Bu çığlıklara sahip çıkma görev ve sorumluluğu ise öncelikle sanatçılara düşmektedir. Son süreçte Avrupa, #Rojava#, #Başûr# ve #Bakur#’dan yapılan kimi klipler yetersiz de olsa çok büyük bir anlamı ifade etmektedir.
Tarihte kahramanlık çağı olarak bilenen süreçlere tanık olmaktayız. Bu süreçler başlangıçta merkezi uygarlıkların saldırılarına karşı doğal toplumların direnişleri biçiminde gelişti. Gılgamış, İlyada-Odysseia, Romus ve Romulus gibi destanlar aslında bu süreçleri anlatmaktadır. Günümüze ulaşan resmi yazıtlarda bu saldırıları başlatan merkezi uygarlıklar haklı gösterilmeye, bu saldırılar karşısında haklı ve meşru direnişler sergileyen topluluklar ise vahşi, barbar, ilkel olarak tanımlanmaya çalışılır. Böylesi kahramanlık çağı olarak nitelendirilen süreçler biçim olarak değişkenlikler gösterse de her zaman özünü koruyarak günümüze kadar gelmişlerdir.
Günümüzde katliamcı ve soykırımcı faşist Türk devletinin Kürt halkı üzerinde sürdürdüğü saldırılar bu tarihsel gerçekliğin en son ve güncel halkası olmaktadır. Aslında insanlığa karşı işlenen suçlarda vahşet tarihinin tüm tecrübelerinden faydalanan faşist Türk devleti vahşet uygulamalarında kural ve sınır tanımıyor. Tüm dünyanın gözü önünde uluslararası sözleşmelerle yasaklanmış olmasına rağmen bir değil yüzlerce kez kimyasal silah kullanabiliyor. Tekçi, resmi, iktidarcı, sunni din anlayışı gereği Şengalli Êzîdîleri kafir ve din düşmanı olarak görüp onlarca kez faşist saldırganlığında ispatladığı gibi imha ve yok etme saldırıları yapabiliyor. Resmi olarak Irak ülke sınırları içerisinde hava saldırıyla onlarca katliam yapılmasına rağmen Irak hükümet ve devletinin gıkı çıkmıyor. Hemen her gün NATO’nun en gelişkin silahlarıyla Rojava’da günübirlik katliamlar yapılıyorken uluslararası güçler adeta bu yok etme saldırılarını keyifle film izler gibi izliyor. Başûr’da Sadat gibi faşist kontra örgütlerin eğittiği katil tetikçileri eliyle insanların yaşamına kıyılıyor, Kürdistan Bölgesi Hükümeti ve Başûrlu güçler bireyci, bencil çıkarları gereği bunu sadece izlemekle yetiniyor.
En son kimyasal silahtan etkilenen iki özgürlük savaşçısının görüntüleri ve faşist Türk devletinin kendi askerlerinin cesetlerini yakma görüntüleri yaşanan bu büyük vahşeti tüm yalınlığıyla gözler önüne seriyor.
Bu vahşet ve çıldırmışlık karşısında sanatçılar; gerçeğin ve hakikatin dili, duruşu, ifadesi ve yansıtıcısı olmak zorundalar. Bu vahşetin teşhiri, sanatçıların duygu ve ruh dünyasında anlamsal bir örgüye dönüşüp toplumun gözlerinin önüne serilmesiyle mümkün olabilir. Toplumun farklı kesimlerinin sergilediği direniş ve karşı koyuş elbette anlamlı ve önemlidir. Ama sanatçılar bu gerçekleri çarpıcı ortaya koyma, çelişkileri gözler önüne serme, toplumu etkileyip harekete geçirme, sergilenen direnişi kalıcılaştırma ve sonraki nesillere bile ulaştırabilme imkân ve kabiliyetine sahiptir.
Böylesi varlık ve yokluk süreçlerinde sanatçılar yerinde durmamalıdır. An olur; sanatçılar toplumun özgürlük çığlıklarını ruhlarının en derinliklerinde duyumsayarak artık hiç kimsenin unutamayacağı bir ifadeye kavuşturur ve görünür kılar. İşte tam da Kürt ve Kurdistan geçekliği açısından tarihsel gelişim sürecinin böylesi bir anını yaşamaktayız. Bu süreçte sessiz kalmak, varlık gösterememek, cesaretli olamamak, özgürleşme istem ve çığlıklarının temsilini yapamamak gerçek manada lanetli bir konuma düşmekle eş anlamlıdır.
İnsanlarımız yitip gitmekte, kutsallarımız ayaklar altında çiğnenmekte, coğrafyamız ve doğamız talan edilmekte, insanlık yerlerde sürüklenmektedir.
Mazlum Doğan 12 Eylül faşizminin zindan koşullarında bizlere “bu insan çığlıklarını unutmayın” mesajını vermiş, “Berxwedan Jiyane” sözüyle de ne yapılması gerektiğini de net bir şekilde ortaya koymuştu. Şimdi bu çığlıklara yeni çığlıklar eklenmekte, dünyanın sessizliği karşısında ne yapılması gerektiği sorusuna Mazlum Doğan’ın verdiği yanıt binlerce kez yeniden doğrulanmakta ve önümüzdeki tek ve en önemli seçenek olarak kendini dayatmaktadır.
Bu çığlıklara sahip çıkma görev ve sorumluluğu ise öncelikle sanatçılara düşmektedir. Son süreçte Avrupa, Rojava, Başûr ve Bakur’dan yapılan kimi klipler yetersiz de olsa çok büyük bir anlamı ifade etmektedir. Ferhat’ın dağları delmesi misali kimyasal silahlara karşı çekiç ve balyozlarla toplumun ritim tutması, toplum tarafından bilinen ve tanınan sanatçıların kimyasal silahlarla şehit düşen Başûrlu bir kadın özgürlük gerillasının söylediği Soranî şarkıya eller kalplerin üzerindeyken eşlik edilmesi oldukça anlamlıydı. Bu ve buna benzer çalışmaların anlamsal ve içerik olarak daha fazla güçlendirilip zenginleştirilerek çoğaltılması ve hakikati ifade edebilmenin daha yaratıcı yol ve yöntemleri bulunmalıdır. Bilinmelidir ki toplumun, halkımızın ve insanlığın buna ihtiyacı vardır.
RENAS BERİTAN[1]