#Rojava#’da ikinci gün sabahı Qereçox Dağı’na gidiyoruz. Semalka ile Rimelan arasında; Türkiye- Irak- Suriye üçgeninde bulunan bu dağın ova gibi geniş zirvesinde Suriye rejimi zamanında bir baz istasyonu kurmuş. Devrimden sonra ise bir grup #Kürt# öğrenci burada Rojava FM radyo yayını başlatmış. IŞİD’le mücadelenin yoğun olduğu 2014 yılında ise stratejik öneminden ötürü YPG’nin ve #YPJ#’nin karargahı bu dağa taşınmış.
IŞİD’le mücadelede stratejik önemi olan Qereçox Dağı’na IŞİD’in hamisi Türk devleti 25 Nisan 2017’de; tam 26 savaş uçağıyla birlikte kapsamlı bir hava saldırısı düzenliyor. Türk uçakları IŞİD Karşıtı Uluslararası Koalisyon’un denetiminde olan hava sahasını, kendi hava sahasıymış gibi kullanıyor ve YPG ile YPJ’lilerin mevzilerini saatlerce bombalıyor. Bombardımanda 28 özgürlük savaşçısı hayatını kaybediyor. Onlarcası da yaralanıyor…
Dağ, katliamın anısına ‘açık hava müzesi olarak’ yeniden düzenleniyor. Katliamda hayatını kaybeden YPG’li ve YPJ’liler için anıt mezarlar inşa edilmiş. Karargah olarak kullanılan, duvarları bombardımanda yıkılmış binada katliamın izleri hala duruyor. IŞİD’le mücadele eden Kürt gençlerinin Rakka cephesinde ölümüne savaştıkları günlerde IŞİD’e kol-kanat geren Türk devleti de burada onların arkadaşlarını, üstelik bütün dünyanın gözleri önünde katletti ama ‘uygar dünya’ söz konusu Kürt olunca bir katliamı daha görmezden geldi…
Rımelan’da çiçek serası
Qereçox’da hayatını kaybeden bazı tanıdıkların mezarlarını ziyaret için yeniden şehitliğe doğru yola çıkıyoruz. Şilan’a, ‘bir yerde varsa çiçek alalım’ diyorum. Şilan, ‘buralarda çiçekçi yok fakat, gazi bir arkadaş Rimelan’da sera kurmuş, çiçek yetiştiriyor, satmıyor ama belki bize hediye edilebilir’’ diyor.
Rimelan’daki seraya gidiyoruz. Önce geniş bahçesi olan müstakil bir eve gidiyoruz. Seranın kurucusu Zinar arkadaş ile burada karşılaşıyoruz. O da tanıdık çıkıyor. Onunla da yollarımız yıllar öncesinden bir yerlerde kesişmiş.
Çeşitli güller, çiçekler ve süs bitkileri yetiştiren, yetiştirdiklerini kurumlara ve dostlarına hediye eden, herkesi de çevresini yeşillendirmeye davet eden Zinar, sera işine epey kafa yormuş. Aylarca toprağı, iklimi, ışığı ve suyu incelemiş; neyi nasıl yetiştireceğini iyi öğrenmiş. Kalan ömrünü çiçeklerin arasında geçirmek istediğini söyleyen Zinar’a, çiçeğe ihtiyacımız olduğunu ve bunun için geldiğimizi söylüyorum. ‘’İstediğiniz kadar alın’ diyor…
Bu işi Rojin ve Şilan’a bırakıyorum. Ben sadece Leyla için küçük bir karanfil alıyorum…Yaprağı yüreğimin kefeni gibi dalgalanan, kan rengi çok küçük bir karanfil…
‘Biz anlam hikayecileriyiz…’
Üçüncü gün Kamışlo’ya gidiyoruz. Günlerden Cuma, resmi daireler kapalı ancak çarşı-pazar açık. Kamışlo’da aradığımız birçok arkadaşa ulaşamıyoruz. Sonradan öğreniyorum, tatil gününün toplantı günü olduğunu. Arkadaşları beklerken öğlen saatlerinde bir doktor arkadaşın evine gidiyoruz. Doktor nesli tükenen özel bir insan. Kendisiyle ikinci karşılaşmamız ve bendeki izlenimi bu. İlk karşılaşmamızda zaman darlığından uzun sohbet edememiştik. Bu kez karşılıklı geçip oturuyoruz. Doktorla PKK’nin Rojava’daki ‘meşruiyeti’ni tartışıyoruz.
PKK Rojava’da hem var hem yok. Rojava’nın özgürleşmesinde, IŞİD’in yenilgiye uğratılmasında, toprakların kurtarılmasında, bölgenin korunmasında, toplumsal hayatın inşa edilmesinde PKK var; canını veriyor, bedel ödüyor, emek harcıyor, koşturuyor, direniyor, didiniyor; kendisinden ne istenirse gözünü kırpmadan yerine getiriyor ama buna rağmen varlığı da burada resmen kabul görmüyor.
Buradaki sistemin inşa edilmesinde PKK’nin fikirleri, Öcalan’ın felsefesi belirleyici olsa da sıra resmi söz hakkına gelince PKK yok. Bir suikaste kurban giden PKK’li bir yönetici için resmi bir açıklama, sahiplenme de yok. Hatta sağlık nedeniyle hayatını kaybedenler bile ‘hassasiyet’ gerekçesiyle açıklanmıyor.
PKK ile ilgili gelişmeler ‘gizli’ yürüyor. PKK bayrakları, Apo posterleri de öyle dışarıdan bakıldığı gibi Rojava’da çok rahat dalgalanmıyor. En azından Avrupa’daki kadar rahat değil. Bu konuda ”Türkiye’nin hassasiyetlerini” gözeten ABD ve bazı güçlerin ciddi baskıları yaşanıyor. Bundan çok değil 7-8 yıl önce Türk devletinin PKK ile Oslo’da ve daha başka yerlerde masaya oturduğu gerçeği sanki ‘tarih öncesinde’ kalmış gibi, şimdi farklı bir politika izleniyor.
Rojava’nın hassasiyetleri ve korunması açısından bu iyidir ya da kötüdür anlamında bir şey demiyorum; sadece bir realiteden söz ediyorum ve tam da bu noktada doktorun bam teline basıyorum:
‘Doktor, şayet PKK Rojava’da bile meşru değilse, özgür topraklarda dahi meşruiyetini gölgelemek zorunda kalıyorsa ortada ciddi bir sorun olduğu görülüyor’’ diyorum.
‘Bu bir PKK’li için kolay hazmedilecek bir mesele değil’ diyor ve şöyle devam ediyor:
‘’Biz hepimiz bir anlam hikayecisiyiz. Buraya bir hikaye yazmaya geldik. Leyla da böyle bir hikayeciydi ve en iyilerimizden biriydi. Bu yüzden şehit edildi. Şimdi buranın korunması için böyle bir hassasiyet var. Bu hassasiyet gerekli mi, gereksiz mi, işe yarar mı, yaramaz mı ayrı bir mesele ama biz ya bu hikayeyi tamamlarız ya da yarıda bırakmak zorunda kalır, kaybederiz. Bizim için başka bir seçenek yok ama kazansak da kaybetsek de gelecek kuşaklara bizim yazdığımız bu anlam hikayeleri bir miras olarak kalacaktır. Benim için herşeyden önemli olan budur…’’
Doktorla, Rojava’dan başlıyor, Kürt hareketinin gidişatı ve genel sorunları üzerine tartışıyoruz ama zaman darlığı nedeniyle sohbeti yine ilerletemiyoruz. Daha geniş bir zamanda konuşmak için tekrar anlaşıyoruz ve Ronahi TV’ye gitmek üzere oradan ayrılıyoruz.
Ronahi TV’nin binası 4 kartlı ve iyi düzenlenmiş görünüyor ancak, şimdilerde Haseke’ye taşınma hazırlığı yapıyor. Orada artan ihtiyaca uygun daha modern bina yapılmış. Ronahi’nin sorumlusu Ali arkadaş yakında buradan taşınacaklarını söylüyor. Ali arkadaş bize binayı gezdiriyor. Ronahi TV mükemmel bir teknik kullanıyor. Dijital teknolojinin son ürünlerini burada görmek mümkün. Teknik altyapı için hiçbir şey esirgenmemiş. İki dilde; Kürtçe- Arapça yayın yapan televizyonda 200 kişi çalışıyor.
Özerk Yönetim yakın zamanda Rojava TV’nin açılması için de onay vermiş. Ayrıca radyo, dergi, gazete, ajans derken çok sayıda basın kuruluşu var burada. Basının toplum üzerindeki etkileri konusunda ise farklı görüşler öne çıkıyor. Bu görüşleri dinliyor ama müdahil olmuyorum. Bu arada Ronahi TV’de, Kürtlerin en cesur gazetecilerinden Şengal kahramanı Berfin ile karşılaşıyorum. Avrupa’dan tanıdığım eski dostlar Berfin’i ve Afat’ı görmek beni mutlu ediyor.
Rojava’nın petrolü iki koldan Türkiye’ye akıyor
Kamışlo’dan Haseke’ye geçiyoruz. Geceyi orada geçireceğiz. Bir saati aşkın bir süreden sonra Haseke’ye varıyoruz. Derik, Rimelan, Tirpesipi ve Kamışlo’dan sonra Haseki yolu da bana kötü görünüyor. Yollar eski, tamamı da rejim zamanından kalma. Özerk yönetim yol yapamıyor, çünkü gelir az ve alt yapı için yeterli kaynak ayıramıyor. Trafik kazaları artınca hız sınırı getirilmiş. Uymayanlara kim olursa olsun 15 gün ertelemesiz hapis cezası veriliyor. Ceza işe yaramış, kazalar azalmış…
Petrolden elde edilen gelir ise daha çok savunma için harcanıyor. Ayrıca sağlık hizmetleri ücretsiz olduğu için bir kısım bütçe de oraya gidiyor. Tabii sadece sağlık hizmetleri değil eğitim de parasız ve ayrıca elektrik, su da ücretsiz ve bunların gideri de petrolden elde edilen gelirden karşılanıyor. Belediyelere de para özerk yönetim tarafından tahsis ediliyor ama burada da kaynak sıkıntısı çekiliyor.
Kaldı ki işsizliğin ve yoksulluğun kol gezdiği, savaş yorgunu Rojava’da belediyeler ister istemez ‘istihdam sahasına’ dönüşmüş durumda. 700 bin nüfuslu Kamışlo belediyesinde tam 12 bin kişi çalışıyor. Maaşlar çok düşük (aylık ortalama 60 euro) yine de her gün yeni iş başvuruları yapılıyor.
Rojava’nın en önemli gelir kaynağı petrol. Tarım sektörü bu sene kuraklıktan ötürü ağır bir darbe almış. Hayvancılık yeterli destek olmadığı için gelişemiyor. Petrol ise Türkiye’ye gidiyor. Şöyle: Rojava Özerk Yönetimi ilgili birimi, Kürdistan Bölgesi’ndeki üç şirket ile anlaşmış, petrolü bunlara satıyor. Şirketlerin Neçirvan Barzani’ye ait olduğu söyleniyor. Onlar da çok ucuza aldıkları Rojava petrolünü Türkiye’ye satıyor.
Öte yandan bir diğer müşteri de Rusya. Rusya aldığı petrolü hem rejime hem Türkiye’nin çetesi Suriye Milli Ordusu’na (SMO) satıyor! Rusya ayrıca petrol satışından komisyon da alıyor. SMO, Rusya’nın parasını vermediği ya da geciktirdiğinde ise Ruslar SMO’nun benzinliklerini füzelerle havaya uçuruyor. ‘’El Bab’da benzinlik füzelerle vuruldu’ veya ‘Cerablus’ta benzinlik havaya uçuruldu’ gibi haberlerinin arkasında Rusya’nın bu tutumu yatıyor.
Rusya, bir devlet gibi değil, adi bir mafya gibi davranıyor. Rusya ile ilgili anlatılanlar insanın midesini bulandırıyor…
Rojava’da Araplar çoğunlukta
Haseke’de gece tanıdık bir arkadaşa konuk oluyoruz. Bu kentte ilk dikkatimi çeken kirlilik oluyor, Kamışlo daha temiz ve daha düzenli görünüyor ama burası pek temiz değil. Ayrıca ilk defa Haseke’de dilenci görüyorum. Diğer kentlerde pek rastlamadım ama burada epey bir dilenci dikkatimi çekiyor. Bunu söylediğim bir arkadaş, ‘aslında Rojava’da dilencilik yasak ama Araplar yapıyor ve başa çıkmak zor oluyor’ diyor.
Rojava’da Kürtlerin ‘azınlık’, Arapların ‘çoğunluk’ olduğunu da öğreniyorum. 5 ila 5,5 milyon arasındaki nüfusun 2 milyondan biraz fazlası Kürt ve 3 milyon kadarı Arap. Rejimin Araplaştırma siyaseti gereği her Kürt ili ve kasabanın ya önüne ya arkasına bir Arap yerleşim yeri kurulmuş. Bir Kürt köyünden geçiyor, bir Arap köyüne varıyorsunuz. Rojava, Başur gibi çoğunluğun Kürt olduğu bir yer değil ve bu yüzden Kürt siyaseti statü yolunda ağırlığını Kürt- Arap ittifakına veriyor.
Ancak Araplar da dağınık ve birleşmeleri de pek mümkün görünmüyor. Ayrıca bölge ülkeleri ve rejim de Arap kabileleri ve aşiretleri Kürtlere karşı kışkırtmaya devam ediyor. Yani bu anlamda da Kürt siyasetinin işi zor görünüyor…
Haseke’de evine konuk olduğumuz arkadaş birkaç gün önce mahallede IŞİD’le çatışma yaşandığını söylüyor. ‘Mermilerden başımızı kaldırıp çatıya çıkamadık’ diyor. IŞİD hücrelerinin Araplar arasında örgütlü olduğundan söz ediyor. ‘Eve gelir giderken bile her defasında değişik yol’ kullandığını belirtiyor…
‘Beni buraya ölüme çağırdığın anlaşılıyor’ diye şaka yapıyorum. Ama o ciddi; ‘Merak etme, senin güvenliğin için bütün mahalle sabaha kadar kontrolde’ diyor. Bu anekdotu oradaki insanların hangi koşullarda görev yaptıklarının anlaşılması açısından yazıyorum. Koşulların bu denli ağır olması aslında Rojava’nın hala bıçak sırtında olduğuna işaret ediyor. Rojava’da sadece dış kuşatma, saldırılar değil, içerideki çete örgütlenmeleri ve istihbarat örgütlerinin faaliyetleri de ciddi riskler üretiyor.
Rejim ambargo uyguluyor
Öte yandan sadece güvenlik değil, ekonomik sorun da ciddi riskler üretiyor. Rojava’nın geleceği açısından süren bu belirsizlik ekonomiyi de kötü etkiliyor. 5 milyonu aşkın Rojava’da banka da yok. Maaşlar, ödemeler elden yapılıyor. Ambargo nedeniyle de bölge oldukça zor durumda. Esad rejimi Özerk Yönetime açılan kapıları kapatmış durumda. Şam yönetimi Rojava’ya karşı çok açık ve çok sert bir düşmanlık siyaseti izliyor. Kürt yönetimi ambargoyu Türkiye’nin teşvik ettiğini, Ankara-Şam arasında işbirliği yaşandığını söylüyor.
BENZER HABERLER
Suna Arev: Mayer’in Kapısı…
13 Kasım 2022
Arzu Yılmaz: Türkiye’nin yeni Suriye hamlesi – Düştüğü…
13 Kasım 2022
Cavidan Rawer: Tanrının yorduğu kadınlar
12 Kasım 2022
Bu küçük ülke dört bir yandan kuşatma altında ve Türkiye-Suriye- İran ve Irak’ın öncülük ettiği bölgesel gericilik, Özerk Yönetimi’nin çökmesini, Doktor’un deyimiyle ‘Rojava’da yazılmaya çalışılan anlam hikayesinin yarıda kesilmesini’ istiyor.
Rojava’nın dışarıya açılan tek kapısı Semalka; yani Başur…Güney Kürdistan Rojava’nın nefes borusu gibi. Yiyecek, beyaz eşya, inşaat malzemeleri derken ihtiyaç mallarının büyük kısmı oradan geliyor. Ayrıca yoksul insanlar arasında ‘bavul ticareti’ de yaşanıyor. Başur kapısının açık olmasının Rojava’nın ayakta kalabilmesi için önemi büyük ve Rojavalılar bunun farkında görünüyor.
22 yıl sonra Mazlum Kobani ile yeniden görüşme
Ertesi sabah kahvaltıda Şilan bana, akşama bir randevumuz olduğunu ve yola çıkmamız gerektiğini söylüyor. Öyle de yapıyoruz. Kahvaltı sonrası yola koyuluyoruz. İlk gittiğimiz yerde araç değiştiriyor, telefon ve teknik araç-gereçlerimizi orada bırakıyoruz. Sonra tekrar yola çıkıyoruz. Bir arabadan iniyor, diğerine biniyoruz. Bir ekip bizi bırakıyor, bir başka ekip alıyor. Böyle araba ve ekip değiştirerek saatlerce gidiyoruz…
Son gittiğimiz yerde araçtan indiğimde karşımda SDG Genel Komutanı Mazlum Kobani’yi buluyorum. En son 1999 yılında görüşmüştük. Avrupa’da 3 yıl kadar yol arkadaşlığımız olmuştu. Sarılıyoruz. Beni içeri davet ediyor. Salona geçiriyoruz. Özerk Yönetim Eş Başkanı Foza Yusif ve TEV-DEM Eş Başkanı Aldar Halil de oradalar. Benim için hoş bir sürpriz oluyor.
Rojava’nın idari, askeri ve siyasi üç öncüsüyle bir süre Leyla’yı konuşuyorum. Zira bunun için buradayım. Konuşma yapıcı bir atmosferde geçiyor. Bu biraz da benim Leyla’yı üzmeme kaygımdan kaynaklanıyor. Yoksa eleştirilerim, tepkilerim var ama her defasında Leyla’nın elimden tuttuğunu hissediyor ve yer yer de yutkunuyorum…
Sonra genel sohbete geçiyoruz. Mazlum Kobani, bana eski yazılarımı hatırlatıyor. ‘Şunları şunları yazmıştın’ diyor. Ben unutmuşum ama o iyi hatırlıyor. Bir ara, ‘bak ben de şimdi senin gibi liberal oldum’ diye espri yapıyor, gülüyoruz.
Bu öncü kadrolarla Rojava’nın genel durumunu da konuşuyoruz. Kobani, Amerika’nın ilişkileri, ‘İŞİD’le mücadele ekseninde’ tutmaya devam ettiğini; Kürtlere -şimdilik- farklı bir misyon biçmediğini ve siyasi angajmana girmediğini söylüyor. ‘’IŞİD sonrası siyasi ilişkiler gelişir diye bekliyorduk ama ilişkiler hala bu eksende yürüyor’ diyor.
Kobani ayrıca, ‘’Sahadaki Amerikalılar ile ilişkilerimiz iyi, birbirimizi iyi anlıyoruz ama buradaki anlayış Pentagon’u, Dışişlerini, Beyaz Saray ve CİA’yi yani merkezi pek etkilemiyor. Merkezin kendi siyaseti var ve bu bizim için belirsizlik ifade ediyor’’ diyor.
Kobani’nin anlattıkları görev alanının askeriyeden siyasete ya da diplomasiye kayacağı izlenimini veriyor ama bunu kendisine sormuyor, sormak istemiyorum. Kendimi bugün çok yorgun hissediyorum ve bu yüzden hazırlanan akşam yemeğine kalmıyor, oradan ayrılmak için izin istiyorum.
Oradan ayrılmadan önce ama Foza Yusif ile ayaküstü bir süre sohbet ediyorum. Foza, Leyla’nın eski arkadaşlarından ve saygı duyduğum güçlü bir kadın. Rojava’da Foza Yusif ile Hacer Zağros’tan çok etkilendiğimi söylemek istiyorum. Güçlü kadınlar, insana umut veriyor. Kürt hareketinin aslında bir kadın hareketi olduğunu da insan en çok Rojava’da fark ediyor…
Kürt siyasi öncüleriyle görüşme
Rojava’da resmi yönetim var ama bir de pratik yönetim var. Bunun yanında özerk bir de kadın hareketi var. Karmaşık bir süreç ve bunu anlamak beni aşıyor. Kürt siyasetinin nev-i şahsına münhasır örgütlenme yöntemleri var, bunu biliyorum ve bu yüzden pek derine inmek istemiyorum…
Rojava’da olduğumuzun altıncı günü Şilan, sabah erken saatlerde bir görüşmemizin olacağını ve hazırlanmamız gerektiğini söylüyor. Yine onun dediğini yapıyor ve söylediği saatte yola çıkıyoruz. Yine araba ve ekip değiştirerek yol alıyoruz. Sonunda bir binadan içeri giriyoruz ve bizi bekleyen iki Kürt siyasetçisiyle karşılaşıyoruz.
Birlikte içeri geçiyor, bir parça soluklandıktan sonra da uzun zamandır özlemini çektiğim bir sohbete koyuluyoruz. Burada kendimi Leyla’nın evinde hissediyorum. Onun orada elimi serbest bıraktığını da hissediyorum. Dolayısıyla konuşmamız, tartışmamız gereken ne varsa hepsini tek tek gündeme getiriyorum….
Her şeyi bütün açıklığıyla konuştuğumuz benim açımdan oldukça yararlı geçen bir görüşme oluyor.
İki Kürt siyasi öncü ile yaptığım görüşmede onların söylediklerinden aklımda kalanlar -satır başlarıyla- şöyle:
Amerika ve Avrupa bölgede ‘Batı ile barışık’ bir Kürt siyaseti olsun istiyor. Bu anlamda siyaseti yeniden dizayn etmeye çalışıyorlar. Bu bizim karşı olduğumuz bir durum değil ancak, burada PKK’ye yer verilmek istenmiyor. İtirazımız buna; PKK olmadan bölgede hiçbir proje başarılı olamaz diyoruz. Öte yandan sürece dahil olmak için elbette bizim de yapmamız gerekenlerin olduğunu biliyoruz. Kendi içimizde bunun tartışmasını yapıyoruz ve ciddi bir arayış içerisindeyiz…
Biden döneminde Kürtleri yakından ilgilendiren birçok gelişme yaşanacak görünüyor. Sahadaki gelişmeler bunu gösteriyor. Burada Kürtleri Suriye muhalefeti, cihadistlerle aynı çatı altında birleştirme siyaseti öne çıkıyor. Bir anlamda Suriye’de süreç başa dönsün isteniyor. Türkiye’nin liderliğinde Halep’ten Musul’a Sünni Arap-Kürt hattı kurulmak isteniyor. Hariri’nin Erbil ziyaretini bu temelde değerlendirmek gerekiyor. Biz her türlü seçeneğe göre hazırlıklı olmamız gerektiğinin farkındayız ve Kürtlerin çıkarlarını , statü taleplerini gözetmeyen hiç plana ve projeye geçit vermemekte kararlıyız.
Çözüm sürecinde yetersiz kaldık ve ayrıca şehir savaşlarıyla hata yaptık. Bu siyaset yanlıştı ve bize pahalıya mal oldu; o döneme kadar elimizde tuttuğumuz inisiyatifi devlete kaptırdık ve şimdi onu geri alamıyoruz. Bu hatanın üzerinde çok fazla durmak, sürekli gündemde tutmak da istemiyoruz. Çünkü, geçti. Olan oldu ve bundan sonrasına bakmalıyız. Her şeyden önce ayakta kalmalıyız. Ayakta kalırsak Erdoğan ya gidecektir ya da manevra yapmak zorunda kalacaktır. Bu ihtimalleri göz ardı etmiyoruz…
Her şey bizim Rojava da dahil kazanımlarımızı önümüzdeki birkaç yıl içinde koruyup koruyamayacağımıza bağlı görünüyor. Korumak için biz elimizden geleni yapacağız. Sadece askeri değil, siyasi ve diplomatik bütün çalışmalarımızın merkezinde ‘kazanımları koruma’ var ve her aşamada bunu esas alıyoruz. Bu anlamda canımız çok yansa da direniyoruz ve onların planlarını bu sayede boşa çıkarıyoruz. Bu sene ve gelecek sene çok kritik gelişmelere yol açabilir, bütün cephelerde hazırlıklı olmak için uğraşıyoruz.
Küresel konjonktür Türkiye’ye Kürtlere karşı kullandığı bazı fırsatları sunuyor ama aynı zamanda Türkiye için ciddi riskler de üretiyor. Kürtler olarak bir kırılma, travma yaşandı ama umudumuz çok güçlü ve bunu da aşacağımıza inanıyoruz. Şimdi Türkiye bir kırılma noktasına doğru sürükleniyor. Bu gerçeği de görmek gerekiyor.
KDP ile ilişkilerimiz bir savaşa evrilmez. Bunu biz de istemiyoruz, KDP de istemiyor. Alt düzeyde bazı görüşmeler oluyor bazen ama henüz arzu edilen bir durum yok. Kamuoyunun, aydınların bunu teşvik etmesi gerekiyor. Güçlü bir kamuoyu desteğine ihtiyaç var. Kürtler bir masa etrafında oturmalı ve kendi sorunlarını aracılar olmadan yüz yüze konuşmalı. KDP’nin Türkiye ile ilişkilerini bir dengede; Kürtlere zarar vermeyecek bir ölçüde tutması gerekiyor. KDP’den beklentimiz budur. Kürt kamuoyunun da bu konuda duyarlı olmasını istiyoruz. Şengal’in özerk yapısının ortadan kaldırılması çabalarını kabul edemeyiz. Geçmişte karşılıklı hatalar olmuş olabilir, ama Kürtler bu sorunu da kendi aralarında çözebilmelidirler. Şengal özerk olsun, Kürdistan’a bağlı olsun. Kendi öz yönetimi, savunması olsun, kimsenin buna bir diyeceği olmamalı. Şengal’in Ezidilerini yeni bir katliam tehdidi altında bırakamayız.
İran ile ilişkilerimiz tamamen İran’ı yatıştırmaya yöneliktir. Bu kritik süreçte bir de İran cephesi açmak istemiyoruz. Bunda bir yarar da görmüyoruz. İran’ın bölgedeki yıkıcı gücünün farkındayız ve Kürtlerin başkaları istiyor diye İran karşıtı cephede yer almalarını doğru bulmuyoruz. Erbil yönetiminin durumu farklı. Irak’taki kargaşada kendini tehdit altında hissediyor, bunu anlıyoruz fakat, PKK’nin KDP’ye, Kürdistan Bölgesi’ne karşı İran’la işbirliği yaptığı iddialarını da reddediyoruz. Biz her zaman sömürgeci ülkeler yerine Kürtlerle görüşmeyi ve işbirliğini önemsemiş bir hareketiz. KDP yeter ki olumlu bir adım atsın, biz ona olumlu karşılık vereceğiz. ENKS ile ilgili görüşmeleri destekliyoruz. Kürt birliğini sadece Rojava’da değil, bütün Kürdistan’da zorunlu görüyoruz.
Türkiye iç siyaseti nasıl şekillenir şimdiden pek belli değil ama orada da bir dizayn kaçınılmaz görünüyor. Bizim CHP ile ilgili izlenen siyasete açık eleştirimiz var. CHP aslında AKP’nin stepnesi. AKP’nin tökezlediği yerde sistem onu devreye sokuyor. CHP’yi ciddi ve yaygın biçimde eleştirmek, teşhir etmek gerekiyor. Türkiye’de yeni bir çözüm sürecinin koşulları yok, aksine savaşın şiddetlenme ve yayılma riski var. Şengal’e ve gerilla alanlarına operasyon hazırlıkları var. Şengal’e müdahale bölgesel bir savaşı tetikleyecek denli kritiktir. Türkiye burada ummadığı bir kırılma da yaşayabilir. İç dinamikler pek farkında görünmüyor ama Türkiye’nin bu saldırgan siyasetinin kendilerine ağır bir fatura çıkarabileceğini unutmamaları gerekiyor.
Kürt basını konusunda sık sık uyarı ve eleştirilerde bulunuyoruz. Kürt siyasetçilerine ve partilerine karşı kullanılan dil, sömürgeci işgalci devletlere karşı kullanılan dilden farklı olmalı. Herkes, her parçanın ve partinin medyasının bu konuda dikkatli olması gerekiyor…
Hol kampındaki IŞİD’lilere yardım var ama Waşokani kampındaki Kürtlere yok
Rojava savaş yorgunu ve şimdi karşı karşıya kaldığı sorunlar onun soluğunu kesiyor. Dış kuşatmalar ve saldırılar, içeride ağırlaşan sorunlar ve bir de uygulanan çifte standartlar Rojava’yı diken üzerinde tutuyor. Aslında burada umut ile umutsuzluk arasında kıyasıya bir savaş yaşanıyor. Rojava sadece buradakilerin değil bütün Kürtlerin umudu; dolayısıyla bu umudun korunması gerekiyor..
Kamışlo’ya dönmeden önce Haseke’nin batısında bulunan Waşokani kampını görmek istiyorum. Serekaniye’den Türk işgali nedeniyle göç etmek zorunda kalan Kürtlerin yaşadığı Waşokani kampında Kürtler hala çadırlarda ve ağır koşullarda yaşıyor. Birleşmiş Milletler ve uluslararası örgütler Hol kampında kalan IŞİD’lilere yardım ediyor ama Serekaniye’den gelen Kürtlere yardım etmiyor. Kürtler kendi imkanlarıyla yaşama tutunmaya çalışıyor.
Çifte standardın böylesi de zaten sadece Kürdistan’da yaşanıyor. Sen kalk kafa kesen IŞİD’lilere yardım et ama evleri işgal edilen, kentlerinden kaçmak zorunda kalan aralarında kadınların, yaşlıların ve çocukların olduğu binlerce Kürd’e yardım etme. Türkiye’nin tepkisinden çekinen BM ve uluslararası örgütler aslında işgali onaylamış oluyorlar. İnsan yaşanan trajediye ve yapılana bakınca doğrusu ne diyeceğini şaşırıyor…
Rojava yönetimi 30 bini aşkın IŞİD’li ailesini Hol kampında besliyor, koruyor, kendi kıt imkanlarını burası için harcıyor ama ‘uygar dünya’ bu kampı pimi çekilmiş bomba gibi Kürtlerin kucağında tutmaya da devam ediyor. Ne IŞİD’liler alınıyor ne bir çözüm üretiliyor, ne de Rojava’nın statü sorunu çözülüyor…
Her şey biraz da bilinçli bir şekilde belirsizliğe terk ediliyor.
Diğer yandan Rojava’nın birçok yerinde belirsizliğin tetiklediği kaygılar öne çıkıyor ama aradan geçen zorlu on yıla rağmen de Rojava’nın bir mucizeyi gerçekleştirdiği gerçeğini görmek gerekiyor. Savaşa rağmen hayat aksamadan devam ediyor. Halk eğitim, sağlık, ulaşım imkanına rahatlıkla ulaşabiliyor. Farklı etnik, dini ve kültürel dinamikler arasında bir arada eşitçe ve özgürce yaşama iradesi gelişiyor.
Hayat tüm zorluklarına rağmen Rojava’da geleceğe doğru umutla akıyor ki bunun önemini gözden kaçırmamak gerekiyor.
Son olarak; Rojava’nın ayakta kalabilmesi için diaspora başta olmak üzere bütün parçalardan Kürtlerin burayla aktif dayanışma içinde olması gerekiyor. Kim elinden ne gerekiyorsa yapmalı. Bunun hayati önemde olduğunu bu kısa gezide gittiğim her yerde gözlemledim.
Sözlerimi görüştüğüm bir Kürt yurtseverinin çağrısıyla noktalamak istiyorum. ‘HDP’li siyasetçi ve akademisyenlerden binlercesi son yıllarda Avrupa’ya göç etmek zorunda kaldı. Onlara sizin aracılığınızla bir çağrıda bulunmak istiyoruz; bu birikime Rojava’nın ihtiyacı var, buraya gelsinler, özgürlüğün inşasına destek versinler…’’[1]