Ben geldim
Yalın ayak usulca
Toz toprak içinde.
Cebimde yakılmış ağaçlarımın külleri
Gözlerimde güvercin yakarışları,
Ben geldim!
Cürmüm, hayata tutunmak!
Sus!
Etimde sönmüş gül kokusu
ten ve kül…
Sus!
Bazı insanlar için hayat bir mücadele deneyimidir. Sanki bunun için dünyaya gelmişlerdir. Böyleleri hayatın içinde önlerine çıkan farklı seçeneklere itibar etmek yerine, umutlarının peşinden gitmeyi, hayallerini gerçekleştirmek için mücadele etmeyi seçen kimselerdir. Onların hayatlarına çıkarları değil vicdanları, hayallerine beklentileri değil, değerleri ve düşünceleri yön vermektedir.
Onlar için hayatı anlamlı kılan, insanı insan yapan mücadeledir…
Mücadeleci insanlar aynı zamanda adanmış insanlardır. Adanmışlıkların altında vicdanların şekillendirdiği mücadeleci kişilikleri yatmaktadır. Mücadeleci kişiliklerinin belirlediği tercihleri doğrultusunda hareket eden insanlar da hangi işi, görevi, eylemi yapıyor olurlarsa olsunlar, kesin, net bir duruşa ve özgün bir ifade tarzına sahiptirler.
Yalpalamayı, omurgasızlığı kendilerine yedirmez, sözcükleri ağızlarında kirletmez koşullar ne olursa olsun açık davranmayı, herkesin anlayacağı dilden; açık, içten ve net konuşmayı tercih ederler.
Bunları niçin mi yazıyorum..?
Elimde bir şairin fakat mücadeleci bir şairin kitabı var da ondan. Kaç gündür onun yıldız gibi parlayan dizelerini, imgeleri volkan gibi patlayan şiirlerini okuyorum da ondan yazıyorum…
Mücadeleci bir şair; Cengiz Sinan Çelik. #Dersim#li. 25 yıldır zindanda yatıyor. Hasta bir tutsak aynı zamanda. Çelik, 25 yıldır atıldığı zindanda zamanın zulmünden kurtulmak için durmadan mücadele diyor. Koşullara aldırmadan ve yakınmadan kendini ifade etmenin bir yolunu buluyor.
Buğday başaklarından şiirler, ay ışığından öyküler yazıyor, Munzur’un ahından resimler çiziyor. Arta kalan zamanda ise bağlama çalıyor…İçinden geçenleri sazının telleri üzerinden zindandan dışarı savuruyor. Özlemlerini toprağa, suya, havaya düşen cemrelerle buluşturuyor.
Zindanda ama zamanın yüreğine eziyet etmesine izin vermiyor. Zamanın üreterek; bu şekilde yüreğini güçlendirerek geçmesini sağlıyor. Hayatı kendi haline bırakmak, aldığı yarayı içinde tutmak yerine yazmayı, resim çizmeyi, bağlama çalmayı; ‘kısa zamana çok şey sığdırmayı’, hayatına anlam kazandırmayı tercih ediyor.
Dersimli tutsak şair Cengiz Sinan Çelik’in Serdestan isimli kitabında topladığı şiirleri yakın zamanda Ayrıntı Yayınları’ndan çıkmış. Kitap elime PDF olarak ulaştı. Yoğun gündem nedeniyle ilk başlarda fırsatım olmadığı için bakamadım ama okuduktan sonra da elimden bırakamadım.
Karamsarlığın bir kâbus gibi çöktüğü ruhuma onun şiirleri iyi geldi. Ayrıca unutmaya başladığım, dönüp bakmak istemediğim kimi şeyleri yeniden hatırlamama da vesile oldu.
Serdestan’ı okurken her şeyin gerektiği bir yerde mücadeleci bir insan için hiçbir şeyin gerekmediği kuralını yeniden hatırladım.
Direngen birinin ‘’yok’tan var’’ ettiği ve yeniden ürettiği hayatın ne kadar da kıymetli olduğunu, mücadelenin nelere kadir geldiğini anımsadım ve geride kalmış hayatıma hem acıyla hem de onula gülümsedim.
Öte yandan bazı insanların neden baş eğmediğini, otoriteye itaat etmediklerini, edemeyeceklerini, kişiliklerinin buna izin vermediğini, vermeyeceğini yeniden fark ettim…
Umutlarını terk etmeyen, hayallerinin peşinden giden insanların yenilseler bile kazanacaklarını ve kazananın ‘hep yalnız’ kalacağını biliyordum ve bu yüzden şiirler bana tanıdık geldi. İranlı şair Sepehri, Gülistan şiirinde, ”dağın ardından bir hüzün çıkıvermez umarım!” diyor. Sinan Çelik’in her şiirinde aynı zamanda bir de hüzün çıkıveriyor insanın karşısına.
Tanıdık ve yakın tarihimizden hüzünler…
Serdestan bunların şiiridir. Serdestan bunların hikayesidir. Serdestan bir özgürlük masalı; kavgamızın, sevdamızın masalıdır…
Serdetsan; nice acıları bağrına basan topraklarımızın, rengini akıtılan kanlarımızdan alan ırmaklarımızın, yarım kalmış hayallerimizin, arkadan hançerlenmiş düşlerimizin ve yitik ülke’de yeniden doğuşu müjdeleyen dengbejlerimizin masalıdır.
Serdestan büyülü bir mücadele masalıdır…
Şair Cengiz Sinan Çelik mücadeleci bir şair, ateşten sözcükleriyle yitik ülkeyi dolaşan, rüzgar kanatlı bir masal anlatıcısıdır…
Temel Demirer bir yazısında, ‘’ insanı insan; sanatı sanat; siyaseti siyaset yapan’ın dik durmak, diklenmek, baş eğmemek olduğunu” söylüyor ve bu bize Cengiz Sinan Çelik’i anımsatıyor…
Ona ve şiirlerine kulak verelim, unutmamak, hayatın hayhuyu içinde kaybolmamak adına;
Gözeleri avuçlarından kaynayan Fırat ve Dicle
Sütbeyaz çağlayan Munzur’dan şavkını esirgeme
Yüz çevirme kurşun ağırlığı sancıma…[1]