$Lozan Antlaşması ve Kürtler$
Kürtleri Türk yurttaşı olarak gösteren Lozan Antlaşması; Müslüman olmayanları dini azınlık olarak ifade ederken, Kürtler azınlık haklarından yoksun bırakmış.
1914-1918 tarihleri arasında yaşanan birinci paylaşım savaşında Osmanlı İmparatorluğu kaybedenler arasındaydı. Çöküşü yaşıyor, çözülmeler baş göstermişti. Birçok halk bu süreçte ulusal bağımsızlık savaşlarına girişmişti, Osmanlı ümmetinden çıkarak kendi ulus devletini kurmuşlardı. İttihat ve Terakki zihniyeti; çöküşün hızla yaşandığı savaş öncesinden başlayarak önce Müslümanlık sözleşmesi gereğince, daha sonraları Türklük sözleşmesine göre bir dizi katliam ve soykırımlar yaşatarak halklar ve inançlar mezarlığı üzerinden Türk ulus devletini inşa etmeye girişir.
1919 Mayıs’ında Samsun’a çıkarma yaparlar. Ermeni, Asurî- Süryani soykırımından sonra Rum soykırımını gerçekleştirirler. Gayri Müslim halkları soykırımdan geçiren bu zihniyet; 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi ile etnik kimliğe dayalı ulus devlet inşasının genel çerçevesini çizer. Bu genelgeden hareketle 23 Temmuz-7 Ağustos 1919’da Erzurum, 4-11 Eylül 1919’da ise Sivas’ta kongreler düzenler. Kongrelerden sonra 22 Ekim 1919’da Amasya protokolü ile ulus devlet inşasının siyasal, askeri, diplomatik faaliyetleri içerisinde olur. Müslümanlık sözleşmesi üzerinden Kürtleri yedeğine almaya başlayan bu zihniyet gayrimüslim halkları ortadan kaldırdıktan sonra bir süreliğin Kürtler ile ittifakını sürdürme niyetindedir. Güç biriktirmesi, günün emperyalist devletler ile olası görüşmeler öncesinde elini güçlü tutmak istemektedir. İttihat ve Terakki zihniyetinin bu pragmatist ve iktidar eksenli niyetini görmeyen birçok Kürt aydın ve şahsiyeti Müslüman kardeşliği vurgusunu önemseyerek ulusal demokratik taleplerini tali planda tutmayı yeğleyerek Erzurum ve Sivas kongrelerine katılırlar. Bunu fırsata çevirmek isteyen zihniyet sahipleri bu niyeti kullanmaya çalışırlar. Amasya protokolünde; “Osmanlı İmparatorluğunun düşünülen ve kabul edilen sınırı, Türklerin ve Kürtlerin oturdukları araziyi kapsar. Bu arazi üzerindeki Kürtlerin ırksal ve kültürel haklarını destekler” ibaresi ile Kürtlere şirin görünmeye çalışır.
Sanayi devrimi ile başlayan uluslaşma sürecini kaçıran Kürtler, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ulusal devletlerin inşası yönlü önemli gelişmelerin yaşandığı bu sürecide Müslüman kardeşlik söylemini önemsediklerinden dolayı hazırlıksız yakalanırlar. Uzun tarih boyu coğrafi olarak ikiye bölüştürülen Kürdistan yeniden paylaşılmaya çalışılıyordu. Coğrafi parça esaslı, aşiret, aile ve mezhep öncelikli ulusal kalkışmalar yaşansa da kaybetmekle kalınmamış ağır bedellerle sonuçlanmışlardı. Türk uluslaşmasının Müslümanlık sözleşmesine itiraz ile başlayan Koçgiri hareketi, Amasya protokolündeki söylemindeki samimiyetsizliği görerek ulusal bağımsızlık hedefini önüne koysa da, ulusal destekten yoksun, yalnız başına kaldığından soykırıma uğrar. Türkçü zihniyet bir yandan Kürtlere soykırım yaşatırken diğer yandan da ön almaya çalışır.
27 Haziran 1920’de Mustafa Kemal imzasıyla El-Cezire komutanlığına şu mesaj gönderilir: “Kürtleri İngiliz ve Fransızların propagandalarından korumak için Kürt vilayetlerini El-Cezire komutanlığı altında birleştiren BMM başkanlığına karşı sorumlu olacak şekilde muhtariyet tanınsın” der. Burada iki amaç güdülmektedir. Bir yandan Koçgiri hareketi yalnız bırakmak ve başarısızlığa mahkum etmeninin özel savaş propagandası yapmak istemiş, diğer yandan da başlamakta olan görüşmelerde Kürt varlığını kabul eder görünerek iktidarına meşruiyet kazandırma amacı gütmüştür.
Fransa, İngiltere ve İtalya emperyalistleri 10 Ağustos 1920’de Osmanlı İmparatorluğu ile Sevr Antlaşmasını imzalarlar. Toplamda 433 madde olan bu antlaşmanın Kürtler için önem arz edeni 3.ncü maddedir. Buna göre: “İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne(BM) bağımsızlık için başvurabilecek.” Ankara başta bu madde olmak üzere Sevr Antlaşmasını tanımadıklarını söyleyerek bir yandan uluslaşma faaliyetleri içinde olurlar, diğer yandan alttan alta Kürtleri bağımsızlıktan vazgeçirmenin ayak oyunları işine girişirler. “Muhtariyet” söyleminin bu niyetlerine hizmet etsin diye dillendirdiği açıktır. Kürtler siyasal öncüden yoksun, parça, aşiret, aile ve mezhep öncelikleri ile hareket ettikleri için bu süreci amacına uygun değerlendiremeyerek 24 Haziran’da imzalanan Lozan Antlaşması ile statüsüzlüğe mahkum edilirler. Ulusal demokratik taleplerin eldesi mücadelesi yerine egemenin insafına sığınmanın ağır bedellerini ödemek zorunda kalan Kürtler, Lozan Antlaşmasının Kürtler için kırıntı sayılan 39. maddesinden bile yararlandırılmazlar.
Madde 39- Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurttaşları Müslümanlarla özdeş medeni ve siyasal haklardan yararlanacaklardır. Türkiye’nin tüm halkı, din ayırt edilmeksizin, yasa önünde eşit olacaktır. Din, inanç ya da mezhep farkı hiçbir Türk yurttaşının medeni ve siyasal haklardan yararlanmasına ve özellikle genel hizmetlere kabulüne, memurluğa ve yukarı derecelere ulaşmasına, ya da çeşitli meslekleri ve sanatları yapmasına bir engel sayılmayacaktır. Herhangi bir Türk yurttaşının gerek özel ya da ticaret ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır. Resmi dilin varlığı kuşkusuz olmakla birlikte, Türkçeden başka dil ile konuşan Türk yurttaşlarına yargıçlar önünde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar gösterilecektir.”
Kürtleri Türk yurttaşı olarak gösteren Lozan Antlaşması; Müslüman olmayanları dini azınlık olarak ifade ederken, Kürtler azınlık haklarından yoksun bırakmış. Etnik kimliklerini dile getirmeksizin, anadilde eğitim hakkı vermeden mahkemelerde sadece kendi dillerini sözlü kullanabilmelerini yeterli görmüştür. Bu faşist antlaşmayı çöpe atmanın, Kürdistan statüsünü elde etmenin zamanıdır.[1]