Anayasası referandumu ve #Kürdistan#î Tavır Üzerine
#Kürt# örgüt ve aydınları-birkaç istisna hariç-T.C. Anayasası referandumu ile ilgili tavırlarını kamuoyuna açıkladılar: “Yetmez ama EVET!”
Gerekçeleri de var: Referanduma sunulan Anayasa değişiklik paketi ile; Kürt Halkı’nın aleyhine şekillenen statüko sarsılacak, siyasal iktidarlar üzerindeki vesayet kalkacak, 12 Eylül Anayasası delinecek, darbecilere yargı yolu açılacak, mevcut anayasanın bütünüyle değiştirilmesinin yolu açılacak, parti kapatmalar zorlaşacak, demokratik açılım/atılımların önü açılacak v.b v.b
“Yetmez ama, evet!” sloganı; “verilen” ile “talep edilen” yani “yetecek” olan arasında ciddi bir fark kalmadığının açık ifadesidir. “Evet” çilerin gerekçelerine bakılırsa, “geriye kalan”ın “verilmesi” için de ortada çok ciddi bir “yol açma” çalışması var. Bütün kurum ve kurallarıyla Türk demokrasisi ile Kürt Ulusunun kolektif hak ve özgürlüklerinin üzerinde kazasız-belasız, gün 24 saat hareket edebileceği, birkaç gidiş-gelişli “otoban” çalışması aralıksız sürdürülüyor!?
Salt başına “Yetmez ama, evet!” sloganı, Kuzey Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin yaşadığı programatik, ahlaki ve hukuki çöküntüsünü tespit etmeye yeter. İçinde bulunduğumuz bu çöküntü/ yenilgi döneminin en tipik hastalığı ise “hafıza kaybı” dır. Hastalık, silahların yaydığı virüsler ile “bulaşıcı” bir özellik kazanmakta ve bütün kesimlerden Kürt örgüt ve aydınlarında “demokrasi” ateşi ile kendini göstermektedir. Bu nedenle tekrarlayıp, hatırlayalım:
“Kürt sorunu” ile Kürdistan Sorunu iki ayrı ve biribirlerinden temelden farklı iki olgudur. Ve KUKM’nin genel diyalektiği, bu iki farklı olgunun doğru bilince çıkarılmasında saklıdır. Kürdistan Sorunu, Kürt örgüt ve aydınlarının sorunudur. Kürt örgüt ve aydınlarının görevi; Kürdistan´daki sömürgeci boyunduruğu sonlandıracak programlar ve bu programlara uyarlı politikalar, araç ve gereçler üretmektir. Yani bilinen tabiri ile Kürtleri Kürdistan´ da iktidar yapmaktır. “Kürt sorunu“ ise Türk Devleti´nin sorunudur. Elbette Kürt örgüt ve aydınları Stratejik hedeflerini unutmamak ve Türk Devleti’nin yedeğine düşmemek kaydıyla , Türk Devleti’nin “Kürt sorunu”nu çözme girişimlerine destek sunabilirler/sunmalıdırlar. Sabote edici davranışlardan kaçınmalıdırlar. Bu, genel bir prensip olarak doğrudur.
Ancak ortada Türk Devleti”nin “Kürt sorunu” nu en asgari düzeylerde olsa bile “çözmek” niyetine dair bir ipucu yok. Ne Kürt Ulusu’nun kolektif hakları ile ilgili anayasal ve yasal düzenlemeler yapmak ve ne de “Kürt Sorunu”nu doğru kavramlarla adlandırmak söz konusu değildir. T.C. Anayasası ve bağlı bütün yasalardan tutunda, ders kitaplarına, sokaklardaki yazı ve heykellere kadar her şeyin bir ulus olarak Kürtlerin ve bir ülke olarak Kürdistan’ın ret ve inkârı üzerine bina edildiği açıktır. Ve açık olan bir başka olgu da; şimdiye değin birçok kez “değiştirilmiş” T.C. Anayasasının, son yapılacak “değişiklikler”le ne “Kürt sorununu çözebilecek” ve ne de “Türkiye´ye demokrasi getirebilecek” bir muhtevaya kavuşamayacağıdır.
Bilinmesi gerek. T.C. Anayasası referandumu, Türk Devlet içi güç odaklarının çatışmasında açılmış yeni bir cephedir. Ve bu cephedeki savaşın sonuçlarının, savaşın diğer cepheleri üzerinde sosyal-siyasal ve psikolojik ciddi etkileri olacaktır. Bu nedenledir ki, çatışmanın tarafları, Anayasa referandumunu çok abartılı bir şekilde kamuoyuna lanse etmekte ve böylece kamuoyunu manipüle etmeye çalışmaktadırlar. Hal bu olunca, şimdiye değin defalarca kez sessiz-sedasız “değiştirilen” anayasa için, bu kez “kıyamet koparılmakta”dır. “Hayır”cılar için “paket”; “ülkeyi satmak!“, “Evet” çiler içinse “Demokratik ve güçlü Türkiye!” oluveriyor.
Türkiye’deki siyasi partilerin, sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının, sosyal/siyasal grupların, aydınların, gazetecilerin vb. özel olarak T.C. Anayasası referandumunda ve genel olarak devlet içi güç odaklarının çatışmasında kendi pozisyonlarını belirlemeleri, yani taraf olmaları, Türkiye’nin aktörleri olmaları hesabıyla anlaşılır bir durumdur. Sonuçta söz konusu olan, “kendi devlet”leri, “kendi anayasa” ları ve “kendi sorunları”dır.
Ama Kürt örgüt ve aydınlarının Sömürgeci Türk Devleti’ni ve bu devletin iç çatışmalarını Kürdistan’a taşıyarak tarafgir olma girişimlerini, yani “kendi” varlık nedenlerini ortadan kaldırma heveslerini anlamak çok zor. Açıklanabilir nedenleri ise var.
“Açılım projesi” ile başlayan ve T.C. Anayasası referandumu ile devam eden Kürtler arası tartışmalar; 1970’li yıllarda, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi saflarında cılız bir şekilde var olan “Türkiyelilik” damarının, aradan geçen 35 -40 yıllık süre zarfında kökleşip, serpildiğini ve KUKM’nin stratejik hedeflerini tehdit eder boyutlara ulaştığını net olarak ortaya koymaktadır.
1977´ de, Türkiye Parlamentosu için yapılan genel seçimlerde; “Faşizme karsı demokrasi cephesi” sloganıyla, sömürgeci – Kemalist devlet partisi CHP’yi Kürdistan´da pazarlayan anlayış, bugünde; “Orduya/CHP´ye karşı demokrasi” sloganıyla Sömürgeci Türk Devleti´nin kurumlarını ve sömürgeci burjuva partisi AKP’yi Kürdistan”da pazarlamaktadır.
26 yıllık “savaş”ın ortaya çıkardığı maddi ve manevi yıkım ve Güney Kürdistan’daki siyasal güçlerin desteği ile beslenerek gürbüzleşen ve Kuzey Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin neredeyse bütününe sirayet eden “Türkiyelilik” çizgisi, zaten üzerinde eğreti olarak duran “Kürdistani” kimliğini sırtından atmış ve bu “ağır yükten” kurtulmuştur.
Kürt örgüt ve aydınları takatsiz ve umutsuzdurlar. Kimliklerini ve özgüvenlerini kaybetmişlerdir. Ne dünü hatırlıyorlar ve ne de gelecek ile ilgili bir öngörüye sahiptirler. Bugünü ise Türk düşün dünyasının ideolojik bombardımanı ve onun kavramlarıyla algılıyorlar. Her şeylerini AKP’ye, AB’ye ve ABD’ ye ve bunların ortak “şahaseri” olacak, “Her bir derdin dermani” “Türk demokrasisi” ne ipotek bırakmışlardır.
“Yetmez ama, evet!”; Kürdistanî perspektiflerini ve haliyle stratejik ve programatik duruşlarını yitirmiş Kürt örgüt ve aydınlarının vardığı trajik ama zorunlu yerdir.
T.C. Anayasası referandumunda “boykot” ta aynı şekilde Kürdistanî perspektiften yoksunluktur.(Olabilecek yanlış anlamaları engellemek için belirtmem gerek: PKK/BDP ve bu çevreyle ilişkili “aydın”lar, “Kürt örgüt ve aydınları” kapsamı içerisinde değildirler. Söz konusu Apocu örgüt ve “aydın”lar, Türk Devlet örgütlenmeleri olarak Kürdistan’da hiç bir meşruiyete sahip değillerdir. Bu çevrenin Anayasa referandumundaki tavırlarını belirleyecek olanda her zaman olduğu gibi Türk Genel Kurmayı’nın ihtiyaçları olacaktır. Bu nedenle ben “boykot” u tartışırken Apocuları değil ve fakat bazı Kürt çevrelerin düşüncelerini tartışıyor olacağım.) Boykot; özünde kabullenilen bir ilişkinin veya yapının eksik aksaklarını gidermeye, ilişkiyi yada yapıyı tamir etmeye yönelik bir tavırdır. Red edici değildir. Kopuşa değil, bütünleşmeye yönelik bir girişimdir.
Somuta indirgeyerek konuşacak olursak, T.C. Anayasası ile ilgili Kürdistan’da yapılacak olan referandumda “Boykot” kararı almak, T.C. Anayasasını Kürdistan´da meşrulaştırmak demektir. “Boykot” kararının “gecici” yada “kalıcı” olması bu durumu değiştirmez. Sömürgeci Türk Devleti’ni ve Onun kurumlarını onarmak, Anti – Sömürgeci Kürt Ulusal Hareketinin işi olmasa gerek.
Sonuç olarak; T.C. Anayasası ile ilgili Kürdistan´da yapılacak referandumunda “Evet”, “Hayır” ya da “Boykot” seçenekleri arasında hiçbir nitel farklılık yoktur. Hepsinin ortak yanı “Türkiyelilik” tir. Kürdistanî perspektiften yoksunluktur. Kendini “ Türk siyaseti”nin bir aktörü olarak tanımlama ve bu tanımlamaya uygun pozisyon almadır.
Doğru tavır; sömürgeci Türk Devleti’nin Kürdistan’daki varlığını meşru görmemek, ret etmektir. Belediye seçimleri dışında Kürdistan’da kurulacak sandıklara ( Türk parlamento seçimleri, T.C. Anayasası referandumu v.b) itibar etmemek, red ederek sandığa gitmemektir. Unutulmasın; sömürgecilerin Kürdistan´da kurulan sandıkları, Kürt bağımsızlık düşünün tabutlarıdırlar![1]