardeşi ve ahiret dostuydu.
O zamanlar baharın müjdecisi olan Mart ayında eğlence ve bayram günleri tertip edilirdi. Senenin bu gününde Cizre halkı çoluk-çocuk kıra çıkar, süslenen gençler birbirlerini İslama uygun bir şekilde görür, beğenir ve böylece eş bulurlardı. İhtiyarlar ve çocuklar uzun kış günlerini unutmak için bu bayram eğlencelerine katılırlardı.
Bey , kır eğlencelerine izin verince, herkes giyinip gitti. Memo ile Tacdin kendilerine kızlar gibi süs verip kıyafet değiştirerek çarşıya çıktılar. Çarşıda gezip çalkalanan insanları seyrederlerken, bir anda iki erkek kıyafetli insan gördüler. Onları görür görmez, ikiside yere düşüp bayıldılar. Siti ile Zin bu bayan kıyafetli iki erkeği iyice süzerek, onlar sezmeden her ikisi kendi yüzüklerini onların parmaklarına geçirip oradan yabancıların gelmesi ile onları terk edip ayrıldılar. Bir iki saat sonra Memo ile Tacdin ayrıldıklarında herkesin evine gitmiş olduklarını ve kendilerinin bezgin ve sersem olduklarını gördüler. ”Acaba nerede hastalandık biz. Hangi savaşta yaralandık biz” diye birbirlerine bu başlarına gelen olayı anlatırlarken;
Tacdin,
“Kardeşim, elinde bir mücevher var ki;kendisi bir çıra, Yakutu ateş koru, karanlık gecede yakılan bir meşale gibi parlıyor ve üzerinde de ZİN adı kazılmış” dedi. Memo’nun parmağındaki yüzüğü görmek için Tacdin elini uzatınca, Memo da onun parmağında bulunan paha biçilmez ve üzerinde maharetle SİTİ yazılmış bir elmas yüzük gördü. İkisi de hemen kendilerine bu yüzük sahipleri olan Siti ile Zin’in ne yapmış olduklarını derhal anladılar. Bayram eğlencelerinde bu iki genç kızın da onlar gibi kıyafet değiştirdiklerini anladılar.
Bir sihirbaz ve cadı görünümünde olan Heyzebun adlı dadılar Siti ve Zin’i böyle solgun yüzlü, renklerinin değiştiğini görünce, onların hallerini öğrenmek amacıyla:
“Niçin böyle duruyorsunuz?” dedi.
Siti ile Zin başlarına gelen olayı gizlice dadıya anlattılar. Onların yüzüklerini de dadılarına gösterdiler. Dadı, hemen yüzükleri alıp, zamanın falcısına giderek falcıdan her iki erkeğin adlarını ortaya çıkarttı. Daha sonra bir hekim kılığına girerek, hastaları şifaya kavuşturmak amacıyla Cizre’nin sokaklarına daldı. Koynuna birkaç kitap, neşter, şişe, kese, bazı ilaçlar almıştı. Mahalleleri gezerken, onu gören gençler arkadaşları ve komşuları olan hasta Tacdin ve Memo’ya götürdüler. Yabancı bir doktor kadın kılığında olan Heyzebun:
“Bizi lütfen yalnız bırakınız”, dedi. Orada bulunan akrabaları ve diğer gençler odayı boşalttılar. Heyzebun Tacdin ve Memi’ye her iki kızında sizin gibi aşık olduklarını söyleyerek,
güzel bir dille durumlarını onlara anlattı ve değişen yüzükleri bir daha geri istedi. Tacdin inanmaları amacıyla yüzüğünü geri gönderdiyse de, Memo yüzüğünü vermeyerek:
“Bununla yaşıyorum ben” dedi.
Memo ve Tacdin kadar aşık olan ve inleyen her iki kız, dadıları Heyzebun’u sabırsızlıkla bekliyorlardı. Dadı dönüşte Siti ve Zin’e durumlarını anlatınca aşkları daha fazla alevlenmiş oldu.
Aşkları had safhasına ulaşan Memo ile Tacdin, kalkıp arkadaşlarına giderek, başlarına gelen macera ve halleri onlara anlattılar. Bunu duyan arkadaşları önce Tacdin için olmak üzere bazı büyük Cizre alimleri, adliyecileri ve beylerden birer grup alarak, zamanın Cizre Bey’i Mir Zeynuddin’in huzuruna dönür olarak çıktılar. Böylece Siti’yi Tacdin’e istiyorlardı.
Bey de:
“Layık gördüğünüz üstündür, vekil kimse gelip otursun” dedi.
Tacdin’in vekili olan kardeşi Çeko Bey’in eteğini öperek, kabullendi. Bunun üzerine hepsi Bey’e teşekkür ederek, davullar, rubablar, çalgılar çalınarak düğün şerbeti içilmeye başlandı.
Sonra Bey, altın ve gümüş tabaklar içinde bir gök tabakası kadar geniş ve zengin bir sofra çekti. Davul, zurna, ud, keman, tanbur, çeng, santur ile neyler çalındı. Memo ve Tacdin giyinmiş olarak Mir Zeynuddin’in elini öperek eğlence meclisine katıldılar. Böylece Tacdin ve Siti için yedi gün yedi gece düğün yapıldı. Gerdeğe girdiklerinde, gerçek dost ve arkadaşı olan Memo, Cizre yöresinin bir adeti olmak üzere dış kapıda onları silahıyla bekledi.
Soyca Botanlı olmayıp, aslen şimdi İran’da bir köy olan Merguverli Bekir adında fitneci, dedikoducu, fesat aldatıcı, ikiyüzlü olan bir adam vardı. Bu Bekir hem Bey’in kapıcısı
(Dergehvan), hem de kahvecisi idi. Halk bunu Beko olarak da çağırırdı. Bu adamın kötülüklerini bilen Tacdin, Bey’e kaç sefer bu adamın bu kapıya layık olmadığını ve kapıcılık tan alınmasını söylerdi. Ancak Bey :
“Değirmenimiz onunla dönüyor. Köpekler de kapıcıdırlar”, derdi.
Huylarında daima şeytanlık gizli olan Bekir, Bey’i sinire getirmek için bir gün söyle dedi:
“Beyim, Siti’yi siz çok telef verdiniz. Kayser, Kisra, Fağfur isteseydi böyle çabuk vermezdiniz”dedi.
Bey şöyle cevap verdi:
“Ey bedbaht, Tacdin ve Memo’yu onlara değişirmiyim. Savaş olduğunda bize ikiyüz esir getiriyorlar”
Bununla da Bey’e tesir edemeyen dedikoducu Bekir, artık başka şeyler tasarlayarak ağız değiştirdi.
“Efendim, Tacdin kendi tarafından Zin’i Memo’ya vermiş”
Bey:”Neden bana sormadı acaba. Benden kalmamış mı korkusu? Bekir: ”Bilmiyormusunuz Beyim, orası öyledir. Yiğittir, gençtir, beyzadedir”
Bey:”Gönlümde gerçekten Zin’i Memo ile şereflendirip vermek vardı. Artık atalarım Hz. Halid-in ruhlarına and içerim ki;Zin’i karı olarak Memo’ya vermiyeceğim. Başından bezmiş olan varsa, işte Zin, istesin bakalım”dedi.
Cizre Kalesi ile Dicle Nehri arasında kalan yerde büyük bir bahçe bulunurdu ki;bu bahçede türlü türlü ağaçlar, evcil ve yabani hayvanlar bulunur ve beslenirdi. Bu bahçeye Beybahçesi olmak üzere (Rezimiran) denilirdi. O kadar ağaçlar, güller çeşit çeşit bitkiler sıktı ki, insanlar içinde birbirlerini görmezlerdi.
Bir gün Bey ve Cizre halkının tamamı kıra ve av avlamaya giderler. Memo o gün bir yere ayrılmaz, Zin ise, hükümdar olan ağabeyi Mir Zeynuddin’in bahçesine gider. Çoktandır Zin’i takip eden Memo, Zin’in bahçeye girdiğini görünce, gizliden kendisi de bahçeye dalar. Kabahatlı olan Zin, Memo’yu görünce birden yıkılıverir yere. Memo bu sırada onu görmez gül ve reyhanları seyrederek şöyle der:
“Ey gül;Gerçi sen de nazeninsin,
Sen nerde, Zin’in yüzünün rengi nerde?
Ey gül! Gerçi senin güzel kokun var,
Reyhan senin için kara yüzlü olmuş.
Fakat siz yarimin zülfüne benzemezsiniz.
İkiniz de arsız ve hazversiniz.
Ey bülbül! Gerçi sen de aşk adamısın,
Kırmızı gül mumunun pervanesisin.
Benim Zin’im senin kırmız gülanden daha şendir.
Benim bahtım da senin talihinden daha karadır.
Ey sonucu iyi olan bülbül! Asıl bülbül benim.
Boşuna kendini niçin kötü adlı yapıyorsun.
İlkbaharda gül bahçeleri
Bir değil, yüzbinlerce gül verirler.
Benzerleri çok olan yerler
Huri ve melek bile olsalar
Sebep olmaz onlar hiçbir yerde
Çünkü bulunurlar her yerde
Bir tane olsa, eşsiz ve emsalsiz olsa
O da Zin gibi ve Ankara gibi perde arkasında olsa
Aşık o zaman neyle teselli bulur?
Sabretmeden, ölmeden, çaresi nedir onun?”
Durumdan habersiz olarak Memo böyle söylenirken, ikiyüz kişinin nedimeliğini yaptığı Zin’i görür ve dayanamayıp yere yuvarlanır. Zin’in ayakları önüne yığılır, kalır. Yere düşünce, Memo’nun ayakları Zin’e değdiğinden, Zin ayılır. Yanında Memo’yu görünce acep hayal midir?Gerçek mi? Rüya mı görüyorum, yoksa hakikat mı? diye telaşa düşer. Zin, Memo-nun ellerini avucuna alırken, Memo onun zülüflerinin kokusundan ayılır. Önce el işaretleri ile, sonra dilleri çözülünce konuşurlar. Üzerlerinden geçen kazaları yeniden binlerce sünnetle eda ederler.
Bey, avdan döndüğünde, davul-zurnalarla karşılanır. Yakaladıkları ceylanları, kurtları,
tilkileri bahçeye salmalarını emreder. Bahçe kapısının kilitli olmadığını gören Bey, şüphelenir ve girer. Bakar ki , biri abaya sarılıp oturmuş bahçeye. Benden habersiz kimdir bu zamanda bahçeme gireni öğrenmek için biraz yaklaşır ve Memo’yu görür. Memo şöyle der:
“Beyim, biliyorsunuz ben hastayım. Sizin ava gittiğinizi duyunca benim de canım sıkıldı. Sonra kendimi burda buldum” der.
Bey der ki:
“Bari bahçede birşeyler avladın mı”
Memo : “Ben bu bahçede bir ceylan buldum. Zülüfleri siyah, kokusu güzel, sen geldiğin için
Gizlendi. Sen gelmezden o açıktaydı”
Tacdin bu sözleri işitince, yanında abasının altında Zin’in gizlendiğini anladı. Bey’e Memo’nun hasta ve saralı olduğunu söyleyip, oradan meclise gidip divan kurarlar. Tacdin Bey’i aldatıp meclise götürdükten sonra, Memo’ya gelip:
“Kardeşim ne haldir” diye sorar. O da abasının altından Zin’in saç örgülerini gösterir.
Tacdin bu durumu görünce hemen eve koşar. Karısı Siti’ye Kur’an-ı Kerim ve altın beşikteki
Çocuğu alıp çıkmasını söyler. Memo ile Zin zor durumda olduklarını karısına anlatır. Tacdin bu sırada evini ateşe verdi. Feryadını yükseltti. Kabileler, aşiretler ve herkes yangın söndürmeye koşarlarken, Bey ve hizmetçiler de saray ve bahçeyi boşaltarak yangına doğru gittiler. Böylece Memo ile Zin’in kurtuluşu ve gerçek dostluk için Tacdin evini feda etti. Emsali görülmemiş bir dostluk örneğidir.
Zin ve Memo’nun aşkından haberder olan Bekir hemen Bey’e uluşarak olup bitenleri anlatır. Bey de, bunu öğrenmek için bir hal çaresi aramasını emreder. Bekir der ki:
“Beyim kendisiyle satranç oynayın. Satranca davette eğer beni yenersen istediğini alırım. diye söylersiniz. Böylece esas amaç belli olur”
Gizlice Memo’yu bahçeye çağırtır. Meşrusatlar ve meyveler hazırlanır, yiyilir, içilir.
Bir ara bey Memo’ya:
“Bu gün bizim seninle savaşımız vardır:
Kalk da karşıma geç
Şüphesiz seninle savaşacak olan benim
Ey alnı açık seninle şartımız:
Sen ne istersen, bizim için de gönül dileği” der.
Bu sınavın sonucunun kötü olacağını düşünen Bey’in çok güzel ve yiğit olan oğlu GIRGİN bunları duyunca hemen Tacdin’e koşup haber verir. Tacdin de Çeko ve Arif’i yanına alarak gelir.
Beraber üç el satranç oynadıklarında, Memo çok müthiş bir satranç oyuncusu olduğundan Emir Zeynuddin’i üç el yener. Bun gören şeytan ruhlu Bekir, Beye yerlerini değiştirmelerini söyler. Yerlerini değiştirdiklerinde Memo’nun yüzü Zin’in oturduğu pencereye geldiğinden, aşkı dolayısıyla satrancı unutur. Memo, Fil ve Feres’i bedava elinden çıkartıp, böylece altı el yenilir. Bey de, tam böyle yenilmiş, sevgilisi karşısında oturup şaşırmış Memo’ya sevgilisinin kim olduğunu ve mutlaka getireceğini söyler. Beko önceden tedbirli olduğundan , hemen lafı yapıştırır. Sevgilisinin dudağı benekli ve döğmeli bir kapkara arap kızı olduğunu söyler. Bunları duyan Memo kızar ve şuurunu kaybederek:
“Asla, Bekir’in söylediği gibi değil, padişah kızı saraylı olup, temiz soylu ve ismi de Zin dir” der.
Bey bunu duyunca hemen hizmetçilere öldürmelerini söyler. Fakat orada hazır olar Tacdin, Çeko ve kardeşleri hemen bağırıp, hizmetçileri durdurarak şöyle derler:
Sizler Memo’yu tutuklayıncaya kadar,
Sizlerden üçyüz kişi yaralanacaktır.
Ve bizleri de siz parçalamadıkça
Memo’ya bir şey yapamazsınız.
Ancak , elimiz Bey’in önünde bağlıdır.
İşte boğaz, işte el, ayak ve işte Zincir” derler.
Bey bu sefer, Memo’nun ellerini bağlattırıp zindan’a gönderir. Memo bir sene kadar zindanda kalır. Daha sonra Tacdin ve kardeşleri Bey’e değerli bir ihtiyar gönderip, Memo’yu serbest bırakmasını söyler. Bekir bunada bani olarak, Bey’in altına girerek şöyle der:
“Efendim bunlardan kurtulmak istersen Memo’ya ya bir zehir vermelisin veyahut Zin’i zindana göndermelisiniz yanına. Zaten o hakiki aşıktır. onu görünce ölecektir. ”
Emir Zeynuddin dini duyguları için onu zehirlemek istemez. Ancak bu planını gerçekleştirmek için hiç gitmediği kardeşi Zin’in odasına geceleyin gider. Zin Bey’i görünce Beylere yakışacak şekilde edeple oturur. Bu güne kadar Memo hadisesini Zin’in yüzüne vurmayan Bey, artık olayı anlatmaya başlar. Zin utancından ve üzüntüsünden yüzüstü bayılıp yere yığılır. Ağzından ve burnundan kanlar akar. Bu durumu gören Bey büyük bir üzüntüye dalar. Geç vakitlere kadar bacısının baş ucunda ağlar. Ev halkı saatlerce geciken Cizre Beyi’nin durumunu öğrenmek amacıyla , merakla kapıya gelirler. Bakarlar ki;Zin yerde baygın ve kanlar içinde, Bey’de başucunda ağlamaktadır. Yoksa öldürdünüz mü? Diye sorarlar. İşte tam bu sırada dışarıdan bir gizli ses duyulur.
“Memo öldü”
Bu sesi baygın olan Zin işitir işitmez kalkar ve oturup, ağabeyşi olan Bey’e bir çok keramet nevinden cümleler kullanır. Mem ile Zin’in aşklarının maddi bir aşk olayı olmadığını,
bu aşkın manevi bir aşk olduğunu öğrenen Emir Zeynuddin, Bekir’le beraber kurmuş olduğu plandan vazgeçer. Zin’e de artık seni Memo’ya verdiğimi, düğününüzü bu günlerde yapacağını ve bu güne kadar çektirdiği acılar için özür dileyerek, Allah tan affını diler. Zin, ağabeyisinin bu gerçek düşüncesini öğrenir öğrenmez, hemen süslenerek Bey’den Memo’yu görme izni ister.
Zin yanına dadısı ve kız kardeşi Siti ile yüz nedimeyi alarak zindana doğru gider. Kapıda Memo’yu tarif ederek, onunla görüşeceklerini söyler. İçerideki mahpuslar birlikte şöyle anlatırlar:
“Memo düne kadar aramızdaydı. Yalnız dün akşam pencereden vücudu üzerine bir yeşil, bir sarı ışık topluluğunun geldiğini gördükten sonra, konuşmaz olmuş. ” Bunu duyan zin, yanındakilerini bırakarak zindanın içine iner. Ayağıyla Memo’yu dürterek. biraz konuşturur.
Memo şöyle der:
“Sen beni görmek için değil. tatlı canımı almak için gelmişsin”
Zin =Hadi kalk zincirlerini çözüp, Bey’in huzuruna çıkalım, iznimizi verdi.
Memo=Ölümü olan bey, bey değildir. Biz beylerbeyinin huzuruna çıktık”diyerek ölür
Ölüm haberi saraya ve şehre yayılınca Tacdin koşup gelir ve Bekir’i karşısında bulur
Bekir’e şöyle seslenir:
“Ey maksatları meneden, Memo ölürde sen hayatta yeryüzünde mi gezeceksin” der ve kılıcını çekerek leşini yere serer. Halk Bekir’in öldürülmesini Bey’e ulaştırarak, Tacdin’in üzüntüsünden aklını kaçırabileceğini ve başka kazaların elinden çıkabileceğini söyler. Tacdin zincirlenir.
Bu acıklı aşk olayına tümüyle üzülen Cizre halkı, Memo’nun ölümüyle bir yasa bürünmüşlerdi. Hatunlar, perdeliler, örtülüler, fesliler, peçeliler ve herkes matem için karalar giydiler. Hatta daha öncesi siyah çarşaf yokken, o günden itibaren çarşafları siyah giyme adeti ortaya çıkarıldı.
Bu sırada, Memo’nun yıkanması ve kefelenmesi bitmiş, saraydan çıkarılmaktadır.
Tacdin üstten bakıp Memo’nun tabutunu tüm şehrin eli üzerinde görünce, hıncından zincirleri kırıp, koşarak ölüye doğru gider. Ölüyü taşıyanları iteleyerek, cenazeyi başına bırakır. Bu sırada Zin üzüntüsünden cenaze ile mezara gitmektedir. Bey Tacdin’in öfkesinin yatışıp yerine sabrın geldiğine kanaat getirdiği için, bir şey demez. Memo’yu Abdaliye Medresesi’ne götürüp Gömme hazırlıkları yaptıkları bir sırada, iki oduna bağlı bir ölünün birkaç insan tarafından taşınıp oraya doğru getirildiği görülür. Bunu gören Emir Zeynuddin sinirlenerek:
“Bu mezar müslümanların mezarıdır. O köpeği aramıza almayın” DER.
İlahi aşka varan Zin, ağabeyisinin yanına giderek:
Bey’im Memo’nun bulunduğu şehitlikten Bekir’i sakın mahrum etme. Bizi o köpek Bizi o köpek korudu. Bizi kıyamete kadar kapı eşiğinde o koruyacaktır. ” der. Bekir lehinde güzel cümleler kullanır. Böylece Bekir’i bir köşeye gömerler.
Zin eve dönmeyerek devamlı mezar başında ağlar ve şöyle der:
“Ey vücudumun ve canımın mülkümün sahibi
Ben bahçeyim, sen de bahçıvan
Senin bahçen sahipsizdir
Sen olmazsan onlar neye yarar
Kaşlar, gözler, zülüfler neyedir
Zülfümü tel tel çekeyim
Sonra yarim sen beni belki değişik görürsün
En iyisi hepsi yerinde kalsın
Hakka emanetim teslim edeyim”
Diyerek yapıştığı mezar taşında canını verir. Bey, Zin’in naşını gömülü olan Memo’nun mezarını açtırarak Zin’i sarktığı sırada şöyle seslenir:
-“Memo! Al sana yar” der. Mezardan Memo’nun cesedinden üç defa ses gelir. O ses:
-“Merhaba” diye yükselir.
Gerçek aşktan ilahi aşka varan MEMO ve ZİN’e Allah rahmet eylesin.[1]