$Kürt edebiyatında kadın imgesi$
Kürt edebiyat tarihi araştırmacılarından Ferdah Shakely’ye göre az gelişmiş toplumların edebi üretimlerinde kadın imgesi çok belirgin değildir. Ve fakat dili-edebiyatı sınırlarla bölünmüş Kürtlerde durum bundan biraz farklıdır.
Kürt edebiyatı incelendiğinde kadın karakteri belirgin ve hemen hemen her anlatıda yerini alır.
Bunun oryantalist bir bakış açısıyla, Kürdistan’daki kadınların Türk, Arap ve ya acem kadınlarına kıyasla daha güçlü olmalarına dayanan bir izahını yapmak zorlama olacaktır. Durum Kürt kültüründe, kadın karakterinin kimi aşiret ve akrabalık ilişkilerinden kaynaklanan göreli haklarından ötürü “rahat” olmasından ziyade, özgür olabilmek için verdiği mücadeleye yaslanıyor demek daha yerinde olacaktır.
Kürt edebiyatın tarihi içinde kadın imgesini iki farklı dönemde toparlayabiliriz. İlki Klasik dönem olarak tarif edebileceğimiz ve daha çok şiir biçimiyle kendini gösteren, 20. YY başına kadar devam eden dönemdir. İkincisi ise 1898 yılında çıkan ilk Kürtçe Gazete Kürdistan’da deneyimlenme imkânı bulan düz yazı alanıyla, hikâye ve romanlarla günümüze kadar gelen dönemdir.
Kürt edebiyatının klasik döneminde kadın karakteri eş, dost ya da töre’nin ağır yaptırımlarına maruz kalan bir karakter olarak karşımıza çıkar. Ya büyük bir aşkın tutkusunun anlatıldığı kişidir ya da sevdiğine ulaşamamış ve başkasıyla evlenmek zorunda kalmış bir “mahrume”. Kürt yazar Ahmed Xanê’ye göre mutluluğu evlendiği zaman biten karakterdir kadın… Dizelere dökülen şiirler dışında sözlü edebiyatta da benzer bir profil çizer kadın karakteri. Ki zaten ilk dönem yazıya dökülen birçok destan ya da şiir de sözlü gelenekten beslenir. Büyük aşk hikâyesi olan Mem Alan, Ahmedê Xanî’nin güçlü kalemiyle Mem û Zîn’e dönüşür. Siyabend û Xecê anlatısı da yine benzer bir efsanevi aşkı anlatır. Burada aşk yaşanılan bir durum olmaktan ziyade kadının yaşamak için mücadele ettiği bir konudur.
Tüm bunlarla, kadının toplumsal hayatta geleneksel olarak edindiği konumdan kaynaklanan sıkıntıların da işlendiği örnekler mevcuttur. Gelin kaynana çatışmaları, evlendiği için ailesinden uzağa giden kadınların yaşadığı sıkıntılar, Ortadoğu’da pek çok halk hikâyesinde olduğu gibi Kürt klasik edebiyatı döneminde de yerini alır.
İkinci dönem olarak tarif ettiğimiz süreç ise Kürt edebiyatında dergi ve gazetelerin günlük hayatta yavaş yavaş yer etmeye başladığı, sürecin politik olarak da ulusal kurtuluş mücadelelerine sahne olduğu dönemdir. Geçmişten gelen konular nesir alanında yeniden üretilirken kadın karakterine mücadeleci ve özgürlük savaşçısı olarak da rast gelmeye başlıyoruz. Emekçi tonu yüksek imgelerle aktarılan kadınlar modern edebiyattaki yerini alır.
Bir yoğunluğa işaret edecek olursak Kürt öykü sanatında ya da romanında kadın karakterinin belirginlik kazandığı dönem ise daha çok 1940’lı yılların sonrasına denk düşer. Kadın portresini ezilen ve kurban olarak kadın, eş ve dost olarak kadın ve bir özgürlük savaşçısı olarak emekçi kadın şeklinde genel olarak üçe ayırmak mümkündür. Kadın artık sadece feodal bir düzen içinde ya da aşk hikâyesinde konumlanan bir karakter değil, bu düzenin sorgulandığı ya da sorgulayıcısı olarak karşımızdadır.
Örnek olarak A. Seccadî’nin Kadın Yüzünden (Le Pêraw-î Afreta) adlı yapıtında aşiret yaşamının kadının üzerindeki baskısı anlatılır. Buradan yola çıkarak kadının toplumsal hayatta hak ettiği yeri sorgulayan yazar okuyuculara kadınların verili durumlarındaki konumu sorgulatır.
1940 ila 1950 yılları arasında baktığımız zaman kadınların yaşadıkları sıkıntılara dair en çok işlenen konu başlık parası ya da başka maddi durumların belirleyici olduğu zoraki evliliklerdir. Ahmed Xazê ve M. Emin Bozarslan bu konuyu işleyen yazarlara örneklerdendir. Bozarslan’ın 10 Yaşındaki Damat (Zavayê Deh Salî) hikâyesinde köyün zengin aşiret ağası, kadının başka bir sevdiği olmasına rağmen başlık parasını ödeme gücüne dayanarak 10 yaşındaki oğluyla evlendirilişini anlatmaktadır. Hikâyede kadın her şeye rağmen sevgilisi ile kaçar ve geride kalan 10 yaşında terk edilmiş çocuk ve aşiret ağasının kalır.
Öykülerde en çok denk geldiğimiz geleneksel kadın figürü ezilen kadın olmasına rağmen yer yer ezen, ceberut ve ya zalim kadın figürüne de rastlanır. Tahmin edileceği üzere bu karakter genelde kaynana olarak kurgulanır ve gelinine eziyet etmesi üzerinden gelişir anlatı. Cemal Baban’ın öyküsü olan Mem ve Zin’in Çakıl Dikeniydim’de (Babûm be dirk-î Mem û Zîn) üvey bir annenin kızına yaptığı zulüm anlatır. Her iki örnekte de (Gelin-Kaynana veya Üvey Anne) ya koca ya da baba karakteri gerçekleri göremeyen ya da tuzağa düşürülmüş erkek olarak tasvir edilir.
Kürt halkının kurtuluş mücadelesinin dört bir yandan sesini duyurduğu dönemin en çok karşılaşılan kadın karakteri de erkekler ile birlikte özgürlük için savaşan ve politik etkinliklere katılan emekçi kadındır. Bu karakteri en çok işleyen yazarlardan biri Mustafa Salih Kerim’dir. Yazdığı öykülerde genelde politik olarak güçlü bir karakter inşa eder. Bu karakter eylemlere katılan ve insanları mücadele davet eden biridir. Pirşing adlı karakteri bildiriler dağıtan, eylemlere katılan partizan biridir. Katıldığı bir eylemde vurularak ölen karakterin ardında bir hayıflanma ya da acınacak vaziyet bırakmaz. Kerim’in Sevenlerin Türkülerinde Üzüntüden Titreme (Tezû-y xem le goranî-y didarekenda) adlı öyküsünde ise polisiye tarzı işlemiştir. Kürt genci Kahire’de bir kadına âşık olur fakat kadın Irak güvenlik güçleri tarafından kaçırılır. Ve bizleri politik sorgulamalarla ve direngenlikle örülmüş bir hikâye kucaklar…
Kadın figürünü politik olarak ele alan yazılarıyla Fırat Cewerî’nin Birini Öldüreceğim ve bunun devamı olarak yazılmış Lehî adlı romanları da örnek olarak gösterilebilir. Avrupa’ya göç eden bir ailenin ferdi olarak Lehî orada siyasallaşır ve mücadeleye katılır. Çarpışan, kavga veren karakter yakalanır ancak asla teslim olmaz. Hiçbir surette konuşturulamayan kadın, fuhuşa zorlanır. Fakat her halükarda teslim olmayan direngen bir görüntü çizer karakter.
Son olarak verilecek örnek Mezopotamya’nın özgün yapısında dolayı dinler arası farklılıklar ve bunun kadın erkek ilişkilerine, duygusal yaşamlara etkisidir. Fariq Hasan’ın Haç adlı öyküsünde Müslüman bir erkeğin Hristiyan bir kadına olan aşkı anlatılır. İmkânsız görülen bu aşk için Şerwan karakterinin bu aşkı ve toplumsal boyutunu sorgularken kullandığı ifade aynı zamanda Ortadoğu’da diğer toplumlarda yaşayan kadınların karşılaştığı benzer sorunların nedenini ve çözümünü aynı anda dile getiriyor:
“Bu akşam onu anlamak için, onunla buluşmak zorundayım. İnsanların bizlere çizdiği sınırlar umurumda değil. Bu yapay sınırları çizenler insanlardır. Ve en nihayetinde yine bu sınırları kaldıracak olanlar da onlardır”[1]