$Kürdlerin Bilinmeyen Büyük Sürgünü: 1916 KÜRD TEHCİRİ$
Bazı dostların bildiği gibi, 1916 KÜRD TEHCİRİ ile ilgili olarak geçen yıl bir araştırmam yayımlandı. Ancak konu çok az biliniyor ve bazı arkadaşlar da henüz kitabımıza ulaşamadı. Bazı dostların da önerileri doğrultusunda, burada, bu tehcir hakkında kısa bir bilgilendirme yapacağım. (Tüm çabama karşın yazıyı daha fazla kısaltamadım. Ama on dakikanızı almaz…)
1916 Kürd Tehciri, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, dönemin Osmanlı iktidarı İttihat ve Terakki tarafından gerçekleştirilen; kayıt dışı kalmış, saklanmış, bilinmeyen veya çok az bilinen dramatik bir Kürd sürgünü gerçeğidir.
Savaşın ilk yılında (1914 sonu, 1915 başı) meydana gelen Sarıkamış bozgunu İttihatçıları şok etti; büyük komutan Enver cepheden kaçtı. Ardından, Rusya, bu günkü idari yapıyla on yedi vilayeti kapsayan #Erzurum#, #Bitlis#, #Van# ve Trabzon vilayetlerini işgal etti. Bir yılın içinde, Rus işgali, Van Gölü’nün güneyine kadar yayıldı. Bilindiği gibi, 1915 yılı bahar aylarında da İttihat ve Terakki Hükümeti Ermeni Tehciri başlatmıştı. Ermeni Tehciri bir katliama dönüşürken 1915 yılı ortalarından itibaren bu kez de Rus işgali dolaysıyla, çoğu Kürd olan Müslüman halk, savaş bölgesinden savaş bölgesinin dışına göç etti veya göç ettirildi. İşin ilginç yanı, bu savaşın Kafkas Cephesi’nde, Osmanlı Ordusu’nun önünde Kürdler, Rus Ordusu’nun önünde de Ermeniler vardı…
Rus Ordusu ve onlarla hareket eden bazı Ermeni gruplardan kaçan/kaçırtılan halk kitleleri savaş bölgesi dışına çıkarken ağırlıklı olarak Kürdlerin oluşturduğu göç kafileleri; başlangıçta, Sivas, Harput gibi yakın vilayetlere; Diyarbekir, Urfa, Ayıntap, Musul gibi Kürdlerin yaşadığı güney vilayetlerine doğru yöneldiler. İttihat-Terakki’nin planlı-gizli politikalarıyla, Ermeni Tehciri’nin büyük oranda tamamlandığı 1916 yılı başlarından itibaren, Kürd göçü yaygınlaştırıldı ve göçün yönü, asimilasyon amacıyla Anadolu’ya çevrildi. Kitlelere, “Kaçın, kaçın, Ruslar geliyor, Ermeniler geliyor.” diyordu, bölgedeki İttihatçıların karanlık örgütü Teşkilatı Mahsusa.
Dönemin Dahiliye Nazırı ve İttihat-Terakki Fırkası’nın başı olan Talat Paşa’nın, konuyla ilgili olarak vilayetlere gönderdiği şifreli telgraflarda verdiği talimatlardan anladığımız üzere, zorunlu göç, zorla göçe/ tehcire dönüştürülerek bir asimilasyon aracı olarak kullanıldı. İttihatçılar, savaştan önce tasarladıkları nüfus ve iskân projelerini, böylece, savaş ortamında hayata geçirerek, büyük bir demografik hareket başlattılar. İttihat-Terakki, Turan hayalleriyle girdiği savaşta, savaştan çok, etnik temizlik planları yapıp uyguladı. Yeni bir ulus inşası için, İttihatçıların yok etme projesi içinde Kürdler ve Ermenilerden başka, diğer Gayrimüslim azınlıklar da vardı.
1915 Ermeni Tehciri, herkesçe bilinmektedir. Yine bu tehcirde, bir kısım Kürdlerin kullanıldığı veya buna bulaştırıldığı da bir gerçektir. Ermeni tehciriyle ilgili olarak, bu güne kadar tüm dünyada ve Türkiye’de sayısız kitap ve yazı yayımlandı; filmler çekildi, belgeseller hazırlandı. Türkiye bu konuda bir şey yapmasa da konu, Türkiye’de ve tüm dünyada büyük bir kamuoyu tarafından bilinmekte ve tartışılmaktadır. Birçok ülke, bu tehcirin bir soykırım olduğunu parlamentolarında kabul etti. Ancak Birinci Dünya Savaşı sırasında, Kürdlerin başına neler geldiğini bilen yoktur.
Ermeni Tehciri’nin daha devam ettiği 1915 yılında, Rus işgalindeki Van’dan başlayan, 1916 yılında yaygınlaşan ve 1917’de devam eden büyük bir göç hareketiyle, yüz binlerce Kürd insanının Anadolu’ya sürüldüğü ve yarısından fazlasının göç koşullarında öldüğü, savaştan sonra geri dönmek isteyenlerin engellendiği, kalanların asimile edilerek yok edildiği bilinmemektedir. Bu trajik göçün, bir Kürd Tehciri olduğu yetkililer tarafından bilindiği hâlde, sıradan bir göç havası verilerek Rus Savaşı’ndan Kaçan Müslüman Mülteciler, Müslüman-Türk Mülteciler, Vilâyat-ı Şarkiye Mültecileri veya Erzurum Mültecileri gibi adlandırmalarla konunun esası gizlenmiştir. Saklı kalmış, gözlerden kaçırılmış olan bu tehcirin, aynı sıralarda yaşanan Ermeni dramı gölgesinde kaldığı da görülmektedir.
Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki Kürd sürgünü, öyle planlı ve sinsidir ki, sürgün edilenler bile, sadece savaştan kaçtıklarını sanmış, sürgün edildiklerini dahi anlayamamışlardır. Erkekler savaş cephesinde olduğundan, genellikle yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan bu insanların çoğu, aylarca, yıllarca; yaya, hayvanlarla, kağnı arabalarıyla, çok azı tren vagonlarında yaptıkları yolculuklar sonunda yaşamını yitirmiştir. Nereye gittiklerini bile anlayamamışlardır. Savaş acısı ve göç acısı içinde kalan kitleler, tarifi imkânsız dramlar içine sürüklenmişlerdir, tıpkı 1915 tehcirinde olduğu gibi. Öyle acılar yaşanmıştır ki, bu dönemde ve sonraları, “Dê, weledê xwe davêjin (Anneler evlatlarını atıyorlar)” söylemi, halk arasında yaygın olarak ifade edilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nın en fazla tahribat yaptığı coğrafyalardan biri Kürdistan’dır. Savaş süresince cephelerde, 1915 Ermeni Tehciri’nde, 1916 Kürd Tehciri’nde, göç yollarında; çeşitli salgın hastalıklar, yokluk, açlık, halkı perişan etmiş; bu süreçte 500 bini aşkın Kürd insanı, çeşitli şekillerde canından olmuştur. Tüm veriler, 1915-1917 yıllarında, ağırlıklı olarak 1916 yılında, zamanın Erzurum, Bitlis, Van vilayetlerinde (Bu günkü idari yapıyla 13 vilayet) yaşayan, çoğu Kürd en az bir milyon kişinin mülteci durumuna düştüğünü ve bunun yarısından fazlasının çeşitli nedenlerle öldüğünü göstermektedir. Kalan yaklaşık 300 bin kişinin, büyük kısmının da savaştan sonra topraklarına dönmeleri engellenmiştir.
O dönemde bölgede bulunan Batılı ve Rus görevlilerin anılarında, konuyla ilgili kırıntı bilgiler bulunsa da o dönemde Kürdlerin başına gelenler ve 1916 Kürd Tehciri bilinmiyor. Bunun bir nedeni, Kürdlerin, o sırada, siyasi, kurumsal bir yapıya sahip olmamaları gösterilebilir. Kürdlerin, kendilerine ait bilgileri saklayan arşivlerinin olmaması, Kürd tarihinin pek çok yanını bilinmez kılarken Kürd araştırmacılar da mensubu oldukları devletin resmi söyleminden kurtulamamış ve arşivlerden yeteri kadar yararlanamamışlardır. Birinci Dünya Savaşı’nın dumanı ve Ermeni Tehciri dramı, bu dönemdeki Kürd Tehciri’nin bilinmemesinde diğer bir etkendir. Kürdlerin Müslüman olması, bazı Kürd çevrelerin Ermeni Tehciri’ne bulaşmış olması da dünya kamuoyunda Kürdlerin bu süreçte yalnız kalmasında etken olmuştur.
1916 Kürd Tehciri’nin tam olarak bilinir hâle gelmesi, 1990’larda, Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinin (BOA) açılmasıyla, büyük oranda gerçekleşmiştir. Dönemin Dâhiliye Nazırı Talat’ın, İskân-ı Aşâir ve Muhâcirîn Müdîriyyeti (İAMM), Aşâir ve Muhâcirîn Müdîriyyet-i Umûmiyyesi (AMMU) ve Emniyet Umum Müdîriyyeti (EUM) aracılığıyla vilayetlerle yaptığı, Dâhiliye Nezareti Şifre Kalemi (DH ŞFR) ve Dâhiliye Nezareti Emniyet Umum Müdürlüğü (DH EUM) antetli şifreli yazışmalar, 1916 Kürd Tehciri’ni tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Elbette yakılan, kaçırılan, yok edilen belgelerin akıbetini bilemiyoruz.
Aslında konuyla ilgili olarak, iyi araştırmacılar için daha önce de bilgi ve belgeler vardı. Takvîm-i Vekâyi, Tasvir-i Efkâr ve Tanin gibi dönemin Osmanlı yayın organlarında, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan zabıtlarında, yerli-yabancı tanıkların anılarında, az da olsa konuyla ilgili bilgi ve belgeler bulunmaktaydı. 1916 Kürd Tehciri’nden iki yıl sonra, 1918 yılında yayına başlayan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin yayın organı Jîn Dergisi, Serbestî Gazetesi ve Kürdistan Dergisi’nin, 1918-1920 yıllarındaki çeşitli sayılarında, 1916 Kürd Tehciriyle ilgili çok sayıda yazıya ulaştık. Dönemin Kürd aydınlarının konu ile ilgili çok sayıda yazısı var dergilerde. Kemal Fevzi’nin, Jîn Dergisi’nde çok sayıda lirik ve duygusal yazısı var. Bunların ikisinden birer paragraf paylaşmak istiyorum.
Birincisi, Jîn Dergisi’nin 15 Mart 1919 tarihli 14. sayısından: “… Bosfor’un (boğazın) beyaz yalılarında sakiyeler kadeh sunarlarken, Kafkas’ın karlı ve buzlu eteklerinde memeleri üstünde yavrusu uyuklayan anneler, anne kucağında meme emen yavrular açlıktan yokluğa gönderiliyorlardı; tipiler, fırtınalar koynunda serilen sahipsiz, öksüz çocuklar, başları ucunda ağlayacak bir ziyaretçi dahi bulamadan, solgun bakışlarla öbür dünyaya süzülüp gidiyorlardı; yorgunluktan, yoksulluktan birer iskelete dönmüş dinç yaşlılar, yaşamın son soluğunu tüketiyor, bir lokmaya uzun süren ömürlerini heba ediyorlardı…”
İkincisi, Jîn Dergisi’nin 3 Eylül 1919 tarihli 24. sayısından: “… Evet onlar! Hani Bitlis’ten, Muş’tan, Van’dan, Erzurum’dan kalkarak diyar diyar göçen, sürünenler yok mu? İşte onlar! Urfa topraklarında ebediyetin durgunluk ve avuntusunu arayan kimsesizler. Ah evet, onlar! Perişan bir yörenin, sahipsiz, kimsesiz, yurtsuz kalan ve sonra bir lokma ekmek bulmadan ölen evlatları! Onlar işte bize tükenmeyen dertleri yadigâr bıraktılar…”
Osmanlı ve cumhuriyet dönemi yazılı belgelerinde, genellikle, bu dönemde göç edenlerin kimliği saklanmaktadır. Buna karşın, Dâhiliye Nazırı Talat ile taşra teşkilatı arasındaki şifreli telgraflarda (özellikle 1916 yılında), etnik aidiyete göre uygulama yapılması, açıkça belirtilmektedir. Talat’ın emirlerinde, savaştan sonra yerlerine iade edilecek olan Türk mültecilerin bölgeye yakın yerlerde bırakılması; Kürd mültecilerin Anadolu’ya asimilasyon amacıyla gönderilmesi ve savaştan sonra da geri gönderilmeyecekleri açıkça ifade edilmektedir. Özellikle, 2-4 Mayıs 1916 tarihlerinde, vilayetlere gönderilen gizli-şifreli talimatlarda, açıkça Kürd Tehciri için emir veriliyor.
Göç kafileleri, Anadolu içlerinde, özellikle Kuzey Adana, Kuzey Antalya, Bursa, Isparta, Kütahya, Aydın, Yozgat, Kastamonu, Sinop gibi Kürd coğrafyasında uzak yerlere dağıtılmıştır. (Kürdlerin yaşadığı Konya bölgesi dağıtım merkezi olarak kullanılmış ancak mültecilerin o bölgede kalmasına izin verilmemiştir!) Köylere, kasabalara, %5-10 oranında dağıtılan Kürd muhacirler, asimilasyon canavarının pençesinde, Anadolu içlerinde yok olup gitmişlerdir. Günümüze kadar kimliğini tamamen yitiren bu mazlum insanların, torunları, bugün kim olduklarını bile bilmemektedirler.
Günümüzde “Kürd Sorunu” diye adlandırılan ve Kürdleri aralarında paylaşan devletler tarafından “sorun”, “problem” olarak gösterilen konu; büyük oranda bu dönemlerden, özellikle de Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasındaki gelişmelerden devir alınmıştır. Yaklaşık yüz yıldır, zamana ve yere göre farklılıklar gösteren konu, hâlen çok karmaşık bir durumdadır. Bu karmaşanın ana nedeni, Kürdlerin yüz yıl önce yaşadığı bu büyük mağduriyet ve Kürdistan’ın 1923’te, Emperyal Güçler ve Bölge Güçleri arasında Lozan’da paylaşılıp ulusal haklarının gasp edilmesidir.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan ve Kürd toplumunun geleceğinde büyük olumsuzluklar yaratan 1916 Kürd Tehciri, bilinmeyen bir trajedidir. Yaptığımız çalışmayla, Birinci Dünya Savaşı’nın Kürdlere etkilerini, İttihat-Terakki’nin bu dönemdeki iskân ve nüfus mühendisliği politikalarını inceleyerek bilinmeyen 1916 Kürd Tehciri’ni, mevcut bilgi ve belgelerle, yaklaşık beş yüz sayfalık bir çalışmada değerlendirdik. Umarız ki yararlı olur…[1]
Celal Temel