#Soykırımlar#-#katliamlar# yaşayıp adalet arayanlar, ekmek ve özgürlük düşleyenler, İşçiler-#Kürtler#-Kadınlar-#Aleviler# daha fazla birbirini dinleyerek, yürek ve aklın diliyle birbirini anlamaya-tanımaya birlikte celladın üstüne yürüyüp yüzüne tükürmeye çalışmalıdır.
Adına Anatolia-Hayastan-Kürdistan diye adlandırılan topraklarda “Sayfo”- “Xerisomos”- “Mets Yeğerni” yaşandı. Yani Süryani-Rum-Ermeni Soykırımları yaşandı. Kurbanların hayatta kalan kuşakları bugüne kadar “tek ses” olamadılar. Sözü edilen toplumların bilim insanları, inceleme ve araştırma yaparken sadece kendi halklarına yönelik soykırımları incelediler. Edebiyatçıları-sanatçıları kendi acılarını dile getirdi. Politik parti sözcüleri ise uluslararası toplumun sadece kendi toplumuna yönelik katliam ve sürgünleri mahkum etmesini talep etti. Yani ortak ve güçlü çıkmayan sesleri, duyulmayan bir ses olarak kaldı.
Sadece 1914-1922 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde 5 milyona yakın Hıristiyan halk, devlet tarafından planlanan ve örgütlenen soykırım, tehcir ve yok etme politikasına maruz kaldı. Türk devleti, sözde güvenilir olmayan Rum-Süryani ve Ermenileri sürgün ve imha ederek yaşadıkları toprakları etnik-demografik bir “koridor temizliği”ne tabi tuttu. Artık ne Ermenilerin ne Süryanilerin ne de Rumların binlerce yıl üzerlerinde yaşadıkları topraklardan, yarattıkları uygarlıklardan, bıraktıkları tarihsel kültürel zenginliklerden kendileri dışında bahseden var.
Aynı şekilde bugün Türkiyeli işçiler-kadınlar-Kürtler-Aleviler-aydınlar-gençler zulüm ve açlıkla terbiye edilmek istenmektedir. Toplumun her kesimi sadece kendilerine yapılan sürgün ve haksızlıklara, gerçekleştirilen katliamlara, yaşatılan adaletsizliklere sınırlı bir ses çıkarırlarsa sesleri tıpkı büyük felaket yaşamış Süryani-Ermeni-Rum halklarının sesleri gibi duyulmayan sesler olarak kalacaktır.
Geçmişte ölüm yürüyüşlerinde halkların yaşadıkları acılar, çektikleri çileler yetmezmiş gibi Türkiye ve Kürdistan zindanlarında devrimciler-aydınlar-avukatlar kabul edilmez adaletsizliklere maruz kalmaktadırlar. Bütün acılara karşın devrimcilerin açlık grevlerinde, ölüm oruçlarında ortaya koyduğu direnişler tarihe not düşülecek düzeyde değerli ve öğreticidir. Bugün onların yaşadıkları acılar, dün çekilen çilelerin devamı niteliğindedir. Yaşanan insanlık felaketidir. Son olarak devrimci Avukat Ebru Timtik’in “adalet” uğruna ölüm direnişi, patlamaya hazır büyük toplumsal öfkenin habercisi gibidir. Can bedeli, özgürlük uğruna ortaya konan direniş karşısında söylenecek tek söz “Unutulmasın ki, ne halkımız ne de devrimciler henüz son sözünü söylemedi”ler olacaktır.
Hiçbir halkın ve devrimcinin acısı diğerlerin acısından daha derin ve daha katlanılmaz değildir. Ezilen, sömürülen, açlıkla terbiye edilmek istenen kesimlerin yaşadıkları acılar, çektikleri çileler, arayıp da bulamadıkları adaletsizlik hep aynı nitelikte ve ağırlıktadır. Acıların rengi ve dili ortaktır. Bu acıların paylaşılmaya, anlaşılıp öfkeye dönüştürülmeye, tek ses olarak örgütlenmeye ve mücadeleye dönüşmeye ihtiyacı vardır. Yapılamayan, şimdiye kadar yeterince başarılamayan budur. İhtiyaç olan budur. Anlamanın dili konuşularak, ortak adım atılması gerekir.
Bugün sistematik bir şekilde en kitlesel, en yoğun saldırı ve acılara maruz bırakılan Kürtler-kadınlar ve işçilerdir. Bu, toplumun diğer kesimlerinin rahat ve huzur içinde oldukları anlamına gelmez. Ülkede bir avuç muktedir ve onlara uşaklık yapan az sayıdaki azınlık kesim dışında herkes ekmek-özgürlük-adalet ve onurlu bir yaşam aramaktadır. Ancak bu güçlü ve anlamlı arayış, kendi amacına varmış değildir. Hiç kimse tek başına, kendi acılarını dile getirip seslendirerek öfkesini örgütleyerek amacına ulaşamaz. Çünkü özgürlüğün adalet ve ekmeğin düşmanları daha fazla örgütlü, daha fazla merkezileşip tekleşmiştir. Kurnaz-hilekar-asıl amaçlarını gizlemekte usta olan acımasız bir Türk devlet gerçekliği mevcuttur. Oysa ekmek-adalet ve özgürlük arayanlar parçalıdır, dağınıktır ve birleşmiş değildir. Egemenler-efendiler halkın bu parçalı ve dağınık durumundan, örgütsüz halinden güç almaktadır.
Dolayısıyla birleştiricilik, tek ses yaratma, tek yürek olma anlamında görev ve sorumluluk Kürt ulusal özgürlük hareketine ve proleter devrimcilere düşmektedir. İmhanın kılıcı keskin, inkarın dili kurnazdır. İmhanın kılıcı kadın-erkek-yaşlı-genç-çocuk dinlemiyor. Yasa ve hukuk tanımıyor. Sokağın ve dağın birleşik, direngen dili dışında hiçbir güç, imhanın kılıcını tutan eli kıramaz. İnkarın dilini deşifre edemez. Bugün bu gücün örgütlenmesine ve birlikte yürünmesine dünden daha fazla ihtiyaç vardır. Her şeyden önce acıların anlaşılmasına ve paylaşılarak öfkeye ve direnişe dönüştürülmesine ihtiyaç vardır. Yüz yıl önce Ermeniler-Süryaniler-Rumlar katledilirken acıları diğer halklar tarafından iyi anlaşılıp paylaşılamadı. Bugün Kürtler dün Ermeni-Süryani-Rumlar gibi büyük acılar yaşıyor. Kürtlerin en çok acı yaşayan halklar tarafından anlaşılmaya, acılarının paylaşılmasına, ortak bir öfke ve direniş yaratılmasına ihtiyacı vardır. Ermeniler-Süryaniler-Rumlar, bugün Kürtleri imha etmek isteyen kılıcı tutan eli kırmak için ayağa kalkmalıdır. Haykırışlarını yükselterek paranın ve imhanın tanrılarını alaşağı etmek için bir araya gelip birlikte yürümelidirler. Lo’lara yapılanlara Zo’lar dünkü sessizliği gerekçe yapıp sessiz kalmamalıdır. Yeni bir tarihin suçu işlenmesine asla müsaade etmemelidir.
Soykırımlar-katliamlar yaşayıp adalet arayanlar, ekmek ve özgürlük düşleyenler, İşçiler-Kürtler-Kadınlar-Aleviler daha fazla birbirini dinleyerek, yürek ve aklın diliyle birbirini anlamaya-tanımaya birlikte celladın üstüne yürüyüp yüzüne tükürmeye çalışmalıdır. Bu utanılası zulüm dolu günlere birlikte son vermenin yolunda yürümelidir.[1]
Nubar OZANYAN