20. yüzyılın ilk çeyreğinde Kürd dili üzerine çalışmalar - 1
Seîd Veroj
$Temel insan hakkı olarak siyasallaştırılan dil ve Kürdçe$
Değerli okurlar bir başlangıç mahiyetinde okumakta olduğunuz bu yazıyla birlikte, bundan sonra Rûdaw.net sitesinde her hafta yeni bir yazıyla Kürd dili, kültürü, basın-yayın tarihi ve Kürd şahsiyetlerinin portrelerini vb. konuların işlendiği farklı içerikli yazılarla sizinle hasbıhal edeceğiz. Rûdaw kurumu adına beni arayan editör arkadaş, rudaw.net için Türkçe yazı yazıp yazamayacağımı sorduğunda, ilk etapta biraz duraksayıp düşündüm ve sonra cevap verebildim çünkü genellikle şimdiye kadar ağırlıklı olarak Kürdçenin Kurmanci ve Kirdî (Dimilî-Kirmancî-Zazayî) lehçeleriyle yazıyorum. Kürdçe bilmeyen ve okuyamayan Kürdleri ve bu konuyla ilgili bilgi edinmek isteyen diğer Türkçe okurları da düşünerek bu isteğe olumlu yanıt verip Rûdaw yazarları ailesine katıldım.
Rûdaw sitesinde yazacağım yazılar ağırlıklı olarak kültürel konuları işleyen inceleme-araştırma türü yazılar olacak. Bu tür yazılar genelde uzun olduğu için, bazen bir konu başlığı altında birçok bölüm şeklide yayımlanabilir. Bir başlangıç yazısı olarak dil hakkı, Kürdçe eğitim-öğretim hakkı talebinin de gündemde olduğu bu süreçte, tarihsel arka plana giderek 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Kürd dili üzerine ve Kürdçenin eğitim-öğretim dili olması için yapılan çalışmalara değineceğim.
20. yüzyılın başlarından itibaren gecikmeli olarak Kürdlerde gelişen milliyetçi düşüncelerin etkisiyle, ortaya çıkan basın-yayın faaliyetleri aracılığıyla hızlanan Kürd dili çalışmaları çerçevesinde, Kürdçeyi modern bir yazım, eğitim ve öğretim diline dönüştürmek üzere “Kürd dilinin standartlaştırması” çalışmaları başlamış. Bu çerçevede Kürdçe alfabe, lûgat (kamus, sözlük) ve gramer (dilbilgisi) hazırlamak için dönemin Kürd basın-yayın organları aracılığıyla ve farklı kesimlerin katılımıyla yeni bir tartışma süreci başlamış. Mehmed Mihri Hilav’ın deyimiyle bu çalışmalarda maksat; Kürd dilinin düzeltilmesi, birliği ve ayıklanmasıdır.
Günümüzden yaklaşık bir asır öncesinde Kürd dili ve diyalektlerine (lehçelerine) dair yapılan çok değerli çalışmaları ve belgeleri, yaklaşık yüz yıl sonra yeniden değerlendirmek ve kamuoyuyla paylaşarak, bugün de sürmekte olan Kürd dili çalışmalarına ve “Kürdçe anadille eğitim hakkı” tartışmalarına az da olsa bir katkı sunabilirse amacına ulaşmış olur.
İnsanlık için diller ve dilin eğitimi, insanın eğitimi ve gelişimi için yerine getirilmesi gereken bir temel insan hakkıdır ve bunun gerçekleştirilmesi onurlu bir vazifedir.
Evrendeki bütün varlıkların anlamlandırılması ve toplum tarafından anlaşılması, dil aracılığıyla mümkün olabilir. Dil, insanoğlunun bir topluluk halinde yaşamaya başlayıp kendisine, çevresindeki nesnelere, diğer varlıklara, yaptıkları iş ve hareketlere bir anlam ve isim vermeye (sembolleştirmeye) başladığı andan bugüne kadar, tarihsel varoluşumuzun ve biçimlenişimizin yol göstericisi olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde ortak bir dille anlaşan bir topluluğun ortaya çıkması, kültürün ve kültürel birikimin oluşmasını sağlamıştır. Bu bağlamda dillerin tarihsel gelişim aşamaları tanınmadan ve bilinmeden, insanlık tarihi veya diğer bir deyişle yeryüzündeki farklı topluluk ve kavimlerin kültürel tarihi tam olarak aydınlığa kavuşturulamaz ve bilinemez.
Dil düşünme, insan aklı ve bilincinin gelişmesinde, zihnin yapılanmasında kilit rolü oynamıştır. Bu nedenle Leibniz haklı olarak, “Dil zihnin aynasıdır” diyor. Dil insanın ontolojik varoluş sürecinin en önemli öğesidir. İnsan içinde bulunduğu çevre ve şartlara bedenen çok sıkı bağlarla bağlı olduğu gibi zihnen de bağlıdır. Kan bağı ile bedende görülen atalara benzerlik, zihinsel ve ruhsal eylemler için de söz konusudur. Bu çerçevede, insanda doğuştan dil yeteneği ile ana dili arasında güçlü bir bağ vardır. İnsan sezgisel olarak bir ana dili bilgisine sahiptir. Bu bilgi insanın bilinçaltına iner ve bireyin toplumla en güçlü bağlarını oluşturur. Geçmişle geleceğin sağlıklı buluşması insanın ontolojik varoluş sürecinin sağlıklı temeller üzerinde gelişmesi ve kesintiye uğramaması ile sıkı sıkıya bağlıdır. Böylece fikirlerimizin oluşumunda, ruhsal yapımızın ve kişiliğimizin şekillenmesinde, grupsal ve ulusal kimliğimizin ortaya çıkmasında çok önemli bir etkiye sahiptir. Bir ulusal topluluğun farklı ayırt edici özellikleri olmakla birlikte, en çok görünür olanı dil farklılığıdır. Dolaysıyla bir toplumsal grubun veya milletin kimliğini yok etmenin en etkili yollarından biri, onun dilini yok etmek veya ortadan kaldırmaktır.
Özellikle de basın-yayının yaygınlaşması ve ulus-devletlerin tarih sahnesine çıkmasından sonra, her ulus devlet kendisi için bir “resmi dil”, “ulusal dil”, “merkezi dil”, “yazı dili” veya “eğitim dili” oluşturmaya başladı. Bu da dilde standartlaştırmayı ortaya çıkardı. Bu süreç, bir statüye kavuşmayan birçok dilin ve özellikle de lehçelerin yok olmasına neden oldu. Walter Porzig’in dediği gibi, artık “Dil, devletlerle birlikte çoğalıyor; devlet dille çoğalmıyor.”
Günümüz dünyasında yaşayan birçok dil gibi, Kürdçenin de farklı lehçelerden oluşması nedeniyle kısaca dil ve diyalekt (lehçe) ilişkisine değinmekte fayda vardır. Dil ve diyalektoloji alanındaki çalışmalara baktığımızda, bu tür çalışmaların 19. yüzyılın başlarından itibaren gittikçe arttığını görmekteyiz. Özellikle de basın yayın faaliyetlerinin yaygınlaşması, imparatorluk, krallık ve hanlık gibi sistemlerin yıkılması, siyasi merkezileşmenin yaygınlaşması ve modern ulus devletlerin kurulmasıyla birlikte, ulus devlete sahip olmayan bütün kültürel gruplar ya da ulusal dil toplulukları arasında kesintisiz iletişim ve ilişki sağlayabilecek, eğitim-öğretimin yapılabileceği bir ulusal dile olan ihtiyaç, dilin standartlaştırılması gerekliliğini doğurmuştur. Bu sürecin gelişmesi ve yaygınlaşması, lengüistik (dilbilim) alanında da yeni yaklaşımlar ve yeni kavramlar ortaya çıkarmıştır. Yazı dili, resmi dil, devlet dili, merkezi dil, eğitim dili, ortak dil, ana dili, bilim dili, egemen dil, ekkaliyat (azınlık) dili, lehçe, şive vb. gibi kavramlarla hayat bulan bir tartışma süreci başlamış. Burada elbette ki bütün bu kavramları ve farklı dil ekollerinin bakışlarını tartışmayacağız ancak bazen çok kısa da olsa konunun anlaşılmasını kolaylaştıracak bazı kavramlara değinmek gerekir.
Dilde farklılık ve değişim, dilin tarihsel ve temel hususiyetlerinden biridir. Yaşayan bir dil zaman boyunca olduğu gibi kalmaz, sürekli olarak değişir. “Bir dil genellikle, uygun koşullar altında, 2000 yıl içerisinde, yaşayan 8-15 akraba dil doğurur.” Diller ortaya çıktığı günden beri, farklı dil toplulukları arasındaki her nevi ilişki dilde değişime, yeni şive ve lehçelerin oluşmasına, farklı kültürel topluluk ve grupların meydana çıkmasına neden olmuştur. Dilbilimci F. De Saussure’nin deyimiyle, “Farklı lehçelerin ortaya çıkmasının nedeni, dilin zaman içerisindeki değişiminden” kaynaklanır. Bazen bu değişim o derece artar ki, o dili konuşanlar birbirini anlamakta çok zorluk çekerler veya birbirini anlamazlar. Dilin bu derece farklılaşması, dilbilimde diyalekt (lehçe) olarak adlandırılır. Bazı dilbilimciler ve farklı dil ekolleri “diyalekt” kavramını, dilin farklılaşmış “konuşma şivesi” olarak da tanımlarlar. Kısacası dilbilimciler tarafından “diyalekt” veya “lehçe”ye dair çerçevesi belirlenmiş standart ve mutlak bir tanımda anlaşma sağlanamamıştır.
Ayrıca bir dilde farklı diyalekt ve şivelerin oluşumunu, yalnızca lengüistik kaidelerle açıklamak da yeterli olmaz. Lengüistik kaidelerin yanı sıra bir dil topluluğunun tarihi, kültürü, folkloru, adet ve töreleri de dil ve diyalektlerinin farklılaşıp şekillenmesine etki eden çok önemli unsurlardır. F. De Saussur ve ondan sonra Antoine Meillet de, “Dilin değişimini, onu konuşan toplulukların değişimine bağlar; bu durumda dili, bir kültürün ve onun tarihinin hem yansıması hem de gerçekleşmesi.” olarak karşımıza çıkar.
Dünya’da konuşulan bütün diller gibi, Kürd dili de birçok lehçe ve şiveye sahiptir. Gerek 20. yüzyılın başlarında ve gerekse de bugün dahi Kürd dili üzerine yapılan çalışmalarda, bazıları Kürdçenin birçok lehçelere sahip bulunmasını, bir dezavantaj ve ortak bir dilin oluşturulması önünde önemli bir engel olarak görmektedir. Kurdîyê Bîtlîsî (Bitlisli Mehmed Emin) ta o zamanlarda böyle düşünenlere şu cevabı veriyor:
“Bunlar aldanıyor, pek yüzeysel düşünüyorlar. Lehçeler bir engel olmaktan çok, dilimiz için tükenmez birer sözcük haznesi ve dolayısıyla bir nimettir.… Lehçeler, konuşuldukları kitle arasındaki yaşam haklarını korumakla birlikte, kamunun olabilecek edebî ortak bir dil edinilebileceği ve genelleştirilebileceği kanısındayım.”
Yazarın Kürd dili ve lehçelerine dair bu düşünceleri, 20. yüzyılın başlarında sürdürülen kurumsal faaliyetin ortak paydasına dönüşür. Kendisinin de üyesi olduğu ve 1919’da yeniden faaliyete başlayan Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti, dili, “milliyet ve milli varlığın temel taşı” olarak belirleyip alfabe, dilbilgisi ve bütün Kürd lehçelerini içermek üzere bir lügat, Kürdçe eğitim için ders materyallerini hazırlamayı, edebiyat, tarih, coğrafya ve folklor alanında yapılacak çalışmaları kurumsal olarak programlaştırıp ortaya koyması, bu amacın, planlı bir dil çalışmasına ve ortak hedefe dönüştüğünü göstermektedir. Bu seri yazılarda, “Kürdçe” ya da “Kürd dili” kavramları, Kürdçenin bütün lehçelerini kapsayan bir üst şemsiye olarak kürdî dil grubu için kullanılmıştır.
Kürd dili ve grameri alanındaki ilk çalışmalar, elimizdeki mevcut bilgilere göre yaklaşık üç yüz yıllık bir geçmişe dayanmaktadır. Bu çalışmaların bir kısmı Batılı araştırmacılar, seyyahlar, misyonerler ve şarkiyatçılar tarafından farklı dönemlerde ve farklı amaçlarlar doğrultusunda çoğunlukla İtalyanca, Rusça, İngilizce, Almanca ve Fransızca dilleriyle yapılmıştır. Diğer bir kısmı da dönemin Kürd münevverleri ve alimlerini de içine alan “Şark”lı âlimler tarafından yapılmış çalışmalar ve üretilmiş eserlerdir.
[1]