Geçtiğimiz yüzyılda hem yazılı hem sözlü hem de artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan günümüz sosyal medya platformlarında, ’Ahlat Selçuklu Mezarlığı: Dünyanın en büyük Türk – İslam Mezarlığı’ cümlesini hep okuduk, duyduk ve halen duymaktayız. Bu söylem genellikle üzerinde kufi işlemeler ile Arapça motif, kitabe ve süslemelerin yer aldığı anıtmezarlar (kümbet) ve mezar taşlarına atıfta bulunularak hep kullanılır. Peki bu mezarlığın ve mezar taşları mimarisinin gerçekten Selçuklular ile alakası var mıdır? Selçuklular ve diğer Türki boylar gelmeden önce de bu mezar taşları orada var mıydılar? Nasıl oluyor da Orta Asya’dan İran üzeri gelip, Ahlat’ta çok kısa bir egemenlik süresine sahip olan Selçukluların adı bu mezarlık ile birlikte zikrediliyorken, yüzyıllar boyu orada hüküm sürmüş diğer toplumların adları zikredilmez? Üstelik mezarlıkta en az mezar sayısına sahip olanların Selçuklular olmasına rağmen.
Her şeyden önce dünyada herhangi bir ‘Türk – İslam Mezarlığı’ tanımlamasıyla var olan bir kabristan bulunmadığı gibi, ya tamamı Müslümanlara ait olan mezarlıklar bulunur ki, dünyanın en büyüğü Irak’ın Necef şehrindeki Vadi-al-Salaam mezarlığıdır, ya da bir mezarlık farklı kısımları ile farklı inanç ve mezheplere göre bölünmüş halde olur. Ahlat’taki mezarlık gibi. Yani tarihteki adı ile Ahlat Meydan Mezarlığı. Kısmen Hristiyan Ermenilere, kısmen de Müslümanlara ait bir mezarlık idi. Bu mezarlık için tarihte ‘Selçuklu Mezarlığı’ adlandırması geçmemektedir. Bu tanımlama yakın zamanda türetilmiş bir söylemdir.
Ahlat’ı tarih boyunca ziyaret etmiş ve bu yerleşim yerinin hem coğrafik hem demografik hem de mimari yapısına dair notlar almış birçok doğulu ve batılı şahsiyet bulunmaktadır. Mesela İranlı ünlü seyyah Nasır-i Hüsrev 1046 yılında Ahlat’tan geçerek, buraların hükümdarının Mervani Kürdlerinden Mervan İbn Rojek’in üçüncü oğlu Nasr-ul-Devle olduğunu bildirmiş ve şehirde Farsça, Arapça, Ermenice konuşulduğunu aktarmıştır ki henüz o tarihlerde Selçuklular Bitlis ve Ahlat’a gelmemişlerdir.
Ahlat’a dair anlatımı kaleme almış diğer önemli bir şahsiyet de büyük devlet adamı ve tarihçi Şerefxanê Bedlîs-î’dir. 1597 yılında tamamladığı ünlü kitabı Şerefname’de Ahlat’a değinen Bedlîs-î, mezarlığa dair herhangi bir şey yazmamıştır. Mezarlığın adını zikretmeyen ancak, mezarlığa uzun uzun değinen diğer bir yazar Evliya Çelebi’dir.
1655 yılında Ahlat’a uğrayan seyyah Evliya Çelebi, Osmanoğulları’nın (Osmanlının) atalarının Orta Asya’daki Mahan bölgesini Cengiz’in derdinden terk ederek Ahlat diyarını yurt ettiklerini belirtir. Ahlat’taki dilin Çağatay diline ve Moğol diline yakın gayr-i mükerrer bir lehçe olduğunu anlatır. Harabe Şehri yakınındaki mezarlığa da değinen Çelebi, mezarlığın nasıl adlandırıldığından bahsetmeyerek sadece çok büyük olduğunu kümbet, mezar taşları ve sandukaların üzerinde bütün ölülerin isimlerinin celi hat ile mermerlere yazıldığını aktarmıştır. Kümbetleri olan Osmanoğulları’nın atalarından Koba Alp Bay’a, kardeşi Hasan Bayındır Han’a ve birkaç diğer şahsiyete değinen seyyah, kadın ve erkeklerin mezarlarının farklı yerlerde olduklarını ve ayrıca Türkmen olan Danişmendoğulları’nın bazılarının da buradaki yeraltı sandukalarında yattıklarını söyler. Değişik dönemlerde Ahlat’ta hüküm sürmüş diğer Tatar aşiretlerini sayan Çelebi, Çobanoğullarını, Akkoyunluları ve Karakoyunluları da bunlar arasında zikrederek onlardan Ahlat’ta mezarı olanları sıralar. Hatta ‘bu yukarıdakilerin tamamı ve Osmanoğulları’nın tamamı Tatar’dırlar’ diye de ek bir paragraf kullanır seyahatnamesinde.
1849 yılında Britanyalı arkeolog ve seyyah Layard da Ahlat’ı ziyaret etmiştir. Hem kümbetlere hem de mezarlıklara değinen Layard, mezarlık için herhangi bir tanımlama kullanmamıştır.
Arkeolog Layard’un hizmetkarları çadırları kurmakla meşgul olurken, o çevreyi gezmek ve tarihi yapıları incelemek için rehberi ve ressamı ile birlikte kamp yerinden ayrılır. Bahçelerden ve Meydan Mezarlığı’ndan geçerek ‘kırmızı renkleri ile güneş ışınlarında parıldıyan anıt mezar’ olarak bahsettiği Sultan Bayındır kümbetine varır.
Bunun Şark diyarının tüm zerafet ve incelikleri ile donatılmış bir yapı olduğunu yazan Layard, Bayındır’ın ise 15. Yüzyılda Fars (İran) ülkesini geçerek buralara gelmiş bir Tatar aşireti olan Akkoyunluların sultanı olduğunu ve isminin de ‘Baiandouri’den geldiğini belirtir. Ayrıca bu kümbetlerin yakınında başka anıt mezarların da olduğunu ve yerel anlatımlara göre bunların da Akkoyunlu ve Karakoyunlu Tatar aşiret sultanlarına ait olduklarını aktarır. Biraz uzaktaki bir kumtaşı kütlesi üzerine izole bir şekilde inşa edilmiş kalenin duvarlarının ve kulelerinin varlığına değinerek, buranın Ermeni tarihindeki ünlü Khelath (Ahlat) şehrinin harebeleri ve Ermeni hegemonyasının merkezlerinden biri olduğunu söyler. Layard, Ahlat’ın tarihine dair kısa bilgiler de verir. Eski çağlardaki Ahlat’ın, Ermenistan’ın Peznouni eyaletinin başkenti olduğunu ve Müslümanların hakimiyetine 9. yüzyılda geçtiğini, ancak Yunanlılar (Bizans) tarafından 10. yüzyılın sonlarında geriye alındığını aktarır. Ardından Selçukluların Ahlat’ı onlardan alarak tekrardan şehrin bir Müslüman Beyliği olduğunu söyler. Uzun yıllar Arap ve Tatar liderler arasındaki çekişme yeri olan Ahlat’ın, Selçukluların bir kölesi olan Sökmen Kothbi tarafından 12. yüzyılın sonuna doğru Şah Armen (Ermenistan Kralı) olarak noktayı koyduğundan bahsediyor. Son cümle olarak da ilk önce ünlü Selahaddin Eyyubi’in bir girişimde bulunduğunu, ancak onun ardından Selahaddin’in yeğeni olan Melik Adil’in 1207 tarihinde Ahlat’ı kuşattığını belirtir. Ahlat’ın ve tarihi eserlerinin nasıl doğu ve batı – Hristiyan ve Müslüman akımlarının etkisinde kaldığını ve şehirdeki Bizans, Arap, Ermeni ve Fars esintilerinin zengin varlığından bahs eder.
Ahlat’taki bir kiliseyi ve papazını da ziyaret eder Layard. Kilisenin yakınlarında aynı Tatar sultanlarının işlemeli kırmızı renkli büyük mezartaşları gibi taşların bulunduğunu, fakat bunları diğerlerinden ayıran detayların haç ve eski Ermenice alfabesi harflerine sahip olmalarının olduğunu aktarır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyo-ekonomisi üzerine uzman olan Fransız araştırmacı yazar Vital Cuinet, Osmanlı Devleti adına imparatorluğun vilayetlerini kapsayan bir raporu 1889 yılında hazırlamaya başlar. 1892 yılında tamamlanıp yayımlanan bu raporda Bitlis Vilayeti dahilindeki Ahlat Kazası da yer alır ki orada da mezarlığa dair herhangi bir ‘Selçuklu Mezarı’ ibaresi geçmez.
Cuinet’in raporunda şehrin nüfus dağılımı için şu rakamlar not düşümüştür:
Müslümanlar 16 635
Gregoryen Ermeniler 6 609
Rum Ortodokslar 210
Ortodoks Ermeniler 210
Yezidiler 250
1880’lerde hazırlanmaya başlanan Bitlis Salnameleri’nde de herhangi bir yerde ‘Selçuklu Mezarlığı’ tanımlaması ile karşılaşılmaz. Bitlis Yıllığı adı ile sonraki yıllarda çıkmış olan yayımlarda (örnek 1970’ler) Meydan Mezarlığı tanımlaması mevcuttur.
1898 yazı Ahlat’a gelen başka bir Avrupalı seyyah ve yazar olan Lynch de notlarında şehre ve mezarlığa değinmiş, fakat ‘Selçuklu Mezarlığı’ adlandırmasını zikretmemiştir. İki büyük kümbeti ziyaret eden seyyah ve ekibi, kümbetlerin pembe volkanik taşlardan inşa edildiklerini ve birinin 1279 yılında vefat etmiş Büyük Emir Nugatay Ağa’nın, diğerinin ise bu ağanın oğlu olan ve 1281 yılında ölen Hasan Timur Ağa adlı kişilerin mezarları olduklarını yazıyor. Her iki kümbetin üzerinde Kur’an-ı Kerim’den ayetlerin yazıldığını da ekliyor. Bu kümbetlerin yakınlarında üçüncü ve dördüncü başka kümbetlerin varlığına de değinen Lynch, dördüncü kümbet ile ilgili olarak şunları anlatıyor:
‘Diğerlerine göre çok daha az özenilerek inşa edilmiş olan bir yapı. Ancak aynı zamanda farklı bir tasarıma da sahip. İçinde mermer mezar taşlarına sahip olan sıradan mezarlar bulunmakta. Mezar taşlarındaki ve duvardaki mermer kitabedeki yazıtlar bu yapının, 1700’lerin ilk çeyreğinde yaşamış olan Mutkili bazı Kürd mirlerinin (prenslerinin) mezar yeri olduğunu işaret ediyor’.
Şehri gezerek kaleye de uğrayan Lynch, camilere ve genel anlamda mimariye dair şöyle devam ediyor:
‘Mimari tarz, camiler söz konusu olduğunda tatmin edici ve hoş bir tarz sergilese de sanatsal anlamda belirgin bir düşüş gösterebiliyor. Sözde Selçuklu taş işlemeleri dedikleri ve hayranlık uyandıracak izlere hiçbir yerde rastlanmamaktadır. Fars etkisi ise kendini hissettirmektedir’.
Bu mezarların ve kümbetlerin büyük çoğunluğunun 1200’lerde yapıldığını söyleyen seyyah, mezarların başları Mekke’ye doğru konumlandırılmışken, ayakları ise güneşin doğduğu yöne doğru konumlandırılmış detayını da paylaşıyor. Mezar taşlarının üzerlerinde Arapça harflerin ve süslemelerin olduğunu söylerken, bu yapıların zamanın yüksek uygarlık seviyesi ve sanatsal zenginliğinin bir yansıması olduğunu da belirtiyor’.
Meydan Mezarlığı’nın bir kısmında Ahlatlı Ermenilere ait olan haçkarlar bulunmaktaydı. Yani, Layard’ın da bahsettiği üzere yüzeylerinde haç sembolü ve eski Ermeniceye ait süslemelerin olduğu mezar taşları. Bu mezar taşlarının var olduklarını Ahlat’ı 1900’lerin başlarına kadar ziyaret etmiş olan batılı seyyahların ve misyonerlerin arşivlerinden bilmekteyiz. Bu batılılardan biri de çalışmalarını 1913 yılında Leipzig’de yayımlamış ve bir mimari tarihçisi uzman olan Alman Walter Bachmann’dır.
Ermeni Mezarlığı, Ahlat, 1911
Van Gölü civarındaki kilise, manastır ve camilerin mimarisini 1911 yılında incelemiş olan Bachmann, Ahlat’taki mezarlıktan da kitabında bahseder ve çektiği görselleri de paylaşır. Meydan Mezarlığı’nda Hristiyanlara ve Müslümanlara ait mezar taşlarının görsellerine yer veren Bachmann, üzerlerinde kufi yazısı ile Arabi ve Farsi motiflerin olduğu mezar taşlarını ‘Mohammedanische Grabsteine, Achlat’ yani Müslüman Mezarlığı, Ahlat açıklaması ile verir. Bachmann’ın bu çok kaliteli, teferruatlı ve kapsamlı çalışmasında da ‘Selçuklu Mezarlığı’ ibaresi bulunmaz.
‘Selçuklu Mezar Taşları’ olarak yansıtılan ve Müslümanlara ait olan mezar taşlarının aslında Selçuklular da dahil olmak üzere, diğer Türki boyların Ahlat ve civarına gelmeden önce de Ahlat’ta var oldukları hususunda birçok tarihçi ve araştırmacı hemfikirdir. Zira Selçuklulardan önce Ahlat ve civarına hükmeden Müslüman idareciler arasında Mervani Kürdlerine bağlı olan Bitlisli Rojkiler vardı ki, onların Meydan Mezarlığı’nın Rojki Mezarlığı kısmındaki mezar taşlarında adları da yazar: Mir Ziyad, Mir Yavsi, Mir Kurduman (Karduman), Mir Adibar, Mir Kaytak, Mir Simban, Mir Şan, Mir Şemseddin, Mir Muhammed Rojki.
Bunların dışında Arap ve Fars Müslümanları da aynı mezarlığa gömülmüş ve mezar taşları da Ahlat yakınında bulunan volkanik Nemrut ve Süphan dağlarından elde edlen kırmızı renkli yumuşak taşlardan yapılmıştır. Çok büyük olasılıkla da taş ustaları da Ermeni taş ustaları idi ki arkeolog Layard, Kümbet mimarisinde dahi Ermeni tarzının bulunduğunu belirtir. İslamiyet öncesi Ahlat’ta hâkim olan Ermeni prensliğinin ve ahalisinin mezarlarının bulunduğu mezarlığın bir kısmına, 641 sonrası bölgeye hâkim olan İslamiyet’in temsilcileri Araplar ve Kürdler de gömülmeye başlanmışlardır. Müslümanların mezar taşlarının mimarisi de aynı Hristiyan Ermenilerin haçkarları gibi 2,5 m yüksekliğinde dikey konumlandırılmış süslü taşlardan yapılmıştır. Aralarındaki tek farkları, Müslümanların mezar taşlarında haç olmaması, kıbleye dönük olmaları ve üzerlerindeki işlemelerin İslami motiflere sahip olmasıdır. Müslümanlara ait olan bu mezar taşlarının çoğunun Eyyubiler döneminde yapıldığını yazar seyyahlar.
Ahlat Meydan Mezarlığı
Türkçe okurların kendisini 1966 yılında yayımladığı ’Atatürk – Bir milletin yeniden doğuşu’ adlı kitabı ile tanıdığı yazar Lord Kinross da Ahlat’a 1951 yılında uğramış ve anılarını 1954 yılında yayımlamıştır. 1951 yazında Türkiye’nin çeşitli yerlerini gezerek izlenimlerini ’Within the Taurus’ adlı kitabında toplayan Kinross, Bitlis’e gelmeden önce Van’a, Akdamar adasına, Tatvan’a ve Ahlat’a uğruyor. Van’ın Kürd, Türk ve Ermeni tarihine dair detaylarını da yazan Kinross, ona refakat eden Türk gazetecinin Gevaş’taki eski bir Ermeni şapelini nasıl ’Selçuklu Kümbeti’ diye aktardığını ve Akdamar adasındaki Ermeni kilisesinin de bir ’Yunan kilisesi’ olduğunu kendisine söylediğini belirtiyor. Deniz (göl) yolu ile Tuğ’a (Tatvan) gelen yazar orada Denizcilik İşletmesine ait otelde konaklıyor.
Bitlisli bir dişçinin motosikleti ile Ahlat’a gittiklerini ve orada kaymakam (vali diye geçiyor) tarafından karşılandıklarını da aktaran Kinross, kaymakama Ahlat’ı 1890’larda ziyaret eden Lynch adındaki bir seyyahın anlattığı Kürd mezarlarını sorduğunda, kaymakamın bir hışım ile ’burada hiç bir Kürd hiç bir zaman yaşayıp ölmemiştir. Ahlat çok eskiden beri, 1071 ve o dönemlerden beri hep Türklere ait olmuştur’ dediğini aktarıyor. Kinross şöyle devam ediyor: ’Türklerin burayı feth etmesinden önce, bir Ermeni şehri olan ve ismi Klath olan Ahlat, Arap akınlarına maruz kalmış. Selçuklular Manzikert (Malazgirt) Savaşı sırasında burayı da işgal etmiş ancak, uzun süre sahip olmamışlar ve çok geçmeden burayı Merwani Kürd hanedanına bırakmışlar. O zamandan sonra da Ahlat hep sürekli Kürdler, Türkler, Moğollar ve Türkmenler ’Akkoyunlular’ arasında el değiştirmiş. Ancak kimi zaman otonom kimi zaman Türk hükümdarlığına tabi olan bir Kürd beyliği olarak hep varolmuştur’. Kinross ayrıca Ahlat için Orta Çağ’da çok önemli bir şehir olduğunu, Şam ile kıyaslandığını ve kısmen Müslüman kısmen Hristiyan olan şehirde Farsça, Ermenice, Kürdçe ve Türkçe dillerinin özgürce konuşulduğu ve balıkçılığın revaçta olduğunu da belirtiyor. Şehrin 1951’deki halini de aktaran yazar, ’Ermeni – Selçuklu mimarisine sahip üç işlemeli kümbet’den de bahs ediyor.
11. yüzyıl sonrası Ahlat’a gelen Türki/Tatar/Müslümanlaşmış Moğol boyların mezarları ve kümbetleri de aynı Ermeni mimarisi ile diğer Müslümanların ki gibi yapılmış ve Arap, Kürd ve İrani Müslüman şahsiyetler ile aynı Müslüman Mezarlığı Bölümü’nde yerlerini almışlardır.
Dikey olarak yapılmış ve Ahlat’ta binlercesinin bulunduğu bu mezar taşlarının birkaç sene önce yapılmış sayımında, kitabeleri okunanlarının dördünün Ahlatşahlara, sekizinin Eyyubilere, elli dördünün Moğollara, dördünün Bitlisli Rojkilere ve dördünün de Safevilere ait olduğu kayıtlara geçmiştir (TDV İslam Ansiklopedisi).
Por (Değirmenaltı) Köyü, Bitlis
Bir Ermeni mimarisi olan ve üzerinde haç bulunan bu dikey mezar taşı tarzı sadece Ahlat merkezde olmayıp, Bitlis girişindeki Por (Değirmenaltı) köyü de dahil olmak üzere ta Nahcivan yakınlarındaki kadim Julfa Ermeni mezarlığında da bulunmaktadır.
Julfa Ermeni Mezarlığı, Nahçıvan yakınları
13. yüzyıl itibariyle bölgeye hâkim olan birçok Tatar/Türkmen ve Müslümanlaşmış Moğollar olan İlhanlılar tarafından da Ahlat’taki kümbet ve dikey mezar taşı mimarisi Van Gölü çevresinde yaptırılmıştır. Örnek olarak Gevaş (Vastan) bölgesi gösterilebilir.
Velhasıl kelam, tarihi Meydan Mezarlığı’nın çok geç ve kısmen de olsa ‘Selçuklu Mezarlığı’ adı altında korunmaya alınmış olması çok sevindiricidir. Ancak birçok kavime ev sahipliği yapmış bir diyarı ve eserlerini, tek bir kavim ve inanca indirgemek tarihi hakikat ve hakkaniyet ile bağdaşmaz. Bu hususa dair güzel bir tespit yapmış olan kıymetli araştırmacı yazar ve idareci Sinan Hakan’ın şu cümlesiyle yazımı sonlandırayım:
“her ne kadar resmi literatürde cari bir yaklaşım olsa da sanatsal kimlik tanımlaması dışındaki bir ‘Selçukluluk’ nitelemesi tarihsel gerçeklikle bağdaşmamaktadır.”[1]
Baran Zeydanlıoğlu