Mehmed Mihri; Osmanlı İmparatorluğu son döneminde kurulan #Kürt örgütlerinin kurucu# ve aktif üyelerinden biri olup çok yönlü işleyen kalemiyle edip, şair, dil bilimci, siyasetçi ve hukukçu kimlikleriyle tanınan meçhul Kürt mütefekkirlerinden biridir. Meçhul diyorum, çünkü çok az tanınıyor ve yeni nesil gençlerimizin büyük çoğunluğu belki de onun adını dahi duymamıştır. Bu yazının devamında, kısaca da olsa mümkün olduğu kadarıyla onun bütün özelliklerinden bahsetmeye çalışacağım.
Mehmed Mihri, 1885 yılında #Sıne#’ye bağlı Cıwanro bölgesinde bulunan Dışe(ê) köyünde doğmuş. Kimliğinde doğum yeri olarak “Musul’a bağlı Sıne kasabası” yazılsa da, aslında “Sıne-Sinê” Doğu #Kurdistan#’da yani bugünkü İran’ın siyasi sınırları içerisinde bulunan bir Kürd şehridir. Öyle anlaşılıyor ki o dönemde söz konusu kasaba ya idari olarak Musul vilayetine bağlıydı ya da Osmanlı hüviyetnamesini alabilmek ve vatandaşlığa kabul edilmek için böyle bir yönteme başvurulmuştur. Oğlu Selahattin Hilav’ın aktarımına göre, “Mehmet Mihri Bey, ikisi kız, yedisi de erkek olmak üzere on çocuklu bir ailenin oğludur. Babası Gülamber bölgesinde küçük Molla lakabıyla tanınan, medreseleri olan ünlü bir din bilgini” dir. Babası müftülük yaptığı için, Müftü Molla Abdullah olarak tanınır. Dedesi, Molla Mahmut olup meşhur Ciwanrolu Müzaferhan’ın torunudur. Annesi de bölgenin tanınan ailelerinden Şeyh Şahabettin Talsi’nın kızıdır. Mehmed Mihri’nin mensubu olduğu aile, bugün de #Doğu Kürdistan#’da “Müftizade” ailesi namıyla tanınmaktadır.
Mehmed Mihri, tahsilinin ilk evresini kendi köyünde aile medresesinde tamamlar ve bu dönemdeki öğretmenlerinden biri de babasıdır. Daha sonra Sıne şehrine giderek burada tanınan alimlerden ders alır. Oradan da Bêzara kasabasına, sonra da Serdeşt şehrine giderek Molla Kadir’den gerekli dersleri alır. Serdeşt’ten sonra tahsilini tamamlamak için Hewlêr şehrine gider ve burada aldığı dersleri başarılı bir şekilde vererek 1904 yılında Molla Ebubekir’den icazetini alır.
Tahsilini tamamlayan Mehmed Mihri, Dişê köyüne döner. Buradaki medresede bir müddet okuma, hitabet ve felsefe derslerini verir. Bu arda babasıyla yaşadığı bazı anlaşmazlıklar nedeniyle Sıne şehrini terk ederek Kuzey Kürdistan’a yönelir. Bir müddet Van’daki Horhor medresesinde tahsil görür ve Molla Said-i Kurdi ile tanışıklıkları da bu dönemde başlar. 1911’lerin başlarında buradan da Trabzon üzerinden İstanbul’a gider.
Çok iyi derecede Farsça, Arapça ve Kürtçe dillerini bilen Mehmed Mihri, İstanbul’a geldikten sonra, tahsilini sürdürmek üzere Fatih Medresesi’ne müracaatta bulunur ve bu sınav için müracaatta bulunan yüzeli kişilik öğrenci grubu içerisinde sınavı birincilikle kazanır. Buradaki tahsilini de iyi bir dereceyle tamamladıktan sonra, aynı medresede öğretmeni olan ve daha sonra da kayınpederi olacak Dağıstanlı Hüseyin Hüsnü Efendi’nin de desteğiyle, Fatih Medresesi’nde dersiam olarak göreve başlar. Bu süreçte İstanbul’daki çok sayıda Kürt öğrenci, münevver ve şahsiyetleriyle tanışır ki bu şahsiyetlerden biri de İsmail Hakkı Baban’dır.
1912’lerin sonlarında İstanbul’da bulunan Kürt öğrencileri bir araya gelerek Kürd Talebe Hêvi Cemiyeti adıyla bir gençlik örgütü kurarlar. Kuruluş kongresinde Ömer Cemil Paşa ve daha sonra yapılan olağan kongrede de Memduh Selim cemiyetin genel sekreterliğine seçilir. Hêvî Cemiyeti, kuruluştan kısa bir süre sonra önemli bir üye ve taraftar kitlesi oluşturur. Kadri Cemil Paşa’nın aktarımına göre üyeler arasında en çok tanınanları şunlardı: “Memduh Selim Bey, Kemal Fevzi ve kardeşi Ziya Vehbi, Kerküklü Necmettin Hüseyni, Aziz Babanzade, Arvasizade Mehmed Şefik, Müküslü Hamza, Harputlu Tayip Ali, Süleymaniyeli Abdülkadir, Diyarbekirli Salih, Ekrem Cemil Paşa, Diyarbekirli Abdülkadir, Asaf Bedirhan, Diyarbekirli Mustafa Reşat, Mahabatlı Dr. Mustafa Şevki, Sıneli Mihri, Dr. Fuat ve Hakkarili Abdürrahim Rahmi.”
Hêvî Cemiyeti, 6 Haziran 1913 tarihinde Rojî Kurd adıyla bir dergi yayımlamaya başlar. Her geçen günle birlikte yapılan çalışmalar ve yayın faaliyetiyle Hêvî, gerçekten Kürd gençliğinin parlayan umuduna dönüşür. Bu nedenle dönemin İttihat ve Terakki yönetimi, gittikçe bu çalışmalardan rahatsız oluyor ve uyguladığı baskılarla Hêvî üyeleri ve çalışanlarını yıldırmak istiyordu. Bu baskıların sonucu olarak dördüncü sayıdan sonra Rojî Kurd’ün yayını durdurulur. Mehmed Mihri’nin ilk yazısı, “Le tarîkî bo ronakî [Karanlıktan Aydınlığa]” başlığıyla Rojî Kurd’ün dördüncü sayısında “Benî Ardelanî Ehmed Huhsin” imzasıyla yayımlanmıştır. Rojî Kurd’ün yayını durdurulduktan kısa bir müddet sonra, 1913 yılının sonlarında onun yerine Hetavî Kurd [Kürd Güneşi] adıyla yeni bir dergi yayımlanır. Hetavî Kurd’ün toplam olarak kaç sayı yayımlandığı bilinmiyor ancak elimizde onuncu (10.) sayısı da mevcut olup, bu sayı 3 Temmuz 1914’te basılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce hem Hêvî Cemiyeti’nin faaliyetleri hem de Hetavî Kurd’ün yayını durdurulmuştur. Mehmed Mihri’nin elimizde mevcut olan Hetavî Kurd sayılarında; “Se’yî bikin [Çalışın]” ve “Men Kurd, kurdayetî fexr û îftixarê men e [Ben Kürdüm, benim için Kürtlük fahir ve iftihar kaynağıdır]” başlığı altında toplam iki Kürdçe yazısı yayımlanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla yeni bir durum ortaya çıkar. Bu süreçte Kürdler de yeniden örgütlenme çalışmalarına başlar. 1918’de Şeyh Ubeydullah Nehri’nin oğlu Seyid Abdülkadir’in başkanlığında Kürdistan Tealî Cemiyeti (KTC), başta Hêvî grubu olmak üzere Kürt Neşri Marif Cemiyeti, Mevlanzade Rıfat’ın başkanı olduğu Radikal Avam Fırkası gibi örgütleri de içine alan bir şemsiye örgüt olarak kurulur. Mehmed Mihri de KTC’nin aktif üyelerinden biri olarak yayımlanan Kurdistan dergisinin sahip ve sorumlu müdürlüğünü üstlenir. Bunun yanı sıra cemiyetin yayımlamış olduğu Jîn Dergisi için de yazılar yazar ve bu yazılarıyla Kürd edebiyatıyla ilgili tartışmalara yeni bir boyut kazandırır.
Mehmed Mihri, 1920 yılında öğretmeni olan Hüseyin Hüsnü Bey’in kızı Şaziye Hanım’la evlenir. Bu evlilikten Lamia, Süheyla, Selahattin, Necmettin ve Leyla olmak üzere beş çocukları olur. Mihri Bey, İsmail Hakkı Baban’ın da teşvikiyle Umumi Savaş yıllarında Hukuk Fakültesini okumaya başlamış ve 1921 yılında da İstanbul Barosu’na avukatlık kaydını yapmıştır. Mehmed Mihri’nin çocukları içerisinde en çok tanınanı, meşhur Felsefeci Selahattin Hilav’dır. Denilebilir ki Selahattin Hilav’ın felsefeye yönelmesi ve edebiyata olan ilgisinin en önemli kaynaklardan biri de babası Mehmed Mihri Bey’dir. Çünkü kendisi de aynı zamanda felsefeci ve edebiyatçıdır. Oğlu Selahattin’le bu konularda sürekli sohbet ve tartışmalar yaptığı bilinmektedir.
Mehmed Mihri’nin genel olarak edebiyata ve özelde de Kürt edebiyatına önemli bir ilgisi vardı. Bu konuda Rojî Kurd, Hetavî Kurd, Jîn ve Kurdistan dergilerinde yayımlanan yazıları Kürt Edebiyat tarihi açısından çok önemli bir değere sahiptir. O, kendisini Kürd ediplerinden Nali’nin fikir ve edebi çizgisinin izleyicisi ve haleflerinden biri olarak görüyor. Bu durumu Mukadimet-ül İrfan adlı eserinde şöyle açıklıyor: “Ben acizaneleri de bütün fikir ve görüş, bütün ilim ve basiret sahipleri meyanında Kürd ediplerinin tacı ve belki şiir âleminin yegane üstadı olan merhum Mele Hedrî Nalî’yi kendime rehber edindim.”
Ankara Hükümeti’nin İstanbul’da kontrolü ele geçirmesiyle birlikte yeni bir durum ortaya çıkar. Bu dönemde İstanbul’da bulunan Kürt örgütlerinin faaliyetleri durdurulur. Birçok Kürd siyasetçisi ve aydını, İstanbul’u terk etmek ya da ortalıkta görünmemek durumunda kalır. Mehmed Mihri, bu dönemde ortalıkta görünmemeye gayret etse de, 1925 Kürd Hareketi’nin yenilgisinden sonra başlayan yargılama sürecinde, hareketle ilişkili olduğu gerekçesiyle İstanbul’da tutuklananlardan biridir. Hareketle olan ilişkisi ispatlanamadığı için, bir müddet tutukluluktan sonra serbest bırakılır. Bu süreçten sonra, uzun bir müddet kültürel ve siyasal faaliyetlerine ara verir gözlerden de ırak kalmaya çalışır.
1934 yılında soyadı kanunu çıktığında, Mehmed Mihri, doğduğu yerdeki gür bir suyu kastetmek amacıyla “Hêlav-Hêla av” (su tarafı) anlamına gelen “Helav” soyadını alır ve daha sonra bu kelime “Hilav” olarak değişime uğrar.
Mehmed Mihri’nin; M, M.M., Mihri, Kakeheme, Dawer Erdelanî, Zehawî Zade, Müftizade, İrfan, gibi değişik mahlas isimlerle dil, edebiyat, felsefe, siyaset, sosyal ve kültürel konuları işleyen makaleleri ve dört adet de kitabı yayımlanmıştır. Farklı zamanlarda yazılmış ve tespit edebildiğimiz makalelerinin çoğu Rojî Kurd (1913), Hetavî Kurd (1913-1914), Jîn (1918), Kurdistan (1919-1920), Dicle Kaynağı (Musa Anter, 1948), Hetawî Hewlêr (1955-56) ve Gelawêj gibi gazete ve dergilerde yayımlanmış. Tespit edebildiğimiz kitapları ise: 1- Mukaddimet’ül İrfan (Necmi İstikbal Matbaası,1918, İstanbul), 2- İrfan: Kürdçe, Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca Lügat (1919, İstanbul), 3- Fuzulî Divanından (Avukat Mehmed Mihri adıyla Aydınlık Basımevi, 1937, İstanbul), 4- Ahlak Yükseliş Kaynağı Ve Mutluluk Ocağıdır (Mehmed Mihri Helav adıyla Aydınlık Basımevi, 1943, İstanbul).
Sonuç olarak; Kürdler ve Kürdistan için mücadele, onun için bir “aşk yoluydu” ve bu yolda kendi “çırasının aydınlığıyla” yürürken, fikirsel ve yazınsal faaliyetlerin önemini şairin şu sözleriyle açıklamaktadır: “Bizim eserlerimiz bizi gösterir. Bizden sonra eserlerimize bakabilirsiniz.” Bu kısa yazıda olabildiği kadarıyla M. Mihri’nin yazım ve siyasal faaliyetlerine değinmeye çalıştık, elbette onu daha iyi tanımak için bu kısa değinmeler yeterli değildir. O, aynı zamanda “spor yapmayı çok seven; iyi bir yüzücü, iyi bir binici, meraklı bir avcı, çocuklarına düşkün ve makul bir insandı.” Bütün bu güzel özellikleriyle 1957 yılının Mayıs ayında, 72 yaşında iken aramızdan ayrılarak hakkın rahmetine kavuştu.[1]