Mustafa Kemal’in “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözü çok uydurma bir sözdür. Gerçeği maskelemek için büyük bir maskedir. Gerçek olan içte faşist terör, dışta savaştır. Bir soykırım rejimi, sanki barış rejimiymiş gibi yüzünü maskelemeye çalışıyor. Önderlik Gerçeği, PKK mücadelesi o maskeyi büyük bir ölçüde kırdı.
#Kürt Sorunu#'nu tanımlamada Önderliğin “Kurdistan Sömürgedir” tespitiyle yola çıktığını ve bugüne kadar ki gelişmeleri bu temelde yarattığını PKK’nin 50 yıllık pratiğinden rahatlıkla anlaşılabilir. “Sömürgecilik” Kürt Sorunu denen sorunu tanımlamada önemli bir kavram oldu. Belli gelişmelere de yol açtı. Peki yeterince tanımladı mı? Kürt Sorunu'nu tamı tamına ifade etti mi? Bir düzeyde ifade etti. İfade ettiği oranda düşünce, örgüt ve eylem gelişimine, sorunun çözüm güçlerinin ortaya çıkmasına zemin oluşturdu, yol açtı. Önder Apo, “sömürgecilik” olarak tanımladı ama sömürgeciliği tanımlarken hep “Kurdistan’daki sömürgecilik dünyada benzeri olmayan bir sömürgeciliktir” dedi. İkincisi; bu sömürgeciliğin merkezine düşünsel sömürgeciliği, zihniyet sömürgeciliğini koydu. İlk Manifesto'da bunu net ortaya koydu. “En tehlikeli sömürgecilik düşünsel sömürgeciliktir” dedi. Son Manifesto'da “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” savunmasında bunu “Zihniyet Kırımı” olarak tanımladı. Bu klasik sömürgeciliğe ya da diğer sömürgeciliklere uyan bir şey değildir.
$Kürtlük yok ediliyor$
Düşünsel sömürgecilik, başka sömürgeciliklerde yoktur. Çünkü sömürgecilik daha çok ekonomik ve siyasi bir kavramdı. Ekonomik ve siyasi sömürüyü, egemenliği ifade ediyordu. Ülkenin ismini, toplumun ismini yasaklamayı getirmiyordu. Hindistan sömürgedir, İngilizler sömürge Hindistan valisi görevlendirip yönetiyorlardı. Hindistan’ın adını, Hint toplumunun adını, dilini, kültürünü reddetmiyorlardı. Belli bir zihin gücünü sömürüyorlardı ama bir asimilasyon uygulamıyorlardı. Şimdi Kurdistan üzerinde ekonomik sömürü, siyasi egemenlik had safhadadır. Ülkenin adını, varlığını tanımıyor. Askeri egemenlik, ekonomik-siyasi tahakküm ve sömürü had safhadadır. Zaten askeri tahakküme ve egemenliğe dayanıyor. Kurdistan üzerindeki sömürgecilik, mevcut egemenlik bunları aşıyor. Kürtlük yok ediliyor.
Kürt kültürü, ulusal değerleri, dili varlığı üzerinde yeni bir Türk ulusu şekillendiriliyor. Asimilasyon, kültürel soykırım var. Dolayısıyla sömürgecilikte içinde ama Kürt Sorunu sömürgecilik sorunu değil, sömürgecilik yeterince ifade etmiyor. Ondan daha öte bir sorundur. Sömürgecilik yeterli değil, onun için sömürgecilikten kurtuluş için yapılanlar, yürütülen mücadelelerin hepsi 1970’ten, 90’ların sonuna kadar olan süreçte Kurdistan’da uygulandı ama çözüm üretmedi. Bunu PKK’nin siyasetinin zayıflığıyla, savaşının yetersizliğiyle açıklayamayız. Öyle değildir. PKK öncülüğünde Kürtler 1970’li, 80’li, 90’lı yıllarda dünyanın diğer alanlarındaki sömürge toplumların yürüttükleri ulusal kurtuluş savaşları kadar bir savaşı eksiksiz verdiler, hatta fazlasıyla verdiler. Ulusal kurtuluş savaşının içerisine toplumsal kurtuluşu da koydular. Kadın özgürlüğü temelinde derin özgürlük değerlerini de koydular. Diğer birçok ülkede; Afrika, Asya ülkelerinde verilen ulusal kurtuluş savaşlarının çok ötesinde bir ideolojik derinlik kattılar, güç ortaya çıkardılar. Bu temelde ulusal kurtuluş savaşını daha derin ve güçlü verdiler ama sonuç alamadılar. Diğer ülkelerde, toplumlarda ortaya çıkan sonucun aynısı Kurdistan’da ortaya çıkmadı. Neden? Çünkü Kurdistan öyle bir sömürge değildi.
Bütünlüklü bir soykırım
O sömürgeciliğe denk düşecek oranda yürüttüğü mücadeleyle gelişme sağladılar, kazanım ortaya çıkardılar. Ama ulusal kurtuluş savaşlarının ulaştığı çözüm düzeyine Kurdistan’da ulaşamadılar. Bu neden kaynaklandı? Kürt Sorunu'nun doğasından ve gerçekliğinden kaynaklandı. Kürt Sorunu sadece bir sömürgecilik sorunu olmamasından kaynaklandı. Evet, sömürgeciliği de içinde taşıyor, dünyanın başka yerlerinde uygulanmış olan klasik ya da yarı sömürgecilik türlerinin içinde ifade ettiği özellikleri de içerisinde taşıyor ama Kürt Sorunu ondan da öte bir sorundur. Peki nasıl bir sorundur? Soykırım sorunudur. Bu, Kürt Sorunu'nu daha iyi net ve açık tanımlayan bir kavram oluyor. Kurdistan’da uygulanan soykırım bütünlüklü bir soykırım oluyor. Öyle soykırımın bir parçası filan değildir.
#Soykırım 4 boyutludur#
Soykırım kavramı ne anlama geliyor? İnsanlık düşüncesi soykırımı nasıl tanımlıyor? Dört boyut halinde soykırım tanımlanıyor. Bu dört boyut nedir? Bir; fiziki katliamdır. Birçok topluma soykırım dayatılıyor. Fiziki yok etme katliamdır. İki; tehcir, sürgün ve göçertmedir. Toplumu kendi yurdundan çıkartarak dört bir yana savurmadır. Üç; demografyayı değiştirmedir. Kendi yurdunda toplumun içine başka toplumları getirip yerleştirerek parça parça edip azınlık durumuna düşürmektir. Bir ulusal topluluk haline gelmesini engelleme, belli bir coğrafyada toplumun nüfus yoğunluğunu, ulusal yoğunluğunu azınlığa düşürmektir. Dört; kültürel soykırımdır. Kültürel soykırımın esası her düzeyde asimilasyondur. Bu dört boyut Kurdistan’da başat ve eksiksiz olarak uygulanıyor. Son yüz yıl içerisinde Kurdistan’da uygulanan katliam kadar tarihsel olarak başka hiçbir toplum yaşamamıştır. Bir de sadece 20. yüzyıl değil, bir de 19. yüzyıl katliamları var. 1806’da Rewanduz saldırısından tutalım günümüze kadar süren katliamları göz önüne getirelim hiçbir halk tarihsel olarak böyle bir katliam yaşamadı.
$Kürt toplumu katliamlara direndi$
Bu katliamlarda yok edilen Kürtlerin yekûnu milyonlarla ifade ediliyor. Sadece Birinci Dünya Savaşı içerisinde yok edilen Kürtlerin sayısı 600 bin olarak ifade ediliyor. Birinci Dünya Savaşı'nda, öncesindeki isyanlar ve direnişler bahane edilerek yapılan katliamları göz önüne getirelim, ondan sonrakileri 1925 Sex Sait direnişi, Bakur’da, Başur’da, Rojhilat’ta, Rojava’da yaşanan katliamları düşünelim, tarihte hiçbir toplum bu kadar kırılmadı. Kürt toplumu büyük bir toplumdur. Güçlü bir nüfus yoğunluğuna sahip bir toplum olduğu için buna direndi ve dayandı. Bu katliamları kaldırdı, katliamların azlığı değil, Kürt toplumunun çokluğu imhayı önledi.
Diğer yandan sürgün ve tehcir de öyledir. Yüz yıl, iki yüz yıl öncesinden sürülmüş Kürtler var. PKK öncülüğünde direniş geliştiğinde TC’nin başvurduğu ilk uygulama sürgün oldu. Ona ekonomik baskıyı da eklediler. Gidişin kapılarını açtılar. 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi ardından PKK’nin en çok geliştiği, kökleştiği kasabaları adeta boşalttılar. Avrupa’dan Amerika’ya, Asya’ya, Japonya’ya kadar Kürt’ün sürülmediği hiçbir coğrafya parçası bırakmadılar. Şimdi her yerde Kürtler var. Bu bir tehcirdir, soykırım uygulamasıdır. Bazılarına “ekonomik nedenlerle gidilmiş” deniliyor. Hayır. Hepsi soykırım zihniyet ve politikasının gereği olarak yapılmıştır. Onlar gerekçe yapıldı. İnsanlar öyle sanılarak yurtlarından aslında kovuldular.
#Türkleştirme politikası#
Diğeri asimilasyondur. Tarihi, dili, kültürü, kimliği, ismi kısacası her şeyi yasaklanan, çok bilinçli, planlı, örgütlü olarak bütün bunları değiştirmeyi öngören ve böylece Kürt toplumunu Türk ulusunun ham maddesi yapmayı öngören bir asimilasyon politikası uygulanıyor. Bu da planlı bir biçimde yürütülüyor. Buna da kültürel soykırım deniliyor. Kurdistan’da uygulandığı gibi bir kültürel soykırım hiçbir yerde yoktur. Kurdistan’da uygulanan asimilasyona benzer asimilasyon hiçbir yerde yoktur. Bazı yerlerde kitabına uyduruyorlar. Ekonomik gereklilik, entegrasyon ihtiyacı vb. şeyler söylüyorlar. Kurdistan’da buna gerek de duyulmuyor. Türkiye’nin yöneticileri açıkça “Kürt kökenlisiniz ama Türk olmak zorundasınız” diyorlar. Böylelikle asimile ederek Türkleştiriyor. Zihinsel, dil, kültür, tarih, kimlik olarak her şeyini değiştiriyor. Bunu açıktan yapıyor. Böyle bir soykırımın uygulandığı başka bir topluluk yoktur. Demografiyi değiştirme haddinden fazladır. Kurdistan’a, Balkanlar ve Kafkaslara kadar, Orta Asya’ya kadar, Afganistan-Pakistan’a kadar, Afrika’nın değişik yerlerine kadar uzanan halkalardan nereden insan bulabiliyorsa yüz yıldır getirip yerleştiriyorlar. Bunu oldukça planlı ve örgütlü yapıyorlar.
#'Fırat Kalkanı' yüz yıllık projedir!#
1927’den itibaren Kurdistan toplumunun yoğunluğu nasıl azaltılmalı, Türkleştirilen devşirmelerin Kurdistan’da nüfus olarak nasıl çoğaltılması gerekir diye Türkiye yöneticilerinin hazırladıkları planlar ve raporlar var. İsmet İnönü’den, Feyzi Çakmak’a kadar bütün belli başlı yöneticileri, Kurdistan’ı gezen hepsinin hazırladıkları raporlar, sundukları planlar var. TC Meclisi'nin bu konuda aldığı kararlar var. Ortaya çıkardığı planlamalar var. Oldukça bilinçli, planlı olarak devşirme toplulukların Kurdistan’a yerleştirilmesi durumu var. Aslında “Fırat Kalkanı” denen operasyon daha o zamandan beri yüz yıldır bu temelde yürütülüyor. Fırat Kalkanı sadece Rojava’nın bazı yerlerini ele geçirme operasyonu değil, Fırat Havzası'nda Kürt nüfusun asimile edilerek, demografi değiştirilerek yok edilmesi operasyonudur. Antep’ten-Maraş’a, Malatya’dan-Dersim’e ve Erzincan’a kadar bu uygulandı, uygulanıyor. Çeşitli farklı dönemlerde pilot bölge seçilen yerler var. Mesela Erzincan’a ilişkin böyledir. Şimdi Erzincan’da Kürtlüğün esamisi bile okunmuyor. Tarihsel olarak böyle değildir. 1925-27’de Kürtlüğün merkezidir. İsmet Paşa’nın, Fevzi Çakmak’ın raporlarında bu vardır. Bunu böyle tanımlıyorlar ve kendi soykırım planları için büyük tehlike olarak görüyorlar. O halde ne yapılmalıdır? Oradaki Kürtler mümkün olduğu kadar başka yere sürülmeli, daha çok da başka nüfus getirilip yerleştirilerek Kürtler azınlık durumuna düşürülmeliler, parçalı hale getirilmeliler, Kürt köyleri arasına başka nüfusu serperek parçalanmalılar, bir de asimilasyonun zemini oluşturulmalı diyorlar. Bunların hepsi bir plan dahilindedir. Bir anlayış olarak geliştiriliyor. Palan haline getiriliyor ve uygulamaya konuyor. Maraş, Malatya, Antep öyledir. Fırat Kalkanı böyle bir projedir.
En kapsamlı uygulaması Maraş Katliamı'yla 40 yıl önce yapıldı. PKK, Kuruluş Kongresi'ni yaptıktan 20 gün sonra bir ay bile geçmeden geliştirilen Maraş Katliamı aslında Fırat Kalkanı operasyonunun ikinci büyük hamlesiydi. Birinci büyük hamle Erzincan’dan başlatılan 1927 yılından başlatılan demografiyi değiştirme hamlesiydi. İkinci büyük hamle Maraş Katliamı'dır. Üçüncü; Bab ve Cerablus’un ele geçirilmesi oluyor. Efrîn’in ele geçirilmesi daha fazla da Kobanêe’ye diğer yerlere dönük yürütülen saldırılar bir bütündür. Yüz yıldır uygulanan durumlardır. Yeni ortaya çıkmıyorlar. İki yüz yıldır da katliamlar var ama esas soykırım kararı, inkar ve imha Kürt’ü yok sayan, yok etmeyi öngören plan yüz yıldır uygulanıyor. Tarihte yüz yıllık soykırım uygulanan bir toplum yoktur. Diğer bir boyut ise; ülkeyi bölüp parçalıyorlar. Toplumu din olarak, lehçe olarak, mezhep olarak bölüyorlar. Birbirine karşıt düşman haline getiriyorlar. İçine başka toplumları ve nüfuzları koyarak yöre yöre bölüyorlar. Dahası zaten dört parçaya bölmüş bulunuyorlar. Kurdistan’ın bölünmesi de soykırımla bağlantılı bir durumdur. Öyle ki, kurulan bütün ulus-devletlerin egemenliğine Kürtler, Kurdistan verilerek herkesi bunu sorumlu kılıyorlar. Öyle yaparak hiç kimse birbirine destek vermesin kimse birbirinin aleyhine kullanmasın, herkes bundan sorumlu olsun ve böylece Kürt soykırımını hepsi birlikte yürütsün.
$Sadabat Paktı, Bağdat Paktı, CENTO Paktı$
Kahire Konferansı’ndan bu yana evet Kurdistan bölünmüş parçalanmış ayrı devletlerin egemenliğine verilmiş ama ortak yönetiliyor. Bu devletler ve kapitalist modernite sistemine önderlik eden devletlerin Kurdistan üzerinde ortak bir yönetimi var. Bu ne kadar yazılı anlaşmalar temelinde oluyor, bunu bilemiyoruz. Hala arşivlerde bu açığa çıkarılmış değildir. Ancak fiili olarak açığa çıkartılmış bir gerçeklik var. Bunları zaman zaman Pakt haline getirdiler. Sadabat Paktı, Bağdat Paktı, CENTO Paktı, Irak Komşu Ülkeler Paktı; şimdi de Suriye’ye komşu ülkeler anlaşmaları diyorlar. Bunların hepsi ortak yönetimidir. Ne kadar yazılı bilemiyoruz ama sözlü olarak bir mutabakat ve ortak yönetim var. Bu güçlerin hepsi birlikte yönetiyorlar. Aralarında şöyle anlaşmalar var: Bir; hiçbir devlet öbür devletin sınırı içerisindeki Kürtleri o devletin aleyhine desteklemeyecek. Öyle desteklenmeye yönelenler olduğunda hemen suçluyorlar. İki; hiçbir devlet diğer devletlerin izni olmadan Kürtlere herhangi hak vermeyecek. Saddam Hüseyin yönetimi 1971’de Başur’da Kürtlere otonomi vermeye kalkınca TC devleti gelip derhal durdurdu. Herkes sanki bunu Baas Rejimi uygulamadı sanıyor. “Faşist Saddam nasıl uygulamadın” diye üzerine gittiler. Evet, Saddam öyle bir faşistti ama ondan daha faşistti vardı. Türk generallerinin anılarını okuduğunuzda Genel Kurmay Başkanlığı'nda yapılanlar görülecektir. Aslında devleti yöneten Genel Kurmaydı. Açıkça itiraf ediyorlar “biz engelledik” diyorlar. Böylece ortak bir yönetim var. Bunu önce İngiltere yönetiyordu. Sonra ABD yürütüyor. İngiltere’de hala işin içerisindedir. Uzun süre Türkiye-İran-Irak-ABD-İngiltere-Pakistan bir Paktılar. CENTO bunlardan kurulmuştu. Aslında Kurdistan’ı ortak yönetim Paktı'ydı. Bölüp parçalamışlar ama ortak yönetiyorlar.
Önder Apo buna “kıskaç” dedi. Bir Kürt cenderesi de denilebilir. Soykırım bir kıskaca alma biçiminde sürdürülüyor. Kürt soykırımında herkes ortak ve herkes suçludur. Önder Apo, “Kapitalist modernite sistemi, Kürtleri, mevcut devletleri kendilerine bağlı tutmak için bir sopa, bir tehdit gibi kullanıyor” dedi. Evet öyledir. Bütün devletler birbirine karşı kullanıyor. Hem herhangi bir hak vermeme, desteklememe konusunda anlaşmışlar hem de birbirlerine karşı kullanıyorlar. Kürtler bu bölünme, parçalanma, mevcut soykırım sistemiyle öyle bir cendere içerisine alınmışlar ki, itaat de etseler, yok olmayı kabul de etseler suçlanıyorlar, mücadele etseler de suçlanıyorlar. Kürtlüğe bir yaşam imkanı tanımıyor.
#'Kürt kapanı'#
ABD’ye merhaba diyorsun, TC “ABD, uşağı” diyor. TC ile görüşmeye kalkıyorsun ABD, “TC’nin işbirlikçisi” diyor. İran, “Onun işbirlikçisi” diyor. Kürt’ü suçlamanın dolayısıyla da hiçbir şey yapamaz hale getirmenin her türlü imkanı yaratılmıştır. Öyle ki, Kürt’e mücadele edip kurtulma fırsatı da verilmiyor. Böylece hep sağla solla mücadele edeceksin ve suçlu çıkacaksın. Hep sen suçlanacaksın. Bir çıkar aracı olarak kullanma durumuna düşürmüşler. Önder Apo buna “Kürt kapanı” dedi. Neresine çarpsan bir kapandır, çarpıyorsun zarar görüyorsun. Diğerleri suçluyor, sen suçlu ve zarar gören duruma düşüyorsun. Böyle bir siyasi ve askeri sistem var. Bu bölünme ve oluşturulan soykırım sistemi kesinlikle böyledir. Bu bakımdan genel siyasi, askeri yaklaşımlarla ya da ideolojik yaklaşımlarla çözümlenecek bir sorun değildir. Kürt Sorunu öyle başka yerlerde olan ideolojik-siyasi çizgilerle, yaklaşımlarla, mücadelelerle de çözüm bulacak sorun değildir. Oradaki sorunları çözen ideolojik-siyasi-askeri duruşlar buradaki sorunu çözmeye yetmiyor. Tam tersine biraz gelişme yarattı mı, hemen herkes paylaşmaya çalışıyor, önünü kesiyorlar, durduruyorlar, suçluyorlar. Öbürü, öbürünün ajanı olmakla suçluyor.
#Suç ortağı Alman sermayesidir#
Şöyle bir sistemdir: Kürt zaten yok, o halde Kürtlük adına yapılan her şey bir başkasının oyunu, Kürtler o oyunun aracı, aleti dolayısıyla hep suçlu hep hakarete uğraması gereken, hep kötülük içerisinde olan bir konumda tutuluyor. Bu hale getirilmiştir. Ne yaparsa yapsın birileri tarafından mutlaka suçlu kılınıyorlar, suçlu görülüyorlar. Oluşturulan mevcut soykırım rejimi bir de böyle bir sistemdir. Bu zihniyet ve siyaset dünyada biliniyor. Birinci Dünya Savaşı içerisinde Almanlarla ilişki ve işbirliği temelinde ki İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetimi tarafından ortaya çıkartıldı. Talat, Enver ve Cemal Paşa üçlüsünün yönettiği Osmanlı yönetiminin ortaya çıkardığı zihniyet ve siyasettir. O yönetimin suç ortağı Alman sermayesidir. Almanlar dünyaya hegemon olmak istediler, aynı zihniyetle İttihat ve Terakki Yönetimi de Ortadoğu’ya egemen olmak istediler. Bunu her türlü soykırımı gerçekleştirme temelinde yapmaya yöneldiler. Ermenilere, Rumlara, Asuri-Süryanilere, Kürt’e uygulandı ve hala soykırım zihniyet ve siyasetiyle duruyor. Mevcut TC sistemi yapılanması böyle bir soykırım üzerine şekillendi. Bütün bu güçleri soykırıma uğratma üzerine, bunlara karşı soykırım savaşını yürüten rejim konumundadırlar.
TC devletinin duruşu!
Ortada Türkiye’nin ya da şu toplumun, bu toplumun bir devleti filan yoktur. Kürt’ü, Ermeni’yi, Süryani’yi, Rum’u soykırıma uğratmak üzere kurulmuş bir soykırım zihniyeti ve siyaseti var. Onun kurumlaşması var. Soykırım da insanlık suçudur. Mevcut İkinci Dünya Savaşıyla ortaya çıkan uluslararası kurumlaşmalardır. Bunu soykırım ve insanlık suçu sayıyorlar. En ağır suç olarak görüyorlar. Dolayısıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden bu yana bir bütün TC devletinin duruşu, varlığı aslında bir insanlık suçu duruşu ve varlığıdır. Bunu günümüzde her türlü yöntemi uygulayarak sürdürüyor. Biliyor ki, tarih en ağır suç işlemiş olarak kendisini yargılayacak. O nedenle tarihin yargılamasına izin vermemek için dünyayı savaş halinde tutuyor. Kendisini hep faşist-soykırımcı saldırı konumunda tutuyor. Geriye durursam, çekilirsem, savunmaya geçersem yakamdan tutarlar, bu yaptıklarımın hesabını sorarlar korkusuyla, kaygısıyla hep saldırı, daha fazla saldırı, daha çok katliam, daha çok soykırım, daha çok insanlık suçu işleme konumunda bulunuyor.
TC’yi hangi yönetim olursa olsun bu kadar saldırgan kılan, hangi parti, kişi yönetime gelirse gelsin aynı zihniyet ve siyaseti hayata geçirten gerçeklik budur. Oraya oturan onu yapar, başkasını yapamaz. Ya onu değiştirecek ve dağıtacak başka uygulama yapacak ya da aynı sistemin içerisine oturduğu zaman uygulayacak. İşte AKP-MHP faşizminin en son olarak ve somut bir biçimde uyguladıkları zihniyet ve siyaseti uygulayacak. Bunun da özü soykırımdır. İçte faşist baskı ve terör, dışa karşı tehdit, şantaj ve savaş. Mustafa Kemal’in “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözü çok uydurma bir sözdür. Gerçeği maskelemek için büyük bir maskedir. Gerçek olan içte faşist terör, dışta savaştır. Bunu maskelemek için kendisini barış gücü olarak gösteriyor. Bir soykırım rejimi, sanki barış rejimiymiş gibi yüzünü maskelemeye çalışıyor. O maskeyi kırdığın zaman işte önüne apaçık bir faşist soykırımcı zihniyet ve siyaset çıkıyor. Önderlik Gerçeği, PKK mücadelesi o maskeyi büyük bir ölçüde kırdı. Şimdi Erdoğan-Bahçeli faşist soykırımcı zihniyet ve siyaseti herkes tarafından apaçık bir şekilde görülüyor.
$50 yıllık Önderlik yürüyüşü$
Bu bakımdan da Kürt Sorunu'nun kimler tarafından ortaya çıkartıldığı ve de nasıl bir sorun olduğu hususu bu sorunu çözmek istemi ve iddiasıyla ortaya çıkan bir gücün, Önderlik, Partinin nasıl olması gerektiğini belirliyor. Önder Apo Gerçeği, Parti Gerçeği, 50 yıllık Önderlik yürüyüşü, 45 yıllık PKK mücadelesi, PKK öncülüğündeki kahramanca direniş aslında tamamen böyle bir sorunun çözümüne göre şekilleniyor ve gelişiyor. Sorunun içinde taşıdığı özelliklere göre, onları aşmak çözme temelinde kendi özelliklerini oluşturuyor. Dolayısıyla Önderlik niye böyle? PKK niye böyle? Önderliğin ve PKK’nin özellikleri neler? Bunları anlamak için tabi hangi sorunlarla uğraşıyor, neyi çözüyorlar? Ona bakmak gerekiyor. Neden böyle olduğunu anlamanın sırrı kesinlikle oradadır. Bazıları böyle bakmıyorlar, anlamıyorlar. Diğer yerlere bakıyorlar, diğer sorunlara akıyorlar, onlarla benzeştirmeye kalkıyorlar, böylece Önderliğe, Partiye saldırıyorlar. PKK onlar gibi değil diyorlar. Ama Kürt Sorunu o sorunlar gibi değildir. Kurdistan’a dayatılan saldırı onlar gibi değil ki, Önderlik ve PKK öyle olsun. Hiç oraya bakmıyorlar. Çünkü kendileri de onun bir parçasıdırlar, içindedirler. O gerçekliği görüp PKK’yi anlayacaklarına içinde yer aldıkları sistemin kendilerine verdiği zihniyetle, mantıkla PKK’ye Önderliğe yaklaşmaya çalışıyorlar ve suçluyorlar. Bu ne anlama geliyor? Nasıl o sistemin bir parçası oldukları, Kürtlere soykırım uygulayan sistemin içinde onun bir parçası olarak yer aldıklarını ortaya koyuyor ve bize gösteriyor.
$İngiltere’nin konumunu ABD devraldı$
ABD’nin kararları, Uluslararası Komplo gerçeği daha iyi anlaşılıyor. Uluslararası Komplo, Kürt Surunu temelinde ortaya çıktı. Kürt’ü yok sayan ve yok etmek isteyen soykırım zihniyet ve siyasetiyle bağlı olduğu, bu zihniyet ve siyasetin hayata geçirilmesini hedeflediği tartışma götürmeyen gerçektir. Kürt Sorunu'nu ortaya çıkartan sistemin bugün önderi ve birinci sorumlusu olduğu için ABD böyle bir saldırı yürütüyor. Esas olarak İngiltere öncülüğünde ortaya çıkartılmış bir sorun, bugün İngiltere’nin konumunu ABD devralmış olduğu için, dolayısıyla söz konusu sorunu var eden, ayakta tutan, çözümsüz kılan, yürüten birinci güç ABD oluyor.[1]