Son yıllarda #Aleviler#in açık örgütlenmeleri ve kendi taleplerini gündeme getirmeleriyle birlikte devletin bunu engelleme siyasetinin bir göstergesi olarak Erdoğan’ın saldırıları da artmıştır.
Son dönemde Alevi kurumlarına yönelik saldırılar ve Erdoğan’ın Cemevine yaptığı baskın –işgal gibi bir sözde ziyaret yeni dönemin şifrelerini de veriyor. Bir çokları bunun bir seçim aldatmacası olduğunu, siyaseten normal bir çalışma olduğunu söylüyorsa da, durum hiç de öyle değildir. Salonun özel olarak Erdoğan için düzenlenmesinden tutun da, Erdoğan’ın maiyetinden başka hiç kimsenin içeriye alınmaması, cemevinin o gün şeklen bir stüdyo-camiye dönüştürülmesi ve bol bol çekilen dede postundaki Erdoğan’lı fotoğrafların medyaya servis edilmesi ziyaretin seyrini değiştirmiştir. Sanki Erdoğan Cemevini ziyaret etmemiş de, Cemevi cemaati Erdoğan’ı ziyaret etmiştir. Görünürdeki her şey camiye benzetilerek Erdoğan’a göre düzeltilmiştir. Bu da haklı eleştirilerin temeli olmuştur. Ama bundan daha da önemlisi bunun Aleviliğin devletleştirilmesi çabasının açık bir örneği olmasıdır.
Türkiye’de Kemalizmin altı okundan birisi devletçiliktir. Bu durum genelde ekonomideki devletçilik gibi açıklanır ve algılanır. Oysa gerçekte toplumsal yaşamın her alanında bu zihniyet egemendir. Devlet sopayla ya da havuçla toplumun en ince kılcal damarlarına kadar her yere nüfuz etmiştir. Buna sadece ekonomi değil, din-mezhep, spor, kültür vb. toplumsal yaşamın tüm alanları dahildir. Tek parti devrinin meşhur “Bu memlekete komünistlik lazımsa onu da biz getiririz” kafası her alana uyarlanmıştır. Bu memlekete din lazımsa alın size Diyanet İşleri Başkanlığı deyip dini Sünni temelde devletleştirmişlerdir.
Uzun yıllar Aleviliği yasaklayıp asimile etmeye çalışmışlardır. Bütün Alevi katliamlarında devletin eli olduğunu herkes bilir. Zaten bu nedenle hiç bir katliamın failleri ortaya çıkarılmaz. Göstermelik yargılar ve cezalarla dosya kapatılır. Asli failler ödüllendirilir. Bu bir devlet politikası olarak hep sürdürülür. Son yıllarda Alevilerin açık örgütlenmeleri ve kendi taleplerini gündeme getirmeleriyle birlikte devletin bunu engelleme siyasetinin bir göstergesi olarak Erdoğan’ın saldırıları da artmıştır. “Alevilik Ali’yi sevmekse esas Alevi biziz” söylemiyle Aleviliği de devletleştirmenin zirvesine gelmiştir. Aleviliğin ne olup olmadığına, ibadetlerine ve ibadet yerlerine, usullerine, erkanına ne devlet ne de Erdoğan karar verebilir. Bırakalım bu inanca-kültüre sahip olanlar kendileri tartışıp karar versinler. Emeviciliği Müslümanlık diye milletin başına bela edenler şimdi de Erdoğancılığı Alevilik diye bela etmeye çalışıyor.
Devlet bütçesinden beslenen Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatı, din eğitimi yapan imam hatipler, Kuran kursları ve diğer dini okullar olduğu sürece laiklikten, demokrasiden söz edilemez. Buna Diyanet’ten maaş alan dedeleri eklemek de bir şey değiştirmemiştir. Sadece Aleviliğin de devletleştirilmesi süreci başlamıştır.
Demokrasi, laiklik olacaksa devlet din ve inanç alanından elini çekmelidir. Bütün inançlara ve inanmayanlara eşit mesafede kalan, hiç birine karışmayan ve hepsinin özgürlüğünü de güvenceye alan bir devlet laik olabilir.
Ama açık ki Erdoğan’ın amacı bu değildir. O Aleviliği tümüyle devlet kontrolüne alıp kendince bir Alevilik yaratma peşindedir. Aleviliği tümüyle devlete bağlayıp Diyanet İşlerine bağlı bir masa olarak örgütlemektir. Bu da Alevilik değildir.
Dünyanın hiç bir yerinde dini kurumlarda (kilise, cami, sinagog, diğer tapınaklar) siyasi liderlerin resmi, heykeli, milli semboller olmaz. Çünkü inançlarda başka ayrım olmaz. İnançları ulusal yapılara göre bölmek, ya da devletin bir ayağı haline getirmek o inanca ve inananlara en büyük hakarettir. Kendi aralarındaki farklılıklar ne olursa olsun hiç bir inanç sahibi bu boşluğa düşmemelidir. Düşenler kendi inançlarını da kendilerini de boşa-boşluğa düşürür. Türkiye çok kritik bir döneme girerken hiçbir inanç sahibi bu oyunlara düşmemelidir.[1]