$Kürdistan Teali Cemiyeti ve Orta Anadolu Kürtleri$
Rohat Alakom *
İstanbul kent olarak çağımızın başında gelişen modern Kürt milliyetçiliğinin önemli bir merkezi idi. Burada kurulan Kürt dernekleri ve buraya eğitim amacıyla gelen Kürt aydınları özellikle çıkardıkları gazete ve dergiler vasıtasıyla İstanbul ve Kürdistan’daki Kürt kitlesine ulusal bilinç kazandırıyorlardı. Bu yıllarda sayıları otuz bine ulaşan Kürtler arasında Orta Anadolu’dan gelen Kürtler pek azdı. Özellikle ticaret amacıyla İstanbul’a gelen #Orta Anadolu Kürtleri# buradaki hareketlerden sınırlı da olsa etkilenmişlerdir. Diğer yandan değişik nedenlerle Orta Anadolu’nun bazı merkezlerine görevli giden Kürt aydınları, beraberlerinde bu yörelere ulusal bilinç taşımışlardır. Bu karşılıklı lişkilerin zamanla İstanbul Kürtleri ve Orta Anadolu Kürtleri arasında siyasi bazı ilişkilere zemin hazırladığını söyleyebiliriz.
Orta Anadolu Kürtlerinin, çağımızın başında İstanbul’da gelişen modern Kürt milliyetçiliğiyle olan ilişkisi konusunda çok az araştırma yapılmıştır. 1918 yılında İstanbul’da kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucu üyeleri arasında Ankara’nın Bala kazasının eşrafından Hacı Osman Bey ve faal üyeleri arasında Kırşehir’in Mecidiye kazasından Osman Şefki Efendi’nin adına rastlamaktayız. Diğer yandan Kürt milliyetçiliğinin gelişmesine büyük katkılarda bulunan Bedirhanilerden Emin Ali Bedirhan, 1906’larda Ankara ve Konya yöresinde adliye müffetişliği yapmıştır. Daha sonra Rıdvan Paşa Olayı’na adı karıştırıldığı için Isparta’ya sürülür. Süreya, Celadet ve Kamuran Bedirhan’ın babası olan bu Kürt şahsiyeti, bilindiği gibi 1918 yılında Kürdistan Teali Cemiyeti’nin ikinci başkanlığına getirilmiştir. Emin Ali Bedirhan’ın kardeşi Hüseyin Kenan Paşa, Balkan Savaşları sırasında Kırşehir mutasarrıflığına atanır. Bedirhanilerden olan bir başka Bedirhani, Konya’da avukatlık yapmış olan Tahir Muhlis’dir. 1912 yılında Konya’da dünyaya gelen ve Türkiye’nin tanınmış tarihçilerinden birisi olan Cemal Kutay, Bedirhanilerden Tahir Muhlis’in oğludur.
Nuri Dersimi’nin Konya ziyareti
Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Orta Anadolu Kürtleriyle yukarıda belirtilenlerden daha geniş ilişkiler ağı geliştirdiğini tahmin edebiliriz. Ateşli bir Kürt milliyetçisi olan Nuri Dersimi, bir ara Konya’ya uğradığında buraya sürgün edilen bazı Kürt şahsiyetleriyle görüşür: “Konya’ya yetiştiğimizde, burada sürgün bulunan Dersim Çarsancak beylerinden Yummi ve kardeşi Paşa, İzol aşireti reislerinden Harputlu Haci Kaya ile temasa girdim. Bağdad otelinde kendilerini vali Cemal ile görüştürdüm ve memleketlerine dönmeleri için Ankara’da teşebbüste bulunacağım.’’
1919 yılında Milli Mücadele döneminde Konya’nın Bozkır ilçesinde baş gösteren muhalif bir ayaklanmaya öncülük edenler arasında, örneğin Kürtoğlu Musa’nın adına rastlamaktayız.
Bu yıllarda İstanbul’da etkin olan Kürt medyası bu göçmenlerin acıklı durumuna dikkatleri çekebilmek için değişik yazılar yayımlar. 1918-1919 yıllarında İstanbul’da çıkan Jîn dergisinin 11. sayısında Abdurrahim Rahmi’nin yazdığı Bir Öksüzün İniltisi adlı şiirin bir mısrası Kürtlerin bu çilesini sarsıcı bir biçimde şöyle dile getirir: “…Göçmenim ben işte düştüm kapılara.” Yine Jîn dergisinin 11. sayısında Anadolu’nun değişik yörelerine sürgün edilen Kürtlerin sayısı verilmektedir. Derginin 15.sayı–sında Adana’dan gönderilen bir okuyucu mektubuna yer verilmiştir.
Durumlarının çok kötü olduğunu belirten bu okuycucu, diğer yandan Konya yöresinde sürgün edilen bir tanıdığından aldığı mektuba dayanarak, oradaki Kürtlerin durumuna dikkat çekmek ister.
Kürtlere İstanbul yasağı
Eski İstanbul Kürtleri üzerine çalıştığım sırada ilgimi çeken en önemli konulardan birisi, Orta Anadolu’dan İstanbul’a koyun sürüleri getiren Kürtler konusuydu. Ticaret amacıyla İstanbul’a gelen bu Kürtlerin yol boyunca, bir dizi zorluk ve tehlike ile boğuşmak zorunda kaldıkları görülmüştür. Bu konuda kaynaklarda değişik bilgiler yer almaktadır. Yeniçeri Ocağı’nın 1826 yılında kaldırılmasından sonra kabul edilen Ihtisab Nizamnamesi’nin 51. maddesinde bu konuda önemli bir noktaya işaret edilmektedir: “…Mevsimlerinde zaman zaman İstanbul’a kasablık hayvan sürüleri getiren Cihanbeyli ve Alişanlı aşireti Kürdlerinden gayri bekâr uşağı Kürd tâifesi hiç bir sebeble İstanbul’a giremez”.
Sözü edilen bu aşiretler özellikle Orta Anadolu’da yaşamaktadırlar. Bu tür bilgiler, yöre halkının ekonomik yaşamı konusunda bize önemli ipuçları sunmaktadır. Ihtisab Nizamnamesi’nin bu maddesindeki açıklamalar birkaç açıdan büyük bir önem arz etmektedirler. Birincisi, İstanbul’a yönelik Kürt göçünün bir cephesi böylece aydınlanmış olmakta ve bu göçün ne kadar gerilere gittiği, hangi Kürt aşiretinden insanların ne amaçla İstanbul’u ziyaret ettikleri konusunda bilgi sahibi olmaktayız. Nizamnamenin 47. maddesinde göre Kürdistan’dan gelen bekârların İstanbul’a girişi sıkı denetim altına alınır: “Arnavud ve Kürdün ayak takımının İstanbul’da yerleşip çoğalması hiç bir vakit caiz değildir. Halen mevcud olanlara ilişilmiyecek, yeniden gelenler önlenecektir”.
Böylece hem Konya ve çevresinden, hem de Kürdistan’ın değişik yörelerinden İstanbul’a ticari amaçla her yıl 1,5 milyonu civarında küçük baş hayvan satılıyordu. Araştırmacı Yücel Özkaya’ya göre 18. yüzyılda Konya ve Karaman gibi yöreler dışında, Diyarbakır, Maraş ve Erzurum gibi yörelerden birçok küçük baş hayvan satış amacıyla İstanbul’a gönderiliyordu.
Koyun tüccarlarına suikast
Daha 17. yüzyılda Kürtlerin İstanbul’a koyun götürdüklerine dair değişik kaynaklarda bazı ipuçlarına rastlamaktayız. Eremya Çelebi Kömürcüyan’ın İstanbul Tarihi-XVII. Asırda İstanbul adlı kitabının bir yerinde ilginç bir not bulunmaktadır. Araştırmacı İstanbul’da gördüklerini teker teker anlattığı bir sırada: “Rumeli’den ve Kürd bölgelerinden getirilen koyunlar ile mezbahalarını göremedik” demektedir. Böyle bir ifadeyi kullanan araştırmacı her ne kadar aktüel zamanda İstanbul’a getirilen koyunları görmemişse de, bu ifadelerden en azından Kürtlerin buraya başka zamanlarda koyun getirdiğinden haberdar olduğunu çıkartmaktayız.
Konya ve çevresindeki Kürtlerin İstanbul’un et gereksinimi karşılamak için buraya sürüler halinde hayvan götürdüklerini dile getiren sözlü anlatımlar da bulunmaktadır. Bu anlatımlardan bir tanesine göre, yörede Heciyê Mala Mihê Reşê diye bilinen bir kişi, hayvan sürüleriyle birlikte İstanbul’a varmadan önce Düzce yöresinde vurularak öldürülmüştür. Yolu muhtemelen eşkiyalar tarafından kesilen Heciyê Mala Mihê Reşê ile birlikte çobanı da öldürülür. Başka bir sözlü anlatımda Musa Elê’nin 1936-1937’de İstanbul’a sürüler götürdüğü bir sırada, Afyon yöresinde öldüğü ve oraya gömüldüğü anlatır. Böylece Konya ve yöresinden İstanbul’a yapılan et ticareti konusundaki yazılı ve sözlü anlatımların birbirini doğruladıkları ve destekledikleri görülmektedir.
/Dîlan BİÇER – Yeni Özgür Politika[1]