Bugün #kadın#lara yönelik tacizin, cinsel saldırının, tecavüzün, şiddetin ve kadın cinayetlerinin adeta sıradanlaştığı, kadınların ve toplumların kırıma uğradığı bir dünyada yaşıyoruz.
Kadınlar kamusal alanda daha görünür oldukça, daha eğitimli, daha savunmalı hale geldikçe ve daha çok örgütlenip mücadele ettikçe, erkek egemen kapitalist sistemin ve ataerkil zihniyetli iktidarların öfkesinin daha fazla nesnesi oluyor.
Son yıllarda Latin Amerikalı feministler tarafından kadına yönelik şiddetin, özellikle de kadın cinayetlerinin cinsiyete dayalı cinayetler olarak kabul edilmesi ve yaptırımların da bu doğrultuda geliştirilmesi gerektiği talebiyle birlikte “feminicid“ kavramının kullanılması önerildi.
Elbette kadınların kadın oldukları için şiddete maruz kaldıklarını ve bu şiddetin giderek artarak bir kırıma evrildiğini adını koyarak kabul etmek önemli. Bu aynı zamanda önlemeye yönelik önlemlerin geliştirilmesinde de önemli bir adım.
Çünkü dünyanın her yerinde yerelden evrensele yükselen kadın özgürlük mücadelelerinin etkisiyle kadınların bilinçlenmesi, kendi değerinin farkına varması, hakları için birlikte omuz omuza mücadele etmesi ataerkil zihniyeti korkutuyor. Bu zihniyet korktukça saldırıyor, şiddet uyguluyor, bastırıyor ve katlediyor.
Her ne kadar bu zihniyet kadına yönelik şiddeti; bir kadına yönelikmiş gibi göstermeye çalışsa bile, aslında tüm kadınları susturmayı, bedenlerini ve hatta zihinlerini kontrol altına almayı hedefliyor.
Nitekim şiddet; toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hem nedenlerinden, hem de sonuçlarından birisidir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sürdürmek için bu eşitsizlikten çıkarı olanların kullandığı bir araçtır, aynı zamanda bu eşitsizliğin bizzat kurucu öğelerinden biridir. Kadınların emeklerinin, bedenlerinin, kimliklerinin baskı ve denetim altında tutulmasında zorun, yani şiddetin sistematik bir rolü var, özellikle de kadınların bu baskı ve denetim karşısında özgürlük taleplerinin arttığı durumlarda.
Yani şiddet, bir bütün olarak kadın cinsine yöneliktir. Ve nedeni de; toplumsal cinsiyet eşitsizliği düzenini sürdürmektir.
Kürt Kadın Hareketi olarak kadın kırımının yani kadın cinayetlerinin tekil olaylar olmayıp, kaynağını toplumsal cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığından aldığını, o nedenle kadın kırımının/feminisidin önüne geçmek için, eril zihniyetle etkili bir mücadelenin şart olduğuna inanıyoruz.
Çünkü kadınlar olarak biliyoruz ki; cinsimize, bedenimize, duygu ve düşüncelerimize yönelik baskılar ve saldırılar, kadın cinayetleri, taciz, yenilenen ve yinelenen şiddet biçimleri, yasaklar ve manipülasyonlarla sistematikleştiriliyor.
Bu anlamda sistematikleştirilen toplumsal cinsiyetçilik; devletin ve egemen erkeğin kadına karşı çeşitli biçimlerde günlük yaşamın her anında şiddet uygulaması demektir. Kadınların küçük yaşta evlendirilmesi, çok eşlilik, kadın sünneti, kadınların işsizleştirilmesi, kadınların eğitim ve sağlık haklarının geliştirilmeyişi, kadın emeğinin, analık emeğinin görmezden gelinmesi, kadınların ucuz emek gücü olarak kullanılması, kadınların fuhuşa-uyuşturucuya zorlanması, kadının kıyafetlerine, seyahat etme hakkına karışılması, kürtajı yasaklama, cocuk dogurmaya zorlama, nafaka hakkının elinden alınması, kadın karşıtı medya politikaları vb. tüm bu yapılanlar erkek egemenlikli faşist zihniyetlerin, iktidarını elinde bulundurdukları devletlerin / sistemin kadın düşmanı politikalarıdır.
Ve bu politikalar kadın kırımıyla toplumu, yaşamı ve insanlığı hedef alıyor.
Tüm bunlara karşı bugün dünyanın dört bir yanında şimdiden önemli sonuçlar yaratan, kadın bilincinin büyümesine katkı sunan, hepimize moral veren, gücümüze güç katan, ataerkil sistemin korkusunu büyüten mücadeleler yürütülüyor.
Kadınlar olarak bizlere düşen, kadın kırımına karşı mücadelemizi daha örgütlü kılarak değiştirici gücü ortaya çıkarmak ve direnişi sürdürmektir.
Özgür gelecek örgütlü direnen ve kararlı mücadele veren kadınların öncülüğünde tüm ezilenlerin olacaktır.[1]