“Savaşçıl Toplum: Toplumsal değer gaspının ikna yerine zorla sağlandığı biçimlerdir. Savaş toplumsal yaşamdaki yabancılaşmanın en aşırı ve vahşi biçimidir. Toplumsal doğayı derinden yaralar ve sakatlar. Bu durumda toplumların korunma refleksleri gelişerek yabancılaştırıcı savaşa karşı toplumsal varlığı koruyucu öz savunma savaşı biçimini alırlar.”
Kimyasal silahların keşfiyle birlikte insanoğlu büyük bir tehdit ile karşı karşıya kalmıştır. Bu silahlar kitle imha silahları olarak da adlandırılmakta ve kullanıldıkları bölgede asker, sivil ayırt etmeksizin kitlesel insan ölümlerine sebebiyet vermektedir. Kimyasal silahların üretimlerinin ve geliştirilmelerinin kolay olması ile halk üzerinde olumsuz yönde psikolojik etkileri bulunması sebebiyle ülkeler kimyasal savunma alanındaki çalışmalara ağırlık vermiştir.
I. Dünya Savaşı esnasında kimyasal silah kullanımına bağlı olarak çok sayıda insan hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır. II. Dünya Savaşı başlamadan ise “sinir ajanları” kimyasal silah yapımında kullanılmaya başlanmıştır. Böylece kimyasal silahların insanlık üzerindeki tehdidi çok daha kritik bir noktaya ulaşmıştır. Özellikle II. Dünya Savaşı ve soğuk savaş döneminde kimyasal silah geliştirilmesi ve sinir ajanı üretimi hiç olmadığı kadar artmıştır.
Belçika’dan Vietnam’a, Irak’tan Japonya’ya kadar dünyanın birçok ülkesindeki benzer saldırılarda binlerce insan hayatını kaybederken, on binlerce insan ise yaralanmıştır.
Modern zamanların savaş anlayışında ilk gelişmiş kimyasal silahlar I. Dünya Savaşı’nda kullanıldı. Almanya 1915 yılında Ypres muarebesi olarak bilinen çatışmalarda öldürücü nitelikteki sarı ve yeşil renkli klorin gazını savaş meydanında kullanmaktan çekinmemişti. Gaz, yüzlerce Fransız askerinin akciğerlerini derin bir şekilde tahrip etmiş ve sonrasında kitlesel ölümler vuku bulmuştur. Zamanla yaygınlaşan kimyasal gaz yönteminin sadece I. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 100 bin kişinin ölüme sebep olduğu belirtiliyor.
Kendi öncülü olan birinci paylaşım savaşından sonra, II. Dünya Savaşı da kimyasal silahların yoğun şekilde kullanıldığı çatışma ve muharebelere sahne oldu. Savaşta “Napalm” denilen yapışkan ve benzine benzeyen bir madde kullanıldı. Harvard Üniversitesi Profesörü Louis Fieser ve ekibi tarafından geliştirilen bu madde, kurbanların derilerini eritebilecek etkiye sahip etkili bir kimyasal silah olarak hem kayıtlara hem de ülkelerin envanterlerine geçti.
ABD Napalm bombasını 1943 yılında ilk kez Tokyo’da kullanmasıyla birlikte yaklaşık 100 bin kişi hayatını kaybedecekti. Nagazaki’ye düzenlenen atom bombası saldırısından daha büyük etkileri olan bu kimyasal silah daha sonra adı en çok Vietnam Savaşı’nda anılacaktı. Napalm bombasının kullanımından önce 1940’ta bitkiler için geliştirilen ve yaprak dökücü olarak tasarlanan “Agent Orange” adlı kimyasal madde ise yine ABD ordusu tarafından 1967 yılında Vietnam Savaşı’nda insanlara karşı kullanılacaktı. “Agent Orange” içerdiği dioksin maddesiyle insan vücudunda 10 yıl boyunca kalabiliyor. Savaştan yarım yüzyıl geçmesine karşın kurbanlar hala bu maddenin sebep olduğu hastalıklarla mücadele ediyor. Birçok kanser, parkinson ve bebek ölümlerinin sebebinin savaşta kullanılan bu madde olduğunun aksi kanıtlanamadı.
Bir jenosit deneyimi: Gaz odaları
Naziler, zihinsel engelli hastaların ‘’ötenazi” adı altında öldürülmelerini sağlayan zehirli gazları 1939’da toplu katliam amacıyla kullanmaya başladı. Nazi güzellemesi olan “ötenazi” sözcüğü Nazilerin zihinsel rahatsızlıkları ya da fiziksel engelleri nedeniyle “yaşamaya değer” bulmadığı insanları, sistematik olarak öldürülmesi anlamına gelen “Almanya” patentli bir kitle imha yöntemi olarak kullanılmıştır. “Ötenazi Programı” kapsamında 6 adet gaz odası tesisi kuruldu: Bernburg, Brandenburg, Grafeneck, Hadamar, Hartheim ve Sonnenstein tesisleri türünün ilk örnekleri olarak ve birer insanlık suçu abidesi olarak kayıtlara geçtiler. Bu ölüm merkezlerinde saf, kimyasal olarak işlenmiş karbon monoksit gazı kullanılarak kurbanlar topluca ölüme gönderildi.
Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni işgal ettiği ve ‘’Mobilize Katliam Birlikleri” ki Almanca ’da bunlara “Einsatzgruppe” adı veriliyordu. Söz konusu mobil birliklerin “sivilleri toplu halde öldürdüğü Haziran 1941’den sonra, Naziler toplu cinayet amacıyla gaz arabalarında deneyler yaptı. Gaz arabaları dahilî bölüme verilecek egzozlarla, hava ve su geçirmeyecek şekilde sımsıkı kapatılmıştı. Einsatzgruppe üyelerinin savaş yorgunluğu ve çok sayıda kadın ve çocuğu öldürmenin getirdiği zihinsel ıstırap nedeniyle şikayet etmelerinin ardından gaz arabaları kullanılmaya başlanıldı. Gaz odalarının maliyetinin daha düşük olduğu da ortaya çıktı. Einsatzgruppen çoğunluğu Yahudi, Roman (Çingene) ve zihinsel engelli kişilerden oluşan yüz binlerce insanı gaz odalarında öldürdü. 1941’de SS, Yahudilerin gaz odalarında öldürülmek üzere imha kamplarına sürgün edilmesinin, “Nihai Sonucu” gerçekleştirmek için en etkin yöntem olmadığına karar verdi. Aynı yıl, Naziler Polonya’da Chelmno kampını kurdu. Polonya’nın Lodz bölgesinden gelen Yahudiler ve Romanlar üç mobilize gaz arabasında öldürüldü.”
“Sabit gaz odalarında (dizel motorların ürettiği karbon monoksit gazıyla) sistematik toplu ölümler 1942’de, Polonya’nın her yerinde Belzec, Sobibor ve Treblinka‘da başladı. Kurbanlar sığır vagonlarından “indirilirken”, onlara “duşlarda” temizlenmeleri gerektiği söylendi. Nazi ve Ukraynalı subaylar bazen gaz odasına mümkün olduğunca fazla kişinin sığabilmesi için kollarını kaldırarak “duşlara” girme emri verdikleri kurbanlara hakaret etti ya da onları dövdü. Gaz odasına ne kadar çok kişi sığarsa, kurbanların boğulması o kadar çabuk gerçekleşiyordu.
Naziler sürekli daha etkin imha yöntemlerinin peşindeydi. Polonya’daki Auschwitz kampında, Zyklon B (daha önce fumigasyon için kullanılmıştır) gazıyla 600 Sovyet savaş esirini ve 250 hasta esiri Eylül 1941’de öldürdü. Zyklon B topakları, havayla temas ettiğinde ölümcül bir gaza dönüşüyordu. En hızlı gazla öldürme yöntemini buldular ve Auschwitz’de toplu cinayet aracı olarak seçtiler. Sürgünler en yüksek noktaya ulaştığında, her gün Auschwitz’de 6.000 Yahudi öldürüldü.”
Özellikle imha kampları olarak tasarlanmayan Stutthof, Mauthausen, Sachsenhausen ve Ravensbrueck toplama kamplarında da gaz odaları vardı. Gaz odaları görece küçük olmakla birlikte, Nazilerin çalışmaya “elverişsiz” buldukları esirleri öldürmesi için inşa edilmişti. Söz konusu toplama kamplarının çoğunda öldürme aracı olarak Zyklon B gazı kullanıldı.
1983’deki İran-Irak savaşında kullanılan “sarin gazı” da az bir miktarı ile insanları dakikalar içinde öldürülebiliyordu. Alman kimyager Gerhad Schrader tarafından 1938 yılında bulunan sinir sistemine kısa sürede nüfuz ederek felç meydana getiren bu gaz hemen hemen bütün ülkelerin envaterinde kayıt dışı olarak yer almaktadır.
Saddam Hüseyin yönetimi tarafından “Sarin gazı” 1988 yılında düzenlenen #Halepçe# katliamında da kullanılmış, 5 binden fazla insan ölmüş, yaklaşık 7 bin kişi yaralanmıştı. #Güney Kürdistan#’daki #Kürtler#e istianeden, 1991 yılında BM tarafından kimyasal silah kategorisine alınan bu gaz, daha sonra 1995 yılında Tokyo metrosuna düzenlenen bir saldırıda da kullanılmıştı. Saldırıda 12 kişi ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmıştı.[1]