Sokağa çıkma yasağından önce nüfusu 64-65 bin civarında olan #Şırnak#’ın şuan nüfusu 30-35 bin civarında. Şırnaklıların yüzde 40-50’si henüz memleketlerine dönememişler. Bunun nedeni ciddi bir barınma sorunu olması. İnsanların dönebilecekleri bir evleri yok, kiralanabilecek bir ev de yok!
Dönen ailelerin çoğu başka ailelerin yanına ya da daha önce kömürlük olarak kullanılan bodrumlara yerleşmiş durumdalar.
Buna rağmen insanlar arasında çok güçlü bir dayanışma var. Bazı açılardan neredeyse komünal bir yaşam söz konusu. Ancak halk arasındaki bu dayanışmayı sekteye uğratmak için de maddi manevi birçok engel çıkarılıyor. Gelen yardımların engellendiği en çok duyduğum şikâyetler arasında. Görüştüğüm Şırnaklı bir aktivist şöyle anlatıyor durumu:
“Dayanışma ağını kurabileceğimiz her şey yıkılıyor. Şuan hiçbir kurumumuzun yeri yok. Ya yıkıldılar, yıkılmayanlar da yakıldı. Evlere birbirimize giderek, umut ve destek vermeye çalışıyoruz.”
Bir polis, asker, korucu şehri yaratılmaya çalışılıyor
Şırnak’ın içi dışı her yanı tank, toma, asker, polislerle çevrili. Görüştüğüm Şırnaklılar en büyük sorunun bu şekilde yaşamak olduğunu söylüyorlar:
“Güvenlik sorunu var burada. İnsanların dışarı çıkıp, giriş yapma sorunu var. Kentin içinde bile rahat dolaşamıyorsun. Sürekli GBT yapılıyor. Kentin içinde de asker ve polisle dipdibesin. Ve bu psikolojik anlamda travmaya yol açıyor. Evin içinden çıkmayın diyorlar. Şırnak’ın geneli böyle. Geceleri mahallelerde askerler yürüyüş yapıyorlar. Her an herkes tedirgin oluyor. Böylesine bir yaşam gıda, barınma sorunundan daha önemli.”
Şırnak’ta bir polis, asker, korucu şehri yaratılmaya çalışılıyor. Her mahallede bir karakol kurulmuş durumda. Mahalle bekçileri atanacağı da söyleniyor. Günde ortalama 5 kişi gözaltına alınıyor. Bazen insanlar, bir soruşturma olmadan, 2-3 kez gözaltına alınıp bırakılıyorlar. Birkaç hafta önce evine giderken öldürülen belediye işçisi Şeyhmus Uğur’un ölümü de şehirde korkuları arttırmış durumda. Bir Şırnaklı “Hepimizin yaşam hakkı tehdit altında, bir şey soramıyorsun” diye anlatıyor içinde bulundukları durumu.
#HDP# Milletvekili Aycan İrmez’in evine uğruyoruz. Karakolun karşısındaki evin arkasında da MİT binaları var. Aycan Hanım bir milletvekili olarak bile halkla rahat temas edemediklerinden bahsediyor:
“Vekil olmama rağmen 7-24 saat gözetim altındayım. Halkla doğru dürüst temas bile edemiyorum. Hiçbir ilde sorun bu kadar büyük değil. Şırnak merkezi kendileri açısından pilot bölge olarak almışlar. 14 Mart’ta başlayan sokağa çıkma yasağı 14 Kasım’da bitti. 8 ay boyunca halk çok büyük mağduriyetler yaşadı. Burada devlet kendi vatandaşı için tek bir şey yapmadı. Valilik gıda yardımı yapıyoruz diyordu, doğru değil. Ailem 8 ay boyunca burada kaldı merkeze bile gidemedi. Devlet burada Şırnak halkını tasfiye etti. Burada yok etme ile karşı karşıyayız. Merkez yok, çarşı yok…”
Bu Şırnak halkının gördüğü ilk zulüm değil elbet. Şırnak halkının çoğunluğunu 90’larda köyleri yakılarak Şırnak’a gelenler oluşturuyor. 1992 Newroz katliamı, arkasından 1992 Ağustos’unda Şırnak’ın yakılması, Şırnaklıların aylarca Cudi eteklerine sığınması, ancak aylar sonra evlerine dönebilmeleri… Dönemin Şırnak Valisi Mustafa Malay yıllar sonra Şırnak’ın nasıl yıkılıp yakıldığını itiraf etmişti.
Nitekim Aycan Hanım “Hangi eve girseniz devlet tarafından katledilen bir ferdi vardır” diye özetliyor Şırnak halkının durumunu. Kendisi henüz küçük bir çocukken 1992 Newroz’unda katledilen annesi de dâhil olmak üzere.
Tüm bu yıkıma karşı Şırnaklılar direniyor. Yıkımın içinde çocuklar okula gidiyor. Birkaç küçük market açılmış durumda. Tüm bu yokluk içinde insanlar dayanışıyor. Görüştüğüm Şırnaklılar memleketlerini terk etmeyeceklerini söylüyor. Evlerini terk etme karşılığında para verildiğini duyuyorum. Şırnaklı şoförümüz şöyle anlatıyor: “İnsanlara şartname imzalatıyorlar, ya para ya ev diye. Ama evini satan yok. Biz bu toprağı bırakmayız. Biz hepimiz tek bir aileyiz”.
Şırnak’ın yüzde 70’i yıkılmış.
Şırnak koca bir şantiye alanı gibi.
Şırnak’ta molozların içinde hala cenazeler var.
Bir kent hafızadan silinmeye çalışılıyor.
Oysa bizim hafızamız çok geniş, yüz yılın zulmü birikmiş hafızamızda.[1]