iktidara muhalifmiş gibi gözüküp Kürtler mevzu bahis olduğu her anda iktidarın kuyruğuna takılan sözde “muhalefet” partilerinin de, Güney Kürdistan’daki savaşa karşı bırakalım sokağa çıkmayı bir açıklama yapma gereği duymayan sözde “sol”, “sosyalist” partilerin de yüzündeki maske düştü.
Bu savaş Kürt’e de Türk’e de ölümden, gözyaşından ve acıdan başka bir şey getirmeyecektir. Ama şurası açıktır ki kaybedeni Kürtler olmayacaktır.
Geçtiğimiz haftalarda burada kendi halklarıyla sorunu olanların, onlarla savaşanların barış getiremeyeceğini yazmıştık.
Çünkü barış için mücadele karşındakini tanımayı, dinlemeyi gerektirir. Diyaloğun ve müzakerenin gücüne inanmayı gerektirir. En önemlisi de samimiyet gerektirir. Yani barışı bir araç değil amaç olarak istememiz gerekir. Barış sadece kendi işimize geldiği zaman dilimize dolayacağımız veya sadece kendimiz dışındakiler için isteyeceğimiz bir şey değildir. Diğer bir ifade ile barış, başkalarına verdiğimiz bir “tavsiye” değil, en başta kendimizin karşı karşıya olduğumuz sorunlar için bir çözüm yolu olarak bizim amacımız olmalıdır.
Ama çok iyi biliyoruz ki Türkiye’deki iktidar bloğunun hiçbir konuda olmadığı gibi barış konusunda da zerre samimiyeti yoktur. Böyle olmuş olsaydı, yani iktidar gerçekten de sorunların çözümünde barışı, müzakereyi bir yol olarak kabul etmiş olsaydı Dolmabahçe’de kurulmuş olan masayı devirip yaşadıkları her yerde Kürtlere ve Kürtlerin kazanımlarına savaş açmazdı. Dolayısıyla da kendisi barış istemeyen, kendisi sorunların çözümünde silahtan, çatışmadan başka bir şey tanımayan birinin ne yerel ne bölgesel ne de küresel düzeyde barışa katkı sunamayacağını söylemiştik.
Nitekim öyle de oldu.
Bir baharı daha bu coğrafya çatışmalarla, kanla, gözyaşıyla karşılıyor.
İktidarın ve çevresindekilerin Ukrayna savaşını fırsat bilip yüzlerine geçirdikleri barış maskesi çok çabuk düştü. O süslü “barış”, “müzakere”, “diyalog” söylemleri rafa kaldırıldı ve yerini yine savaşın, şiddetin dili aldı.
Dün akıllarınca Nobel Barış Ödülü hayalleri kuranlar, Ruslar ve Ukraynalılar arasında sözde barışı tesis etmek için müzakere masası kuranlar, savaşın taraflarını bir araya getirenler; bugün mevzu bahis Kürtler olunca “barışseverlik” oyunu bir kenara bıraktılar ve Kürtlere karşı topyekûn bir imha savaşına giriştiler.
Tersini düşünmek büyük bir saflık olacaktır.
Sadece Kürtleri değil kendi dışında her şeyi ve herkesi düşman olarak gören, kendi dışında kimseye hayat hakkı tanımayan, sorunların muhatapları ile konuşmayı, onlarla müzakere etmeyi güçsüzlük olarak gören, sorunların çözümünde zorla kendi iradesini dayatmak dışında başka bir şey bilmeyen iktidar için “savaş” artık bir tercihin ötesinde bir varoluş biçimi halini almıştır.
En başta Beyaz ve Yeşil Türk Faşizmleri arasında kurulan mevcut iktidar bloğu, AKP ile Cemaatin yollarının ayrılmasından sonra Dolmabahçe’de kurulan masanın devrilerek Kürtler ile savaş şartıyla kurulmuştu. Ve o gün bugündür iktidar bloğu için varlığını sürdürebilmenin yegane yolu savaş ve şiddet olagelmiştir.
Elinde avucunda artık bir şey kalmadığından bugün savaşa ile şiddete ve bunların yaratacağı zehirli havaya her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktadır.
İktidar ülkedeki gerçek gündem ekonomik, siyasi ve toplumsal krizlerin üstünü örtmek için; ezilenler ve emekçiler “bazıları her gün daha da zenginleşirken, biz neden her geçen gün daha da yoksullaşıyoruz” diye sormasınlar diye; halklar “neden nefes alamaz, ağzımızı açamaz hale geldik” diye sormasınlar diye savaştan ve savaşın yaratacağı milliyetçi histeriden medet ummaktadır.
Evet bu savaşın da kazananı olmayacaktır. Bu savaş Kürt’e de Türk’e de ölümden, gözyaşından ve acıdan başka bir şey getirmeyecektir. Ama şurası açıktır ki kaybedeni Kürtler olmayacaktır. İktidar özellikle 2015 seçimlerinden sonra daha da sıkı sıkıya sarılığı savaş siyaseti ile ömrünü uzatmayı başarmaktadır ama her seferinde ileriye doğru attığı her adımda daha da güçsüzleşmektedir. Güçsüzleştikçe de daha da çok savaşa, şiddete ve baskıya başvurmaktadır; bu ise onu daha da güçsüzleştirmektedir. Ve bu fasit daire içinde artık iktidardaki faşist blok için yolun sonu çok yaklaşmıştır. Ne savaş ile Kürtlere boyun eğdirebilmekte, Kürt kazanımlarını tasfiye edebilmektedirler ne de savaşın yarattığı milliyetçi atmosfer ile kendi yetmezliklerinin üstünü örtebilmektedirler. Tersine kendileri her geçen gün daha da dağılmaktadır.
Sonuç olarak, onları da geçmişte #Kürt Sorunu#’nu inkar, savaş ve baskı ile çözebileceğine kendini inandırmış iktidarlardan farklı bir son beklememektedir. “Çözemeyen çözülür” sözünün ne anlama geldiğini bugünlerde çevrelerinden ayrılmayan Çiller’e sorsunlar, kendilerini nasıl bir son beklediğini onlara anlatacaktır.
Son olarak maalesef şunu da not düşelim. Sadece iktidarın yüzündeki sahte maskeler düşmedi. Sözde iktidara muhalifmiş gibi gözüküp Kürtler mevzu bahis olduğu her anda iktidarın kuyruğuna takılan sözde “muhalefet” partilerinin de, Güney Kürdistan’daki savaşa karşı bırakalım sokağa çıkmayı bir açıklama yapma gereği duymayan sözde “sol”, “sosyalist” partilerin de yüzündeki maske düştü ve altında yatan çeşitli renklere ve şekillere bürünmüş milliyetçi şoven yüz bir kez daha ortaya çıktı.[1]