Herdem Merwanî: Savaşta yaşamını yitirenler kaç defa ölür ve kaç defa dirilir? Mesela 1993'te #Silvan#'da yaşanan olaylarda üç aylık kız kardeşim Zinarîn açlıktan öldü. Hiçbir kelimeyle bu acıyı tarif edemem, benim için çok büyük bir acı. Eğer çocuklar ölmüşse, açsa Zinarîn tekrar ölür.
Cihat Duman: Aslında zerzevat pazarında hıyar değerlendirir gibi değerlendirmek gerekir ülkeyi. Yönetileni ve yöneteniyle karikatür hale geldiği için bu soruya ciddi cevap vermek dile ihanettir. Tadı tuzu yok.
Asuman Susam: Bir yerden doğrulacaksak kurtuluş için bu, şiirin olduğu yerdir. Ses söze dönüşürken sadece konuşanı temsil etmiyor, sözünü kuran başkaları adına değil başkadan, başkalarından emdiği sesleri sözüne dahil ederek aramıza bırakıyor.
Rêdûr Dîjle: Çarkın dişleri ezilmiş, sistem gırtlağına kadar kriz ve buhranlara batmış. Artık yama yapılacak bir yeri kalmamış. Bahsettiğimiz, kaotik bir kriz. Zaten bir kriz kaotik hale geldiğinde artık restorasyonu mümkün değildir; yeni bir yol, yeni bir sistem gerekir.
Türkiye, belki de tarihinin en büyük kriziyle mücadele ediyor. Her ne kadar “kriz” denince yaygın toplumsal algının yarattığı ekonomik yetmezlikler anlaşılsa da kriz yaşamın her alanında, toplumun her kesiminde gösteriyor kendini. Ekonomik boyutunun yanında kimlik krizi, ekolojik kriz, ahlaki çöküntü, hukuk ve adalet krizi gibi başlıklar ülkeyi en çok etkileyip gündemi en çok belirleyen başlıklardan. İran’daki isyan hareketi, Rus-Ukrayna Savaşı, Azerbaycan’ın Ermenistan’ı işgali ve Türkiye ile Yunanistan arasında savaşın eşiğine gelen sürtüşmeler de Kuzey Kürdistan ve Türkiye’yi doğrudan etkileyen konulardan. Ancak ne hikmetse Türkiye’de tüm bunlara rağmen devlet yetkilileri her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söylemekten ar etmiyor.
Diğer yandan her toplum için en önemli varoluş damarlarından birini oluşturan, toplumların maddi ve manevi bütünlüğünü gözeten aydın ve sanatçılar da ciddi bir baskı altında. Ülkede her gün bir sanatçının katli neredeyse rutine dönmüşken, sanat ve edebiyat alanındaki yasaklamaları artık takip etmek bile zor. İşte bu yüzden biz de bu kez “toplumun ruhunu icad edenlere”, şairlere kulak vermek istedik. Şairlere ülkenin genel durumunu nasıl değerlendirdiklerini sorduk.
'Gava perde bê rakirin tu yê nemînî'
Rêdûr Dîjle: Kapitalist devletler nasıl ki Birinci Dünya Savaşı’nda dünyayı aralarında bölüşüp birçok şeyi yok ettilerse bugün de aynı niyetle fakat farklı yol ve yöntemlerle tekrarlamak istiyor. Böylece hükümranlıklarını restore edip eskisinden güçlü hale getirmek istiyorlar. Mevcut sistemin artık patinaj yaptığı aşikar. Çarkın dişleri ezilmiş, sistem gırtlağına kadar kriz ve buhranlara batmış. Artık yama yapılacak bir yeri kalmamış. Bahsettiğimiz, kaotik bir kriz. Zaten bir kriz kaotik hale geldiğinde artık restorasyonu mümkün değildir; yeni bir yol, yeni bir sistem gerekir. Bu yüzden de global ve bölgesel hegemonik güçlerin bugünkü savaşı 3. Dünya Savaşı olarak adlandırılıyor.
Bu kaotik kriz sürecinde #Kürtler#in durumuna odaklandığımızda ise bambaşka bir fotoğraf görüyoruz, özellikle de NATO’nun Doğu ve Batı blokları arasında çekişme sahasına dönüşen Suriye’de. Kürtler, burada üçüncü bir alternatifin mümkün olduğunu gösterdiler. Kürdistan’ı parçalara bölen Kapitalist Modernite’nin savaşına dahil olmayı reddettiler. Kendi öz güçlerine sarıldılar. Şairin de söylediği gibi üçüncü yol alternatifiyle “li pişt perdeyê xeyba min û te tê kirin, lê gava perde bê rakirin tu yê nemînî” (Perdenin arkasında ikimizden bahsediliyor ama perde kalktığında sen olmayacaksın” dercesine hegemonik güçlerin, özellikle de “Dünyanın neresinde olursa olsun Kürtlerin herhangi bir kazanımı bizim için savaş sebebidir” diyen Türkiye’nin bütün hesaplarını alt üst etti.
Zinarîn ölmemeli artık
Herdem Merwanî: Biz savaşın içinde büyüyen, anne karnında şehit düşen bebeklere tanıklık etmiş bireyleriz. Savaş, barış, ölüm, yaşam, zafer ve yenilginin ne olduğunu bilen insanlarız. İşte bunun içindir ki sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde savaşa karşı yüreğimiz yaralanır, savaşı hissederiz.
Savaşlarda yakınını kaybedenlerin empati duyguları gelişkin olur. Dört tarafımızda savaş, yıkım, isyan ve direnişlerin olduğu, biz Kürtlerin bir ateş çemberi içinde varlık ve yokluk mücadelesi verdiği bu dönemde hep şu soruyu soruyorum: Savaşta yaşamını yitirenler kaç defa ölür ve kaç defa dirilir? Mesela 1993'te Silvan'da yaşanan olaylarda üç aylık kız kardeşim Zinarîn açlıktan öldü. Hiçbir kelimeyle bu acıyı tarif edemem, benim için çok büyük bir acı. Bu yüzden de ülkemin ya da dünyanın neresinde bir bomba patlasa yüreğim oralı olur. Eğer çocuklar ölmüşse, açsa Zinarîn tekrar ölür. O ateş çemberi içindeki çocuklara ilaç, ekmek, su yoksa ve en önemlisi yaşama koşullarının garantisi yoksa Zinarîn tekrar ölür gibi hissediyorum. Zinarîn ölmemeli artık, çünkü çok öldü.
Şairler toplumsal sorunlarla beslenir. Dünü ve bugünü ayrı ele alamayız. Örneğin biz Kürtlerde bir gelenek vardır; savaşlarda iki tarafın ortasına tülbent atmak barışı temsil ederken saç kesmek de 'intikam al’ anlamına gelir. Yani kadının saçını kesmesi aslında tüm toplumu kapsayacak bir intikam alma çağrısıdır. Rojhilat ve dünyada yüzlerce insanın saçlarını kestiğini görüyoruz. Dolayısıyla artık bunun bir saç veya örtü meselesinden, kadına şiddet meselesinden çıktığını söyleyebiliriz. Dil, eğitim, kimlik ve en önemlisi Kürt olma özgürlüğünün mücadelesidir. Zinarîn'lerin tekrar tekrar ölmemesi mücadelesidir.
'Psikopatlarla mücadele edeceğiz'
Cihat Duman: Aslında zerzevat pazarında hıyar değerlendirir gibi değerlendirmek gerekir ülkeyi. Yönetileni ve yöneteniyle karikatür hale geldiği için bu soruya ciddi cevap vermek dile ihanettir. Tadı tuzu yok. Aslında tuzu olmaz hıyarın, insanlar tuzlar “soyduktan” sonra. Fiyatları ise cep yakıyor. Hatta neredeyse bütün sebzeler hıyarı kıskanır duruma gelmiş. Onlara da zam yapılmasını istiyorlar haliyle. Hıyardan bi cacık olmayacağının farkındalar ama dayanamıyorlar işte. Çok uzatmaya gerek yok. Hıyar mafyanın ağzında. Başımız çok büyük belada. Kıtır kıtır yemek üzereler. Psikopatlarla mücadele edeceğiz. Biz kazanacağız. Hıyar tarlaları bereketli olacak.
'Bana, uyanışı şiir öğretti'
Asuman Susam: Ülkenin içinde bulunduğu durum ve yıkımlar… Buna dair şairin sözü, düşündüğü. İşin içine şair ve söz karışmasa (mı)… Sözün kudreti, kimin ağzından çıktığıyla mı sözün özü ile mi ilgili? Buradan mı düşünmeli karanlığın, yıkımın, zorun bir ortak itiraza, itaatsizliğe, dönüştürme gücüne ermesi için? Anlamışsınızdır, “şair”den ve “şair sözü”nden kaçmak istiyorum. Eril sesli, eskimiş, köhnemiş, tarumar edilmiş, harabeye dönmüş dünyanın sözünden ve özneliğinden ayrılmak gerek artık. Nasıl, netleşmiş bir yanıtla beklemiyor kimseyi. Hades ırmaklarının beş kolundan bir fasit dairede dönüp duruyoruz. Cehennemden unutuşa oradan acının ırmaklarına oradan bilmem nereye ve ışıksız. Yordamla. Bu, dünyanın ve yeryüzünün şiirini kaybetmesiyle ilgili olabilir mi? Bunu da düşünelim.
Şiirin çekirdeğinin ilk insandan ve ilk sözden önceki sessizlikte, yeryüzünde var olduğunu, insan sesleriyle kabuğun çatlayıp sesin ve sözün oradan saçıldığını da düşünelim. Sonra insan eli, dehası teleskopların yeryüzüne indirdiği göğü, hayretle temaşa ettiğimiz anları. Sonra varlık ve yokluk arası hepi topu 70 bilemedin 80 yıllık öyküsü olan insanın birbirine ettiği barbarlıkları. İnsanın olduğu her yerde bu, hâlâ sürüyor. Dur durak bilmeden. Bana bu yerde durmamayı, buranın sözüyle konuşmamayı, uyanışı şiir öğretti. Doğruluğun ve hakikatliliğin sesi. Bir yerden doğrulacaksak kurtuluş için bu, şiirin olduğu yerdir. Ses söze dönüşürken sadece konuşanı temsil etmiyor, sözünü kuran başkaları adına değil başkadan, başkalarından emdiği sesleri sözüne dahil ederek aramıza bırakıyor. Sesin, bakışın, duyuşun kolektifliğini unutmadan şiirini kuran, onda insanlığın yükünü, yeryüzünün tarihini taşıdığını bilir. Bu bilgiyi taşıyan şiir, insana değdi mi onu ve başka şeyleri dolayımlı da olsa değiştirir. Dilin, bizi hizalayan, bir dizge çemberinde tutan, müzakereli, uzlaşmacı gücüne karşı şiirin onu bozan, değiştiren, karşıcı gücü. Şiir derken de burada dolaşımda olan, yazılan, yapılan şeylerden söz etmiyorum. Varlıktan, var oluştan köklenen ve yeryüzünü dolaşan, içinde kolektif anlatımızı taşıyan her şeyden söz ediyorum. Böyle bir şiir bizi geleceğe ve felaketlere karşı hazırlayıp güçlendirebilir. O şiiri duymak içinse eski dünya yasımızı bitirmek gerekir. Tuhaf, belirsiz, bulanık bir ara bölgedeyiz şimdi..[1]