Kürd Araştırmaları Dergisi – Kürt Sineması Yönetmenler Soruşturması
Makale / Kürd Araştırmaları
Hazırlayan: Mihemed ŞARMAN
Aşağıda Kürt Sineması yönetmenlerinden on beş kişiyle yapılmış ortak bir röportaj/soruşturma bulunmaktadır.
Kürt Sineması başlıklı bir dosyada kimi zaman yönetmen, kimi zaman yapımcı hatta birçok yerde kendi filmlerinin dağıtımcısı olmak durumunda kalan ve bu zorlu sektörde iç ve dış desteklerden çoğunlukla mahrum olan Kürt yönetmenlerin söyleyeceklerine yer verilmesinin hepimiz için önem arz eden bir mesele olduğu kanısındayız. Hâlihazırda Kürt sinemasının pazar sorunları, içerik ve biçim arayışları, politik sinema bakiyesi ve bunun dışına çıkma çabalarını aydınlattığı kadar günümüz sinemamızın geniş bir panoramasını sunduğuna inandığımız röportaj için yaklaşık kırk Kürt yönetmenle iletişime geçtik. İşlerinin yoğunluğundan cevap veremeyenler, bizim ulaşamadıklarımız derken elimize on altı yönetmenden yanıtlar ulaştı. Bu yoğunlukta cevap verdikleri için kendilerine bir kez daha teşekkür etmek isteriz. Bazı yönetmenler yazılı sorularımıza karşılık zoom ve whatsap üzerinden görüntü ve ses kaydıyla yanıt verdiler. Bu karşılıklar tarafımızdan konuşma diline sadık kalınarak deşifre edildi.
Okuyucuların da göreceği üzere, soruşturma dosyamızdan ortaya Kürt sinemasının geniş çaplı bir çerçevesini çizecek, tarihi serüvenine ışık düşürecek bir bakiyenin çıktığını düşünüyoruz. Soruşturmayı sadece Kuzey Kürdistan’daki yönetmenlerle sınırlı tutmamak için özel bir gayret sarf ettik. Başta diaspora Kürtleri olmak üzere Güney ve Batı Kürdistan’dan da birçok yönetmen soruşturmaya dahil oldu. Sekiz soruluk soruşturmaya verilen cevaplardan farklı düşünceler kadar ortak kanıların, düşüncelerin, çözümlerin ve isteklerin çıkmış olması sevindirici bir durumdur. Yanıtların toplamında dikkat cezbeden bir husus bulunmakta, o da dergimiz için film önerisi istediğimiz bir soruya verilen cevapların hemen hepsinde Yılmaz Güney isminin ve özellikle “Yol” filminin geçmiş olmasıdır. Kürt yönetmenlerin hemen hepsinin, sınır, savaş travma gibi toplumsal meselelerden kamerasını dünyanın dört tarafına dağılmış ve metropollerde yaşayan Kürtlerin hikâyelerine yine evrensel bir saikle çevirme çabasında ve arzusunda olmaları soruşturmanın genel sonuçlarından biri olarak okunabilir. Soruşturmanın bir diğer sonucundan hareketle, Kürt sinemasını tüm imkansızlıklar içinde birbirinden mesafe, lehçe açısından uzak; ama yakın zeminlerde önemli bir bakiyeyi yaratıp bunun üzerine çok ciddi değişimlere ve yaratıcı filmlere gebe olduğunu söyleyebiliriz.
Son olarak bu röportajların yapılmasında, yönetmenlere ulaşma noktasında ve onlarla birebir iletişim kurma konusunda geniş networku, samimi ilgisi, özenli takibiyle Sinan Yusufoğlu’na özel bir teşekkür etmek istiyoruz. Kendisi olmasaydı bu soruşturma böyle bir kapsama sahip olmayacaktı. Kurmanci ve Sorani metinlerde Serhed Serhedi, Türkçe metinlerde ise Apo Kıran dikkatleri, hassas editörlükleri ve önerileriyle ciddi katkılarda bulundular. Dergimiz adına kendilerine buradan teşekkür ediyor, sizleri soruşturma dosyamızla baş başa bırakıyoruz.
$Kurdî$
1) Di demeke nêzik li Duhokê mîhrîcana filmên kurdî hate lidarxistin, gelo hûn beşdarî vê mihrcanê bûn? Eger tu beşdar bûbî, dikarî fikr û ramanên xwe yên derbarê vê mihrîcanê ji me ra bibêjî? Ger hûn beşdarbûn dikarin fikir û ramanê xwe ji bo me bêjin.
2) Mixabin sînemaya kurdî ji aliyê kom û dezgehan ve bêpişt e yanî ji aliyê aborî ve piştgirî lê nayê kirin. Li ser vê meselê di pêvajoya çêkirina filmekê de çi pirsgirêk derdikevine pêşiya derhênerên kurdan, di vî warî de pêşniyarên te hene, heke hebin çi ne bo dezgeh, partî yan jî rayedarên kurd.
3) Ji ber ku erdnigariya Kurdistanê ji hev perçe kirine, derbek jî li nav ziman ketiye û em ji hevûdu fêm nakin ango em ji zaraveyên hevûdu serwaxt nabin ji ber vê yekê filmên Kurdan nagîhîjine xweyê xwe yanî temaşavanan. Ji bo fîlmên kurdan bigihêjin her çar aliyan, xebatek yan jî projeyeke we yî hevpar heye ?
4) Li ser têgeha “Sînemaya Kurdî” hûn dikarin çi gotinan bikin? Anegorî we mirov dikare behsa sinemayeke kurdî bike ku hin taybetmendî, xusûsî taybetmendiyên sînemaya kurdî bin û her wisa aliyên wan yên hevpar çi ne?
5) Piraniya filmên kurdî li ser meseleyên civakî û polîtîk hatine çêkirin. Lê sînema jî wekî deqên dî yên hunerî karekî şexsî ye. Em li ser vê meselê pê da herin gelo meseleyên şexsî, ontolojîk, û odîpal têra xwe di filmên kurdî de cih digirin, anegorî cenabê te kêmasiya van mijaran problem e yan na?
6) Di sinemaya kurdî de çima filmên biyografik an epîk kêm in digel ku di diroka kurdan de ji bo van filman gelek malzeme û mijar jî hene, ser meselê pirsa min ev e; gelo projeyeke te yê wisa heye?
7) Tu dikarî ji bo xwendevanên kovara me û ji bo temaşegêran, ji sînamaya kurdî navê pênc heb filmên pirr diecibînî, pêşniyar bikî?
8) Hûn a niha bi çi re mijûl in, li ser çi dixebitin?
$Türkçe$
1) Sinemaya nasıl başladınız? Sizi film yapmaya neler motive etti?
2) Kürt sinemasını destekleyecek kurum ve kuruluş sayısı yok denilecek kadar azken, Kürt yönetmenlerin prodüksiyon aşamasında ne tür sıkıntıları var? Bu konunun çözümü, iyileştirilmesi için neler önerirsiniz?
3) Kürdistan’ın parçalı coğrafyası herhangi bir parçada yapılmış bir filmin diğer parçadaki seyircilere ulaşmasını oldukça zorlaştırıyor. Yine Kürtler arasındaki lehçe farklılığı da filmlerin dolaşıma girmesi önünde önemli bir sorundur. Kürt sinemasının festivaller dışında seyirciye ulaşması yönünde Kürt yönetmenlerin ve yapımcıların yapması gerekenleri konuşabilir miyiz?
4) Kürt sinemasının genel durumu üzerine ne söylemek istersiniz? Sizce belli başlı vasıflara ve dile sahip bir Kürt sinemasından söz edebilir miyiz?
5) Kürt filmlerin neredeyse tamamı toplumsal ve siyasal konular üzerinde yapılmaktadır. Sinema diğer tüm sanatlar gibi bireysel sorunları da ele alan, bu konuda üretim yapan bir sanat dalıdır. Bu minval üzere bireyin evrensel, ontolojik ve kişisel sorunlarının sinemamızda yeterince karşılık bulup bulmadığına dair neler söylemek istersiniz?
6) Dergimizin okuyucuları için Kürt sinemasında en beğendiniz beş filmi bizimle paylaşabilir misiniz?
7) Kürt tarihi ve süregelen sosyal yaşamı, epik ve biyografik filimler yapılmasına çok elverişli örnekler ve konular barındırmaktadır. Sinemamızda bu iki türün eksikliği için neler söylemek istersiniz?
8) Şimdilerde neler yapıyorsunuz? Üzerinde çalıştığınız yeni projeniz var mı?
$Sorani$
1. بەم دواییانە فێستیڤاڵی فیلمی کوردی لە دهۆک بەڕێوەچوو، بەشداریتان لەم فیستیڤاڵەدا کرد؟ ئەگەر بەشداریتان کرد، دەتوانیت بیر و بۆچوونەکانت بۆ ئێمە دەربخەیت؟
2. سینەمای کوردی ناتوانێت بەبێ هاوکاری دارایی لە لایەن ڕێکخراوەکانەوە لەسەر خۆی بوەستێت. لەسەر ئەم بابەتە کێشەی دەرهێنەرانی کورد لە پرۆسەی دروستکردنی فیلم چیە؟ لەم بوارەدا پێشنیار یان لێدوانت بۆ دامودەزگا و لایەنە کوردیەکان یان بەرپرسەکان هەیە ؟
3. فیلمە کوردییەکان بەهۆی جوگرافیای کوردستان و شێوەزارە جیاوازەکانەوە ناگەنە بینەران. ئایا کاری هاوبەشتان هەیە، یان پرۆژەیەکتان هەیە بۆ گەیشتنی فیلمە کوردییەکان بە چوار پارچەی کوردستان ؟
4. سەبارەت بە چەمکی سینەمای کوردی تۆ دەتوانیت چی بڵێیت؟ پێتوایە دەتوانین باس لە سینەمایەکی کوردی بکەین کە چەند تایبەتمەندیی سەربەخۆ و هاوبەشی هەیە؟
5. هەموو فیلمەکوردییەکان بەپێی بابەتەکەیان لەسەر مەسەلە کۆمەلایەتی و سیاسییەکان دروست کراون. بەڵام سینەما وەک جۆرەکانی تری هونەر کارێکی شەخسی و هونەرییە. لەسەر ئەم مەسەلەیە ئایا کێشەی شەخسی و ئۆنتۆلۆجی و ئۆدیپیال لە فیلمەکانی کۆردیدا ئەوەندەی پێویست ڕەنگی داوەتەوە؟ پێتوایە کەمبۆنی / کەموکوڕی ژمارەی ئەم بابەتانە کێشەیە یان نا؟ چی تر دەتوانیت دەربارەی ئەمە بڵێیت؟
6. بۆچی فیلمی ژیاننامەیی یان داستانیی لە سینەمای کوردیدا کەمن, هەرچەندە لە مێژووی کورد دا زۆر نموونە و بابەتمان هەیە بۆ ئەم فیلمانە. ئایا پڕۆژەتان لەم بوارەدا هەیە؟
7. ئایا دەتوانیت ناوی ئەو 5 فیلمەی سینەمای کوردی کە حەزت لێیەتی بۆ خوێنەرانی گۆڤارەکەمان و بۆ بینەرانی سینەما پێشنیار بکەیت؟
$Ahu Öztürk$
$Kürt sineması ontolojik olarak bir yokluğu, boşluğu ve yoksunluğu hatırlatmakla beraber nedenlerine dair ciddi bir politik fay hattını ve kırılmaları da işaret ediyor.$
Felsefe ve sinema eğitimi alan Ahu Öztürk, ilk belgesel filmi Sandık'ı 2004 yılında çekti. 2010 yılında 5 kısa filmden oluşan Kars Öyküleri’ne Açık Yara adlı filmiyle katıldı. Film; Rotterdam, İstanbul, Kudüs, Saraybosna, Beyrut gibi pek çok yerde uluslararası festivalde gösterildi. İlk uzun metrajlı filmi Toz Bezi'nin yapımını 2015 yılında gerçekleştirdi. Toz Bezi pek çok film festivalinden ödüllerle döndü.
1) Sinemaya üniversite yıllarında hayalini kurarak başladım. Siyasete su taşımak babında bir heyecandı benimki, o dönemde Kürt sanatçılarının çoğu için benzer bir motivasyondu daha çok… Benimki de öyleydi velhasıl. Sonra MKM’yle (Mezopotamya Kültür Merkezi) buluştum ve öyle devam etti.
2) Kürt yönetmenler bulundukları ülkenin yapım koşullarında film çekmeye çalışıyorlar zorunlu olarak. Bu hem siyasi bir eliminasyonu getiriyor hem de beraberinde oto sansür de dahil olmak üzere sansür mekanizmalarını… Kürt yönetmenler, karakterlerinin içinde bulunduğu iktidar açmazından nasibini alıyor çoğunlukla. Yani ülkedeki varlıklarıyla filmlerinin yolculukları paralel maalesef. Siyasete dair ne söylenirse, aynısını sinemasına dahil eden bir varolma(ma) ve zorluk söz konusu. Bunun çözümü için sinemaya özel bir kurtuluş öngöremiyorum, aksine politik arenanın kendisiyle göbekten bağlı bir durum, belki de dünyadaki hiçbir etnik sinemanın ontolojisi, siyasetine bu kadar içkin değildir. Bunun dışında lokal fonlamalar vs. olabilir ama o da bir-iki filmi mümkün kılar, ki bu da yok denecek kadar az olur.
3) Burada ayırıcı başka bir etken daha eklenebilir söylediklerinize ek olarak. Politik sinema genel olarak festival dışında ve dijital platformların bazıları dışında seyirci ile buluşamıyor, aynı durum Kürt filmleri için de geçerlidir. Daha evrensel bir sorun bu kanımca. Kürt filmleri festivallerini çok önemsiyorum. Onun dışında da bazı kurumlarda özel gösterimler ile buluşulabilir. Zamana yayılan film günleri yaygınlaştırılabilir. Daha kurumsal bir netlikte filmlerimiz yaygınlaştırılabilir.
4) Ben daha çok Türkiye’deki Kürt yönetmenler ve filmleri üzerinden birşeyler söyleyebilirim. Türkiye’de Kürt olmak, Kürt olamamak aynı zamanda… Burada Kürtçeyi benim gibi anne babasının gizil dili olarak bir aşinalıkla ve sonradan öğrenenler olduğu gibi çok iyi bilen yönetmenler de var. Gene de gündelik hayatımızda çokça Türkçe konuşuyorken, Kürt sineması da bu yarılmadan nasibini alıyor. Ulusal sinema hem bir dil isteyen hem de yapım koşulları bakımından kendi sektörünün varlığını zorunlu kılan birşey iken olmayan bir sektörde kendi Kürtlük deneyimlerinin -ki bu deneyimler özellikle metropolde bir türlü ele geçirilemeyen, kaygan ve eriyen deneyimler- peşinde, bu deneyimleri yakalama çabasını ifade etmeye çalışan yönetmenlerin filmlerinden sözedebiliriz daha çok. Bu deneyimler ayrıca toplumsal travmaları dile getirmeye çalışan ve tam da bu yüzden dolaşıma girdiği zamandan itibaren yönetmenini de yeniden travmatize eden hikayelerle yüklü, sinamatografik dil açısından birbirinden ayrıksı ve daha çok yönetmen damgalı bu filmler toplamına Kürt sineması diyebilir miyiz sorusu bence tartışmalı. Kürt sineması ontolojik olarak bir yokluğu, boşluğu ve yoksunluğu hatırlatmakla beraber nedenlerine dair ciddi bir politik fay hattını ve kırılmalarını da işaret ediyor. Bu yüzden tek tek Kürt filmleri çok şey söylüyorken, Kürt sinemasının yokluğu daha çok şey anlatıyor bence.
5) İnsan denen varlık bir karakter olarak filme alındığında, kabuk kabuk sınıf, cinsiyet, etnik yapı ve tabii ki kendi ilişki dinamikleriyle örülebilir bir yapı. Kabuklar soyuldukça içinde bulunduğu ilişki döngülerinden ve karakter örgüsünden bağımsız bir karakter anlatmak mümkün görünmüyor bana, aksi olduğunda ete kemiğe bürünmemiş insanlar olarak seyirciye de geçmeyen hislerle anlatmış olursunuz ki bu, aslında anlatmamış olduğunuzu söylemektir açıkçası. Tüm bu kesişimsellikten bağımsız değil bizim filmlerimizdeki karakterler. Gene de kastettiğiniz şeyi anlıyorum; ama bireysel sorunların hepsi zaten politik ve tam da bu yüzden evrenseller.
6) Yol - Yılmaz Güney
Küçük Özgürlük - Yüksel Yavuz
Vodka Lemon - Huner Saleem
Sarhoş Atlar Zamanı - Bahman Ghobadi
Press - Sedat Yılmaz
7) Kürt sinemacıların bahsettiğiniz türlerin örnekleri olabilecek çokça iyi senaryoları vardır; fakat çoğu hayata geçemiyor bahsettiğimiz yapım koşulları zorluğu sebebiyle. Çekebileceğimiz bütçelere uygun hikâyelere yöneliyoruz dersem abartmış olmam sanırım.
8) Senaryosunu hâlâ yazdığım bir projem var.
$Sami Mermer $
$Sinemamız karakter sinemasıyla iyi bir sinema olabilir ancak.$
Sami Mermer, Konya’nın Cihanbeyli ilçesinin Gölyazı kasabasına bağlı Sağlık köyünde doğdu, Kürttür. 1993-1994 yılları arasında Selçuk Üniversitesinde, 1994-1995’te Ankara Üniversitesi'nde Matematik ve 1996-2000 yılları arasında ise İstanbul Üniversitesi'nde Çevre Mühendisliği okudu. 1998'den 2000'e kadar Mezopotamya Kültür Merkezi’nde sinema çalışmaları yaptı, ardından 2000'den 2002'ye kadar Quebec Üniversitesi'nde Fransızca ve Sinema Çalışmaları okudu. Çeşitli belgesel ve kurmaca filmlerde yönetmen ve görüntü yönetmeni olarak çalıştı. 1999 yılında çekilen Ax'ın (Toprak) ortak çalışanlarındandır. 2003-2004’te New York ve New Jersey’de yaşadı, ardından 2004-2006 Michigan, Grand Rapids'de yaşadı. Aaron B. Smith ile Sortie adlı kısa kurgu filmi yönetti. Lanzo'nun Kutusu, 102 dakika, neredeyse tamamen Grand Rapids, Michigan'da yönettiği, düzenlediği ve çektiği evsizler hakkındaki ilk uzun metrajlı belgeseliydi. 2006'da arkadaşı Benjamin Hoekstra ile hem Los Angeles hem de Michigan'da çekilen The Extra adlı kısa metrajlı bir film yaptı. Aralık 2006'dan Temmuz 2007'ye kadar Fas'ta yaşadı ve Kazablanka'da Hind Benchekroun ile Turtle Productions adlı bir prodüksiyon şirketi kurdu. Mermer ve Benchekroun, Traces of Time diye kısa bir belgesel, Taxi Casablanca diye uzun bir belgesel yaptılar. Mermer, Temmuz 2007'den beri Montreal'de yaşıyor. 2009’da Kaplumbağalar Yaşlılıktan Ölmez diye bir uzun metraj belgesel çekti ve 2015'te Benchekroun ile birlikte, Avrupa'ya göçe açılan bir kapı olan İstanbul'da dünyanın dört bir yanından gelen mültecilerin yaşamını konu alan uzun metrajlı belgesel filmi Callshop İstanbul'u yayınladı. 2019’de Mermer ve Benchekroun, Xalko adlı son uzun metraj belgesel filmlerini yayınladılar.
Mermer son olarak 2020 de yeni bir kısa film çekti: The Room (Oda).
(Sorularımız yönetmene yazılı olarak ulaştırıldı. Cevaplar ses kaydı olarak verildi ve tarafımızdan konuşma diline sadık kalınarak deşifre edildi.)
1) Bu soruya uzun bir cevap verebilirim, ama biraz kısa kesmeye çalışacağım. Doksan kuşağındanım. 1996’da İstanbul Üniversitesi’ne girdim, sinemayla bu dönemde tanıştım. İç Anadolu Kürtlerindenim, 17 yaşıma kadar köyde yaşadım. Köyümüz çok göç veren bir köydü. Göçmenlik bende bir içsellik yaratmış olabilir. Bir müddet Ankara’da tiyatroyla uğraştım. Resme ve şiire ilgim vardı, bende sanat temayülü olduğunu düşünüyordum. MKM ile tanıştım, bu meyil şekillenmeye başladı, doksan kuşağı üzerine çok etkisi oldu MKM’nin. Duygusallık, nostalji gibi şeyler beni sinemaya itmiş olabilir. Ben daha çok aslında diğer Kürt arkadaşlardan ziyade daha bireysel ve karakter odaklı sinemaya ilgiliydim. İlk filmimiz Ax filmiydi. Kazım Öz’le Dersim’e mekân bakmaya gitmiştik. Bu benim için ilk somut çalışmalardı. Sanırım benim, sanata ve özelinde sinemaya yönelmemi sağlayan birçok faktör vardı. Şimdi Kanada vatandaşıyım, çalışmalarımı orada sürdürüyorum.
2) Devletsiz bir halktan bahsediyoruz, bu sorunun cevabı bu yüzden oldukça güç, çünkü biz bölünmüş bir halkız, dört parçaya değil; dünyanın tümüne dağılmışız. Kanada’da Quebec diye bir eyalet var, orada bile beş on bin Kürt bulunur. Yani demek istediğim TC’nin bize herhangi bir faydası yok, finansal anlamda olacağı da yoktur. Ben bunu normal da buluyorum. Varılan noktaya baktığımızda herhangi bir ilerlemenin olmadığını gördüğüm için meselenin kendi çözümü ancak bizimle mümkün olabilir. Bizim elimizde aslında bir imkân var. Keşke festivaller dışında fonlar olsa, misal Irak Kürdistan’ında. Bizim devrim hayalimiz hüsranla sonuçlandı. Bu kuşağın çocuklarında o günleri işlemek gibi bir düşünce vardır. Ben bunu biraz da yanlış buluyorum. Çünkü dünyada, sinemaya baktığımızda artık klasik manada sinema kavramı ölmek üzeredir. Çünkü eski kriterler kalmadı, eski yönetmen kavramı, film kavramı… bunların çoğu kayboldu, biz hâlâ kuramadığımız bir devletin acılarını işliyoruz. Bence sinema şahsi bir sanattır, toplumsal bir sanat değildir. En azından ben öyle görüyorum; ama Kürt sinemasında bu durum hâlâ toplumsallığa yönelik ve halen savaşın etkilerini çekiyoruz. Ben burada bir problem olduğunu düşünüyorum. Sinema daha çok içsel bir durum ve dünya sineması çok değişti. En son bir kısa film yaptım “Oda” adında, bir de “Xalko” diye Fas’ta çektiğim yaşlılarla ilgili bir film daha var. Sonra Amerika’da bir film yaptım. Şimdi kendi köyüme gittiğimde herkesin elinde telefon var, montaj yapabiliyorlar ve hepsi beni tanıyor; ama hiçbiri benim filmlerimi izlemiş değil. Sosyal medyada takip etmek konusunda çok hevesliler; ama sanat eserleri izlememişler. Bu önemli bir mesele. Böyle bir zamanda yaşıyoruz, bu yüzden yapılacak sinema bunları görmek zorunda. Dünya sinemasının çok gerisindeyiz, bunu bilelim. Bu sinemayı nasıl kuracağız diye soruyor ve hep buna kafa yoruyorum. Ben geleceği göçmen sinemasında görüyorum. Eğer biraz eğitimliyse, yani oradaki Kürtler kendini dünya sinemasına bir şekilde vermişse, karakter sinemasını öğrenmişse bunun güçlü bir sinema yaratacağına inanıyorum. Batının sinemasal ve teknik gelişimi mutlak surette takip edilmeli, bu bize çok şey katacaktır. Tüm bunlardan sonra kendi finansal kaynaklarımızı kendimiz yaratmalıyız, iş insanlarının bu konuda ciddi katkı sunması lazım. Amerika bu konuda iyi bir örnektir. Zenginlerimiz kültürel çalışmalara katkı sunmak yerine daha çok daire sahibi olmayı önemsiyor maalesef. Para var ama böyle bir sektörün içine sokmak zor görünüyor. Ben aslında Kanada’yı terk edip ülkeme dönmek istiyorum, çünkü sanatsal sermayem burada; lakin finansal nedenlerden dolayı oradan ayrılamıyorum. Ben oralara para kazanmak için gitmedim, sırf sinema yapmak için gittim. Üzerimde bir yorgunluk var.
3) Şimdi tabii bu ciddi bir sorun. Yine Kürdistan’ın en iyi festivalinden bahsedelim, Duhok festivalinden. Oraya gittim. Ben orada çok zorluk çektim, çünkü anlaşmak çok güçtü, lehçe farkından dolayı. Bu durum beni çok gerdi, içime kapandım, Türkçe de konuşmak istemiyordum. Bu çok önemli bir sorun, buna bir çözüm bulunmalı mutlaka. Ortak bir dil bulmalıyız. Biraz bizim tembelliğimiz de var, yoksa bir şekilde öğrenirdik, belki de artık her şeyi İngilizce halletme kolaylığına sığınıyorum. Ortak platform oluşturulmalı, misal ben Kürd Araştırmaları diye bir yapının olduğunu bilmiyordum, mailini alınca haberdar oldum, yayınladığınız yazıları okudum, bayağı iyi, çok sevindim. Çok yönlü bir problem bu. Ben şöyle bir şey görüyorum halkımızda: Doksanların psikolojisinin hâlâ halkımız üzerinde ciddi etkilerinin olduğunu görüyorum. Bazı yabancı arkadaşlarıma sordum, neden bizim filmlerimize gelmiyorsunuz diye, onlar da Kürt sinemasında hep savaş, bomba var, hatta Kürtler de böyle bakıyor, biraz bu da etkili demişlerdi. Festivaller dışında ne yapabiliriz, ki festivaller de henüz az sayıda. Mubi, Netfilix var bildiğiniz gibi, bu platformlar önemli, belki benzer platformlar kurulabilir. Mubi gibi bir Kürt filmleri platformu açabiliriz. Tüm filmlerimizi buraya toplayabiliriz. Başka ülkelerin parasıyla yaptığımız filimler o ülkenin hanesine yazılıyor ve bu onlara katma değer sağlıyor. Cesaretli iş adamları gerekiyor, Kürt sinemasının ticarileşmesi gerekiyor elbette ve karakter sineması yapılmalı. Şehir efsaneleri çekmemiz gerekmiyor mu sizce? Her Kürdün bir köyü var ve her Kürt şimdi bir şehirde yaşıyor, şehirde de bir hikâyesi var misal, biraz bunlara bakmak lazım. Şahsın ve bireyin yaşadığı özel meselelere odaklanmak gerek.
4) Bu soruya ufaktan cevap verdim sayılır, biraz karışık cevaplar veriyorum. Ben biraz pesimist bir adamım herhalde, bir Kürt Sinemasının şimdilik olduğunu düşünmüyorum, o karakter sinemasıyla yapılmalı. Savaşın kalıntılarından yapılan bir sinemamız var, bunun değişmesi ve daha insan odaklı olması gerektiğini düşünüyorum. Hep savaş hep zülüm görmek istemez seyirci, misal komedimiz ve mizahımız çok iyi, ama bu işlenmiyor. Biz mizahımızı işlemiyoruz sonra başkaları alıp yan karakterle berbat bir şekilde işliyor. Kendi adıma bunu çok geç fark ettim. Meğer Kürtler hep gülüyormuş, bunu çok geç fark ettim. Bu durumun büyük bir ticari başarısı olur.
5) Bu soruya bir şekilde yanıt vermişim yukarıda sanki. Zaten sorunuza katılıyorum, yaptığınız tespite yani. İnsanlar şimdi sokakta yürüyor ve her birinin kafasında bir dünya var, ben bunları merak ediyorum, bunlar benim için sinemadır. Bireyin eksikliği sinemamızda büyük bir eksiklik. Yapmadığımız şey budur aslında, derdimiz de bu olmalı bence. Misal Ghobadi toplumsal filmlerinde o küçük insanın hikâyelerine odaklanmıştı.
6) Film ismi istemişsiniz, bu biraz zor. Nedense Ghobadi’den başka bir örnek vermem zor görünüyor, belki bir iki kısa film adı verebilirim. Esasında Kürt filmi, Kürt Sineması nedir, bunu da tam anlamış değilim; yani kendi açımdan daha izaha kavuşturamadım. Bu arada Yılmaz Güney iyi bir örnektir, tartışılmaz iyi bir yönetmendir. Çıtayı da çok yükseğe koymuş biri.
7) Bilgi amaçlı belgesel türünde bazı filimler çekilebilir. Bunu daha çok Amerikalılar yaptılar; ama bence hiçbir fayda sağlamadı, sadece ticari başarı sağladılar. Bence bu tür filmlerin sinemaya bir katkısı olmaz. Bu işi kitaplara bırakmak daha iyi olabilir. Ben böyle bir sinemanın yani biyografik filmlerin olması gerektiğini düşünüyorum.
8) Şu an Türkiye’deyim, ne kadar kalırım bilmiyorum. Yazım aşamasında olduğum kendi köyümde geçen beş kısa filimle uğraşıyorum. Kendi köy halkımı filmlerimde oynatmayı düşünüyorum. On iki yaşlarında bir çocuğun gündelik hayatına odaklanan bir çalışma. Bunun yanı sıra Kanada ve Amerika arasında kalan bir Kürt göçmen hikâyesini çekmeyi düşünüyorum. Aslında benim kişisel hikâyem. Bu hikâyenin yazım aşamasındayım.
$Ali Kemal Çınar$
$Ji ber ku hebûna Kurda, wekî gelekî, çawa giredayî sîyasetê ye sinemaya wî jî geridayê sîyasetê bûye û wisa hatiye damezrandin. Refleksekî raste jî.$
Diyarbakır’da doğdu. Dicle Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümü’nü bitirdi. 2004 yılında ilk kısa ilmini çekti. Toplamda on kısa ilmin senaristliğini ve yönetmenliğini yaptı. 2013 yılında kısa film deneyimlerinin etkisinde olan ilk uzun filmi Kurtefîlm/Kısa Film’i çekti. 2015 yılında çektiği Veşartî/Gizli ilmi 15. !f İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film ve SİYAD En İyi Film Ödülü’nü ve 28. Hamburg Kuir Film Festivali’nde Jüri Ödülü’nü aldı. 2017 yılında üçüncü uzun ilmi olan Gênco ile 28. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde ise En İyi Film Ödülü’nü aldı. 2018 yılında Normal adlı projeyle İstanbul Film Festivali Kapsamında gerçekleşen Köprüde Buluşmalar ödülüyle ve Almanya-Türkiye Ortak Yapım Geliştirme Fonu İstanbul Film Festivali- Köprüde Buluşmalar, Medienboard Berlin-Brandenburg ve Hamburg Schleswig-Holstein Film Fonu tarafından desteklendi. Yine 2018 yılında Di Navberê De/Arada ile 2018 Ulusal Yarışma’da Jüri Özel Ödülü ve Duhok Uluslararası Film Festivali’nde ise FIPRESCI ödülünü aldı. 2020 yılında pandeminin ilk haftalarında Dilop/Damla adlı Youtube’da yayınlanan bir seriye başladı ve hâlâ Diyarbakır’da film çalışmalarına devam etmektedir.
1) Na, ez îsal beşdarê festîvala Duhok ê nebûm. Lê dema borî de ez sê sal ser hevda beşdar bibûm. Tenê ez dikarim tiştek bêjim hîn ji Kurda re heye. Ne tenê alî Başûr aliyê Bakur de jî hîn mesela huner, sinema ne hatiye fêmkirin, mixabin.
2) Kurd her gav di tunebûnê da ye. Bi vî rastîbûnê de fîlma yan jî hunerê xwe çêdikin. Ger hîn ne gihiştibe vî fikrê karê wî gelek dijwar e. Gerek zû bi zû bigîje vî astê yan jî mala wî şewitî. Destpêkê da û heya aniha jî ji xeynî havalên hogirên min kes li cem min tune bû. Başe ku ew hebûn û hîn jî hene. Vî rastiyê jî em bizanibin sinema tenê wisa nayê çêkirin budçekî mezin dixwaze. Em di vî derfetê de tevgeriyen li gorî wî me hunere xwe çêkir, kêm zede. Ji bo ku em qala pergala sînemayê bikin bi hewldanê kesatî nayê avakirin. Ji bona pergalêkî çêbibe gerek bi pişgiriya gel û bi sermayakî hurt re were avakirin . Yan jî asta me ewê her gav bi serkeftinên takakesî de bimîne.
3) Dema ziman tê hilbijartin jixwe tu temeşevanê xwe jî di hilbijirî. Ji bo ku bigîje her kesî destpêkê da gerek ziman bê guhertin. Di zimanê xwe de israr kirin giringe bo min. Ji ber wî di vî çerçovê da ez dixwazim bigîjim temeşevanan û vî rastiyê gerek em fêm bikin li gorî wî tevbigerin. Gerek tiştekî hevparî jî li gorî wî çêbibe ew jî mixabin temeşevana zede nake, kêm dike. Her tiştî din ava popularîtê de bi fikrandin ew jî qet li gorî min nîne.
4) Demekî dirêje em di vî niqaşê dikin û baş e ku dem hîn tiştan dîyarkiriye. Encamê da em dikarin bibên fîlmê Kurdî û sînemakî Kurdan heye. Heya demekî dîsa em dikarin bibêjin hevparêkî jî heye an jî zimaneki pê girtiye. Lê ev ziman gelo hat xirab kirin an jî pejirandin. Em dikarin edî li ser vîya bi axivin. Lêgerînekî wî heye ew jî aniha nayê dîyarkirin. Ez dibêm herî baş eve ku hêjî sînemaya Kurdî xwe neditiye. Ew jî hêvîkî mezin dide me.
5) Ji ber ku hebûna Kurda, wekî gelekî, çawa giredayî sîyasetê ye sinemaya wî jî geridayê sîyasetê bûye û wisa hatiye damezrandin. Refleksekî raste jî. Him Kurd dixwaze xwe bide qebûl kirin him jî hunerê xwe dixwaze bide qebûl kirin. Fikir li ser siyasetê ava bûye, alîkî de jî gelek normal e. Bi sala rewşa vî endîgariye de tevgeriyaye ji ber wî hunerê wî jî wek jiyana wî tevgeriyaye. Destpêkê de qada huner û siyaset dibe ku ji hevdû neveqetibin lê demekî şûnde sîyaset di hunerê de çiqas veşartî be ewqas ew ê hunerekî xurt derkeve. Ew jî giredayê takekesiyê ye. Piskirekê her aliyê jîyanê, hebûna mirov, tevgera civak hwd?. gerek bibe mijara sînemayê. Kêm zede mînakê wisa derdikevin, dibe ku van mînaka zêde bin ku zimanekî nû derbikeve.
6) Sinemaya Kurd hîn takekes nebûye jiber wî ye ez dibêm. Heya vî astê derbas nebe bawer nakim jî huner vegere li ser xwe û qala kesekî bike. Wekî biyografî ez qet nefikirîm lê tiştek wisa derkeve pêşiya min dibe ez ê qet tengasî nejîm.
7) Kilamek Ji Bo Beko, Vodka Lemon, Dema Hespê Serxweş, Dûr,
8) Min fîlmekî nû qedand, ez benda wî me ku derkeve festîvalekî û bigîje temaşevanan.
$Mehmet Salih Demir$
$Senarist istediği kadar kaçsın; içinde bulunduğu toplumdan, toplumun sıkıntılarından, zaman ve mekândan kaçamaz. Senaryonun kılcal damarlarına siner.$
Mardin’in Nusaybin ilçesinde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada gördü. 2004 yılında Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesini bitirdi. 2003-2008 yılları arasında klasik müzik ve plastik sanatlar (resim ve heykel) eğitimi aldı. 2008-20012 yılları arasında Diyarbakır Sinema Kulübü'nde film okuma ve film analizleri yaptı. 2012-2014 yılları arasında Cegerxwin Sinema Akademisinde sinema eğitimi aldı. 2013 yılında “Sineklerin Anı” adlı ilk kısa filmini çekti. Bu kısa filmle çeşitli festivallere katıldı. İlk uzun metrajlı filmi Cano‘yu 2017 yılında yaptı. Cano, 2017 İstanbul Film Festivali’nde Köprüde Buluşmalar bölümünde Başka Sinema ve Paz Film Ajans Pazarlama ödüllerini aldı. Cano, 2018 London Kürt Film Festivalinde Avrupa prömiyerini yaptı. Cano 2018 yılında İstanbul, Ankara ve İzmir'de Başka Sinema salonlarında gösterildi. İkinci Uzun metraj Filmi Hazine 2020 İstanbul Film Festivali Köprüde Buluşmalar Proje Geliştirme Bölümünde SE-YAP Ödülü aldı. Demir, halen Diyarbakır’da bazı arkadaşlarıyla işbirliği içinde filmler yapmaya devam etmektedir (Ali Kemal Çınar, Ramazan Aygürt, Mazlum Demir, Lütfü İrdem ve diğerleri).
1) Buna tam olarak net bir cevap verebileceğimi sanmıyorum. Kendiliğinden oldu desem yanlış olmaz sanırım. Anlatmak istediklerimi en iyi nasıl anlatırım sorusunu kendime sordum elbette. Buna bazen resim, bazen edebiyat, bazen de müzik cevabını versem de sinema hepsini kapsıyor. Disiplinler arası yolculuk sonucunda son durak sinema oldu diyebilirim. Beni film yapmaya götüren his, kaybolmama kaygısıydı. Roy Anderson’ın dediği gibi, insanlar yeryüzüne geliyorlar, otuz yıl bir işte çalışıp sonrasında kayboluyorlar. Bu çok acı ama gerçek. Günümüz toplumunda bu döngüyü kırmak ancak sanat sayesinde olur diye düşünüyorum.
2) Bu uzunca konuşulması gereken bir konu. Çekim öncesi, çekim aşaması ve çekim sonrası olarak üç başlık altında ele alırsak, her bir aşama için saatlerce konuşulabilir. Örneğin filmin fikir olmaktan çıkıp senaryoya dönmesi konusu her ne kadar senaristte bitse de normal şartlarda bunun bile desteklenmesi evrensel bir durum. Evet, soruda da değinildiği gibi destek yok denecek kadar az. Şimdiye kadar hep kendi yağımızda kavrulduk. Çoğu filmimizi imece usulüyle bitirdik. Aslında bunu sevdiğimi itiraf etmeliyim. Saf duygularla ürettiğin ürün saf oluyor. Şimdiye kadar yarattığımız bütün filmlerde bu amatör ruhu görmek mümkün. İlerde şartlar olgunlaşır, daha büyük prodüksiyon imkanları elde eder ve film çekersek umarım bu duyguyu kaybetmeyiz. Çektiğimiz sıkıntıların çözümü veya desteklerin artması için bir önerim yok. Açıkçası buna kafa yormamayı tercih ediyorum. Daha çok üreteceğim şeye odaklanmayı tercih ederim. Kaldı ki yazarken zaten çekim aşamasını ve elimizdeki imkânları düşünerek yazmaya çalışıyorum. Bu bir nevi oto-sansür olarak algılanabilir; ama bir İran halısını değerli yapan şeyin üretenin duygu dünyası kadar koşulların ve yasakların sertliğidir diye düşünüyorum.
3) Üretilen ürün iyiyse eninde sonunda gün yüzüne çıkar diye düşünüyorum. Günümüzde seyirciye ulaşmak çok zor değil (internet, film platformları…) ancak üretimin devamı filmden aldığın dönüte de bağlıdır. Kendi imkanlarımızla yine film çekeriz, buna dair bir kaygım yok ama bu işin bir sektöre dönüşmesi gerekir. Sektör büyürse üretim artar, üretim artarsa nitelik de zamanla artar. Şu an Kürt Sinemasında üretim endemik bir durumda. Dil konusuna gelince, üretim ve paylaşım artarsa zamanla bunun da gelişeceğini düşünüyorum.
4) Bir filmin Kürtçe olması ya da filmde Kürtçe konuşanların olması o dilin sinemasını yaratır mı, emin değilim. Böyle olunca Yılmaz Güney’in Yol, Sürü gibi filmlerini nereye konumlandıracağız? Kürt sinemasından bahsedebilmek için uzun bir zamana yayılmış ve kodlarına kavuşmuş bir sinemasının olması gerekir. Şu an yer yer ortak kodlar olsa da topyekûn bir Kürt Sinemasından bahsetmek zor.
5) Şahsen amaçladığım şey insanı evrende ontolojik bir varlık olarak ele almaktır. Bunu Cano filminde elimden geldiğince işlemeye çalıştım. Ancak şunu itiraf etmeliyim: Senarist istediği kadar kaçsın; içinde bulunduğu toplumdan, toplumun sıkıntılarından, zaman ve mekândan kaçamaz. Senaryonun kılcal damarlarına siner. Hatta bazen o kadar belirginleşir ki asıl konu, dokunun yanında kaybolup gider. Bundan dolayı bunun farkında olarak üretmeye çalışıyorum. Ayrıca kaçmak gerekiyor mu? Emin değilim. Evet çoğunlukla toplumsal ve siyasal sorunlar odaklı bir üretim var halihazırda. Bundan şikayetçi değilim. Şikayetçi olmak yerine bu tarz üretime neden olan sorunların giderilmesi üzerine kafa yormak daha doğru olur. Hayatta biriken enerjinin sanata yansımasını görüyoruz.
6) Yol - Yılmaz Güney
Sarhoş Atlar Zamanı - Bahman Gobadi
Votka Limon - Hüner Selim
Veşartî - Ali Kemal Çınar
7) Epeydir üzerinde düşündüğüm bir konu. Evet onlarca örnek var. Sinemacı arkadaşlarla bu konuyu konuştuğumuzda büyük bir eksiklik hissediyoruz. Sonra geçmişe dönüp “İyi ki dengbêjler var” diyoruz. Onlar bu olayları kaydetmeseydi şu an hiçbirinden haberdar olamazdık. Günümüzde dünya sinemasının da buna eğildiğini görüyoruz. Bence bu konuda çok şanslıyız. Belki bir gün Mîradê Kinê’nin Şerifê Temo adlı eserinin uyarlamasını sinemada görürüz. Kim bilir?
8) Şu an senaryosunu yazdığım Hazine adlı ikinci filmim üzerine çalışıyorum. Geçen yıl, 2021 İstanbul Film Festivali Köprüde Buluşmalar Proje geliştirme bölümünde SE-YAP ödülü aldı. Çekime hazırlamaya çalışıyoruz. Şartlar olgunlaşırsa temmuz ayında çekmeyi planlıyoruz. Ayrıca yazmakta olduğum bir dizi film senaryosu var elimde.
$Bingöl Elmas $
$Sürekli ölüm kalım derdinin olduğu bir coğrafyada sinema ve sanat ister istemez daha politik olup büyük tabloyu tarif eden yerden hareket ediyor.$
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü mezunudur. Ulusal yayın yapan çeşitli televizyon kuruluşlarında çalıştı. Belgesel sinema alanında, mesleki örgütlenme yapan BSB Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği’nde 8 yıl çalıştı. Atölyeler, çalıştaylar, konferanslar ve tüm Türkiye coğrafyasına yayılmış belgesel gösterimlerinin organizasyonlarında görev aldı. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali’nin düzenleme komitesinde yer aldı. Çeşitli kuruluşların düzenlediği belgesel sinema atölyelerinde eğitmenlik yaptı. Asmin Film isimli yapım evinde, belgesel sinema alanında yönetmen, yapımcı, metin yazarı olarak üretimler gerçekleştiriyor. İlk filmi “Ağustos Karıncası” ile Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Belgesel Ödülü aldı. Çalışmalarından dolayı 9. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivalinde Bilge Olgaç Başarı Ödülü verildi.
$Filmografya$
2014 Komşu Komşu! Huu (Belgesel, Yönetmen, Metin Yazarı)
2013 Bir Avuç Toprak (Belgesel, Yapımcı, Yönetmen)
2012 Evcilik (Belgesel, Yapımcı, Yönetmen)
2010 Pippa'ya Mektubum (Belgesel, Yönetmen, Metin Yazarı) Romanya Uluslararası Film Festivali / Ro – IFF En İyi Belgesel Ödülü
2010 Boston Kültür ve Sanat Festivali En Iyi Belgesel Ödülü - 2010 - Boston -!F
2008 TransAsya (Belgesel, Yönetmen, Yapımcı)
2005 Ağustos Karıncası (Belgesel, Yönetmen, Yapımcı)
2005 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Belgesel Ödülü.
1) Marmara Üniversitesi İletişim bölümü mezunuyum; ama sinemayla ilişkim daha çok alaylı bir ilişki. Üniversitelerdeki sinema eğitimlerinin pek iyi olduğunu düşünmüyorum, hele belgesel yapım meselesinin daha zayıf olduğu kanısındayım. Önceleri ilgim ve işim daha çok gazeteciliğe yönelikti. Sonra Belgesel sinemacılarla çalıştım. Belgesel sinemanın tam da istediğim, murat ettiğim şey olduğunu fark ettim. Dediğim gibi kendimi daha çok alaylı olarak görüyorum.
2) Aslında Kürdistan’da sinemayla ilgili çok güzel gayretlerin olduğunu biliyorum. Bu gayretler ve kurumlar hep devlet tarafından akamete uğruyor. Bu baskılar bir sinema bakiyesinin oluşmasına hep engel teşkil ediyor. Festivallere fazla odaklanıyoruz kanımca, bu enerjiyi uluslararası standartlarda bir kurum açmak için harcasak çok daha etkili olacaktır. Ve bu kurumun mutlaka özerk olması gerekir. Yurt dışında küçük vakıfların bile sinema destek fonları var, bizim de buna benzer çalışmalar yapmamız lazım. Böylece özgün hikâyelerimizi çekme ve yaşatma şansımız olur. Kürt sineması ister istemez politiktir. Politik bir hikâye olmasa dahi, seçtiği dilden dahi politik olarak algılanıyor. Bu yüzden bize ait fonların ve destek mekanizmalarının olması gerekir.
3) Yani açıkçası şu anda sorunuzla düşünmeye başladığım bir şey. Bu alanla daha iyi ilgilenip kafa yoran insanlar vardır. Kendi kurgucumuzla Kürtçe anlaşamadık mesela, bu biraz da belki benim Kürtçemden kaynaklanıyordu. Bu durum çok acı ve kötü bir şey. Baskın hegemonik diller diğer dilleri baskılıyor. Ama dilimizi bilmiyoruz, dilimizi kurslarda öğrenmeye çalışıyoruz. Bu gerçekten çok kötü bir şey. Yani sorunuzda söylediğiniz gibi bu konuda ciddi sıkıntılar var.
4) Bu konuda kararı ya da çerçeveyi çizecek kişiler biz değiliz. Bence akademinin cevaplayacağı bir şey. “Bir Kürt sineması var mı?” sorusu önemli. Bu alanda ciddi bir üretim var her seferinde, bu yoklukta bu denli can derdinde olan bir yerde böylesine harika şeylerin üretiliyor olması şaşırtıcı ve çok değerlidir. Üslup, biçim, konu ve imge seçimi bakımından bir ortaklık var ama dediğim gibi işin uzmanının cevaplayacağı bir şey.
5) Çünkü yükümüz çok, bagajımız dolu, can derdimiz var. Sürekli ölüm kalım derdinin olduğu bir coğrafyada sinema ve sanat ister istemez daha politik olup büyük tabloyu tarif eden yerden hareket ediyor. Yine de uçurumdan düşerken bile bireysel bir şeyle uğraşıyoruz, yani bir şekilde hayat devam ediyor, hayata içrek komikliği, trajik komikliği kaçırmamak lazım. Bu yüzden dünyanın bütün yükünü sanata aktaramayız, bu şahsi meseleleri kaçırmamak lazım yoksa Küçük Emrah’a, Bergen’e döneriz. Ben asık suratlı belgeseller yapmak istemiyorum. Hayatın atan nabzını bu büyük hikâyeler içinde mutlaka görmeli ve aktarmalıyız. Misal kadınlarla ilgili filimler yapılıyor, politik ve gerçeklik adına o kadar talihsiz şeyler yapılıyor ki; keşke yapılmasaydı diyesi geliyor insanın. Küçük öykülerin ihmal edilmemesi gerekir.
6) Önümüze düşen acil hikâyelerden geçebilsek belki bu türlere odaklanabiliriz. Bu konuda eksiklik var mı bilmiyorum ya da bu durum nasıl okunur onu da tam kestiremiyorum. İşin esası tarihimizi de pek bilmiyoruz. Ama epik biyografi denilince tarihi kahramanlardan çok misal bir Ayşe Şan’ı anlıyorum ben. Bu tür hikâyeler olsa belki daha makul şeyler çıkar. Daha sade, daha kişisel hikayeler… Yani büyük kahramanlıklardan çok bu tür karakterler işlenebilir. Aslında biyografi hikâyeleri riskli konular ya karakterine âşık olma yönünde ya da propagandatif yapımlar oluyor genellikle bunlar.
7) Film önermekte çok zorluk çekeceğim, çünkü bu bana çok güç geliyor. Ne desem yanlış ya da eksik söylemiş olacağım, bu yüzden film önerisini es geçelim lütfen.
8) Garip bir şekilde çok yoğun çalışıyorum; ama filmografim hep 2014’te takılı kalmış. Belalı bir projem var, altı yıldır uğraşıyorum ve bir türlü bitmedi. Roboski’de yaşayan Karadenizli eski bir askerin hikâyesi. Askerin militarizm karşıtı bir aktiviste dönüşmesi üzerine. Yeni Han, Aksaray’ın dönüşmesi üzerine bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Yani bir han hikâyesi üzerinden çeşitli halktan mültecilerin hayatına odaklanmak istediğim bir proje. Bunların hepsi belgesel elbette.
$Hüseyin Tabak $
$Kürt yönetmenlerinin filmlerinin çoğunda siyasi konuların işlenmesi çok normaldir. Ama bana kalırsa, artık yeni nesillerin bu konuları aşması lazım.$
Almanya’da yaşayan yönetmen Yılmaz Güney hakkındaki ‘Çirkin Kral Efsanesi’ adlı belgeseli 3. Beyond The Borders Festivali’nde ‘en iyi tarihsel belgesel ödülünü’ kazanmıştır. Kahramanmaraş doğumludur. Tabak halen Viyana Film akademisinde okumaktadır. Kamerayla 13 yaşında tanışan Tabak, film akademisine kabul edilene dek birçok zorlu yoldan geçmiştir. Okula başlamadan önce 12 kısa metraj film yapmış, Cheeese filmiyle birçok ödül almıştır. Tabak’ın, Avusturyalı yazar Milo Dor’un romanından uyarlanmış bir filmi ile Yılmaz Güney’in belgeseli projeleri var. “Güzelliğin On Par Etmez” filmiyle Antalya film festivalinde başta en iyi film ödülü olmak üzere 12 ödül kazanmıştır.
$Filmografya$
Gipsy Queen - 2019 (Uzun Kurmaca)
Balkondaki At (Das Pferd auf dem Balkon) - 2012 (Uzun Kurmaca)
Güzelliğin On Par’etmez - 2012 (Uzun Kurmaca)
1) Çocukken, hep kendime hikâyeler anlatmayı zaten severdim. Okul yolunda, yatmadan önce vs. Ve öteki günlerde de hikâyeleri devamını anlatırdım, bitene kadar. O zamanlar, babamın bir kamerası vardı. Yaz tatillerinde Almanya’dan Türkiye’ye giderken, oradaki ailemizi ve çevreyi çekerdi. O kamerayı on üç yaşımdayken ondan bir defalığına aldım; ama bir daha da vermedim ve bütün gençliğimi kameraya çektim. Ardından yirmili yaşlarımda, çokça çektiğim 200 saatlik kasetlerde, bir kurgu programı indirerek, yedi dakikalık bir özet kurguladım, arkadaşlarıma gösterdim. Çok duygulandılar, ondan sonra, sinemada çalışmaya ve sinema okumaya karar verdim.
2) Almanya’da yasadığım ve çalıştığım için, burada sinema ile ilgili sorunlarımızı Türkiye’deki arkadaşların sorunlarına denk göremeyiz. Almanya’da güçlü bir fund (sinemaya ayrılmış devlet destekli fonlar) sistemi var. Ama artık Almanya’da da anlatma özgürlüğü kapitalizme karşı yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor. Demek istediğim şey, Almanya’da fund alıp, kişisel herhangi bir hikâye anlatamıyoruz. Bu yüzden Kürdistan’da olsun, Türkiye’de olsun Kürt halkına dair filmler çekemiyoruz, çünkü Almanya’dan finansal destek alırsanız, yine Almanya’da harcamanız gerekiyor. Aynı zamanda burada korkunç bir “göç modası” var. Mesela şu an Ukraynalılarla ilgili bir film yapmak isterseniz, fund’u hemen alırsınız. Özetle hangi toplum medyada “moda” ise, onun için finansal destek alabilirsiniz. Bununla ilgili yaşadığım bir deneyimi aktaracak olursam, bir süre önce Yılmaz Güney belgeselini Mehmet Aktaş’la birlikte çektik. Almanya’da Güney çok iyi tanınan bir sima. Neredeyse beş ila yedi milyon kişi onu ve sinemasını bilir. Fakat film için yaptığımız sekiz fund başvurusundan yedisi ret ile sonuçlandı mesela.
3) Bana kalırsa kesinlikle bir “Kurdish Films” temalı büyük bir kurum veya organizasyon lazım. Bu kurum hiçbir ülkeye ait olmayan ama Kürt sinemacıların filmlerini temsil eden, aynı zamanda bir sanat gücü olarak varlığını duyurabilecek, Kürt halkını temsil edebilecek bir şey olmalıdır. O zaman Kürt halkı da Kürt sinemasına daha çok sahip çıkacaktır zannımca.
4) Şu an çok iyi genç erkek ve kadın yönetmenler ortaya çıkıyor. Kürdistan bölgesinde olsun, Avrupa, Kanada vs. inanılmaz yeni bir jenerasyon ile karşı karşıyayız. Tabi ki, filmler ana dil olarak Kürtçeyi görünür kılmayabiliyor maalesef. Ama yine de ister Norveç’te yaşayan bir Kürt yönetmen isterse de İtalya’da, Türkiye’de ve Kürdistan’da yaşayan bir yönetmen olsun, Kürtler yapılan filmlerde aynı duygu ve hisleri bulabiliyor. Bu yüzden bizi birleştiren kaderimiz ve kültürümüz. Ne kadar farklı diller kullansak da.
5) Zaten Kürt olarak doğarsanız, ister istemez siyasi olarak doğuyorsunuz. Çünkü ana diliniz halen birçok yerde yasak, kimliğiniz yok ve dışarıda Kürt değil; Türk, Alman, İngiliz olarak tanınıyorsunuz. Onun için, Kürt yönetmenlerinin filmlerinin çoğunda siyasi konuların işlenmesi çok normaldir. Ama bana kalırsa, artık yeni nesillerin bu konuları aşması lazım. Misalen bir Kürt yönetmeni artık komedi, aksiyon veya gerilim filmi yapabilir. Şehirciler (orta sınıf kastediliyor) belki de bu ağır siyasi dramlardan bıkmış olabilir. Belki filmlere yeni renkler, anlatma tarzı getirip şehircileri kendilerine getirebiliriz.
6) Yol - Yılmaz Güney
Kaplumbağalar da Uçar - Bahman Ghobadi
Parinawa la Ghobar - Şevket Emin Korki
Min Dît - Miraz Bezar
Kilometre Zero - Hiner Salem
7) Epik anlatım tarzı 50’lerden 90’ların sonuna kadar “Büyük Sinema” diye anlatılıyordu. Misal Spartacus, Godfather veya Gladiator bu anlatıya örneklem olarak gösterilir. Ama internet zamanında (YouTube özellikle önemli bir mecra oldu) insanların artık uzun uzun oturup film izlemediklerine dair garip bir his var, fakat ben öyle düşünmüyorum. Aslında halen seyirci, yavaş bir anlatımı benimseyerek, kent ortamı dahilinde o karanlık sinema salonunda kendini başka bir dünyaya verebiliyor. Onun için Kürt epik filmleri kesinlikle gereklidir ve yapılmalıdır da. Bu biyografik filmler için de geçerli. Ayrıca hatırlamak önemli olacaktır, sinema bir kitap veya resim değildir. Sanatçı bir biyografi filmi yaparsa, bunu kendi diliyle anlatması lazım ve onun için sanatsal özgürlüğünü kullanmalı, her şeyi bire bir kopya etmesine gerek yoktur.
8) Şu an Almanya’da geçen bir Alman dizisi bitirdim ve nisanda Cannes Series’de gösterilecek. Ayrıca ilk kez bir Alman gişe filmi yaptım ve o da umarım sene sonu Almanya’da sinemalara çıkacak. Ama aynı zamanda, kendime özgü Kürt hikâyeleri ve göçmen hikâyeleri üzerine çalışıyorum ve umarım yakın vakitlerde bunlara başlayabilirim. Öncesinde de anlattığım gibi, Almanya’da filmler yaparsanız, uymanız gereken birtakım kurallar var. Fakat bir sinema gücünüz, isminiz olursa, istediğinizi yapabilirsiniz. Onun için yükseklere tırmanmam lazım ki, kendi özüme daha çok yaklaşabileyim.
$Ferit Karahan$
$Şu anki sorunlarımızın büyük bir kısmı politikadan kaynaklı olduğu için diğer türler çok fazla şans bulamıyor. Gerek Türkiye’nin batısında gerek dünyada bizden beklenen aslında gazetecilerin yapması gereken üretimlerdir.$
1983’te Muş’ta doğdu. Marmara Üniversitesinden mezun olduktan sonra reklam ve tanıtım filmleri çekti. 4 yıl sinema filmlerinde yardımcı yönetmen olarak çalıştı. Kısa filmleri “Tufandan Önce” ve “Yusuf’un Rüyası” 50’den fazla festivalde yarışıp ödüller aldı. İlk uzun metraj filmi “Cennetten Kovulmak” Antalya Uluslararası Film Festivali’nde “En İyi Film” ve Ankara Uluslararası Film Festivali’nde “Mahmut Tali Öngören Özel Ödülü’nü aldı. Okul Tıraşı yapımı, Berlin Film Festivali’nin resmi seçkisine seçildi ve FIPRESCI ödülünü aldı. Aynı filmle ulusal ve uluslararası onlarca ödül aldı.
1) Üniversitedeyken politik bir guruptaydım. Yeni gelen öğrencileri örgütleme görevi verilmişti bana ve ben film gösterimi organize etmeye çalışıyordum. Ama altta yatan amacım, sineması olmayan bir yerde doğup büyümenin verdiği eksiklikle öğrenci arkadaşları toplayıp sık sık sinemaya gitmekti. Ben de ucuz bir sinema arıyordum ve bir derneğin alt katında film gösterimleri yapıldığını öğrendim. Bütün arkadaşları toplayıp sinemaya gittik. Sanırım 40 kişiydik. Film başladı ve izlemeye başladık. Salonun neredeyse tamamı yarım saat dayanabildi; ama hâlâ benim için en iyi film olan Zerkalo (Ayna) filmini izleme şansını bu vesileyle bulmuştum.
2) Dünyadaki çağdaşlarımızın yaşadığı sorunlardan farklı olarak üç temel durumdan bahsedebilirim. Ben kişisel olarak ilk filmimden sonra yaşamasam da, en büyük zorluk ekonomik sanırım. Dünyadaki diğer sinemacılar da bu sorunu yaşıyor; fakat Kürt yönetmen ve yapımcılar katbekat daha fazla yaşıyor. İkincisi, çekim için bir yerden izin almak. Öyle bir hal almış ki, reklam bile çekseniz, Kürt olduğunuzu bilen bazı kurumlar asla izin vermiyorlar. Bir de, setteki zorluklardan bahsetmeliyim: ben kendimi deneyimli bir yönetmen olarak görüyorum ve sözle olmasa da, bakış ve sizden deneyim, bilgi ve hiyerarşi anlamında daha düşük olan birilerinin alttan alta uyguladıkları ve hissettirdikleri ırksal olarak kendisinden aşağı görme duygusuna maruz kalıyorum. Her ne kadar itiraf edilmese de laf aralarında, dil sürçmelerinde ya da zor bir istekte bulunduğunuzda hemen patlak veriyor bu durum. Örneğin ekibinizle küçük bir Kürt şehrinde çekim yaptığınızda herhangi bir şey istemeniz ekibe büyük bir sorun gibi geliyor, çünkü varlıklarıyla oraya gelmelerini bir “lütuf” olarak görüyorlar.
3) Uzun yıllar Kürt sinemacılar birbirlerine düşman ve birbirlerini ayağı kaydırılması gereken rakipler olarak gördüler ve ciddi sorunlar yaşadılar/yaşadık. Kimse kimsenin düşmanı değildir ve bunu öğrendiğimiz vakit bütün sorunlar çözülecektir. Dayanışmadan ve politik birlikten bahsetmiyorum: aynı merkezde ve siyasi çizgide toplanmamız gerekmez. Doğru olan, daha amorf ve bireysel çıkışlardır. Çünkü önlenemez olan bu olacaktır. Herkes durduğu yerde film üretirse bu tür sorunlar kendiliğinden yok olacaktır.
4) Bir Kürt sinemasından bahsetmek için Kürt filmleri izleyen bir izleyiciden bahsetmemiz gerekir. Henüz öyle bir izleyicimiz yok ve bunun dışındaki bütün dil, mekân ve sanatsal kontekst tartışmaları sübjektivite içerir. Çünkü esas olan izleyicidir. Örneğin pür bir Amerikan ya da Fransız sinemasından bahsedemeyiz. Çok farklı türlerde filmler üretiyorlar. Bizim de bunu dikkate almamız gerektiğini düşünüyorum.
5) Şu anki sorunlarımızın büyük bir kısmı politikadan kaynaklı olduğu için diğer türler çok fazla şans bulamıyor. Gerek Türkiye’nin batısında gerek dünyada bizden beklenen aslında gazetecilerin yapması gereken üretimlerdir. Sadece sinemada değil, 70 sonrası doğan bütün kuşaklar çok politik olduğu için doğal bir seleksiyon gibi duran bu durum, bana da ciddi rahatsızlık veriyor. Son filmimde bir parça da olsa aşmaya çalıştım ve kendi adıma bu fazlasıyla politik kontekst barındıran öykülerden kaçınmaya çalışıyorum. Çünkü politik doğruculuk her zaman sanatsal üretimin konusu olmak zorunda değil.
6) Siz 5 istediniz ama ben daha fazla filmi beğeniyorum. Benim sıralı olmayan listem şu şekildir;
Dema Hespen Serxweş (Sarhoş Atlar Zamanı) - Bahman Ghobadi
Yol - Yılmaz Güney
Sirta la gal ba (Whisper with the Wind) - Shahram Alidi
Min Dît - Miraz Bezar
Dondurma ve Suçlular - Serhat Karaaslan
Vodka Lemon ( Huner Saleem)
Genco – Ali Kemal Çınar
Mahi va gorbeh (Fish & Cat ) - Shahram Mokri
Dûr - Kazım Öz
Küçük Özgürlük - Yüksel Yavuz
7) Epik anlatıların çok olduğu bir toplumda illa bunu baz almak gerekmez. İlk sebeplerden biri, ekonomik olarak buna hazır değiliz. Bir diğer mesele ise film üretim aşamalarında bir Amerikan taklitçiliği bana kötü geliyor. Spesifik tema ve biçimi sağlayan filmler, bana daha fazla heyecan veriyor. Epik anlatıların minör düzlemde işlendiği filmler bana daha zihin açıcı geliyor.
8) Şimdilik 2023-24 gibi çekmeyi planladığım bir şeyler yazıyoruz; ama nihayetinde somut bir hikâyeye ve biçime ulaşabilir miyiz bilmiyorum.
$Savaş Boyraz $
$Sömürge gerçeği Kürtlüğü ontolojik olarak belirleyen bir durum. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak sinemamızı da belirliyor.$
1979 yılında İstanbul’da doğdu. 1996-2006 yılları arası Mezopotamya Sinema Kolektifi içerisinde yer aldı. 2009 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nden mezun oldu. 2012 yılında İsveç Stockholm’da bulunan Konstfack Sanat ve Tasarım Üniversitesi’nin Kamusal Alanda Sanat Master Programından mezun oldu. 2013 yılında, bitirme projesi olarak ürettiği ‘’Rû bi rû’’ fotoğraf ve video işi ile Hasselblad Foundation Yeni İskandinav Fotoğrafı Victor Hasselblad ödülünü aldı. 2013-2019 yılları arasında çeşitli sanatçı rezidansı programları aracılığı ile ABD, Almanya, Hollanda ve Norveç’te bulundu. Bu süre boyunca yazar ve yönetmen Hito Steyerl’e asistanlık yaptı.
1) Sinemaya, Mezopotamya Sinema Kolektifi ile başladım. Doksanların politik ortamında genç bir sinema öğrencisi olarak İstanbul’daki kültür çalışmalarına katılarak Kürtlerin kurumsal varlığına katkı sağlamak istedim. Bu yolculuk uzun sürdü. Bu süreçte kendimizi ve sanatını yaptığımız halkı tanıdık. Kürtler için sinemanın henüz emekleme aşamasında olduğu o yıllarda, kolektif olarak dünya sinemasını tanımaya ve kendimizi teknik ve felsefi olarak geliştirmeye çabaladık. Başka halkların sinema ile kurdukları dünyaları gördükçe bu yeni sanatın Kürtlerin de hizmetine girmesi için daha da şevkle çalıştık. Bu kolektif sanat ortamında sinema ve sanatla tanışmış oldum. Kolektif içindeyken dahil olduğum işleri saymazsak, doğrudan klasik sinemanın anlam alanına girmeyen görsel işler üretiyorum. Ama tematik olarak aynı yolu başka araçlarla kat etmeye çabaladığımı söyleyebilirim.
2) Destekler ve imkânlar konusunun abartıldığını düşünüyorum. Bu tartışma, sinemayı ‘büyük hikâyeler’den ibaret görmenin yan etkisi. Oysa neredeyse sadece kişisel bütçelerle yapılabilecek birçok ‘küçük hikâye’ var. Ülkedeki sinemacıların kamusal destek alabilecekleri günler uzak. O günler hiçbir zaman gelmeyebilir.
3) Günlerimizin büyük bir kısmını irili ufaklı ekranlara bakarak geçiriyoruz. Kürt sinemasının online alanda sürdürülebilir bir varlığı olmalı. İşleyen bir pazar ya da daimî bir kamusal destek olmadan filmlerin dolaşım sorununu çözmek çok zor. Bunun yanında birçok şehirde sinema bile yok. Her şeyimiz gibi, sinemamızın kurumsal dağıtım sorunu da politik bir sorun. Online alanda ise kişisel ve grupsal çabalarla sonuç alıcı işler yapılabilir. Herkesin avucunda bir sinema salonu varken bu alanı kullanmamak yazıktır.
4) Kürt sinemasının repertuarı oldukça genişledi. Dört parçadan sinemacılar ve diasporada yetişmiş yönetmenlerle birlikte artık bir aile değil, büyük bir aşiret gibidir Kürt sinema camiası. Dilimiz klasik. Öykü odaklı, klasik dramaturgi ile akan ‘ciddi’ filmler yapıyoruz. Farklı biçimsel eğilimlere rastlamak zor. ‘Derdimizi’ anlatmanın sadece bir yolu var sanıyoruz belki de.
5) Bir önceki soruda bahsettiğim ‘dert’ bizi biçimsel ve içeriksel olarak kendine bağlamış durumda. Sömürge gerçeği Kürtlüğü ontolojik olarak belirleyen bir durum. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak sinemamızı da belirliyor.
6) (Cevaplanmadı)
7) Kürt tarihi hâlâ yazılmaya devam ediyor. Epik veya biyografik hikâyelerin oluşabilmesi için bu öykülerin içine oturabileceği bir tarihsel yapıya ihtiyaç var. Devletleşmemiş, dolayısıyla ulus-tarih anlatısını tekilleştirerek kurgulamamış bir halkın sinemacılarının sanki bu ‘master’ anlatı varmış gibi davranıp onun üzerine (fantastik de olsa) başka anlatılar kurmasını beklemek zor. Kürt tarihi dediğimizde aklımıza gelen tek bir doğrusal tarih anlatısının olmayışı aslında bizim için bir şans. Tür olarak ‘epik’ ve (tarihsel) ‘biyografik’ filmlerin izleyici ile kurmaya yeltendiği ilişki ise tekil bir ilişki. Dolayısıyla Kürtlerin tarih mevhumu ile kurdukları ilişkinin ‘çoğulluğu’ ve ‘akışkanlığı’ bu tekil anlatıların ortaya çıkmasına zemin vermiyor. Kişisel fikrim bu türden
8) Yeni bir projeler serisi için uzun süreli bir araştırma içindeyim. Görsel alanın sinema dışındaki kısmından sinemaya doğru bakarak hiçbir zaman sahip olmadığımız görünümlerle sözlüğümüze yeni ilmekler nasıl atılabilir diye soruyorum. Politik gerçeğimizin düşsel görünümlerine bakıyorum.
$Gülistan Acet$
$Kürt sinemasında sinemacılar birer özgürlük neferi olarak görülür ve bağımsızlık savaşı vermeleri istenir. Bunun sanatçılar üzerinde yarattığı baskının da bahsettiğiniz sonuç üzerinde etkisi büyük.$
Uludağ Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü ve Artuklu Üniversitesi Yüksek Lisans mezunu. 2009’dan bu yana birçok projede yönetmen ve yönetmen yardımcısı olarak yer almıştır. 2013 yılında Cennetten Kovulmak filmindeki Narin rolüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünün yanı sıra Karpuz Cenneti adlı filmiyle de “En İyi Kısa Film” ödülünün de sahibi olmuştur. Son kısa filmi “Günah” ile Montpellier Film Festivali’nden En İyi Kısa Film ödülünü almaya hak kazanmıştır. Ortak yazarlığını yaptığı uzun metraj film olan Okul Traşı, Berlin Film Festivali başta olmak üzere ulusal ve uluslararası festivallerde yarışıp birçok ödül almıştır. Yönetmenliğini yaptığı filmlerle çok sayıda ulusal ve uluslararası festivalde yarışıp önemli ödüller almıştır.
$Filmografi$
2013- Karpuz Cenneti – Senarist, Yönetmen (Kısa Film)
2014 – Baharı Beklerken - Senarist, Yönetmen (Kısa Film)
2015 – Günah – Senarist, Yönetmen (Kısa Film)
2013 – Cennetten Kovulmak - Oyuncu
2013 - Hazne Ver (Belgesel)- Al-Jazeera Tv İkinci Yönetmen / Metin Yazarı
2018 – Eski Köye Yeni Adet – TV Filmi – Senarist, Yönetmen
2021 – Okul Traşı – Senarist
1) Üniversite yıllarında bir sinema kulübüne üye oldum ve sinemaya dair teorik bilgiler edinip alternatif sayılabilecek filmler izlemeye başladım. Pratik edinmekle ilgili beklentilerimi karşılamadığı için de bir süre sonra ayrılıp başka alanlarla ilgilenmeye başladım. Okulu bitirip kısa bir dönem öğretmenlik yaptıktan sonra öğretmenliği de Türkiye’de yaşamayı da istemediğime karar verip Londra’da bir okula kayıt yaptırdım. Uzun ve meşakkatli bir süreçten sonra vize görüşmemin olduğu gün şimdiki gibi bir grip salgını nedeniyle yoğun bakıma kaldırıldım ve bir hafta hastanede yattım. Ölüm, çok yakınımdan geçmişti. Ailemin ısrarıyla gitmekten vazgeçtim; ama yaşam daha değerli gelmeye başladı ve artık sadece sevdiğim bir işle meşgul olmaya karar verdim. Öğretmenliğe bir daha hiç dönmedim ve Mezopotamya Kültür Merkezi’nin sinema biriminde sinema eğitimleri almaya başladım. Eğitimler devam ederken ilk kısa filmimi çektim ve diğer öğrenci arkadaşlarımın çektiği kısa filmlerin rejisinde çalıştım. Ferit Karahan’ın Cennetten Kovulmak filminde oynadım. Filmin çekim ve kurgu süresi boyunca hem kamera önünde hem de arkasında ciddi bir deneyim edindim. Bir dizi setinde birkaç ay yönetmen asistanlığı yapıp iki kısa film daha çekmenin ardından ancak profesyonel olarak sinema yapabileceğime ikna oldum.
Film yapmak, benim için kimsenin bilmediği, ancak senin içinde var olduğuna inandığın bir cevheri açığa çıkarmak için bir yol ve böylece bu dünyadan geçtiğini gösterecek bir işaret gibiydi. Neticede hepimiz Gılgamış gibi ölümsüzlüğü arıyoruz. Sinema yapmıyor olsaydım muhtemelen yine yazıyor olurdum, eğitim hayatımın ilk yıllarından beri yazmaya yetenekli olduğum söylendi ve ben de bu yüzden yazmayı hep sevdim. Sinema yapmayı en büyük hayalim ya da bir mucize olarak görmüyorum. Zamanında attığım birkaç küçük adım, işlerin nispeten yolunda gitmesi beni sinemaya itti. Başka bir sanatla uğraşıyor olabilirdim de; ama içinde yazmak olan bir sanat dışında bir şey yapmazdım herhalde.
2) Türkiye’de sanat yapmak herkes için zor; ama içinde Kürt geçen herhangi bir sanat alanında üretim yapmak istediğinizde zorluklar katmerleniyor. Kürtçe sanat yapan herkesin bunu büyük bir özveri, tutku ve borç duygusuyla yaptığını düşünüyorum. Engelleneceklerini, yasaklanacaklarını, ötelenip haksızlığa uğrayacaklarını bilerek başlıyorlar bu işe. Uzun vadede bir dili, kültürü yaşattığını, varlığını tekrar vurguladığını, zenginliğini gösterdiğini hissettiren tatmin duygusu dışında bir getirisi olmayacağının bilinciyle devam ediyorlar bu işe.
Sinema çok pahalı bir sanat ve buna yatırım yapmaya gönüllü insan bulmak neredeyse imkânsız. Evinize kapanıp birkaç malzemeyle bir eser yaratmak, diğer sanatların aksine sinemada pek mümkün değil. Pahalı ekipmanlarla ve bir ekiple çalışmak zorundasınız. İlk filmlerinde maddi sıkıntıları, genelde eşi dostu ekibe dahil edip köyünde, mahallesinde çekim yaparak azaltmaya çalışan bizler gibi sinemacılar, Kürtçe bilip aynı zamanda kamera karşısına geçmeye ikna olacak birilerini (Oyuncu istemek çok lüks bizim için hâlâ) bulmak konusunda maddi kaynak bulmaktan çok daha fazla zorlanıyorlar. Her şeyi; ekip, ekipman, maddi kaynak, dışarıdan bulabilirsiniz; ama Kürtçe konuşabilecek oyuncuyu dışarıdan genelde bulamazsınız. Çocukluğuma dair tüm anılarım Kürtçe; ama profesyonel Kürt kadın oyuncu azlığından dolayı annemi oynayacak kişiyi Türkçe konuşturmak zorunda olmak fikri bile üzerimde bir baskı yaratıyor. Doğası ve ruhu Kürtçe olmayı direten birçok hikâye, bu nedenle başka dillerde ve ruhunu yitirerek çekilmek zorunda kalıyor. Açıkçası azınlık sayılan birçok millette gözlemlediğim, üst kimliğe hayranlık ve kendinden olanı ötelemek duygusundan, elimizdeki imkânları paylaşmak yerine birbirimizle yarışma ve birbirimizin eteğinden tutup aşağı çekme dürtüsünden bir an önce kurtulmamız gerektiğini düşünüyorum. Daha evrensel ve herkesin kendinden izler bulacağı, dışarıdan bakan gözlerin de anlayacağı ve böylece fonlayıp destekleyeceği projelerle maddi kaygıları ve teknik sorunları azaltıp işin sanat kısmına daha çok zaman ve enerji harcamak gerektiğini belirtmek istiyorum.
3) Dünyanın her yerinden Kürt filmlerini gösterip hem film ekiplerinin deneyimlerini paylaşmalarını hem Kürdistan’ın her bir parçasından seyircinin Kürt hikâyelerini izlemesini sağlamaları açısından festivalleri önemsiyorum. Festivallere alternatif aramadan önce sayılarını arttırmanın, kolay hazmetmeye meyilli seyirciyi bile eğitip düşünmeye, soru sormaya iteceğini düşünüyorum. Festivallerin yanı sıra kültür sanat etkinlikleri yürüten bağımsız kurumların davetiyle ekipler ve filmlerin daha fazla insana ulaşması sağlanabilir.
Lehçe farklılığının filmlerin dolaşıma girmesi konusunda bir engel olduğunu düşünmüyorum. Hayatımızda hiç duymadığımız dillerde çekilmiş filmleri izliyoruz. Altyazısı olan her film, herkes tarafından izlenip anlaşılabilir.
4) Sinemaya dair her şey hâlâ tartışmaya çok açık. Her değerlendirmenin bu kadar tartışmaya açık ve göreceli olması, bazen beni çok şaşırtıyor. “Belli başlı vasıflar”dan kasıt ne? Sadece yüz küsur yıllık geçmişi olan, Amerikan sinemasındaki şablonları saymazsak, kimsenin bir şey bilmediği bir sanattan bahsediyoruz. En deneyimli yönetmenler bile hâlâ el yordamıyla ve ilk günkü heyecan ve kaygıyla yapıyorlar filmlerini. Ülke sinemalarının diline şekil veren sosyal yaşam oluyor. İlk Kürt filmleri, daha çok kırsal bölgelerde yaşayan Kürtlerin hikayelerini anlatan, İran Sineması’na benzer izler taşıyan filmlerdi. Kürtlerin 90’lardaki iç savaş sonrası şehirlere akmaları ve yeni yaşama adapte olmaya çalışmaları, deneyimlerin benzerliği nedeniyle bizi Romanya Sineması’na yaklaştırıyor. Bu ülke sinemalarını referans alarak isimlendirmemiz, yaygın olarak Kürt sinemasından önce başlamış ve sayıca daha fazla eser veriyor olmaları. Daha erken dönemde ve sayıca daha fazla Kürt filmi çekilseydi o zaman da durum farklı olabilirdi.
5) Bunun Kürt Sineması’na özgü olmayan bir kusur olduğunu düşünüyorum. Dünyanın en kalabalık devletsiz uluslarından biri olan Kürtlerin anadilde eğitim haklarına sahip olmadan iyi bir sinema dili yakalamalarının zor olduğunu düşünüyorum. Eve hapsettiğimiz, organik bağımızın gittikçe zayıfladığı Kürtçeyle örneğin şehirde modern bir hayat yaşayan bir Kürt’ün bireysel hikayesini anlatmaya çalışmak, fazla yapay kalıyor. Doğal olsun diye her film çekmek istediğimizde yüzümüzü köylere dönemeyiz. Bizim kuşakta bile Kürtçe bilen sinemacı gittikçe azalıyorken bizden sonraki kuşakta bu sayı daha da azalacak, insanlar Türkçe ya da diğer dillerde eser verecekler.
Bir yandan da derdi yok ama söyleyecek sözü çok; imkânı ve deneyimi az olan her sinemacı bu hataya düşer. Bunun son fırsat olduğu korkusu, insanı daha genel, kabul görecek konuları anlatmaya iter, çünkü küçük insanın derdini anlatmak lükse kaçar. Ben, bireyi toplumdan bağımsız düşünemiyorum. İnsanı şekillendirenin, çok büyük oranda şartlar, çevre olduğunu düşünüyorum ve içinde toplumsal panoramanın olmadığı birey odaklı bir filmin başarılı olduğunu düşünmüyorum. İster Tarkovski’nin Ayna’sını ele alın ister Bergman’ın Güz Sonatı’nı… Toplumsal bir fonunun olması, slogan atmayı gerektirmez. Kürt sinemasında sinemacılar birer özgürlük neferi olarak görülür ve bağımsızlık savaşı vermeleri istenir. Bunun sanatçılar üzerinde yarattığı baskının da bahsettiğiniz sonuç üzerinde etkisi büyük.
6) Sarhoş Atlar Zamanı - Bahman Ghobadi
Kaplumbağalar da Uçar - Bahman Ghobadi
Ax - Kazım Öz
Sırta la gal ba - Shahram Alidi
Vodka Lemon - Hiner Saleem
7) Kürt Sineması’yla ilgili sorunların birçoğunda olduğu gibi bunun da iki önemli sebebi var: Politik çatışmalardan dolayı Kürt ve Kürtçeyle anılmayı göze alacak kadar cesur yapımcılar ve rolün hakkını verecek kadar iyi oynayabilecek Kürtçe bilen oyuncuların çok az olması. Bu şartların iyileşmesi durumunda epik ya da biyografik bir filmin hakkını verecek çok sayıda Kürt yönetmenin olduğunu biliyorum.
8) “Bütün Annelerim” adlı çocukluğumun henüz hatırlamadığım bir dönemine dair, 2023’te çekmeyi planladığım bir film senaryosu üzerinde çalışıyorum. Bir yandan da Ferit Karahan’ın yönetmenliğini yapacağı distopik bir atmosferde geçen “Meteor Kanunları” adlı filmin senaryosu üzerinde çalışıyoruz Ferit’le.
$Arsalan Amiri$
1975 yılında İran Kürdistanı'nda doğan Arsalan Amiri, 1995 yılında Sanandaj-Kürdistan'daki İran Gençlik Sinema Topluluğu'nda film yapımcılığı okudu. Ardından, Tahran Sanat Üniversitesi'nden Film Yönetmenliği alanında lisans derecesini ve Tahran Üniversitesi'nden Dramatik Edebiyat alanında yüksek lisans derecesini aldı. Film kariyerine belgesel filmlerin yönetmenliğini, yapımcılığını ve kurgusunu yaparak başladı. Amiri, İran Ulusal Yayın Kurumu (IRIB) için bir dizi TV Filminde senarist ve editör olarak çalıştı. Bunlar, yapımcılığını Kianoush Ayari'nin, yönetmenliğini Ida Panahandeh'in üstlendiği The Story of Davood and the Dove (2011) filmini içerir. Amiri'nin hem senaryo yazarı hem de editör olarak çalışan ilk uzun metrajlı filmi, İran'ın Fajr Uluslararası Film Festivali'nde (FIFF) en iyi senaryo dalında aday gösterilen Ida Panahandeh'in yönettiği Nahid (2015) filmiydi. Nahid (2015) ayrıca 68. Cannes Film Festivali'nde Belirli Bir Bakış bölümünde gösterildi ve burada Prix de l'avenir ile ödüllendirildi. Münir Gheidi'nin yönettiği Villa Dwellers (2017), senaryo yazarı olarak ikinci filmiydi ve kendisine 2017 Fecr Film Festivali'nde en iyi senaryo dalında aday gösterildi. Bunu, yönetmenliğini Ida Panahandeh'in üstlendiği ve aynı yıl BFI Londra Film Festivali'nde gösterilen ortak senarist olarak çalışan üçüncü filmi Israfil (2017) izledi. Daha sonra, Japonya'da çekilen The Nikaidos' Fall'da (2018) yardsenarist ve editör olarak Ida Panahandeh ile tekrar çalıştı. Senarist ve yapımcı olarak Ida Panahandeh ile olan iş birliği, 33. Tokyo Uluslararası Film Festivali'nde gösterilen Titi'de (2020) devam etti. Amiri, ilk yönetmenlik denemesini Sanandaj-Kürdistan yakınlarındaki bir köyde Korona Pandemisi sırasında çekilen bir film olan Zalava'da yaptı. Zalava (2021), 2021'de Fecr Film Festivali'nde 10 dalda aday gösterildi ve En İyi İlk Film Yönetmeni, En İyi Senaryo, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve fotoğrafçılığıyla özel mansiyon kazandı. Zalava'nın ilk uluslararası gösterimi 87. Venedik Film Festivali'nde (2021) yapıldı ve bu festivalde Fipresci (paralel bölümlerin en iyi filmi) ödülü ve 36. Venedik eleştirmenler haftası Büyük Ödülü kazandı. Zalava'nın kuzey Amerika'daki prömiyeri TIFF (2021) tarafından başlatıldı. Zalava, Fantastic Fest Austin'den (2021) En İyi Film ödüllerini aldı, ayrıca Duhokiff'ten (2021) dabble ödülü kazandı.
1) Fêstîvalî nêwdewlletî filmî 'Duhok' be bi warî min, yekêk le baştirîn rûdawe sînemayîyekane ke le biwarî kulturî neteweyî kurd da berêwe deçêt. Sallane û berdewam le astêkî profêşnall û be beşdarî berhemî sînemakaranî kurd û biyanî le herêmî Kurdistan berêwe deçêt û her salle hewll dedat ke baştir û rêk û pêktir le sallanî rabirdû berêwe deçêt. Tenya kêşeyî ew to ewe ye ke le qonaxî nimayîşkirdinî fîlmekan da, ast û kiwalîtî amêrekanî eskirin û dengî hollî sînemakan baş nîye.
2) Fîlm û sînema le hemû willatanî dinya le layen hukumetewe piştîwanî lê dekrêt. Be taybet le willatanî rojhelatî nawerast da ke sînema wekû pîşeyek le layenî abûriyîyewe sûdmend nîye. Kêşeyî sînemay kurdî le biwarî darayî dijwartir e, çunke ne dewlletêkî behêz heye ke piştîwanî lêbikat û rêkxiraweyekî ew tûşbûnî heye ke wekû willatanî biyanî palpiştî le sînemakaranî kurd bikat. Êsta tenya rêgeçare ewe ye ke sînemakaranî Kurd, bo sazkirdinî berhemekaniyan bituwanin le rêgay rêkxirawe sînemayiyekanî willatanî derewe yarmetî pêwîst werbigrin û bituwanin fîlmekanî xoyan saz biken.
Bedaxewe sermayedaran û dewllemendan û herweha xawen karge û kompaniyakanî kurd, hogiriyan be sînema nîye.
Hîwadarim ke rêkxiraweyek dabezrêt û hemû sînemakaranî kurd le yektirî kopkatewe û hemûwan tiyay da beşdarî biken û yarmetîder bin û sînemakarand kurd pêkewe bo nasandin û behêzkirdinî sînemayî kurdî têbikoşin.
3) Le willamî pirsiyarî pêşû da amajem be çareserkirdinî em kêşe kird, ke ewîş birîtî ye le damezrandinî rêkxiraweyekî sînemayî ya sendîkay sînemakaranî kurd.
4) Katêk dellêyn 'sînemaya kurdî' mebestman ewe niye ke em core fîlmane, tenya debêt sebaret be kurdekan û çemkîy kurd kurdekanewe bêt û nabêt dûrtir le babetî 'Kurdekan'ewe birrwat.'Fîlmî Kurdî' û 'Sînemaya Kurdî' detwanêt û debêt berhemêk bêt sebaret be mirov be manay giştî, be tewawîy layenekan û her weha taybetmendîyekanîyewe, û nabêt tenya sebaret be kurdekan bêt.
Berhemêk ke taybetmendî ewtoy sînemaya kurdî ye û be kellek wergirtin le ser çawekan, kereste û şêwaz û çonîyetî keltûrî her weha zimanî kurdî legell cîhan dedwêt, le janre corawcorekan da fîlm berhem dêt û bînerî cîhanîş serqallî xoy dekat û karîgeriyan le ser dadenêt.
Eger bem şêwaze fîlmî coracor berhem bêt, hêwaş hêwaş taybetmendîyekanî sînemay kurdîş xoy derdexat û be ciwanîw diyar dekewêt.
5) Be birway min babetekanî sînemay kurdî nabêt tenya, komellga û sîyaset le xo bigrêt. Eger ême bawerrman heye ke û wekû neteweyek, serçawe kultûriyekaniman dewlemend û be nirx in, manay ewe ye amrazî ferhengî û hunerî zorman heye bo ewey ke 'zimanî hunerî' taybet be xoman bixullvênîn. Bellam be hoy zallbûnî desellatî sîyasî û mêjûyî le konewe ber ser mêşk û baweriyî êmey kurd le mindalliyewe, erkêk le ser şanî xoman hest pê dekeyn ke nabêt ême cige le komelga û çemkî kurd, be şitekî dîke bîr bikeynewe. Eme yekem hengawe le ser azadî, xeyall û hizr, dahênan û afirandinî karî huneriyewe.
Bîrkirdinewe be babetî takekesî le huner, mafî her kesêke û her bem hoyewe û bem hewlanewşewe bûe ke babetekan, manakan û form le mêjûy honerî sînema geşey kirduwe û serîy helwawe. Em berhamene eger baş û be hêz û taze bin, debin be rêgenîşander bo cêbecê kirdinî sinûre formî kilasîkeyekan û her weha amrazî niwêy zimanîy û formî bo huner û sînemay kurdî dirust deken.
6) Fîlm eger bînerîy nebêt saz nabêt, meger be emir û fermanî hikûmî û be mebestî propaganda. Ême hêşta beûnîlêman diyar nîye ke bînerî fîlmî kurdî kê ye û le pirsiyarî sêhem da amajetan pê kird ke fîlme kurdîyekan nagene bîneranî xoyan. Pêş le hemû şitêk, bo sînemayî kurdî bînerman pêwîst e û paşan kêşey zimanî kurdî wekû jêrxanî kultûrî, edebî, hunerî, şanuyî û her weha sînemayî ye, ke ta êsta çareser nebûwe hemû takêkî kurd şarezay her du zarawey soranî û kurmancî niyn.
Berhemhênanî fîlmî kurdî dijwar e û sînemakarî kurd eger bo dirustkirdinî fîlm pare dest bikewêt, heznakat xoy bixate metirsîyewe û be şiwên babet ya janr gelêk da birrwat ke bînerîy sînemayî kurdî 'adetî pê nîye û egery ewey heye ke seyrîy fîlmekey neken.
7) Yol' (Rêga) - Yilmaz Gonay
Kîselekanîş defrrin - Behman Gobadî
Bêdeng - Rêzan Yîşîlbaş
Tîpguhêzîya bo kurmancî - Serhed Serhedî
$Aydın Orak$
$Kürt sinemacıların filmlerinin politik ve toplumsal olmasını gayet normal buluyorum. Asıl soru iyi bir sinema filmi olabiliyor mu?$
Ayddın Orak, 1982’de doğdu. Gösteri Sanatları Merkezi Tiyatro Yönetmeliği’nde iki yıllık eğitim gördü. Aralarında Gogol, İbsen, Yaşar Kemal, Haşmet Zeybek olmak üzere birçok yazarın oyununu Kürtçeye çeviren Orak, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları ve Performans Bölümünü terk etti. Asasız Musa uzun metraj filmi 2014 senesinde Türkiye’de vizyona girdi. Birçok ulusal ve uluslararası film festivaline katıldı. Ödüller aldı. Yönettiği film ve oyunlarla Türkiye, İsveç, Norveç, Danimarka, Belçika, Almanya, Fransa, İsviçre, Kanada, Avusturya ve Avustralya’da düzenlenen önemli festival ve turnelere katıldı. İskenderiye Uluslararası Film Festivali, Adana Uluslararası Film Festivali, Antakya Film Festivali gibi festivallerde jüri üyeliği yaptı. Direklerarası Tiyatro Ödüllerince Yılın Erkek Oyuncu Ödülü’ne layık görüldü. Antalya Film Festivali Film Forum Büyük Ödülü ve Antakya Film Festivali Seyirci Ödülleri’ni aldı. Şiir, çeviri ve araştırma alanlarında beş kitabı yayımladı. Onlarca tiyatro oyununda oyunculuk, yönetmenlik ve çevirmenlik yaptı. İstanbul’da yaşıyor.
$Filmografi$
- Sabırsızlık Zamanı, Uzun Metraj (2021)
Dünya prömiyerini 37. Warsaw International Film Festivali’nde yaptı, Polonya, 2021.
- Daha İyi Yenil, Uzun Metraj (2020) (Festival başvuru sürecinde)
- Yaşar Kemal Efsanesi, Uzun Metraj (2018)
Dünya prömiyerini 24. Adana International Film Festivali’nde yaptı, Türkiye, 2017.
Asasız Mısa, Uzun Metraj (2014)
Dünya prömiyerini İskenderiye International Film Festivali’nde yaptı, Mısır, 2015.
1) Hafızamdaki imajları görsel bir dil ile anlatmak istiyordum. İlk kez tiyatro oyunlarıyla bu gerçekleşti. Uzun bir süre tiyatro oyunculuğu ve yönetmenliği yaptım. Bir süre sonra tiyatro sahnesinin imkânlarına sinevizyon kullanarak sinemasal unsurlar da ekledim. Fakat yine de tiyatro sahnesinde hayalinizdeki imajlara yaklaşmakta zorlanıyorsunuz. Kamera dili ve görselliğini kullanarak o dünyaya daha çok ulaşabileceğimi düşündüm. İlk defa 2009’da bir duygumdan yola çıkarak Ölümün Rengi adında kısa bir film çektim. O duyguyu tiyatroda anlatamazdım. Sinemada anlatabiliyordum. Bu bana büyülü geldi. Sonra belgeseller ve uzun metraj filmlerle devam etti yolculuğum.
2) Şimdiye kadar çektiğim tüm filmleri gerek kısa belgesel gerekse de uzun metraj olsun, hiçbir kurum, devlet veya belediye ödeneği olmadan kendi bütçem ve imkânlarımla çektim. Yani kendi filmlerimin yapımcısı kendim oldum. Maalesef ne Kürt kurumları, belediyeleri ya da bürokrasisi ne de Türk muadilleri, kimse bu sanat türüne destek veya yatırım yapmıyor, dahası yapmayacak gibi de görünüyor. Bence köstek olmamaları yeterince bir yardım olur. Fakat bu köstek olmama durumunu da çok görüyorlar açıkçası. Onlardan bir umudum yok. Her yönetmen kendi imkânlarını kendi yaratmalı.
3) Sinema perdesine çıkmaları ve geniş dağıtım ağında bulunmaları şu aşamada zor gibi geliyor bana. Fakat dijital mecralarda kendilerine bir gösterim alanı bulabilirler.
4) Bence ne Kürt ne de Türk sinemasında bir karakter mevcut. Yakınımızdakilerden örnek vermek gerekirse; İran sinemasının bir karakteri var. Türk sinemasının ise yönetmenleri ve o yönetmenlerin bir dili, üslubu var. Kürt sinemasında ise ne bir karakter var ne de yönetmenlerinin bir dil ve üslubu. Yani aslında neredeyse son on yıldır Kürt sineması Kürtler tarafından yapılıyor, ama… Bir de Zarê filminden bu yana hep dünya sinemasının bazı yönetmenleri tarafından çekilen filmlerin içinde Kürt motifleri mevcut. O da tam olarak Kürt sineması sayılmaz.
5) Politik bir coğrafya ve politik bir halkın sinemacılarının apolitik olması beklenemezdi. Sıkışmış yalnız bireyin hikâyesi de tabii ki anlatılabilir. Fakat sanırım mesele salt politik olması değil. Son yıllarda ürün veren Kürt yönetmenlerin filmleri hep güncel politikayla paralel gidiyor. Belki de sorunu burada aramak lazım. Ajit-prop sinema dışında film yapmak isteyenlerin sorması gereken soru bu sanırım. Kürt sinemacıların filmlerinin politik ve toplumsal olmasını gayet normal buluyorum. Asıl soru iyi bir sinema filmi olabiliyor mu? Ken Loach da Costa Gavras da Angelopoulos da hatta Tarkovsky de politik sinema yapıyor. Ama sinema sanatının tüm incelik ve yaratıcı sinemasal değerlerle yapıyorlar.
6) Cevaplanmadı.
7) Aslında biyografi türünü çok seven biri olarak Berivan, Asasız Musa ve Yaşar Kemal Efsanesi filmlerim biyografik çalışmalardır. Hatta en son çektiğim Sabırsızlık Zamanı da otobiyografik öğeler taşıyor.
8) Diyarbakır’da çektiğim Sabırsızlık Zamanı filminin dünya festivallerindeki gösterimleriyle geçiyor bu süreç. Dünya prömiyerini Varşova Film Festivali, sonrasında Glasgow Film Festivali ve geçen hafta da Sofya Film Festivali Uluslararası Yarışma Bölümü’nde gösterildi. Hâlâ festival süreci devam ediyor. Bir aksilik olmasa da sonbaharda sinemalara girecek. Şu an Mardin’de geçen bir filmin ön hazırlık aşamasındayız.
$Hüseyin Karabey$
$Bir barış ortamı olursa, çok gişe yapacağını bildiği için ilk gerilla filmini de Sinan Çetin çeker.$
Pertevniyal Lisesi'nden mezun olduktan sonra Uludağ Üniversitesi İktisat Bölümünde son sene lisansını tamamlamayıp ayrıldı. Daha sonra sinema yapmaya karar vererek Mezopotamya Kültür Merkezi'nde sinema bölümünü kurma kararı aldı ve bir süre boyunca çalışmalarını burada gerçekleştirdi. Sonra ise Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Sinema ve Televizyon Bölümünü bitirdi. Aynı bölümde iki yıl boyunca eğitim verdi. Daha sonra eğitim verme faaliyetlerine daha çok bağımsız kültür merkezlerinde devam etti. Sinemaya ilk önce belgeseller yaparak başladı. Belgesellerinde özellikle yaşadığı dönemin insan hakları ihlallerini belgelemeye çalıştı. Daha sonra kariyerine uzun metraj kurmaca filmlerde ekledi. Kısa filmleri, belgeselleri ve ilk uzun metraj filmi Gitmek pek çok uluslararası festivalde gösterildi ve çok sayıda ödül aldı. 7 yönetmenin yer aldığı “Unutma Beni İstanbul” adlı filmin yapımcılığını ve Artistik Direktörlüğünü yaptı. En son üzerinde 5 yıldır uğraştığı “Were Denge Min - Sesime Gel” adlı uzun metraj kurmaca filmi Berlin film festivalinde ilk gösterimini yaptı. Uluslararası birçok ödül kazandı. En son 2018 yılında Melih Cevdet Anday’ın aynı adlı eserinden İçerdekiler filmini bitirdi. Film ulusal ve uluslararası birçok festivalde gösterildi ve ödüller aldı. Sinema çalışmalarını kurucusu olduğu Asi Film bünyesinde devam etmektedir.
(Söyleşimiz zoom üzerinde gerçekleştirildi, karşılıklı konuşmalar yeni sorulara kapı açtı, transkiripte sırasında bu soru ve cevaplara da yer verdik)
1) Aslında bilmiyordum sinemacı olacağımı. Yirmili yaşlarımda üniversiteye gittim. Ben üniversite eğitimine inanmıyordum ağabeyimden dolayı. O, benden dört sene evvel girmişti. Ben üniversiteyi evden kaçmanın yolu olarak görüyordum. Ev de çok baskıcı bir yer değildi; ama yine de gençliğin verdiği heyecandan olsa gerek. 1989 yılında Bursa Uludağ Üniversitesinde İktisat bölümünü kazandım. Yaz aylarında Bodrum’da çalışıyordum, kış aylarında da öğrenimimi sürdürüyordum. Bursa’da politikleşme sürecim hızlandı. Çünkü 80’den sonra politikleşen ilk kuşaktık. Darbeden sonra herhangi bir şey görünmüyordu, İstanbul’da doğup büyüdüğüm için bir şeylere tanık olmadım. Üniversitede iken öğrenci olayları, öğrenci hareketi başladı, ben de bunların içindeydim. O zamanlarda ilk gözaltılar, büyük tutuklamalar başladı. Ben de Bursa’da tutuklanan seksen kişinin içindeydim o sıra. Bu politikleşmeyi hızlandırdı, çünkü üzerimizde ciddi bir baskı ve orantısız şiddet vardı. Bu süreç iki veya üç yıl sürdü. O süreçte iken birçok arkadaşımız dağa gitti, bazıları illegal ilişkiler kurdu, hapse girdi ve yurtdışına kaçtı. O zaman üniversiteyle ilişkimi koparmaya karar verdim. Kendime, ne yapabilirim, diye sordum. Becerebilirsem bu yaşadıklarımızı anlatmayı düşündüm ardından. Öteki yolları deneyemeyeceğimi düşündüm insanî sebeplerden dolayı, illegal yollar gibi. Sonra İstanbul’a döndüm, Bursa’da iken aldığım cezanın onandığını gördüm. Ufak bir cezaydı, üç yıl gibi. Bayrampaşa ve Bursa cezaevlerinde yattım bir süre. Hapis yattıktan sonra bir af çıkmıştı, ondan yararlandık. Yaşadıklarım beni düşüncelere itti. Gerek sinemada gerek televizyonda olsun ya bizim yaşadıklarımızı kimse bilmiyor ya da başka bir Türkiye anlatılıyor diye düşündüm. Özellikle haber beni ilgilendiriyordu. O zaman kimse yapamıyorsa biz yapalım, dedim. Biraz da öz eleştiri yaparak sinema işini öğrenmeye çalıştım. İlk bulduğum işlerden biri düğün salonlarında video çekmekti, önemli olan teknik öğrenmekti. Bunları yaptım. O zamanlar Yeni Ülke gazetesi kuruldu. Onun genel yayın yönetmeni Ferda Çetin benim avukatımdı aynı zamanda. Daha doğrusu ben ve bir sürü arkadaşımızın avukatıydı, yurtsever avukatlardan. Onun araçlığıyla Mezopotamya Kültür Merkezi ile görüştüm. Orada sinema bölümü kuracağımı söyledim. MKM’nin daha önceki deneyimlerinden ağzı yandığından, sinemanın pahalı olduğunu söylediler. Ben de isteklerimin makul olduğunu, sadece bir oda verebileceklerini söylemiştim. Kabul ettiler. MKM’de iken bir bodrum katında iki yıl eğitim çalışması sürdürdük. Çok değerli hocalar da bize destek oldu. Böylece yavaş yavaş belgeseller ve kısa filmler çekmeye başladık. O dönem çok eğiticiydi, sadece Kürtler için değil; muhalifler, işçiler veya Türkiyeli sosyalistler için de öyleydi. Her şey olağanüstüydü, dayanışma da öyle. Orada bu şartlardan dolayı da çok sinemacı yetişti. Ben daha sonra biraz da askerlikten kaçmak maksadıyla Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema ve Televizyon bölümüne girdim. Dört yıl okudum, iki yıl da asistanlık yaptım. Ta ki askerlik sorununu halledene kadar. Üniversitelerde, ki eğitime inanmıyordum ama her zaman üniversite öğrencilerine söylerim, en çok ders aralarında, teneffüslerde sinemayı ve hayatı öğrenirsiniz. Sinema okulu bu yüzden önemliydi benim için. Okul bittikten sonra, MKM ile dayanışmamız azalmadan bağımsız olarak belgeseller ve kurmaca filmler yapmaya başladım. O zamanlar benim için şartlar biraz iyileşmeye başlamıştı. Başka birçok sebepten dolayı MKM’den bağımsız olmayı, sanatçının özgür olmasını, her türlü siyasi fikre tolerans ile yaklaşabilmesi gerektiğini düşündüm. Burada sanatçı mutlaka bağımsız olmalıdır. Bu inancımı sürdürerek hâlâ film yapmaya çalışıyorum. Son olarak, motivasyonumuz aslında kendimizi ifade etmek: Biz yok sayılıyoruz, yaşadıklarımız yok sayılıyor; biz de diyoruz ki, varız. Var olmaya da devam edeceğiz. Bu var olma sorgulaması benim en temel motivasyonum.
2) Bu işin bir kurumsal ayağı bir de bireysel ayağı vardır. Kurumsal olanını devletin ve belediyelerin, belki sivil toplum örgütlerinin olanaklarını; bireysel olanı ise dayanışma olarak değerlendiriyorum. Kürt Rönesans’ı dediğim dönem, 90’ların ortaları hem yazıda hem müzikte… O zamanlar Avesta da yeni açılmıştı. Bu Rönesans zamanlarında çok değişik şeyler oldu. Batı’da yaşayan Türklerin de devrimci oluşumlarının olması ve mahallerde halk ile iç içe olmaları Türkiye’nin genelinde ortak geleceğe dair umutların oluşmasına sebep oldu. Ama Kürtler, öz eleştiri yapmak gerekirse, şehirlerde kurumsallaşmayı gerçekleştiremediler. O dönemde kalıcı ve sürdürülebilir bir şeyler mümkün olmadı. Tabi bunun başat nedeni devletin baskısıydı; ama çuvaldızı kendimize batırmamız gerekirse, bizim de çok eksikliklerimiz vardı. Mesela partili sanatçı olmak, partinin gözünden her şeye bakmak bekleniyordu herkesten, bu ise bir sorun oluşturuyordu. Özgür Gündem ilk yayına başladığında çok iyi bir haber gazetesiydi ve o dönemde herkesin elinden bırakamadığı bir gazeteydi, değerli gazeteciler çalışıyordu bünyesinde. Fakat adım adım bu durum görünmedi, yeterince şu konuya değinilmedi, bu konu açıkta bırakıldı vb. gibi söylemler ile hadımlaştırıldı. Bu, bütün kurumlarda gerçekleştirildi. Çok ihtiyacımızın olduğu bir dönemde sanatsal ve fikirsel özgürlüğü kendi ellerimizle kısırlaştırdığımız için kurumsallaşmayı engelledi. Var olan sürece baktığımızda, ben acımasız davranmak istiyorum kendimize karşı, başarılan şeylerle eldeki olanakları karşılaştırdığımızda ne yazık ki çok sayılmaz ve hatta yenik sayılırız. Bu eleştirilere benzer söylemlerimden dolayı kurumlardan ayrılmıştım. Bana göre kısır tartışmalardan kurtulmalıyız, yapıcı ve geliştirici olan eleştirinin koşullarını araştırmalıyız. O dönemde bu söylediğim fazla gerçekleşmedi. Şimdi her seferinde çapalanıyor, kâğıt üzerinde bir problem olduğundan, bu problem giderilmeye çalışılıyor ve her seferinde sıfırdan başlanıyor. Bu anlamda ne bir özeleştiri ne birikmiş deneyimden faydalanma ne de bir perspektif var. Perspektif çok önemlidir, mesela sanata bakış açımız nedir? Bir şeyin sadece Kürtçe olması sanat demek midir? Ya da bir sıkıntıdan, bir mağduriyetten bahsetmek sanat mıdır? vs. Bunları bir türlü aşamadık. Bir yandan bir biçimde kenedimizi ifade etmeye çalışıyorduk. Bu, dayanışmayı sağlıyordu. Hatırlıyorum, MKM’de sinema eğitimi iyi olunca herkes ilgi göstermeye başladı. Biz, aynı ekip, İdil Kültür Merkezi ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde vs. eğitim verdik, iç içeydik. Oradan çıkan sanatçılar hep ortak filmler yaptı, her defasında birbirimize destek olduk. Ama o kuşak gittikçe erimeye başladı, gerek Kürt hareketinin kendi içindeki sorunları gerekse de solcuların aralarındaki sorunları nedeniyle ikinci ve üçüncü kuşağa o dayanışma pek yansımadı. Dayanışmanın temel sebebinin çok basit bir şekilde ifade edilmesi gerekiyor, mesela tek başımıza üretemiyoruz. Üretmek için ne yapmalıyız? Tek madde budur. Ama ufak ufak bir sürü soru zamanla birikiyor, engel olarak görünüyor ve sırtımızda yük büyüyor, bu yüzden yan yana durmayı beceremiyoruz. Zamanında onların desteği olmadı, şunların söylemleri böyledir vs gibi sözler bizi sıkıntıya çıkacak. Ama aslında şu anda Kürtlerin filmlerini destekleyecek kurumları var, tabi ki öncelikler zaman zaman farklılaşabiliyor; pandemi, savaşların yoğunluğu vs. Kürt sinemasını destekleyecek kurumların öncelikle düşüncelerini netleştirmeleri gerekiyor. Bağımsız komisyonlarla destek verilmeli ve komisyonlar her seferinde seçimle başa gelmelidir. Onlara ayrılacak olanakların belediyeden veya kültür kurumundan mutlaka ayrı olması gerekir. Süreklilik ve devamlılık sağlanmalıdır. Şimdi bunun gibi çok uzun süre konuşabileceğimiz şeyler var; ama temel sorun şu ki, savaş hâlâ devam ediyor, baskı devam ediyor. Bunca şeyin arasında bu tür şeylerim konuşulması lüks gibi görünebilir, farkındayım; fakat benim için temel olan itki kendimi ifade etmek olduğu için, elimden geldiğince bunu yapmaya çalışıyorum. Örneğin 2005’te Asi Film kurulduğunda, onlarca genç insan geldi, filmlerine destek olduk veya beraber çalıştık. Gücümüz oranında bu tür kolektif yapılar da kurduk. Önceki kurum mevzuuna dönersek, temel kaygı bu kurumların özerk olmasıdır.
3) Aslında çok yeni bir dijital platform var bu konuda: “https://mezolinx.com”. Bir yıllık bir hazırlıktan sonra başladı çalışmaya. Biz de destek olmak için filmlerimizi verdik. Norveç’ten arkadaşlar bunu yapmaya giriştiler; ama henüz istenen düzeyde değil. (Bir Netflix gibi değil elbette; ama şimdilerde telif vermeye de başladılar). Bir yandan da dijitalleşme sayesinde bu iş kolaylaştı, birçok kişiye ulaşılabiliyor. Eski dönemlerde bir belgesel yapardık, devlet yasaklardı ama biz CD’lere kopyalayıp orada burada göstermeye çalışırdık. Burada ulusal Televizyon kanalları çok önemli. Birçok kanalımız var. Ama televizyonda yayınlanan özgün eserlere bir telif verme dertleri olmadığı için, sürdürülebilirlik sağlanamıyor. Elbette filmlerimin gösterilmesini isterim; fakat benim yeniden üretebilmem için, genç arkadaşlar için de geçerli bu, en azından yaratabileceğim kadar bir şeylerin geri dönüşü olması gerekir. Mesela Kürdistan’daki gençler bir kısa film çekerlerse, televizyon onlara bu filmin yapımı veya filmin değeri kadar bir telif öderse, eminim ki devamlı üretirler ve bu konuda yetkinleşirler. Maalesef bu tür platformlarımız yok, bize telif konusunda çok güçlük çıkarmışlardır. Bu ülkede sorunlar sürerken biz film yapıyoruz ve burada tek isteğimiz aslında birbirimize destek olmak ve seyirciye ulaşırken daha organize olmaktır. Yoksa Netflix gibi bir yerde Kürt sineması diye bir bölümün olup olmaması önemli değildir. Bu zaten sorunlu bir şey olurdu. Ayrımcılığın had safhada olduğu dönemlerde ben kendimi Kürt olarak tanımladım, ama ileride ayrımcılık ortadan kalkar veya başka bir gruba yönelirse de o grubu tanımlayan şeyi kimliğimin başına getirebilirim. Benim anlattığım şey, bu hayatta başıma gelenler ve tanık olduklarımdır çünkü. O yüzden Kürt’üm, işçi sınıfından gelen biriyim. Bu tanımlamalar burada işlerlik kazanıyor. Bunların tartışılması gereken hassas konular olduğunu düşünüyorum.
4) Sinemada tanım koymak kadar saçma bir şey olamaz. Daha basit bir şey söylüyorum, kendime oto-sansür uygulamıyorum. Benim karakterlerim nece konuşuyorsa öyle kaydediyorum, ne görünüyorsa onu kaydediyorum. Gitmek filmimde dört dil konuşuluyor mesela. Çünkü Kürdistan öyle bir yer. Her yerde farklı lehçeler duyarsınız. Bu anlamda düşündüğümüzde yirmi yıldır sinemada Kürtlerin artık kendini ifade etmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Fakat Kürt sinemasının şu günlerde tanımını yapmaya çalışan akademinin gerçek motivasyonu Kürtlerin artık yok sayılamayacak bir gerçekliğinin olma durumudur. Eğer var olacaklarsa onları tanımalı ve nasıl ilişki kuracağımızı düzenlemeliyiz. Sonra da onlarla düzen içinde neyi nasıl satacağımızı anlayabiliriz. Eğer dilleri varsa, ki var, araştırılmalı; sineması, edebiyatı araştırılmalı. Dikkat edin Kürtlerle ilgili araştırmaların çoğunluğu Irak savaşından sonra başlar. Orada bir Kürt ülkesi kurulacaksa ki bu olabilir, o zaman bütün bu bilgiler, araştırma yapanlar için bir anlam taşıyacak ve daha da önemlisi bir avantaj sağlayacak… Benim için tanımlanmadan önce, anlaşılmak gelir. Bu tür soruların yönetmenlere sorulması yanlış görmüyorum, aksine bizim de yanlışı değerlendirmemize olanak veriyor. Kürt sineması tanımlaması kapsayıcı değil, etiketleyip kapatmadır. Etiketlemenin sonuçlarını bugün Ukrayna - Rusya savaşında görebiliyoruz. Şimdi de bize Ukrayna’nın nasıl bir farklı halk olduğu anlatılmaya çalışılıyor, ki bu mutlak böyledir ama neden şimdi? Neden Ukraynalıların farklı olduğunu söyledikten sonra toptan bir Rus kimliğine, kültürüne saldırı başladı? Rus sineması veya Rus edebiyatı gibi bir etiketten ötürü, korkunç bir faşizm ve ayrımcılıkla ile karşı karşıyalar mesela. Bu yüzden tanımlamalara değil, ifade özgürlüğüne inanmamız gerekir. Şimdi son olarak Kürt sineması vardır demek, varlık olarak Kürtler kendilerini ifade ediyor demektir; ama bir sinema dili, biçimi gibi işler soruyu çok daha karmaşık boyutlara taşıyor.
5) İyi sanat eserleri bana kalırsa bir okul gibidir, Dostoyevski veya Tolstoy okumak, iyi klasik filmler izlemek öğreticidir. Üniversiteden daha çok şey öğretir üstelik. Bu yüzden iyi eserler insanın özünü anlatmaya çabalıyor. Bu çabayı sansürsüz bir şekilde anlatırsanız, öykü nerede geçerse geçsin, egemen rejimi yönetenler için korkutucu bir aşamaya dönüşür ve kalıcı olmaya başlar. Kürt yönetmenlerde -bizde- hâkim olan, bir şey meydana geldiğinde, ona kişisel bir mesafe alarak sadece konuyu anlatıp bireyi anlatamamak gibi bir huy var. Bir de Türkiye’nin sol kültürü, Türkiye’de de 40’lı yıllarda bir heyecana sebebiyet vermiştir; fakat ondan sonra bir durgunluk dönemi, daha sonra da gerileme dönemi başlamıştır. Gericilikten kastım, bireyin ıskalanmasıdır. Sosyalist bakış açısına göre birey, tüketimi; dolasıyla kapitalizmi simgeler. Halbuki bu üretim ilişkileri ile ilgili bir tespit, bir olgudur. Birey her koşulda var olan tek gerçeklik. Onu yok saydığınızda iyi ve doğruyu savunmanız bir anlam ifade etmemeye başlıyor, özellikle iktidara geldiğinizde. Bu da edebiyatta ve sinemada bu tür ürünleri izleyenlere, yani bize öykünecek bir alan bırakmamıştır. Ben ise hep kendimden yola çıktım. Ama biraz önce söylediğim iyi eserleri bir okul gibi düşünerek yola çıktım. O zaman düşündüğüm üzere, başıma gelenleri Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinde kendisini anlatması kadar cesurca anlatabilirsem, zaten ortalık sarsılır. Bana aşk filmi yapıp yapmayacağımı sorduklarında, onlara Gitmek filminde olduğu gibi aşklarımız var diye yanıt vermiştim. Ya kaçmak zorunda kalırsınız ya da öbür tarafta kalırsınız. Ama bunu anlatınca, seyreden kişi bir aşk filmi izlediğini görür ve bu insanlara yönelik baskının ne kadar çok olduğunu görür. Sesime Gel, bir nine ile kız torununun oğlunu kurtarma hikâyesidir, dünyanın her yerinde geçilebilecek bir öyküyü, biz burada otantik yani özüne en yakın şekilde olmasına dikkat edip çektik sadece. Neden böyle peki? Çünkü buranın gerçekliği budur. Şuna çok rastladım: Gitmek ve Sesime Gel filmlerinin gösterildiği birçok yere gittim. Gittiğim yerdeki insanlar kendi hikâyelerini anlattığımı söylediler sıkça. Bir Afgan yönetmen, Sesime Gel filmi için, kendilerini anlattığımı söylemişti bir defasında. Demek ki, insana dair anlatımlarda ne kadar cesur olursak ya da çığlığımızı ne kadar sansürsüz atarsak, o kadar evrensel oluruz. Biz bazen evrensel olmak adına en özgün olduğumuz ve insanlar ile paylaştığımız ortak noktaları kaçırıyoruz. O yüzden ben genç arkadaşlara bunu ivedilikle tavsiye ediyorum. Bireysel olan konu da enteresan ve özgündür. Ender Öz Kahraman’ın “Zor Bir Karar” filmini buna örnek verebilirim. Son filminde, Hakkari’de çatışmaların yoğun yaşandığı bir dönemde bir ağabeyi dağda olduğu halde burun ameliyatı olmak isteyen bir genç kadının öyküsünü anlatmıştı. Bu örnek vesilesiyle bu tür bireysel konuları daha sık işlersek yaşadığımız dönem daha iyi anlaşılacaktır, öteki türlüsü mağduriyet edebiyatıdır. Bunu da normal karşıladığımı söylemeliyim ve zamanın ruhuna ayak uydurma olarak değerlendiriyorum kısmen.
Yönetmenlerimiz ile yazarlarımız arasındaki ilişki hakkında neler söylersiniz?
Edebiyatımız ile sinemamız ne yazık ki birbirinden fazlasıyla beslenmiyor. Ben senaryo yazmak yerine, birinin senaryosunu çekme tarafındayım, çünkü içindeki dünyayı anlatma konusunda bu, bir yazarla daha kolaydır. Bütün dünyada bunun örnekleri vardır. Ama Türkiye’de şöyle bir sorun var: Bir yazar kitap yazarak hayatını geçindiremiyor, bir sinemacı da öyle. O yüzden herkes kendisine kefil oluyor, bir başkasını ikna edip de ortak edemiyoruz. Söylemeye çalıştığım şey şu: 80 darbesinden sonra, 90’larda da kıramadığımız bir şey var, yatay ve dikey kopukluk var toplumda. Bir yazarla bir çizer, bir çizer ile bir felsefeci oturup konuşamıyor. Herkes kendi muhitinde birkaç kişiyle konuşuyor o kadar. Ben şahsen bunu kırmaya çalışıyorum ve bir sürü girişimim de oluyor bununla ilgili. İki insan arasında etkileşim ve etkileyicilik azaldı genel anlamda. Mesela festivaller yapıyoruz, Diyarbakır’da yazarlar, çizerler ve yönetmenler birbiriyle oturup konuşabilmeli, buna ayrıca bir önem vermemiz gerekiyor. Bu tür konuşmalar gerçekleşirse, uzun vadede o kadar çok fikir ortaya çıkar ki, bu hepimizin yararına ve çok özendirici olur. Kolektif olan aynı zamanda engellenmek istenen şey olduğu için, bizim bu duruma daha özenli yaklaşmamız ve üzerine gitmemiz gerekiyor. Mesela 80 darbesinden sonra, sinematekler kapatıldı. Oranın kapatılması kolektif olana karşı yürütülen bir engelleme politikasıdır.
6) Bana kalırsa şu anda epik filmleri yapabilecek taraf Güney Kürdistan olabilir. Çünkü oradaki toplumsal koşullar biraz rahatlamış görünüyor. Avrupa’dakiler belki bir şeyler yapabilir bu konuda. Ama sorunumuz hâlâ çok yakıcı ve derin. Henüz epik filmler neden yapılmıyor sorusu kimsenin aklına gelmeyecek bir şeydir ne yazık ki. Bir normalleşme ile de ilgilidir bu tür şeyler. Mesela, hep söylerim, bir barış ortamı olursa, çok gişe yapacağını bildiği için ilk gerilla filmini de Sinan Çetin çeker. Bu işte para var, gidip çekelim diyerek. Ama bizim sinema ile kurduğumuz ilişki bu türden bir ilişki değil, o yüzden de bu türler bizim aklımıza gelmiyor, gelip de çekersek de batarız. Biz olanı başka şekilde anlatmak isteriz. Ama her şey normalleştiği vakit bu türler de kendine yer bulacaktır. Bu normalleşmeden önce gerçekleşmeyecek. Dolayısıyla bizim düşündüğümüz şey, bunu çekersem para eder mi etmez mi meselesinden çok, bunu çekmem için nasıl finansal bir destek bulabilirim sorusudur.
7) Yol – Yılmaz Güney
Sürü – Yılmaz Güney
Umut – Yılmaz Güney
Kaplumbağalar da Uçar – Bahman Ghobadi
Sarhoş Atlar Zamanı – Bahman Ghobadi
Eğer bu koşullar olmasaydı, özgür veya huzurlu bir ülkede yaşasaydık Hüseyin Karabey nasıl filmler yapardı?
Film yapar mıydım, emin değilim. Bu yaşadıklarım olmasa sinemacı olmazdım. Yaşadıklarımın sızısı bitince de sinema yapacağımı düşünmüyorum. Çünkü film yaparken çok zorlanıyor ve yıpranıyorum ruhsal olarak. Oturup güzel bir film izlemek varken, kalkıp da film yapmazdım o rahat koşullarda.
8) Şu anda halkımız gibi hayatta kalmaya çalışıyorum. Her şeye rağmen hayatta kalıp sinema ile ilgili bir şeyler yapmaya uğraşıyorum. Uzun vadeli planlarım var. Her şey yolunda giderse, öncesinde olduğu gibi yaşadığımız, etkilendiğimiz bu dönemi anlatmaya çalışacağım. Son kertede direneceğiz, çünkü bildiğimiz tek iş bu.
$Erol Mintaş$
$Xebatên kurdî yên hunerî, gelekî di bin bandora hulma siyaseta kurdî û siyaseta dagirkeran da maye.$
Marmara Üniversitesi bilgisayar bölümünden mezun olduktan sonra yüksek lisansında sinema üzerine çalıştı. Yüksek lisans tezini Tarkovsky sineması üzerine yazdı. 2008 yılında ilk kısa filmi olan Butimar’ı tamamladı. Mintaş’ın ikinci kısa filmi Berf ile 2010 yılında Antalya Film Festivalinde En İyi Kısa Film Ödülü’nü aldı. Berf, Türkiye’de ve dünyada birçok ödüle layık görüldü. İlk uzun metraj filmi Annemin Şarkısı aralarında İstanbul Film Festivali- Köprüde Buluşmalar, Selanik Film Festivali Agora ve Sundance Senaryo Atölyesi- !f Istanbul'un bulunduğu farklı platformlara seçildi. Köprüde Buluşmalar’dan post prodüksiyon ve dağıtım ödülü kazandı. Klama Dayika Min prömiyerini yaptığı Saraybosna Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Erkek Oyuncu dallarında Saraybosna’nın Kalbi Ödüllerinin sahibi oldu. Annemin Şarkısı Türkiye’de ve dünyada 14'ten fazla ödül kazandı.
1) Na ez beşdar nebûm lê ez çend sal berê beşdarî du mihrîcanên Duhokê bûbûm. Mîhrîcaneke bi qîmet e û z'ef baş e, jixwe ji bilî ya Duhokê çend bajarên din yên Kurdistanê jî çend mihrîcanek tên li dar xistin wekû ya Silêmaniyê û hwd. Hêvî dikim li hev zêde bibin. Hêviya min ji van festîvalan ew e ku karibin him derhênerên kurdan bînine li cem hev him jî yên biyanî ku filmine baş çêdikin bigihîne derhênerên kurd daku di navbera wan de danûstandinek çê bibe. Lazim e bazara fîlman ava bibe û bibe perçeyeke van mihrîcanan. Heta niha karên wisa zêde nehatine kirin. Derhênerên me timî berê xwe didane bazarên xelqê lê bi saya serê van festîvalên kurd em ê karibin bazara xwe li mala xwe daynin, çima nebe? Êdî nîşandana filman tenê ne bes e. Neyse evana ne karên min in yên rêvebirên van festivalan in. Pêwîstiya me bi fikir û pêşniyarên hêvîbexş hene, ev platformana li vî karî rabin dê karibin xizmeteke baş ji bo sînemaya kurdan bikin.
2) Em hemû di bin yasayên dagirkeran de dijîn lewma jî karê me zehmet e. Pirsgirêka herî mezin bê guman aborî ye lewra sînema karekî biha ye, erzan nîn e. Saziyên kurdan çi yên welêt û çi jî yên diyasporayê, ji bo piştgirî li sinemaya Kurdî bê kirin lazim e bi lez û bez werin ba hevûdu û navendeke serbixwe ava bikin. Em mejbur in delavine din vekin bo sînemaya Kurdî, lê halî-hazir xetereyek heye, ji ber ku dagirker dagirkeriya xwe dikin û dikarin di şevekê da avahiya me lê kiriye hilweşînin, divê em îmkanên li diyasporayê baş kar bînin heta roja azadî yê. Li Parîsê, Enstîtuya Kurdî ya Parîsê heye çima ew nebe navenda giştî ya sînemaya kurdî ku avakerê wê Yılmaz Güney bû. Eger navendek wisa hebe dikari pîştgirîyê bide fîlmçêkerên kurd yên ku li welat dijîn.
3) Pirsgirêk ne zaraveyên Kurdî ne, pirsgirêka yekem û ya herî mezin mêjiyê kurdan yê dagirkirî ye, ya rast pirsgirêkeke din jî heye wekî te bal kişandê parçebûna axa me ye, loma mêjî û rihê me jî parçebû ye, ji bo meriv xwe ji wî rihî bişo tenê rêyek heye divê em dilê xwe, rihê xwe û mêjiyê xwe ji wan rizgar bikin. Heke tu xwe ji wî rihê kolonîzekirî xelaz nekî axa te rizgar bûbe jî carinan pere nake ji ber ku ew rih, ew xweh û xeyset li gel te ne. Meriv dikare gelek rêyan peyda bike ji bo em ji hev fam bikin wekî mînak mirov dikare jêrenivîsê bi kar bîne. Mirov dikare fîlmeke bi zaraveyê kurmancî bi jêrenivîsê, soranî pêşkeş ke ev ne problem e, ya muhîm berpirsyariya telvîzyonên Kurdî û dezgehên Kurdî ne, ewana dikarin vî karî bikin. Kanalên kurdî pereyên ku ji temaşegerên xwe yên kurd qezenç dikin, digirin û wî pereyî dikine zibil û rêzefîlmên dagirkeran nîşan didin. Çima ewî pereyî wisa xerç dikin, bila fîlmên kurdî yên ji zaraveyekê (soranî-kurmancî, soranî-zazakî, zazakî-kurmancî) ji bo zaraveya din veguhêzin û bi jêrenivisan nîşan bidin. Dawî ya dawî ev zaravana ne wek zimanên bîyanî ne, tekîlîyên lînguîstîk nav wande hey, eger zêde tekîlîyên rojane nav wan de ava bibe temaşevanên kurd dê hemîyan fêm bike. Belkî nikaribe bi hemîyan xeberde lê dikare hemîyan fêm bike.
Sed heyf, heke parastina qanunî tune be çareserkirina pirsa piştgirî û belavkirina fîlmên kurdî hêsan nîn e, ji ber ku her dezgeheke kurdî seriyekî dajo, yekrêziyek di navbera wan da tune. Divê belavkarên kurd li ser vê pirsê bifikirin û çareyekê bibînin, yan na derhênerên kurd jî ne “supermen” in lewra nikarin bi her tiştî re serederiyê bikin! Bila piçekî jî çêker û belavkar biaxivin. Em bi hevdû re çareyekê peydakin. Lewma jî ez naxwazim hûn tenê bi derhêneran re biaxivin, hinekî jî bi wan re biaxivin.
4) Xebatên kurdî yên hunerî, gelekî di bin bandora hulma siyaseta kurdî û siyaseta dagirkeran da maye. Anegorî min pirsgirêka me ya herî mezin çi mêjiyê hunermendên kurd çi jî yê xebatkarên çanda kurd bi temamî dekolonîze nebûye lewma jî nikarin ji bin bandora dakirkerên xwe derkevin û bergehê li xwe fireh kin ji ber wê nêrîneke nû li çanda xwe, li welatê xwe, li nasnameya xwe û li zimanê xwe zêde nakin. Di navbera derhênerên kurdan de ti diyalogeke zanistî nîn e. Dema di navbera me de danûstandin tune be û em nikarin wî dîwarî qayîm bikin. Heke derhênerên kurd bi zimanê xwe 'emel nekin ka em ê çawa behsa sînemaya kurdî bikin em ê çawa nasnameyekê jê re diyar bikin. Bixwe, belkî kurd bin lê her dem zimanê dagirkeran diaxivin û bi zimanên wan fîlmên xwe çêdikin. Ji bo wê divê çend pirensîb hebin, b imin ew ji evin. ;
-Heta ji destê me tê, em zimanê xwe bi kar bînin.
-Hingî me qedand divê karakterên me yên sereke kurd bin û di navbera xwe de jî kurdî biaxivin.
-Divê em fîlmên xwe li ser erdnigariya xwe çekin û divê heta destê me tê em welat û civaka xwe nişan bidin.
Ne dramaya ku tenê naveroka wan bi meseleyên civakî û polîtîk ve girêdayî divê cûreyên din yên sînemayê jî werine bi kar anîn. Tenê bi dramayên xemgîn nabe bila fîlmên komediyê, yên cezayê, yên zanistê û hwd. jî hebin.
-Divê fîlman da afirandin hebe, kalîteyeke xwe ye hunerî hebe û derhêner hişmendî yê kultura xwe (kurdî) be.
-Divê xalê nêrîna karakterên fîlmên me li sosyolojî, çand û dîroka milletê me bên afirandin. Dibe ku em fîlmeka dîdektîvî çêkin lê dinya ya fîlmî divê bi detayên kultura me ve bên avakirin.
Divê em kesên adî, detay û bûyerên jiyana rojane ya milletê xwe zêdetir nîşan bidin.
Eger evana tûne bin, zehmet e mirov ji bo sînemaya kurdî behsa nasnamayekê bike. Ez hêvî dikim ku em ev prensîbana zêdetir fîlmande bibînin
5) Rast e mijar an jî naverokên fîlmên Kurdî pirranî li ser meseleyên nasnameyê, meseleyên civakê û polîtîkayê ne, lê anegorî min heta a niha jî ev tiştana normal bûn, lê ji îro şûn de lazim e naverokên fîlman biguherin wekî te got divê meseleyên şexsî jî hebin. Lê ji bo vê hacet lazim e, perwerdehî lazim e. Divê nivîskar hebin û evana karibin fikrên taze biafirînin. Dema ku pere tune be, lîstikvan û nivîskar tune be, çêker û belavker tune be wê demê barên wana tev dikevine li ser mile derhêner, loma jî kalîteya gelek tiştan kût diçe. Lê baweriya min pê heye evan mijarên ku te behs kirine wê hedî hedî werine ser ekranên me û em ê jî wan temaşe bikin.
6) Sebeba herî mezin aborî ye û bindestî ye. Ji bo filmên epîk werine kişandin pereyekî baş divê (derhênerên kurd jî dixwazin bikişînin), loma kişandina wan zehmet e, jixwe welatên dagirker ti caran piştgiriyê nadine van fîlman. Lewma jî derhênerên kurd xwe lê naceribînin û fîlmên sade dinivîsin û wana tomar dikin ji ber ku tomarkirina wan hêsantir e. Sistemeke baş ya dezgehên kurdî jî nîne ku piştgiriyê li fîlmên xwedî butçeyên mezin bike ji ber wê derhênerên kurd neçar dimînin û bergeha kamerayên xwe teng dikin. Ji ber ku pîşesaziya sinemaya kurdî nîn e, mixabin fîlmên me di bin endustriyên welatên din de difetisin. Beriya her tiştî divê dezgehên kurdî piştgiriyê bidine nivîskaran, şanokaran, beşa kurdî û zanîngehên ku baş li vî karî radibin da ku rê li sînemaya kurdî jî vekin. Mesela dive ji her temenî lîstikvanên me hebin ku em yan jî senarîst, çîrokên xwe wisa bihunin, wisa binivîsin û xema tunebûna wan nexwin.
7) Rê, Yılmaz Guney
Col, Yılmaz Guney
Hêvî, Yılmaz Guney
Dema Hespên Serxweş, Bahman Ghobadi
Vodka Lemon, Hiner Saleem
8) Niha ez li ser fîlma xwe ya nû dixebitim û ka em ê binihêrin ka dê kengî amade be.
$Reber Dosky$
$Eksiklerimiz olduğu halde, kısıtlamalar olduğu halde, Kürt sinemasını Yılmaz Güney’den devraldığımız bayrağı gururla bir yerlere hep beraber getirdik diye düşünüyorum.$
Reber Dosky, 1990'ların sonlarında Kürdistan'dan (Duhok) Hollanda'ya geldi. 2013 yılında Hollanda Film Akademisi'nde belgesel yönetmenliğini başarılıyla bitirdi. Mezuniyet filmi uluslararası festivallerde ödüllere layık görüldü. İlk uzun metraj filmi olan Radyo Kobani 2016 yılında IDFA En İyi Film Ödülü'nü kazandı. Dosky, 'Sidik ve Panter' filmiyle IDFA 2019'da En İyi Hollanda Belgeseli Ödülü’nü kazandı.
$Filmografi$
2022 - The Yezidi Girls – in post-productie.
2019 - SIDIK EN DE PANTER, Docu winnaar van IDFA NL Competitie
2017 - Goed Terechtgekomen in de Schilderswijk – TV Docu
2017 - MERYEM 13’ Docu Nominatie Europese Film Award
2016 - RADIO KOBANI 70’ Docu winnaar van IDFA NL Competitie
2016 - YEZIDI GIRLS 13’ Docu
2015 - THE SNIPER OF KOBANI 13’ Docu
2015 - ONE HAPPY DAY 25’ Fictie
2014 - 4EVER 15’ Docu
2013 - LOKROEP (THE CALL) 25’ Docu
2012 - MIJN GELUK IN AUSCHWITZ 13’ Docu
1) Çocukluğumdan beri sinemaya bir merakım vardı, başlangıçta bir seyirci olarak. Sinema heyecanım ilk önce evde Tom and Jerry ile başladı. Ses ve görüntünün oluşturduğu mucizeyi öğrenmek, bilmek istiyordum. Bu heves uzun bir süre sadece seyirci olmak ile yetindi. Yaşadığımız coğrafyada önünüze konulan okul, bölüm, meslek neyse nasibini oradan alıyorsunuz. Sanat konularında maalesef bütün Kürt aileleri gibi benim ailem de kısıtlı imkânlar içindeydi, ailem doktor olmamı istiyordu. Avrupa’ya göç ettikten sonra bu ilgi alanımı geliştirmeye karar verdim. İlk yaptığım işlerden birisi bir sinema salonu abonesi olmak oldu. Aylık bir ücret ödeyerek sınırsız film izleyebiliyordum. Dili ve yeni toplumu tanımak gerekliydi. Dil eğitimini aldıktan sonra okula başladım, Halk ile İlişkiler bölümünü bitirdim, bir sene siyasi bilimler de okudum. Artık kendimi tam donanımlı hissettikten sonra, 33 yaşımda, 2009 yılında Amsterdam Film Akademisine başvuruda bulundum ve ön elemelerde Akademiye alındım. 2013 yılında “Bang” (The Call) adlı belgesel film ile mezun oldum. Filmi şurada bulabilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=kyfZbVL04yo
2) Avrupa’da yaşadığım, burada gerekli kurumlardan yardım aldığım için sorulan soru bir nevi benim için geçerli olmuyor. Prodüksiyon konusunda herhangi bir zorluk yaşamıyorum; çünkü filmi yapmadan önce bütün aşamaları tek tek, defalarca konuşup tartışıyoruz. Bir yapımcı devamlı yanımda prodüksiyonla meşgul oluyor. Kürdistan’da yaşayıp da film yapan meslektaşlarımın sorunlarını az çok yakından biliyorum. Kürdistan’da kurumlaşma kesinlikle önemlidir, özellikle film konusunda. Çünkü sinema tek başına yapılabilecek bir meslek değildir. Bazen yüzlerce insanın bir araya gelip yaptığı bir iş. Hobi olarak film yapmak bir yere kadardır diye düşünüyorum. Bir veya iki defa yüzlerce insanı etrafında toplayıp “hadi bu sefer için de çok sağ olun’ diyebilirsiniz ama üçüncüsünde bu insanların yüzüne bakıp kusura bakmayın “hakkınızı helal edin” diyemezsiniz. Çünkü bu insanların da kirası, elektrik faturası, tatile gitme ihtiyaçları vardır. Bu yüzden işi artık profesyonelliğe dökmek lazım. Öncelikle her dört parçada Film Akademilerinin açılması gerek. Film yapmak bir sanattır, sanatı yapmak için yeteneğe ihtiyaç vardır. Yetenek bazı insanlarda doğuştan olur, sanatı okuyarak da öğrenebilirsiniz. Bir cerrah, bir dişçi, fırıncı, öğretmen nasıl ki mesleğini okulda öğreniyorsa film için de aynı yoldan geçmek gerek diye düşünüyorum. Bu mesleği bir kere kurumsallaştırdığımızda güzel şeylerin olacağına inanıyorum.
3) Sorunlar çözülmek için vardır. Almanya’da Nazi faşizminden sonra Yahudi yapımcılar ve diğer sinemacılar öncelikle Fransa’ya, Naziler Fransa’yı da ele geçirdikten sonra Amerika’ya göç ettiler. Göç eden filmciler Amerika’da yeni arayışlara geçtiler ve sonunda Hollywood’u kurdular. Bundan sonra oradan gelecek bütün filmlerin dili İngilizce olacak ve dünyaya böyle sunulacaktı. Ve bu böyle de başarıldı. İngilizce, dünyanın ortak kullandığı dil olduğu halde herkes bu dili konuşamıyor. Ama bu dili konuşamayan insanlar da sinemaya gidip Hollywood’dan gelen filmleri izleyebiliyor. Bunu da altyazı yardımı ile rahatlıkla yapabiliyorlar. Kürdistan’ın herhangi bir parçasında yapılan bir film rahatlıkla diğer parçalarda altyazı yardımı ile izlenilebilir diye düşünüyorum. Film bu parçalara nasıl getirilir, sinemaya nasıl taşınır? Bunların tartışılacak önemli konular olduğuna inanıyorum. Birinci sorunuza verdiğim cevaba dönmek istiyorum. Sinemanın ciddi bir meslek olduğunu ve bu işin aslının okullarda okutulması gerektiğinin altını bir defa daha çizmek istiyorum. Filmi yönetmen düşünür, senaryoyu senarist yazar, yapımcı filmi yapar, distribütör (dağıtımcı) de filmi satar, sinemalara taşır vs. Seyirciye ulaşmada bu dağıtımcının rolü çok önemli. Bu da başlı başına bir meslektir. Mesela Ortadoğu’dan bana çok mesaj gelir, sizin filminizi festivale almak istiyoruz. Bazen buna şaşırıyorum niye beni arıyorlar diye, çünkü dağıtımcım var, her bir posterin altında onun ismi var. Bu durum bana aslında Ortadoğu’da bu işin daha kurumsallaşmadığını gösteriyor.
5) Kesinlikle bu da bizlerin, yani Kürt sinemacılarının bu konuda ne kadar inatçı olduğumuzun, her alanda kendimizi kanıtlamak istediğimizin bir göstergesidir. Şu an tanınan birçok film yönetmenimiz var, dünyanın önemli festivallerinde önemli ödüller almış filmlerimiz var. Eksiklerimiz olduğu halde, kısıtlamalar olduğu halde, Kürt sinemasını Yılmaz Güney’den devraldığımız bayrağı gururla bir yerlere hep beraber getirdik diye düşünüyorum. Bundan sonra Kürt sinemasının yapması gereken şey kurumsallaşmadır. Film Akademilerinin yanında oyunculuk için akademilerin de açılması lazım. Dünyada Kürt sineması, ezilen toplumun dili olarak görülüyor. Bir halkın dilini, dinini, kültürünü dört parçada bölmüş, yıkmış, harabe etmişsin. Buna cevap olarak yeni nesil kameraya sarılmış, bu ise dört parçada ezilmişliğin, yokluğun dili olmuş ve sinemayı bir meslek haline getirmişiz. Bu çok önemlidir. Bizler, yani yeni nesil, silahtan ziyade başka arayışların içinde olmak, aslında düşman için başlı başına bir korkudur. Gelişen modern savaş tekniği karşısında bir kalaşnikofun sesi ne kadar yankı yapabilir ki? Burada herhangi bir bagalitasyon yapmak istemiyorum. Hiçbir Kürt özgürlük mücadelesi isteyerek savaşa başlamamıştır. Silahı eline almak sadece meşru müdafaadır. 1946’da M, Mustafa Barzani’nin yaptığı gibi, 15 Ağustus atılımında olduğu gibi. Kürt sinemasının dünyada ezilenlerin sesi olarak tanınması bence çok anlamlıdır.
6) Sinemayı toplumun dili olarak görüyorum. Biz Kürt sinemacıları olarak bu yükün hassasiyetlerini iyi anlamamız lazım diye düşünüyorum. Ben şimdiye kadar kendi tecrübelerimden yola çıkarak film yapmaya çalıştım. Özellikle bana yakın konular ne ise, hissettiklerim, anılarım, duygularım, bakış açım vs. Bir nevi kendi travmalarımı sinema yolu ile çözmeye çalıştım. Geldiğimiz toplum, coğrafya kan revan içerisindeyken, toplum aç iken, çocuklarımız halen isimsiz mezarlara sahip iken sinema sanatını bireysel ele almak bence sinemaları doldurmaz. Biz sanatçılar bu halkın hizmetkârlarıyız. Elbette bu halkın acılarını, dilini, kültürünü korumak, anlatmak bizim bir görevimizdir. Bu bahsettiğim konuları güzel bir sinema dili ile ajitasyon yapmadan yarınlara taşımak bence çok önemlidir. Ha bizler bu devreyi geçtikten sonra gayet tabii bahsettiğiniz diğer konulara da el atılacağına inanıyorum.
6) Dünya Sinemasından örnekler verildi.
7) Rusteme Zal, Mem û Zîn, Evdale Zeynike, Fatim û Salih Aga, Gılgamış vs… Gerçekten de çok zengin bir coğrafyada, çok renkli bir toplumdan geliyoruz. Filmi yapılabilecek yüzlerce hikâye, konu var. Ama Kürt sineması şu an buna elverişli değil. Yeterince teknik, teknik eleman, maddi yapılanma buna uygun değil. Bunlar olsa da temiz bir Kürtçe lehçesiyle bu rolleri yapacak oyuncularımız şu an hazır değil. Bu başlı başına bir sorun. Ben on sene içerisinde bu konuların aşılacağına inanıyorum. Çünkü şu an Güney Kürdistan’da ve Rojava’da bir yapılanma var. Bize düşen görev, başta olan yetkililerimize sinemanın rolünü anlatmak ve etkisini onlara aşılamak olacaktır. Bunlar olduktan sonra birkaç sene içerisinde güzel adımların atılacağına inananlardanım. Kısacası, önümüzde yapacak daha çok iş olduğuna inanıyorum.
8) Şu an yeni filmimin kurgusunu yapıyorum. Yeni belgesel filmim Êzidi kızlar üzerine. Bildiğiniz gibi DAİŞ, Müslüman teröristler, Ezidi halkımıza 3 Ağustos 2014’te saldırdı. Bu saldırıda binlerce insanımızı öldürdüler, kızlarımızı kaçırdılar. Bu genç kızlarımızı pazarlarda barbarca sattılar. DAİŞ’in Kobani ve Şengal’de Kürt güçleri tarafından yenilgiye uğratılması ile birçok genç kızımız bu zalimlerin elinden tekrar kurtarıldı. Bazıları da kendi gücüyle kaçtı. Belgesel bu kızların yeni yaşamını konu alıyor. Bu kızlar tekrar kendi toplumlarına entegre olabilecekler mi? Bu soru ile bu konuya ışık tutmaya çalışıyorum. Eylül ayında filmi bitirmeyi planlıyoruz, Kasım ayında Amsterdam’da filmi seyirci ile buluşturmayı ümit ediyorum.
$Sahim Omar Kalifa$
$Gelek hevalén min yén Europî dibéjin ew naxwazin ku ew filmén min Kurdî temaşe bikin! Ji ber ku mijarén filmén Kurdî hemî nézîkî hevin.$
Sahim Omar, 1980 yılında Zaho’da doğmuştur. 2001 yılında Belçika'ya göç etmiş ve 2008 yılında Brüksel'deki Sint-Lukas Film Okulu'nda film yapımında yüksek lisans yapmıştır. Kısa filmi Nan ile Leuven Uluslararası Kısa Film Festivali'nde En İyi Flaman Öğrenci Filmini kazanmıştır. Yönetmenin çeşitli festivallerden aldığı yüzden fazla ödülü bulunmaktadır.
$Filmografya$
2011 - Land of the Heroes (Kısa film / Drama)
2012 - Baghdad Messi (Kısa Film / Drama)
2013 - Bad Hunter (Kısa Film / Drama)
2017 - Zagros (Drama)
2018 - Cornered In Molenbeek (Belgesel)
(Jiber devoka derhêner me dest neda îmla bersivên wî)
1) Belé es beşdar bûm. Es dibînim ku Festîvala Duhok baştirîn festivala Kurdî ye. Ji hemî festivala pir baştire. Ji ber ku ne bes filman li festîvalé nîşan didin! Belé workshop û seminar jî hene.
2) Pisgrékén sînema Kurdî pir pirin. Eve jî yek ji wan problémane. Yek ji problémén serekî ewe ku partîyén sîyasî hemu tiştan kontrol dikin û filmén ne li ser fikir u ramén wan bin qebul na kin. Eve jî pirsgrékek pir mezine, hosa ew sînema zédetir sinordar dikin.
Herwesa me Kurdan komisîonén proffesional nînin ku projan rexne bikin u biryar bidin ku kîjan proje ji yén din baştire u divé alîkarî werbigre. Gelek jara pare di din ji bu derhénerek ku projé wî ne baş e jî.
Herwesa pir problémen di jî hene …
3) Heta niha tiştek nîne!
Bes pir başe tiştek hosa çébibe. Ji ber ku ef problémek pir mezine. Divé distribotionén Kurdan jî derkevin u alîkarîya filmén Kurdan bikin.
Ez dibéjim ku pirsgirék ne zaraveyén Kurdî ne ji ber ku 90 % ji Kurdan Kurmancî di zanin.
4) Me sînema Kurdî wek destgeh nîne! Belé me film û derhénerén Kurd hene. Li hemu cîhané ef zédetirî 100 sale sînema heye, li belé li def Kurdan héjş zaroke.
Hindek jara 2 filmén Kurî hene u hindek jara yek film jî nîne. Sînema Kurdi bingeh nîne.
5) Gelek hevalén min yén Europî dibéjin ew naxwazin ku ew filmén min Kurdî temaşe bikin! Ji ber ku mijarén filmén Kurdî hemî nézîkî hevin. Mijar wek hevin herwesa stîl û genre jî wek hevîn. Piranîya filmén me li ser mijarén siyasî ne ewén ku jiyana Kurdan bandor dikin.
Ez dibînim ku divé derhénerén Kurd mijara filmén xwe, Stîl u genre xwe bigihorin da ku xelkén bîyanî jark din filmé Kurdî temaşe bikin.
6) Gelek sedem henen ku filmén bi vî rengî na én çékirin. Yek ji wan probléman ewe ku filmén hosa parek zéde di xwazin. Ji bilî Kurdistana başûr kurdan film komission nînin ku para bidin bu filman. Û dujmina Kurdan jî para nadin ku em filmekî hosa pir Kurdî çé bi kin.
Niha çi projén min yén bi vî rengî nînin.
7) Bêşirov.
8) Niha 2 filmén min yén dréj di montage da ne: BAGHDAD MESSI û filmek dokumentar IRAQ’S INVISIBLE BEAUTY. li dawya sala 2022 wé her du amade bibin ji bu festival. [1]