İnsanın kendi yurdunda barınmasına, yaşamasına veöldüğünde bir karış toprağıyla buluşmasına dahi müsaade edilmiyorsa, insanlıktan nasıl bahsedilir. #Ezidiler#in tarihi bu ve benzer trajedilerin toplamıdır.
Bu ucu bucağı sonsuz dünya, onlara o kadar çok görülmüştür ki, her bir babalarını bırakın aynı sınırların farklı yerlerinde; her birini, başka bir sınır ötesinde toprağa vermişler. Bu acılardan sadece birinden bahsedeceğim sizlere, yazar Wezire Eşo’nun dedesi, Têro’nun binicisi, Hutî Bey’den ve ailesinin trajedisinden...
Lenin 1917 yılında Rusya’da devrim yapıp, Ezidiler #Kars#’tan Sovyetler Birliği’ne göç etmeden önce, Huti Bey, Digor’daki on altı pare #Ezidi köyü#nün Gılave’sidir. Çarlık düzeninde birbirinden farklı ve birlikte yaşayan toplumlar, kendilerince seçtikleri ve adına Gılave denilen temsilcilerce yönetiliyorlardı. Gılaveler, Çar ile toplum arasında köprü görevi görürlerdi. Huti Bey bu görevi toplumunun yararına kullanıp, onları kollar.
Yazar Erebê Şemo 1917 yılında kanı kaynayan bir devrimcidir ve bir cinayetten dolayı firari duruma düşer, Huti Bey’e sığınır. Bunun duyulması ve bilinmesi Huti Bey’in de başına belalar açacaktır, ama Huti Bey belayı göze alır, Erebê Şemo’yu aylarca evinde saklar.
Huti Beyin kaderi dedesi Nuh Bey’in kaderine benzer. Aile Ağrı Tutak’lıdır. Nuh beyin babası Mıho Bey Tutak’ta ölür ve defnedilir. Rus ve Osmanlı devletleri arasındaki 93 harbi diye de bilinen 1877-1878 savaşını Osmanlı devleti kaybedince Abdulhamit, Kars ve çevresini Çar’a savaş ganimeti olarak bırakır. Bunun diyetini de kendi içindeki azınlıklara yaşamı haram ederek çıkartır. Bu baskılardan dolayı Ezidilerin Tutak’ta yaşama koşulları kalmayınca Nuh Bey’in de aralarında olduğu bir heyet gizlice Tutak’tan Tiflis’e gider. Osmanlının egemenliğindeki yurtlarını terk edip onlara sığınmak için Çar’ın Kafkaslar’daki temsilcisi İ.Vorontsov Doshkov ile görüşürler. Olumlu geçen görüşmeden sonra Ezidiler yıldızsız, karanlık bir sonbahar gecesinde, mal, mülk ve mezarlıklarını arkalarında bırakıp can havli ile Kars’a göç ederler.
Ruslar onları Digor yöresinde birbirine komşu olan on altı köye yerleştirirler. Kırk yıl sonra tarih, Ezidiler için tekerrür eder. Huti Bey dedesinin kaderini yaşar; Lenin Bolşevik Devrimi’nden sonra Sovyet askerlerini Kars’tan çekince, Ezidiler de yeni bir fermanın kurbanı olmamak için Sovyet topraklarına göç kararı alırlar.
Daha hazırlıklara başlamadan “Osmanlı askerleri geliyor” haberi, onlardan önce Ezidi köylerini esir alır. Ezidiler kırk yılda biriktirdiklerini bu sefer de bir ilkbahar günü arkalarında bırakıp yollara düşerler. “Anaların evlatlarını attığı günlerdi,” deyimi tam da bu kara günler için söylenmiş olsa gerek ki Digor’un birçok köyünde kayıp Ezidi çocukları kalır.
Huti Bey toynakları kara, doru atı Têro’ya binip, ahaliyi de ardına alıp, çok uzaktan kucağını kendilerine açan başı karlı Elegez’in yolunu tutar. Lakin Karasu Çayı’nın kıyısına vardıklarında dizlerinin bağı çözülür. Mayıs başıdır, eriyen kar suları tüm yükünü Karasu’ya bırakmıştır. Yatağından taşmış Karasu yaşlı kadınların ve çocukların yakarış ve çığlıklarına sağır, acımasız bir cellât gibi, cansız bedenleri sevdiklerinin çaresiz çırpınışları arasında alıp götürür.
Huti Bey daha çok kayıp vermemek için Têro ile durmadan suyun bir yakasından diğer yakasına çocukları ve kadınları taşır. Karasu’ya kurban verdikleri sevdiklerini, yaşlı gözlerle arkalarında bırakıp, ulaştıkları Pampe köyüne, Karabekir’in askerleri ve milislerin Elegez dağının eteğindeki büyük Camuşvan köyünde yaptıkları katliamın haberi tez ulaşır. Huti Bey’den önce otuz altı yıl boyunca Gılave’lik yapan Eli Ağa’nın ailesinin kökünü kazımışlardır. Çok sürmez, Pampe köyünün etrafı sarılır. Dostları Huti Bey’i zor bela ikna edip köyden çıkarırlar. Askerler Huti Bey’in küçük kardeşi Eli de dâhil yüz elli kişiyi beraberlerinde götürürler. Erzurum esir kampında ağır işlerde çalıştırılan binlerle birlikte bu 150 kişilik kafileden sadece bir, iki kişi kaçıp geri gelecektir. Eli’nin gidip de dönmediği yolu, ailenin yemini olur.
Tiflis’te ne yapacağını bilmez
O kaçıştan sonra Huti Bey’in ailesinden sadece bacısı Meyan, eşi Xemê ve çocukları Eşo ile Bacı kalır. Huti Bey aile ile Pampe’den Tiflis’e geçer. Bodrum katında bir daire kiralarlar. Ellerindeki, avuçlarındaki onları ancak birkaç ay idare eder. Kırk yaşına kadar hiç çalışmamış, dede yadigârı yeşil kabzalı kılıcı belinde, Têro’nun sırtında hep gezip dolaşmış; birilerinin aç olduğunu duyduğunda uykuları kaçmış, yedirip içirmişken; devran dönmüş, felek oyununu kötü kurmuş, dilini bilmediği yaban ellerde, yoksulluğun pençesinde öyle bir çırpınır ki, dört nüfuslu ailesinin geçimini dahi sağlayamaz olur.
Yaban ellerde daha fazla dayanamaz
Bu büyük çaresizlikte bacısı Meyan ve eşi Xemê açlıktan ölmemek ve kimseye de muhtaç olmamak için Huti Bey’i ikna edip Gürcü, Ermeni ve Yahudi evlerine hizmetkârlığa giderler. Huti Bey bundan büyük bir utanç duyar, dışarı çıkmaz toplumdan kaçar, kendini bodrum katına hapseder.
Öyle bir an gelir ki artık yüreği kaldıramaz. Sol kolu uyuşur, göğüs kafesi yanar, sancı sırtına vurur, dağ gibi olan Hutî Bey olduğu yere yıkılır. Sağ kolu ile bıçak saplanmış yüreğini ovup, on yaşındaki Eşo’suna seslenir. Eşo, feryat figan ile kendini dışarı atıp, babasını hastaneye yetiştirmek için bir fayton getirir.
Huti Bey titreyen sesi ile “Halana, annene ve bacına mukayyet ol oğlum,” diyip gözlerini yumar. Hastaneye yetişirler yetişmesine, ama yapacak bir şey yoktur. Huti Bey yalnız ve kimsesiz, yaban ellerde yokluk ve yoksullukla boğuşmanın yükünü daha çok taşıyamamıştır.
Wezîrê Eşo
Artık Huti Bey’in mezarı bile yoktur
Eşo küçük olduğundan babasının cenazesini ona teslim etmezler. Eve babasız döndüğünü gören Bacı’nın “Babam nerede abi?” sorusuna kardeşine sarılıp, ağlayarak cevap verir. Halaları ve anneleri işten gelene değin ağlamaktan helak olan çocuklar boyunlarına atılıp “Babamız öldü derler.” İki acılı kadının çığlıkları yeri göğü inletir, saçlarını yolup, dövünürler, tırnaklarını geçirdikleri yanaklarını kan revan içinde bırakırlar.
Birkaç tanıdık gelir, Tutak ve Şirinköy’deki büyüklerinin sahipsiz mezarlarından sonra Hutî Bey’i de Tiflis’te sahipsizliğin kucağına verirler. Ailenin bu el diyarlarda toprakla buluşma acıları, Huti Bey ile bitmez; yıllar yıllar sonra oğlu Eşo Ermenistan’da, torunu Wezir ise Brüksel de vatandan uzak, o hasret ile can verirler. Beş baba, beş uzak ve ayrı diyar, sahipsiz ve kayıp beş mezar…
Huti Bey’i toprağa verdikten bir süre sonra, Meyan abisinin yadigârı Xemê’yi ve iki yiğenini de alıp Ermenistan’a tanıdıklarının yanına gelirler. Birkaç yıl sonra mezar ziyareti için gittikleri Tiflis’te gördükleri, acılarına acı katar. Huti Bey’in mezarı yoktur, mezar yeri yaşam alanı olmuştur. [1]