Türk halkının Ermenilere, Rumlara, #Kürtler#e, Müslüman olmayan halklara karşı yüzyıldan fazladır sürüp giden düşmanlığının temelinde, egemen sınıfların ırkçılık politikasının dışa vurumu vardır.
Kürt işçiler, ekmek ve yaşam uğruna bir yandan yoksullukla mücadele ederken diğer yandan utanç verici ırkçılıkla da mücadele etmek zorundadır. Yoksulluk ağır bir yük olarak omuzlarındadır. Hangi gün, hangi mevsim aç kalınacağı belli olmayan bir yaşamdır kaderleri. Aç kalmamak uğruna kap kacağını sırtlayarak, yorganını toplayarak düşerler gurbet yollarına. Çok zaman daha emeğini satmak zorunda kaldığı yere varmadan ya can verir ya da ağır yara alırlar yollarda. İnsanların içini acıtan trajik bir haber konusu olur tarım işçilerinin yol kazaları. Çalışacağı yerlere ulaşabilenler ise Türklüğün, ırkçılığın “Burası bizimdir, defolun gidin!” tarzında linçlerine maruz kalırlar.
#Mardin#’den ekmek için Sakarya’ya fındık toplamaya giden Kürt tarım işçileri hem patronlarının hem de köylülerin saldırısına uğradılar. Bu saldırı ve linç girişiminin basit bir adli vaka olmadığı açıktır. Yaşanan şey; yüz yirmi yıldır Türkçülük zehrinin ırkçılık olarak kusulmasıdır. Üzerinde ciddiyetle durulup düşünülmesi gerekir.
Nedendir Kürt işçilerine, emekçilerine olan bu düşmanlık? Nedendir bu tahammülsüzlük? Nedendir bu bitmeyen kin, dinmeyen öfke? Varlığına, diline, kültürüne, müziğine hatta ıslığına bile tahammül edilemeyen düşmanlığın arkasında yatan nedir? Çoluk çocuğunun rızkı için fındık toplamaktan başka suçu nedir bu mazlum Kürt işçilerinin? Kürdistan’ı işgal et! Bombalamadık dağ taş, yakmadık orman, kesmedik ağaç bırakma! Halkı açlığa mahkum et! Sonra da ekmek için göç yollarına düşmek zorunda kalanları linç et! İşte budur Türk egemen sınıflarının Kürt politikası(!)
Sakarya’da yaşanan linç olayı kendini bilmez birkaç kişinin fevri davranışı ya da “vatandaş hassasiyeti” gösterenlerin toplu hareketi değildir! Bu, yüz yirmi yıldır İttihat-Terakki’den Kemalistlere ve AKP-MHP faşist yönetimine kadar süregelen ırkçı-faşist politikaların sonucudur. Bu ırkçı zihniyetin arka planında “Türk ırkının askeri, medeni ve siyasi rolleri itibariyle bütün ırklardan daha üstün olduğu” fikriyatı vardır. Bir asırdan fazla bir zamandır benimsenen, kabul edilen, değişmesine asla izin verilmeyen temel ideolojik formasyonun kendisidir Türk ırkçılığı. Diğer ırkların, ulusların, inançların eşit ve aynı değerde olmadığı, aynı haklara sahip olmadığı-olamayacağı gerçekliğidir. Anayasada yazılıp yasalarda belirtilenlerle yaşamda adı bile geçmeyen hukuksuzluğun, adaletsizliğin açığa çıkmasıdır. Irkçılık, halkların birbirine düşman edilmesidir. Dışlama, yok sayma, insan olarak görmeme, ezme ve yok etmedir. Irkçılık faşizmin zehridir.
Türkiye’de ırkçılık, Türk komprador burjuvazinin ve feodal sınıfın politikasıdır. Dışarıdan ithal edilen, sonradan gelen bir politika olmadığı gibi hükümetlerin değişimiyle de farklılaşacak bir durum değildir. Türk devlet politikasıdır. Türkçülük ve İslam olarak tanımlanan üstünlük fikriyatı, Kemalizm olarak düzenlenmiştir. Kemalizm, Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluş çimentosudur. Yıllar önce önder İbrahim Kaypakkaya yoldaş şöyle analiz etmiştir bu varoluş ideolojisini;
“Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir...” (İbrahim Kaypakkaya Bütün Eserleri, Nisan Yayımcılık, s. 406)
Türk ırkçılığı, Türk burjuvazisinin siyasi bakımdan en geri kesimlerinin ve Türk toprak ağaları sınıfının politikasıdır.” (İbrahim Kaypakkaya Bütün Eserleri, Nisan Yayımcılık, s. 326)
Sakarya, Balıkesir, Trabzon, Ordu’da ya da herhangi başka bir ilde, Kürt işçilerinin çalışmaya geldiği anda ortaya çıkan bu vb. saldırı ve linç girişimleri, fevri birer davranış, hassasiyet ya da kendini kaybetme hali değildir. Türklüğün kuramcılarından, ırkçı ideologlarından biri olan İttihat-Terakki’nin öncü kadrosu Dr. Nazım bakın yıllar önce nasıl tanımlamış ve nasıl anlam yüklemiştir Türkçülüğe:
“Bu topraklarda Türklerin, sadece Türklerin yaşamasını ve ona tamamen sahip olmasını istiyoruz. Milliyeti yahut dini ne olursa olsun, Türk olmayanlar kahrolsun!”
Oldukça açık ve anlaşılır değil midir? Türk olmayanlar kahrolsun! Yüz yirmi yıldır Türk olmayanlar Türklük adına kahrediliyor bu topraklarda. Türk olmayan hiçbir ulusa yaşam hakkı tanınmıyor. Ermeniler-Rumlar-Süryaniler-Asuriler-Êzîdîler-Kürtler … yüz yirmi yıldan fazladır soykırımla, katliam-sürgün ve pogromlarla kahrediliyor. Bütün bu kötülükler, “Millet-i Hakime” olan Türklük adına yapılıyor. Diğer ulusları “Millet-i Mahkûm”e olarak gören zihniyet, kendisini Türkiye’nin sahibi diğer milletleri ise hizmetçi olarak görüyor. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve günümüze kadar değişmeden gelen, farklılaşmadan devam eden ırkçılık politikası düzen partilerinin pusulasıdır.
Türk komprador burjuvaların ırkçılık politikası sonucu Türk halkının bilinci kirlenmiş, duyguları lekelenmiştir. Bu yüzden Kürt emekçilerine kör bir nefret ve bitmeyen kinle bakıyorlar. Türk egemen sınıfları tarafından halklar arasına örülen çit, yaratılan düşmanlık tarih boyunca halkların hafızalarında silinmeyen bir leke olarak kalmaktadır. Türk halkının Ermenilere, Rumlara, Kürtlere, Müslüman olmayan halklara karşı yüzyıldan fazladır sürüp giden düşmanlığının temelinde, egemen sınıfların ırkçılık politikasının dışa vurumu vardır. Yüzünü bile görmediği halklara duyulan kinin altında yatan zehrin adıdır ırkçılık. Bu zehri halkın beyninden temizleme görev ve sorumluluğu Türkiyeli devrimcilerin omuzundadır.
Türk olmayanların kahredilmesi demek sürgün, ölüm ve şiddetle yola getirilip diz çöktürülmeleridir. Kürt işçilerin yoksulluk içinde, köle pazarlarında emeklerinin ucuza satılması demektir. Güruh olarak hareket eden kalabalıkların linç saldırına maruz bırakılmaları demektir. Türk olmayanların dışlanması, yok sayılması, inkar edilmesidir. Türk olmayanların önünde iki seçenek konulmaktadır. Ya zorla Türklük sevilecek ya da Türklerin vatanı zorla terk edilecek(!) Ya sev ya terk et!
Başta Kürt halkı olmak üzere ezilen halklar ne ırkçılığı sevecek ne de Türk hakim sınıflarının vatan dediği toprakları terk edecektir. Kürt kadın tarım işçisine tokat atan Türk köylüsü bilmelidir ki; bu tokadın daha büyüğünü kendi içindeki ırkçılığa atmazsa tokat onu daha fazla köleleştirecektir.[1]
Nubar OZANYAN