Yerleşik savaş hukukuna göre hastanelere, okullara ve sivillere saldırmak, belirlenmiş kitle imha silahlarını, kimyasal silahları kullanmak suçtur. Esirlere kötü davranmak da, cenazeleri tahrip etmek de suçtur.
2012-13 yıllarında “Diyalog süreci”nde, #Öcalan# tarafsız bir “Hakikatlerle yüzleşme komisyonu” kurulmasını ve komisyonun iki taraf hakkındaki savaş suçu iddialarını da araştırmasını önermiştir. Ama devlet yetkilileri böyle bir öneriye hiç sıcak bakmadıkları gibi tam tersine reddetmişlerdir.
Uluslararası hukukta “#Savaş# hukuku”nun da bir yeri var. “Hukuka uyan mı var?” derseniz haklısınız ama bu durum hukukun varlığını, değerini ve aynı zamanda bir gün uygulanma olasılığını da ortadan kaldırmıyor.
Yerleşik savaş hukukuna göre hastanelere, okullara ve sivillere saldırmak, belirlenmiş kitle imha silahlarını, kimyasal silahları kullanmak suçtur. Esirlere kötü davranmak da, cenazeleri tahrip etmek de suçtur. Savaşan taraflar esirleri ve cenazeleri korumak, ilk fırsatta ya da savaş bitince karşı tarafa vermekle yükümlüdür.
TC devletinin, Kürtlere karşı sürdürdüğü inkar ve imha savaşının başından beri hiçbir savaş kuralına uymadığı, her türlü savaş suçunun sistemli olarak işlendiği, suçluların ise korunup terfi ettirildiği biliniyor. Bu nedenle 2012-13 yıllarında “Diyalog süreci”nde, Öcalan tarafsız bir “Hakikatlerle yüzleşme komisyonu” kurulmasını ve komisyonun iki taraf hakkındaki savaş suçu iddialarını da araştırmasını önermiştir. Böyle bir durumda PKK’nin elindeki tüm belge ve bilgileri bu komisyona vereceğini açıklamıştır. Ama devlet yetkilileri böyle bir öneriye hiç sıcak bakmadıkları gibi tam tersine reddetmişlerdir. Bütün belge ve bilgileri vermek yerine saklayıp gizleyerek masum olduklarını iddia etmişlerdir.
Daha önce defalarca gündeme gelen kirli savaş süreci, şimdi de kimyasal silahların kullanılması ile iyice gündeme yerleşmiş bulunuyor. Son dönemde özellikle #Başûrê Kurdistan#’da yapılan katliamlar kimyasal silah kullanımını yeniden gündeme getirdi. İddiaları araştırmak ve bir sonuca ulaşmak aslında çok kolaydır. Katledilen insanların çoğunun cenazesi ve katliam bölgesi bilindiğine göre bir uzman heyet incelemesi, durumu bir günde açıklığa kavuşturabilir. Ama TC devleti bunu inkar ederken böyle bir incelemeye de engel oluyor. Uluslararası kurumlar ise uluslararası anlaşmalara göre her şeyi araştırmak yerine, büyük devletlerin çıkarlarına göre davranıp kendi yaptıkları anlaşmaları-yasaları uygulamaktan kaçınıyor.
BM, AİHM, Uluslararası Adalet Divanı, UCM, OPCW gibi kurumlar emperyal güç odaklarının gölgesinde kalıyor ve varlıkları hiç belli olmuyor.
Dünyadaki devlet-hükümet dışı örgütler de, ortaya çıkıp hesap soracak bir güçte değil. “Hür basın” kuşatılmış, varlığı yokluğu belli değil.
Üçüncü dünya savaşının kargaşasında herkes kendi suçlarını örtme ve çıkarlarını koruma telaşıyla karşısındakinin suçlarını örtbas etmesine göz yumuyor. Devletlerarası sessiz bir anlaşmayla, meydan her türlü insanlık ve savaş suçu işleyenlere bırakılıyor.
TC devlet yetkilileri ve katliam sorumluları bu konudaki soruları-iddiaları şiddetle reddediyor. Zaten hiçbir devlet kendisi hakkındaki bu tür iddiaları kabul etmiyor. Ancak mağdurların, mazlumların çok uzun ve ısrarlı mücadeleleriyle bu zulümler kayda geçirilip bir gün hesap sorulabiliyor. Hitler faşizmi bozguna uğratıldıktan sonradır ki, Nürnberg yargılamalarında hesap sorulabildi. Ermeni soykırımının hesabı hala resmen sorulamıyor.
Bugün Erdoğan ve bakanları, Genelkurmayı kimyasal savaş iddiasını reddediyor, bu suçlarını gizlemeye çalışıyor. Ama Dersim halkını cezalandırmak için silahsız-sivil halkı katleden, Dersim soykırımı faillerinden İhsan Sabri Çağlayangil yıllar sonra şöyle açıklamıştı:
Dersimlileri fare gibi boğdular, gaz kullandılar
84 sene önce yapılan bu katliamdan beri hızla gelişen teknoloji ile bugün aynı zihniyetin neler yapabileceğini düşünün. Benzeri silahları “Özyönetim direnişleri” sırasında #Cizre#’de, Sur’da bol bol kullandılar. Kırsal kesimde İHA ve SİHA’larla, sınırlı nükleer silahların, her türlü kimyasal silahın kullanıldığına dair sayısız belirti var. Bugünkü dünya buna çıkar kaygılarıyla göz yumsa da, halkların mücadelesiyle belgelenen katliamların hesabı mutlaka sorulacaktır.
Erdoğan istediği kadar inkar etsin. Emrindeki polis ve askerin işlediği insanlık suçlarının en başta gelen sorumlusu olarak hesap verecektir.
Savaş hukukuna uymak yerine hukuksuz bir savaşı, düşman hukukunu ve sömürge hukukunu egemen kılan Erdoğan diktası, bu kargaşada bütün Kurdistan’ı işgal edip sömürgeleştirmek istiyor. Bu amaçla saldırıyor ve fırsat kolluyor. Ama bu rüya onun da sonu olacaktır.[1]