Kitap Adı: Demirtaş'ın Beyaz Sandalyesi
Yazar: Zınar Karavil
Basım Yeri: Ankara
Yayınevi: Dipnot
Yayın Tarihi: 2022
Önsöz
Sırrı Süreyya Önder
F tipi zindanlar, mimari olarak şizoid mekanlardır. Ziyaretçilere açık bölümlerde gülkurusu ve pembe renklerinin hükümranlığı vardır. Nasıl desem, bir kreşe girmişsiniz duygusu verir insana. Mahkumların kaldığı mekana geçtiğinizi, soğuk gri ve ispirto renklerinden anlarsınız. Bu ‘bölünmüşlük’ cezaevlerindeki her durum için geçerlidir. Girerken ‘han kapısı’dır misal, çıkarken ‘iğne deliği’. Hücreler ve iç avluların mezar vasfı kazanması için lazım olanla, bir çukurun aynı vasfı kazanması için lazım olan neredeyse aynıdır. Halbuki nizamiye girişlerine, çoluk çocuk pikniğe gidesiniz gelir.
Cezaevleri, içindeki her şey gibi renkleri de kontrol altına almaya çalışır. İzin koparabilmiş renkler beyaz, gri ve siyahtır. Yeşil mesela, üniforma rengi olduğundan, lacivert, infaz koruma görevlilerine mahsus olduğundan, kırmızı ise kim bilir hangi vesveseden dolayı yasaktır. Kafa olarak bir üniformalıya benzemeniz için ellerinden geleni yaparlar da kostüm bahsine gelindiğinde, o renkleri ‘zata mahsus’ bir ayrıcalık sayarlar. Hücrelere gelince, yokun yoka karıştığı yerlerdir dersek kimseye bühtan etmiş sayılmayız. Bu ‘yok’luğun içinde az sayıdaki ‘var’dan ikisi, masa ve sandalyedir. Malzemeleri plastik,
renkleri de beyazdır.
Kuraldır, zindanı böyle renksiz olan memleketin, dışarısı gökkuşağı gibi olamaz. İşte Selahattin, Gültan, Sebahat, Figen, Aysel, İdris, Selçuk, Bekir ve yüzlerce seçilmiş siyasetçi yoldaşımız birçok sebebin
yanında, bu tek ses, tek renk dayatmasına itiraz ettikleri için, tekliğe inat bir yeryüzü bahçesi düşledikleri için o gri duvarların arasındaki o beyaz sandalyelerde günlerini yine direnerek ve üreterek dolduruyorlar. Görünürdeki tek unvanları, halen ilk adlarıyla anılabilmek.
Bu gelenekte sadece soyadımızla anılmamız, ancak halkın hatırını yıkmamızla mümkündür. Adıyla ya da soyadıyla serbestçe anılan birkaç kişi vardır; birisi Selahattin’dir, diğerlerini biliyorsunuz.
Diyarbekirliler sandalyeye, hele böyle ufak olanlarına “kürsü”/”kürsi” derler. Sezgilerinin yüksekliğinden değilse ma nedendir?
Bugün içerideki her plastik sandalye, dışarıdaki yüzlerce konuşma kürsüsüne bedeldir.
Yine de bir hak teslim etmek gerekirse Selahattin, beyaz sandalyesini ‘kürsü’ yapmak bahsinde en mahir olanımızdır.
Nicedir sistem, toplumsal hafızayı yıkıp yeniden yapmak için atını itini nallayıp düşmüşken peşimize, elimizde ne at ne meydan ne de kılıç var! Evet, bunlar yok ama bin türlü gölge ve riyayla örtülmeye
çalışılan günlerin çetelesini tutup unutturmayanlar var. İşte bu kitabın emeği, böylesine aziz bir yerdedir. Ekmek gibi, su gibi aziz bir emeğin ürünü olan bu kitap, beyaz bir plastik sandalyeden başka koltuğu da makamı da olmayan, yüreği halkla, halkın yüreği de kendisiyle atan bir siyasetçiyi, kardaşım Selahattin’in cezaevi dönemi hikayesini anlatıyor.
O gün geldiğinde, bugünleri anlatacak bir sergi, belki de sadece iki nesneden ibaret olacaktır. Biri gösterişli bir taht, diğeri
ise plastik, beyaz bir sandalye. Beyaz sandalyenin üzerinde küçücük bir not: Bu beyaz sandalye, o fırtınalı günlerde hep dik
durdu. Gösterişli tahtın üzerindeyse hiçbir şey…
$Yolculuğum$
Demir kapıların biri açılıyor, biri kapanıyor. Göz taraması, xray cihazı… Bir bölümden bir başkasına geçiyorum. Onu görecek olmanın verdiği mutluluk ve heyecan… Onu cezaevinde görecek olmanın verdiği üzüntü ve ıstırap... Tarifi imkansız duygular içindeyim, Edirne’deyim. Birazdan kardeşi ve avukatı Aygül Demirtaş’ın savcıdan aldığı özel izinle, Selahattin Demirtaş’la yarım saat görüşeceğim.
Demirtaş’la ilk kez 2011 yılının yaz aylarında, İstanbul Florya’daki TBMM misafirhanesinin kafe bölümünde görüşmüştük. Onu ileride, hükümette bir görevde göreceğimi düşünmüştüm. Oysa şimdi…
Peki, neler olmuştu da Demirtaş ülke yönetimi yerine şimdi evine çok uzak bir cezaevinde, Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumundaydı? Onu ve arkadaşlarını cezaevine götüren süreçte neler yaşandı? O içerideyken yaşanan gelişmeler nelerdi? İçeride neler yapıyor, dışarıda olan bitenlere nasıl bakıyordu? Neler yaşıyor, nasıl hissediyordu?
Tarihe derli toplu kaydolması için arşiv taraması yaparak önemli olayları, Demirtaş’ın röportajlarında, yazılarında, savunmalarında öne çıkan noktaları derledim. Arkadaşlarıyla, avukatlarıyla görüştüm. Kardeşleri Aygül Demirtaş, Süleyman Demirtaş ve eşi Başak Demirtaş ile konuştum. Bunun yanı sıra Abdullah Zeydan’a ve tabii Demirtaş’ın kendisine avukatları aracılığıyla ilettiğim sorulara gelen yanıtlardan yararlandım. Bu kitapta daha önce hiç duymadığınız, hiçbir yerde karşılaşmadığınız pek çok bilgiyi ve anekdotu bulacaksınız. İçeriden dışarıya Demirtaş’ı okuyacaksın.[1]