ABD, #Kerkük# , #Afrin#
Yazma ve Hazırlık: #İbrahim Küreken#
ABD Ortadoğu’da anlaşılmaz hareketler içerisinde. Öyle ki ABD yaptıklarına bakılırsa ya oyun kurucu özelliğini kaybetmiş, eski imajı ile sürece tutunmaya çalışıyor ya da kendisini de aşan çok büyük bir oyunun peşinde.
Bana kalırsa ABD Ortadoğu bataklığına girmiş çıkamıyor, çırpındıkça batıyor. Irak’ta, Suriye’de, Türkiye ile olan ilişkisinde, İran’la olan ilişkisinde, Kürtlerle olan ilişkisinde ve hatta İsrail’le ilişkisinde akılını kaybetmiş bir insan gibi önü sonu belli olmayan, anlaşılmasında sıkıntı olan beceriksiz davranış sergiliyor.
Bölgedeki müttefiki ilan ettiği Kürtlerin Güney Kürdistan’da güç kaybetmesini sağlıyor. Bunu da bölge ve kendisi için büyük tehlike gördüğü İran vasıtasıyla yaptırıyor. Kerkük saldırısına “ortada bir savaş yok, askeri bir manevra var” diyerek yol veren ABD, sözde sakınmaya çalıştığı Irak’ı da İran’ın kucağına teslim ediyor.
Türk devletinin saldırmak için sürekli bahaneler ürettiği Rojava’da, ABD hiç gereği yokken 30 bin kişilik sınır ordusunun kurulacağını söyleyerek Türk devletinin saldırmasına bahane yaratıyor, kenara çekilip anlaşılmaz tavırlara giriyor. Kof kabadayılar gibi şişinerek ama aslında sinik, güvenilmez, beceriksiz davranışlar sergiliyor. Birlikte Suriye’ye düzen vermeye çalıştıkları Rusya’yı hiç zamanı değilken en büyük düşman ilan edebiliyor. Bir taraftan Türkiye’ye sopa göstermeye çalışıyor, öte yandan Kürtleri Türk devletinin önüne yem olarak atabiliyor. Türk devleti uçaklarla, tanklarla ve diğer modern savaş silahlarıyla 20 Ocak 2018 tarihinde Afrin’e saldırınca “benim ilgi alanım içinde bir yer değil” aymazlığına girebiliyor. Sonrasında ise birbirleri ile çelişen, tutarsız, kararsız, güvenilmez tutumlar sergiliyor. Başur’dan sonra Rojava’yı da saldıranların insafına terk ediyor.
Afrin, ABD’den çok Rusya’nın kontrol ettiği bir bölge, bu doğru. Rusya onay vermezse Türk uçakları Suriye semalarında uçamaz. Türk savaş uçaklarının ve diğer savaş araçlarının Afrin’e saldırması tarih boyunca Kürt çıkarlarının karşısında yer almış Rusların onayı ile yapıldığı kuşku götürmez bir gerçeklik. Rusların bu onayının arkasında aynı ABD’nin Ruslara karşı düşündüğü gibi Kürtlerle ABD’nin ilişkilerini zedelemek olabilir. Ancak bazı farklı yorumlardaki gibi daha detaylı düşünmek de mümkün.
Şöyle ki:
IŞİD sonrası Suriye’nin idari yapısının yeniden düzenlenmesi kaçınılmaz kabul edilmekte. Rejim dahil, Suriye’nin eskisi gibi yönetileceğini artık kimse düşünmüyor. Suriye’nin içinde en az üç yönetim bölgesi tartışmalara konu olmakta. Rusya’nın ve İran’ın desteklediği çoğunluğu Nusayri olan rejim yanlılarının bölgesi, Türkiye’nin ve diğer bazı Arap devletlerinin kontrol etmeyi düşündüğü Sünni bölgesi ve ABD’nin Suriye’nin geleceğinin belirlenmesinde elinde kalmış tek güç olan Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) kontrol ettiği bölge. Özellikle çoğunlukla Kürtlerin oluşturduğu SDG’nin ABD’nin yardımlarıyla kontrol ettiği bölge Suriye rejimini, dolayısıyla Rusya’yı, İran’ı ama en çok da Türkiye’yi rahatsız etmekte. Bu devletlerde büyüyen korku Akdeniz’e bağlantısı olan bir Kürdistan devleti. Bunu engellemek, ortadan kaldırmak veya en azından küçültmek ve denizden uzak tutmak hepsinin arzusu. Afrin’in Kürt yapısının bozulması, Kürtlerden arındırılması hepsi için önemli. ABD’nin kontrolündeki güçlerin güçsüzleştirilmesi yeni yetki paylaşımında ABD’nin ve Kürtlerin etkisinin de küçültülmesi anlamına gelir. Bu amaçla gerçekleşen bu hamle Rusya, Türkiye, Suriye ve İran’ın ortak arzusu.
Afrin saldırısının Rusya ve Suriye tarafından onay almasının bir başka senaryosu ise şöyle: Rejim güçlerinin yönetmek istediği bölgede yer alan İdlib’de, çoğunluğunu radikal İslami örgütlerin oluşturduğu ve Türkiye’nin yönettiği rejim muhaliflerinin konumlanmış olması. Bu güçlerin İdlib’i rejim güçlerine terk etmesi, mümkünse Kürtlerin çıkarılıp Afrin’e yerleştirilmesi ana planın gerçekleşmesini sağlayacak önemli bir düşünce. Bu görevi hararetle isteyen Türkiye’nin savaş başlatması böylesi bir senaryonun ürünü. Rejim, Rusya ve İran’ın bu saldırıya göz yummasının sebebi bu olsa gerek. Bu ülkelerin Türkiye’nin saldırısı karşısında “endişeliyiz” benzeri lafları sadece siyaset.
Türkiye’nin geçmişten gelen en büyük korkusu bölgede meydana gelebilecek bir Kürt devletinin oluşumu. Çünkü kendi nüfusunun yaklaşık üçte biri Kürt ve bu Kürtlerin insani ve toplumsal hakları devlet tarafından gasp edilmiş durumda. Diğer Kürdistan parçalarında oluşacak statü yapılanmaları Türkiye Kürtlerine örnek teşkil edebilir korkusu Türkiye’nin siyasetine yön veriyor. Bütün gücüyle bu köhne baskıcı siyasetini devam ettirmeye çalışıyor. Dolayısıyla siyasi, askeri ve yasal olarak Kürtleri sindirmeye çalışıyor. İç ve dış siyaseti yönetmek için şu an Türkiye yönetiminin elindeki en büyük koz Türk milliyetçiliği. Milliyetçilik iktidarı uzun süre yaşatır mı bilinmez ama Kemalist muhalefeti etkisizleştirdiği bir gerçek. Afrin’e başlatılan savaş, zaten cılız olan muhalefeti esir almış görülüyor. İktidar muhalefeti çok iyi hesaplanmış senaryo ile etkisiz tutuyor. Bundan sonrasında muhalefetin topluma söyleyeceği hiçbir siyasi argümanı olamaz.
Afrin’e savaş başlatılmasının Kürtler üzerindeki etkisi iktidarın Kürtleri kontrol boyutunu aşabilir. Yetkililerin “biz Kürtlere karşı değiliz” söylemi ancak iktidarın kendilerine sağladığı imkanlar üzerinden yaşamını devam ettiren kesim için inandırıcı olabilir. Diğer milyonlarca Kürt inandırıcı bulmaz. Devletin Başur Kürdistan’ın referandum olayına gösterdiği karşıtlık bu söylemin inandırıcılığını epey zayıflatmış durumda. Camilerde okunan Fetih duası düşmanlığın geldiği boyutu ifade ediyor. İslami Kürtlerin çoğunluğu derin bir sessizlikte. Bu kadar haksızlık varken “Türkler ve Kürtlerin İslam kardeşliği” sözünün bir hükmü olmaz. Unutulmasın ki her olay bilince kazınıyor, bugün kendini göstermese bile gelecekte açığa çıkar.
Savaşa karşı çıkmak insan olmanın en önemli ölçüsü. İnsanların tepkilerinin zorla, baskıyla engellenmesi gelecekte büyük patlamaların yolunu döşer. Tepkilerin baskılanması büyük öfke ve nefretin sebebidir. Bugün baskıyla sağlanmış suskunluk yarınlarda ortaya çıkacak öfkenin, nefretin tohumudur. Bunu ancak iktidar sarhoşları anlamaz. Ve her namuslu Kürt dünyanın herhangi bir yerindeki Kürde yapılan saldırıyı kendine yapılmış sayacaktır. Bu böyledir.
[1]