Toplumların kültürel hafızasını ayakta tutan birçok faktör vardır. Güzel sanatlar, gastronomi, folklor, müzik, dans, edebiyat, sözlü anlatım, ritüeller ve mimari gibi. Kuşaktan kuşağa aktarılan kolektif bilgi ve tecrübe, sonraki nesillerin kültürel kimliğinin, kimlik bilincinin ve aidiyetinin oluşmasında belirleyici rol oynar. Aynı şekilde, yazılı ve görsel eserler de bu hafızanın canlı tutulması ve devam ettirilmesi hususunda muazzam bir katkıda bulunurlar. Bu bağlamda batılı seyyah ve misyonerlerin yaptıkları gravürler biz #Kürdler# için çok mühimdirler. Her ne kadar tarihte minyatür sanatı sayesinde kişiler, hadiseler ve mekanlar tasvir edilmiş olsa da, batılılar tarafından 15. yüzyılda geliştirilen ve bir tür baskı tekniği olan gravür sanatı görsel arşiv açısından bir çığır açmıştır.
Özellikle batılı gezginler tarafından kaleme alınmış olan seyahat anlatımlarında çok yaygın bir şekilde kullanılan bu baskı sanatı, yazılı tarih ve arşivlerden yoksun bırakılmış olan Kürdler için çok önemli bir yere sahiptir. Zira fotoğraf sanatının 1850’lerde yaygınlaşmasına kadar olan zaman içerisinde, yüzlerce gravür Kürdlerin tarihine giyim kuşamına, şahsiyetlerine, yerleşim yerlerine, yaşam biçimine ve ritüellerine dair çok önemli detaylar ihtiva etmişlerdir. Gravürler ile birlikte paylaşılan metinler, görsellerdeki detayları tüm incelikleriyle meraklısının bilgisine de hep sunmuştur.
Kürdleri konu alan gravürler, karşımıza bazen bir Kürd askeri, savaşçısı, kadını, reisi veyahut din adamı olarak çıkarken, bazen de bir Kürd çadırı, hançeri, düğünü, cenazesi, cengi, saldırısı, süvarileri, beyi, kalesi veyahut Kürd kıyafeti olarak çıkabiliyor. Gravürleri yapan seyyahlar/sanatçılar her ne kadar genellikle güzergahları üzerinde karşılaştıkları Kürdleri eserlerine yansıtmış olsalar da, bazıları ise ülkelerine döndükten sonra, ressamlara ve gravür sanatçılarına gözlemlerini aktararak kişi, mekan veyahut hadiseleri gravürleştirmişlerdir. Bu konuda Flaman ve İtalyan sanatçılar çok ünlüdürler. Değişik diyarları gezen seyyahların anlatımları doğrultusunda çizilen gravürler, özellikle 16. ve 17. yüzyıl zanaatkar ve ressamlarının atölyelerinde, porselen, tekstil, ahşap ve kağıt üzerine yansıtılmışlardır. Mesela Flaman sanatçılardan en ünlüleri olan Olfert Dapper’ın 1681 tarihli ve Peeters Jacob’un da 1690 tarihli bu Bitlis şehri gravür çalışmaları birer örnektir.
Gravürlere konu olmuş şehirlerimiz arasında ilk sırada olanlar ise Erzurum, Kars, Bazid (Doğubayazıt), Bitlis, Van, Diyarbekir, Urfa, Mardin ve Birecik’dir.
Tarih boyunca gravürü en çok yapılmış Kürd şahsiyeti şüphesiz Selahaddin Eyyubi El-Kurdi’dir. Özellikle orta çağ sanatçıları tarafından tasvir edilmiş olan Selahaddin Eyyubi’ye ait yüzlerce farklı gravür mevcuttur.
Bunlardan bir tanesi, İtalyan Paolo Giovio’nun (1528 -1552) ‘Yiğitlikleri ile ünlü savaççılar (Elogia virorum bellica virtute illustrium) adlı eserine ithafen 1570’lerde Tobias Stimmer tarafından yapılmış ‘Sultan Selahaddin’ gravürüdür.
Kürdlere dair yapılmış en eski gravürlerden bir tanesi de İstanbul’da uzun yıllar yaşamış olan Avrupalı ressam Melchior Lorck’dur (1526–1583) ki sanatçı İstanbul ve Osmanlı’ya ait onlarca çizim yapmıştır. Bu eserlerinden biri de ‘Kürd Asker’ adlı çalışmasıdır. Sanatçı büyük olasılıkla İstanbul’da karşılaştığı bir Kürd savaşçıyı veyahut Osmanlı ordu saflarında yer almış bir Kürd kumandanı tasvir etmiştir.
Özellikle saflarında yer aldıkları ordular veyahut katıldıkları savaşlar konu olduğunda Kürdleri tasvir eden gravürler de bulunmaktadır. Buna örnek olarak bir Rus ressam olan Grigori Grigorevich Gagarin’in 1847 tarihli ’Kürdler ile Farsların Ermenistan’daki çarpışması’ adlı çalışmasını ve 1854 Osmanlı – Rus (Kırım) Savaşı’nda göğüs göğüse çarpışmış Sinemilli aşiretinden Maraşlı Kürd kadını Fata Reş’i, nam-ı diğer Kara Fatma’yı gösterebiliriz. Gagarin’in Kars – Erivan – Laçin – Nahcıvan – Tiflis arasında yaşayan Ezidi Kürdlerini konu almış birçok gravür çalışması vardır. Bunların en ünlüsü de Aras Nehri’ni geçen Kürd Süvariler adlı eseridir.
19. yüzyılda gravürü en çok yapılmış kadın ünvanına Maraşlı Kürd Kara Fatma sahiptir demek abartı olmaz herhalde. Zira 1854–1900’lerin başına kadar ki zaman diliminde, bu efsane Kürd kadınının onlarca değişik gravürü yapılmış, kartpostalı basılmış ve sayısız yerli ve yabancı mecmuada haberi yayımlanmıştır. Kendisinden Kürd Amazonu, Kürdistan Prensesi ve Kürdistan Kahramanı diye bahsedilen Kara Fatma’nın, Osmanlı mecmualarında adı sıklıkla zikredildiği gibi, birçok batılı gazetede de haber başlıklarında görünüşü tasvir edilmiştir. 22 Nisan 1854 tarihli The Illustrated London News gazetesinin manşetinde yer alan bir haberde Kırım Savaşı’nda Ruslara karşı Osmanlı’ya destek vermek için 300 Kürd süvarisi ile İstanbul Üsküdar’a gelen Maraşlı aşiret lideri Kürd Kara Fatma hakkında bir gravür ile tasvir edilen haberi görüyoruz.
Gazetede yayımlanan bu gravürle birlikte o zaman İstanbul’da bulunan gazetenin muhabiri tarafından kaleme alınmış bir metin de paylaşılmış. Bu metinden kısa bir bölüm paylaşayım:
‘Geçtiğimiz ay içerisinde Sultan’ın İstanbul’daki askeri gücüne, büyük ilgi, heves ve alaka gösterilerek katılımlar gerçekleşti. Katılanlar arasındaki yeni müttefik ise, gazetemizin ressamı tarafından beraberindeki 300 Kürd Süvarisi ile İstanbul sokaklarından geçişine şahitlik edilen ve bu anı çizilen Kara Fatma Hanım’dır.
Kara Fatma’nın aşiretinin 4 000 silahlı süvariye sahip olduğu söyleniyor. Aşiretin yerleşik olduğu ve kendi mekanları olan yer Kilikya (Adana – Maraş – Çukurova) dağlarındadır. Antik çağlarda yaşamış korsanlar ile alakalarının olup olmadığına bakılmaksızın, bu insanların yüksek derecede cesaret benzerliği taşıdıkları aşikardır. Savunmak ve korumakla görevli oldukları memleketlerini bırakarak Üsküdar’a gelen bu 300 kişinin, burada yaratmış oldukları ilgi, alaka ve heyecanı gazetemizin ressamının çizimi yansıtıyor.
Kara Fatma’nın aslen Kürdistan’ın Maraş adındaki bir şehrinden geldiğini öğreniyoruz. Üsküdar’a geldiğinde kendisini Sultan’a takdim etmişler. Fatma ve beraberindeki Kürd süvarileri, onların giderlerini karşılamak için yanlarında getirdikleri para dolu çuvalları taşıyan çok sayıdaki katırlar ve develerin oluşturduğu kortejin geçtikleri sokaklarda, onları merakla izleyen muazzam kalabalıkların olmasına neden oluyorlar. Özellikle kadınlar, Kara Fatma’nın geçtiği ve bulunduğu her yere doluşup, oluşturdukları kalabalıklarla Fatma’yı büyük bir ilgi ile izliyorlar’
Londra merkezli olarak 1842 – 1971 yılları arasında çıkmış olan dünyanın en büyük ve ilk resimli mecmualarından olan The London Illustrated News’in baskılarında, Kürdlerin hem gravür olarak hem de haber olarak yer aldığı onlarca sayfa bulunmaktadır. Örneğin özellikle 1877 – 78 Osmanlı – Rus harbi olan ve 93 Harbi diye de bilinen savaş döneminde, Erzurum – Bazid (Doğubayazıt) – Kars üçgeni odaklı paylaşılmış haberlerde Kürdlere atıfta bulunan birçok gravürü görmek mümkündür.
Bunlardan bir tanesi gazetede 11 Ağustos 1877 tarihinde paylaşılan
‘Savaş: Türkiye – İran hududu olan Bayazıd (#Kürd şehri#)’ açıklamalı bu gravürdür. Görselde Bazid (#Doğubeyazıt#) şehri, İshak Paşa Sarayı ve sarayın eteklerindeki Kürd süvarileri tasvir edilmiştir.
#Ağrı# (Ararat) Dağı’nın ve İshak Paşa Sarayı’nın da yüzyıllar boyunca bu mıntıkayı ziyaret etmiş seyyah ve misyonerler tarafından yapılmış sayısız gravüre sahip olduğunu belirtmekte de fayda vardır. Özellikle İshak Paşa Sarayı’nın mimarisi ve cephesindeki motifler gezginleri kendisine hayran bırakmıştır. Sarayın temeli Kürd Evdi Beg tarafından 1680’lerde atılmış, sonrasında da oğlu İshak Paşa ve torunu Mehemed Beg tarafından tamamlanmıştır.
Kürdlerin yansıtıldığı gravürlerin yoğunluğu, ekseriyetle 1800- 1900 arası yapılmış olan eserlerde karşımıza çıkmaktadır. Bunun nedeni ise özellikle Avrupalı şarkiyatçı, sanat tarihçi, arkeolog ve araştırmacı yazar misyonerlerin, Kürdlerin yaşadığı bölgelere ziyaretlerinin artması ile alakalıdır. Avrupa’daki reform ve Rönesans hareketleri ile beraber, Şark’a olan ilgi ve merak yükselişe geçmiştir. Şark’ın yapısı, sosyolojisi, inançları, kültürü ve sahip olduğu zenginlikleri Avrupalıların ilgisini çekmiştir. Bu Avrupalıların başında da her biri güzel sanatlar eğitimli, ressam, arkeolog ve yazar olan Fransız ve İngiliz seyyahlar gelmektedir. Birkaç isim sayacak olursak:
Théophile Louis Deyrolle (1844–1923), Eugène Flandin (1809–1889), Charles Félix Texier (1802–1871), Henry Binder (1830 – 1901), Sir Austen Henry Layard (1817 – 1894)
Diğer başka Avrupalı bir ressam olarak ki, Polonya asıllı olup yaşamını Rusya’nın değişik yerlerini gezerek, aralarında Ezidi Kürdlerine ait bir çok gravüre imza atmış olan ünlü ressam Aleksander Orlovski’yi (1777-1832) de unutmayalım.
Bu çok saygın ve birikimli şahsiyetlerin yanında, bir başka sanatçının ismini de zikr etmemiz olmazsa olmazdır. O kişi, Kürdleri konu alan eşsiz ve müthiş gravürleri ile ünlü ressam Fransız Jules Laurens’dir (1825 – 1901).
Kendisi gibi ressam ve aynı zamanda da coğrafyacı bir mühendis olan Fransız sanatçı Xavier Hommaire de Hell ile birlikte Kürdlerin yerleşim yerlerinden geçerek 1847-49 arası iki sene süren bir seyahat gerçekleştirmişlerdir. İstanbul, Karadeniz üzeri Trabzon, Erzurum, Bitlis, Diyarbekir, Van güzergahını takip ederek, Laurens ile birlikte İran’a geçip ta İsfahan’a kadar giderek, iki sene boyunca binin üzerinde çizim yapmışlardır. Bu çizimler arasında J. Laurens tarafından Kürdleri konu alan onlarca kıymetli gravür yapılmıştır. Kürd beyleri, çobanları, köylüleri, kadınları, erkekleri, giyim kuşamları, çadırları, kale, şehir ve köylerini gravürlerinde tek tek işlemiştir J. Laurens. Kürd tiplemelerini daha sonra toplu olarak ‘Kürd tiplemeleri ve kıyafetleri’ adlı bu gravürüyle ölümsüzleştirmiştir.[1]
Baran Zeydanlıoğlu