“25 Şubat’ta ailem savcıya çağrıldı. Savcı, ablamın bedeni olarak bize üç küçük kömürleşmiş parça verdi.”(rapor sf.8)
Bu sözler 2016 Ocak ayında #Cizre#’de öldürülen bir kadının erkek kardeşi tarafından BM #İnsan Hakları# Yüksek Komiserliği’ne (BMİHYK) verilen bir beyanat.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin geçen hafta basına açıkladığı “Türkiye’nin Güneydoğusunda İnsan Hakları Durumu Raporu” buna benzer beyanatlar, uydu görüntüleri analizleri, resmi kayıtlar, belgeler, tanıklarla yapılan görüşmeler, fotoğraflar, ses kayıtları… gibi birçok bilgiye dayanarak hazırlanmış. BM’den gelen bu ses geç bir ses ama kıymetli bir ses. Rapor neler söylüyor kısaca bakalım:
Temmuz 2015’ten Aralık 2016’ya kadar, Güneydoğu’daki güvenlik operasyonları süresince yaklaşık 2,000 kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Edinilen bilgilere göre ölenlerden 800’e yakını güvenlik gücü mensubuyken, yaklaşık 1,200’ü ise yerel halktan oluşmakta.(sf.3)
Hukuksuz öldürmeler ve aşırı güç kullanımı (yerleşim alanlarının ağır silahlar ve tanklarla yoğun bir şekilde bombalanması) haricinde çok sayıda cebri kaybolma, işkence, yaşam alanlarının ve kültürel mirasın yok edilmesi, nefret suçuna teşvik, acil yardım, yiyecek, su ve barınma gibi ihtiyaçlardan mahrum bırakma, kadınlara karşı şiddet ve düşünce ve ifade özgürlüklerinin ciddi derecede kısıtlanmasının yanı sıra sosyal hayata müdahil olma hakkının gasp edilmesi gibi birçok vaka BMİHYK tarafından belgelenmiştir. (sf.8)
2015 Temmuz sonundan 2016 Ağustos sonuna kadarki 13 aylık süreçte yüzlerce insanın kanuna aykırı şekilde öldürülmesi iddialarına ilişkin tek bir soruşturmanın bile başlatılmamış olması açıkça göstermektedir ki Güneydoğu’da insan haklarının korunması en az Temmuz 2015’ten itibaren kesin bir şekilde askıya alınmıştır.(sf.4)
23 Haziran 2016 tarihinde kabul edilen 6722 Sayılı Kanun başta olmak üzere, birçok kanun güvenlik güçlerine sistematik bir şekilde her tür cezadan muafiyet sağlamıştır. (sf.5)
Çoğu #Kürt# kökenli 355,000 ila yarım milyon arası insanın yerinden edildiği tahmin edilmektedir. (sf.5)
Hiçbir uluslararası örgütün Güneydoğu halkının ve hatta yerinden edilen vatandaşların insani ihtiyaçlarını karşılamasına veya yardımda bulunmasına izin verilmemiştir.(sf.6)
Hükümet, acil insani müdahalelerde bulunurken temel insani ilkelere aykırı olarak, vatandaşlara yardımı yalnızca sabıka kaydı temiz olmak koşuluyla sağlamıştır. (sf.6)
Bölgenin 30 şehrinde ve bazı kırsal kesimlerinde başlatılan güvenlik operasyonları, birçok insanın ölümüne, yerinden edilmesine veya kaybolmasına sebep olmuş, ayrıca bölgedeki yerleşim alanlarında büyük çaplı yıkımlara yol açmıştır. Her türlü izinsiz hareketi engelleyen, gün boyu ve bazen haftalarca süren sokağa çıkma yasakları uygulanmış; böylece güvenlik operasyonlarının ortasında kalan halkın şehirden tahliye edilmesine de engel olunmuştur. Acil servisin hasta ve yaralılara ulaşmasının engellenmesi de operasyonlar sonucunda yaşanan ölümlerin sayısını artırmıştır.(sf.6)
Belirtilenlere göre ölümleri, hayatta kalan insanların topluca yerinden edilmesi ve evlerinin ve yerel kültürel miraslarının yıkılması izlemiştir.(sf.6)
Meselenin en kaygı verici yönü izleme görevinin yerine getirilememesi ve iddia edilen insan hakları ihlalleri hakkında sorumluları yargılayabilmek için soruşturma başlatılamamasıdır. (sf.8)
Mayıs 2016’da İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Türkiye Devleti’nden söz konusu bölgede gerçeklerin tespit edilmesi ve insan haklarına ilişkin iddiaların doğrulanması için BMİHYK insan hakları görevlilerinden oluşan bir heyete tam ve engelsiz erişim izni verilmesini talep etmiş, BMİHYK defalarca bu talebi yinelediği halde, Şubat 2017’ye kadar Türk yetkililerinden bu hususta hala resmi bir cevap alabilmiş değildir.(sf.3)
Rapor bu süreci detaylandırarak ilerliyor. Raporda, Cizre bodrumlarında insanların yandığı, olay yerinin hızla yıkıldığı, kanıtların yok edildiği, cenazelerin teşhisinin engellendiği belirtiliyor. Buna bir ekleme de ben yapayım. 14 ay önce Cizre bodrumlarında yakılarak öldürülenlerden 43 kişinin cenazesi halen teşhis edilebilmiş değil. 4 ay önce Cizre’de Eskişehirli bir anneyi anlatmıştı MEYADER yetkilileri. Elinde Cizre ile dayanışmak için Cizre’ye gelen ve daha sonra bodrumda yakılarak öldürülen oğlunun resmi, oğlunun cenazesini arıyordu bu anne.
Rapor ambulansların nasıl engellendiğini, sağlık hakkının nasıl askıya alındığını, savcıların ölümlere ilişkin soruşturma açmayı nasıl reddettiklerini, yürütülen bombardımanla şehirlerimizin nüfus, mülkiyet yapısı ve mimari karakterinin nasıl değiştirildiğini de anlatıyor. Rapor OHAL sonrası Kürt illerinde yaşanan hukuksuzluklara da kısmen değiniyor.
Ve Kürt illerinde yaşananlara ilişkin “kıyamet benzeri” değerlendirmesi yapıyor.
Birkaç haftadır yollardayım. Önceki gün İstanbul’da bir toplantıda, tam da bu konuları anlatırken, çoğunluğun beni sanki tüm bu olanları ilk kez duyuyormuşçasına büyük bir şaşkınlıkla dinlediğini, ve abarttığımı düşünen bakışlarını yoğun olarak hissettim. Tüm bu yaşananları hala görmek, duymak ve kabul etmek istemeyenlere şunu söylemek istiyorum:
Birleşmiş Milletler’in bu raporunu okuyun. “Yok, okuyamam” diyorsanız, yıkılan şehirlerimizin resmine gözünüzü kaçırmadan bir kez bakın. Artık olmayan #Şırnak#’a, 5000 yıllık Suriçi’nin mahallelerine, tellerle çevrili yasaklı #Nusaybin#’e, güzelim Yüksekova’nın getirildiği hale bakın! Duvarlarımızdaki yazılara bakın. Bölgedeki cenazelerin otopsi raporlarına bakın! Uzuvları olmayan cenazeleri toparlayarak gömmeye çalışan imamlarla konuşun!
Kıyamet az gelebilir! Kıyamet bile burada yaşananlardan utanabilir!
Ve bu kıyamet ötesi durum uzakta bir yerde değil, bu ülkede yaşandı, yaşanıyor![1]