Yusuf Serhat Bucak’ın, #Faik Bucak#'la ilgili kitabı yayımlandı.
Kitabın tam adı şöyle: #Kürt# Hâkim, Faik Bucak’ın Yaşamı, Avesta Yayınları, 2021, İstanbul
Faik Bucak (1919-1966) kitabı, başlıca üç bölümden oluşuyor. Yazar Serhat Bucak, birinci bölümde, Faik Bucak’ın yaşamını dile getiriyor (s. 9-166). Kitabın ikinci bölümünde, Faik Bucak’ın bulunabilen #Kürdçe# şiirleri yer alıyor (s. 169-187). Bu bölümde Osman Sabri’nin, 1963 yılında Şam’da kaleme aldığı Faik Bucak'la ilgili bir şiiri de var. Ayrıca, Mela İmadettin Yetiz’in, 1966’da Faik Bucak’ın şehadetiyle ilgili olarak yazdığı bir şiir de var.
Kitabın üçüncü bölümünde, Yusuf Serhat Bucak’ın, Zozan Bucak’ın, Sertaç Bucak’ın, şehid babaları Faik Bucak’a duygularını ve düşüncelerini dile getiren yazılar yer alıyor. Bu bölümde Bayram Ayaz’ın, Faik Bucak'la ilgili bir yazısı da var (s. 188-204). Kitabın sonunda zengin bir albüm de yer alıyor (s. 209-238).
* * *
Serhat Bucak, Bucak Aşireti’nde belirgin iki çizgi olduğunu belirtiyor. İşbirlikçi çizgi ve yurtsever çizgi. Yurtsever çizgiyi Mustafa Remzi Bucak’ın (1912-1965), Faik Bucak’ın ve Yılmaz Güney’in temsil ettiğini söylüyor (s. 16). Bu iki belirgin gelişmenin, Kürdistan’da hemen hemen bütün ailelerde görülebileceğini de vurguluyor. Bu saptamanın, Kürd/Kürdistan analizlerinde kullanılabilecek önemli bir bilgi olduğu kanısındayım. Kitapta, Yılmaz Güney adı birkaç yerde geçiyor (s. 145-146). Yılmaz Güney Bucaklardan bir kişi olarak değerlendiriliyor.
Faik Bucak, 1954 yılında, Kozan’da kadastro hâkimi olarak çalışırken, arazideki bir keşif sırasında yaşanan bir olay var. Keşif sırasında davalı taraflardan birisi, Faik Bucak’a Kürdçe olarak küfrediyor. Yargıç Faik Bucak, ‘Sen kime küfrettin, neden küfrettin…’ diye bu adamın peşine düşüyor. Bu sırada, keşfi izleyen köylüler arasında, ‘Hâkim Kürdmüş!...’ şeklinde homurtular yükseliyor. Bunca zamandır, yakından tanıdıkları Faik Bucak’ın Kürd olma ihtimali, Kürdlerin de yargıç olabileceği bu köylüler tarafından hiç düşünülmemiş olduğu görülüyor. (s. 60). Bu Kürdleri, cehaletle, kaba olmakla, algısı kıt olmakla, ilkellikle tanımlamaya gayret eden resmi ideolojinin Kürdlerde yarattığı etki ile ilgili bir durum…
Benzer bir durumu Dr. Tarık Ziya Ekinci de anlatmıştı. Yaşlı bir kadın oğluna, hasta olduğunu, kendisini doktora götürmesini istiyor. Oğlu, anasını Tarık Bey’in muayenehanesine getiriyor. Dr. Tarık Ziya bey, kadına Kürdçe olarak, ‘Neren ağrıyor’ diye soruyor. Bu soru üzerine kadın oğluna dönerek, ‘Oğlum beni bir doktora göster ‘dedim. Sen beni bir Kürd’e getirdin, o da bizim gibi Kürdçe konuşuyor…’demiş.
* * *
Yusuf Serhat Bucak’ın, Kürd Hâkim kitabı, Kürdlerin yakın tarihi ile ilgili birçok ilişkiyi gündeme getiriyor. 1940-1941 yıllarında Dicle Talebe Yurdu çok önemli bir kurum (s. 32). Musa Anter, Dicle Talebe Yurdu’ndan çok söz ederdi. O dönemlerden isimleri bugünlere kadar gelenler arasında, Musa Anter, Dr. Tarık Ziya Ekinci, Yusuf Azizoğlu, Ali Karahan, Mustafa Remzi Bucak, Faik Bucak, Edip Altınakar gibi isimler var.
Kitapta, Irak’taki 14 Temmuz 1958 darbesi, Mele Mustafa Barzani’nin Sovyetler Birliği’nden Irak’a, Kürdistan’a dönüşü, bunun Kürdler üzerinde yarattığı etkiler de dile getiriliyor. Türkiye’de gerçekleşen 27 Mayıs askeri darbesi, kendilerine ‘ağa’ denen 485 Kürdün Sivas’ta alınması, 55 Kürdün sürgünü, anlatılıyor. Bu çerçevede Kinyas Kartal- Faik Bucak ilişkileri de söz konusu edilmiş. (s. 91-113).
* * *
1 Temmuz 1965. Kürdlerin, Kürdistan’ın tarihinde önemli bir nokta. Bu tarihte, illegal olarak Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kuruluyor. Başkanlığa Faik Bucak getiriliyor. Faik Bucak, bu kuruluştan hemen sonra, partiyi legal hale getirmek için büyük çaba harcıyor. Said Elçi, Ömer Turhan, Feqi Hüseyin Sağnıç, Derwêşê Sado, Şakir Epözdemir, Şerafettin Elçi, TKDP’nin kuruluşunda rol alıyorlar.
Kürd Hâkim kitabında, bu ilişkiler ağında, Kemal Badıllı, Şemsi Arıtıcı, Ömer Çetin, Mehmet Emin Bozarslan adları da geçiyor.
49’lar davası bu incelemede de yer yer gündeme geliyor. Dr. Naci Kutlay’ın bu konudaki düşünceleri de kitapta yer alıyor (s. 97). Faik Bucak’ı, Türkiye İşçi Partisi’ne kazanma çabaları da önemli bir süreç. Dr. Tarık Ziya Ekinci’nin, Mehmet Ali Aslan’ın, Behice Boran’ın, Mehmet Ali Aybar’ın çabaları da dikkat çekici… (s. 101-122)
* * *
4-5 Temmuz 1966 Faik Bucak’ın, Urfa-Siverek yolunda iki oğluyla birlikte, arabadayken suikaste uğradığı gün. Yarası çok ağır değildi. Ama hastanede, devlet tarafından bilinçli bir şekilde gönderilen istihbaratçı doktorun yaptığı iğne ile şehit edildi. (s. 152-166)
* * *
Şeyh Said’in Sekreteri Fehmi Bilal’in (1887-1967) hikayeler yazdığını, Yusuf Serhat Bucak’ın bu kitabından öğrendim. Serhat Bucak, Kürd Hâkim kitabında, Dr. Tarık Ziya Ekinci’nin anlatımlarına dayanarak, Kürdçe yazılmış 12 hikâyeden söz ediyor. Bunlar La Fontaine Masalları, fabl şeklinde yazılmış masallar (s. 125-129).
Dr. Tarık Ziya Ekinci, Fehmi Bilal’in Isparta sürgününden sonra, Lice’ye döndüğünü, arzuhalcilik yapmaya başladığını, Kürdçe hikâyeler de yazdığını anlatıyor.
Araştırmacı-Yazar Serhat Bucak, bu hikâyelerden birini kitaba da almış. Çok çarpıcı bir hikâye. Bu hikâye kısaca şöyle:
“Güneşin tepede olduğu sıcak bir Ağustos günüydü. #Zap# Suyu’nun aktığı derin vadinin üstündeki düzlükte on dört-on beş yaşlarında bir köylü çocuk kuzularını otlatıyordu. Çocuk, düzlüğün derin Zap vadisine ulaştığı yerde, bir incir ağacı gördü. İncir ağacının bir dalı, suyun ortalarına gelecek bir şekilde, yayılmıştı. Dalın en ucunda ballanmış bir incir duruyordu. Genç çocuk, ortasından çatlamış iştah kabartan bu ballı inciri koparıp almak arzusuna kapıldı. Ağaca çıkıp incirin olduğu dala doğru uzandı. Birden ayakları kaydı. Dala asılı olarak boşlukta sallanmaya başladı. Ayaklarıyla ağaca tutunması olanaksızdı. Dalın kopması ve uçuruma düşmesi ve Zap’ın azgın sularında kaybolması an meselesiydi. Bu tehlikeli durumdan kurtulmak için feryad etti. ‘Kimse yok mu, ölüyorum, kurtarın’ diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.
O sırada üzerinde siyah bir cüppe, başında sarık ve elinde kara kaplı kitapla geçmekte olan molla bu acıklı feryadı duyarak, incir ağacına yaklaştı. Uçurumun kenarındaki, incir ağacının dalında sarkan çocuğun konumunu anlamakta güçlük çekti. Ölümle burun buruna olan çocuğu kurtarma girişiminde bulunmadan önce akıldışı bulduğu bu olayın sırrını çözmek istedi. Dala asılı duran çocuğun gerçek bir insan olup olmadığını, karşılaştığı olayın şeytani mi xudaî mi (Tanrısal mı) olduğuna karar verebilmek için, elindeki kara kaplı kitaba bakması gerekiyordu. Önce kara kaplı kitaba bakmaya karar verdi. Çocuk, “imdat beni kurtar” diye bağırırken, hoca efendi karıştırdığı elindeki kitapta Ecinniler bölümünü bulup okuduktan sonra, olayın xudaî değil, şeytani bir olay olduğuna hükmetti ve çocuğu kendi halinde bırakarak, yoluna devam etti.”
Yazar, bu hikâye ile ilgili olarak şu şekilde bir yorum yapmış. “Fehmi Bilal, kaleme aldığı bu hikaye ile, Kürt bölgesinde egemen olan dinsel fanatizmin, insan hayatını tehlikeye sokacak kadar ileri bir bağnazlığa vardığını, anlatmaya çalışıyor ve yobaz din adamalarının, Kürtlerin geri kalmasındaki olumsuz rolünü sergiliyordu.” (s.126-127)[1]