=KTML_Bold=İnsanlığın Kaybediliş Hikâyesi: #Yaşar Kemal#'in Kuşlar Da Gitti Romanı Üzerine bir İnceleme=KTML_End=
Yaşar Kemal tarafından 1978 yılında kaleme alınan Kuşlar Da Gitti, yazarın tefrika edilmeden yayımlanan ilk kitabıdır. İstanbul'un çürüyen yüzünü azat buzat kuşları üzerinden anlatan eser, Yaşar Kemal'in en çok satan dördüncü eserdir. Yabancılaşma konusunun işleneceği bu çalışmada öncelikle kitabın önemli bölümünü kaplayan kuşçuluk ve azat buzatçılık ile ilgili kısa bir bakış verilerektir. Çalışmada toplum kent ve taşra olarak ikiye ayrılarak kişilerin kendilerine ve doğaya karşı yabancılaşması incelenecektir.
=KTML_Bold=Kuşçuluk Geleneğine Kısa Bir Bakış=KTML_End=
Gündelik hayatın ve inanç sistemlerinin bir parçası olarak kuş, İslamiyet öncesinden bu yana Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Özgürlüğün simgelerinden biri olan kuşa uçabilme yeteneğiyle özel bir anlam yüklenmiş ve Tanrı'ya yakın olması, yeryüzü ve gökyüzü arasında serbest bir şekilde gezebilmesi (Bektaş, 2003: 28-29) nedeniyle kuş kutsal görülmüştür. Özellikle de Türk toplumunda kutsal olarak kabul edilen türler kırlangıçlar, güvercinler, serçeler, kumrular ve leyleklerdir (Özen, 2012: 1079).
Osmanlı döneminde sokak hayvanlarına önem gösterilmiştir ve hukuki olarak düzenlemeler yapılmıştır. Su ihtiyaçlarının karşılanması için çeşmeler ve mezar taşları gibi birçok yapıda suluklar tahsis edilmiştir. Ayrıca sokak hayvanları için vakıflar kurulmuş ve bu işten sorumlu olanlar Manacı olarak adlandırılmıştır (Özçakı, 2021: 240). Kuş yemlerinin maliyetlerinin padişahlar tarafından karşılandığı ve hasta kuşlar için kuş hastanelerinin oluşturulduğu bilinmektedir. 19. yy'da leyleklerin ve göçmen kuşların bakımı için Osmanlı tarafından kurulan Gurabahane-i Laklakan (Leylekler Bakımevi) da kuşlara verilen önemin somut örneklerinden biridir (Çolak, 2019; Barışta, 2011: 131).
Kuşçuluk, avcılık ve yetiştiricilik olarak iki kola ayrılmaktadır. Yetiştiricilikte yırtıcı olan kuşlar avcılıkta kullanılması amacıyla eğitilir, avcılıkta ise güzel olanlar kuş pazarlarında satılır. Güzel ötmeleri için kuşçu kahvelerine getirilen kuşlar burada diğer kuşlarla rekabet ederek güzel sesler çıkarmaya çalışırlardı (Somçağ, 1997b). Osmanlı döneminde her iki kol da maaşa bağlanarak bir meslek haline getirilmiştir (Kurtuluş, 2012: 106-107)
Yok Olmuş Bir Osmanlı Geleneği: Azat Buzatçılık
Azat buzat geleneğini Malik Aksel Osmanlı'daki esir azat etmek ile ilişkilendirmiştir. Kuşlar ve Kuş Evleri adlı makalesinde Aksel, günahlarının affedileceği inancıyla insanların esir azat ettiklerini; bunu yapamayanların ise kuş satın alarak azat ettiklerini söyler:
“Bunlara adak kuşları denirdi. Tuttuğu niyetin yerine geldiğini görenler adadığı sayıda kuş satın alıp, bunları elleri ile havaya salarak, azat mezat beni cennet kapısında gözet! diye bir çeşit celcelutiyeler tekrarlardı ki, bunlar sonraları çocuk oyunlarına geçmiştir” (Aksel 1971: 189).
Geleneğin yok oluşunu Somçağ yeşil alanların, “eski mahalle dokusunun kaybolması ve geleneksel kültürden uzaklaşılması ile ilişkilendirmiştir (Somçağ, 1997).
Yabancılaşan Toplum ve Kuşların Gidişi
Roman, Florya düzlüğünde toplanan kişilerin ağ kurmalarıyla başlar. Çoğunun nereden geldiği belli olmamasına rağmen anlatıcı onlardan Fatihli çocuklar (Kemal, 2020: 18) olarak bahseder. Romanın ana kahramanı olanlar Hayri, Süleyman ve Semih adındaki nereden geldiği belli olmayan, Florya düzlüğünde bir çadır içinde yaşayan gençlerdir:
Bir sabah baktım ki Florya düzlüğüne bir sürü ağ kurulmuş, ormanın yanına, demiryoluna inen küçücük yamaca, dikenliğe, incir ağaçlarının altına, bademlerin dibindeki derin çukura, kavaklığın kıyısına… Çocuklar, delikanlılar, yaşlılar, çok düzgün giyinmişler, çok hırpaniler, tombalacılar, üçkâğıtçılar, terzi, demirci, tamirci çırakları, beceriksiz balıkçılar, hepsi hepsi ağlarını sermişler, petaniyalarını bağlamışlar, içi tuzak kuşlarla dolu kafeslerini ağların yöresine dizmişler, gözleri göklerde diz çökmüşler, her birisinin ağzında kuş sesine benzer ıslıklar… Üstlerinden bir kuş kümesi geçmeyegörsün, düzlüğü kuş sesleriyle dolduran ıslıklar… (Kemal, 2020: 8)
Başlangıçta Florya düzlüğünün betimlenmesi aslında taşra ve kentin çatışmasını gözler önüne sermektedir. Uçak ve helikopter uçuranlarla beraber kuş avlayanlar da aynı bölge içerisindedir. Tuğrul adında bir gencin Florya düzlüğünde arkadaşlarıyla birlikte uçak ve helikopterleri izlemeye geldiği ve kuş yakalamaya çalışan gençlerle bir süre sonra tartışmaya başladığı görülmektedir. Tuğrul ve arkadaşları Siz, siz, acınızdan ölürkene, şu küçücük kuşların kafalarını koparıp koparıp yiyeceksiniz (Kemal, 2020: 33) diyerek gençler üzerindeki yetersizlik hissini arttırırlar. Üç arkadaş her ne kadar acımızdan ölsek de bu küçücük kuşları pişirip yemeyiz (Kemal, 2020: 31) diyecek olsa da romanın sonunda Tuğrul'un sözleri gerçekleşecektir.
Eser boyunca bu üç arkadaşı gözlemleyen anlatıcı onlardan bir atmaca yakalamasını ister fakat ilk seferde yakalayamazlar. Çabalarının sonucunda yakalanan atmacayı Semih alarak bulundukları yerden kaçar. Anlatıcı atmacanın parasını önceden verdiği için Hayri ve Süleyman mahcup olur. Azat buzatçılık yapmalarını öneren anlatıcıya ise artık kimsenin azat buzatlık kuş almadığını, bu yüzden de bu işi yapmak istemediklerini söylerler:
Bak be abi, bak be ayaklarıma. Bak be… Nasıl da şişti! Bak be abi… Dün sabahtan akşama kadar İstanbul'un dolaşmadığım yerini bırakmadım, bir tek kişi, bir Allah'ın kulu bile, bir bir, bir tek Allah'ın kulu bile, şu benim cennetim ahiretim için deyip, bir iki buçukluk verip de bir tek kuş bile uçurmadı. Bu İstanbul gavur olmuş, gavur, gavur tüm gavur olmuş abi… Bak şu kuşlara abi… Eskiden beş yıl önce bile abim günde bin kuş azat buzat eder, bin beş yüz lira kazanırmış… Bak abi ayaklarıma. (Kemal, 2020: 19)
Anlatıcı çocukları eskiden kuşçulukla ilgilenen Mahmut adında bir balıkçıyla tanıştırmaya karar verir ve azat buzat kuşlarının nasıl satılacağını öğrenmelerini ister. Çünkü o zamanlar kuşçuluk çocuklar için bayağı karlı bir işti[r] (Kemal, 2020: 38) Bu sayede dükkânlara satamadıkları kuşları meydanlarda, cami önlerinde para karşılığında uçuracak ve para kazanacaklardır:
O zamanlar binlerce kuş tutulurdu Florya düzlüğünde, binlerce kuş götürülürdü İstanbul'a Eyüp Camisinin, Yeni Caminin, Sultan Ahmedin, Ayasofyanın, Mihrimah Sultanın, Fatih Camisinin önüne: Azat buzat, beni cennet kapısında gözet… İnsanlar saldırırlardı kafeslere, birbirleriyle yarışırlardı bir kuş satın almak için. O zamanlar kuşçular İstanbula kuş dayandıramazlardı. Kiliselerin, havraların önünde de her gün binlerce kuş kafeslerinden, üstlerine dualar okunup salıverilir ve arkalarından, özgürlüğe kavuşmuş sevinçli kuşların, kıvançla umutla bakılırdı. (Kemal, 2020: 38)
Hayri, Süleyman ve Selim'in kuşları sevdikleri için değil, hayatta kalmak için kuş avladıkları görülmektedir. Anlatıcı bir süre sonra her bir gencin hayat hikâyesini dinler ve farklı işlerde çalıştıklarını lakin tutunamadıklarını öğrenir. Yalnızca hayatta kalma gayesinde olan üç arkadaş için kuşlar yalnızca para kazanmak için bir araçtır. Yazar tarafından verilen bu detay romanın akışına da etki eden önemli bir faktördür. Kuş yakalamada olduğu gibi azat buzat kuşları satmakta da başarısız olan gençler eserin sonunda satamadıkları kuşları yemek zorunda kalacaklardır.
Gençler için bir hayatta kalma meselesi haline gelen kuşlar alıcı olmadığından kafesin içinde tıkış tıkış durmaktadır. Bu vaziyette kuşların birkaç günden sonra yaşama olanağı yoktur. Kuşların ölecek olması gençler için bireysel anlamda hiçbir şey ifade etmez:
Ölsünler, dedi elindeki beş altı kuşu da artık ağzına kadar doldurmuş, içerdeki kuşların kanatları tellerden dışarıya çıkmış kafese teperken. Ölsünler, babamın kuşları mı? Onların günahları da bu İstanbulu Van[1] gibi yapacak (Kemal, 2020: 24).
Yıllardan beri süregelen kuşun ve kuşçuluğun artık yalnızca maddi bir değere sahip olduğunu yazar, gençlerin hayat hikâyeleriyle okuyucusuna hissettirmektedir. Öyle ki gençler kuş kafesini, Semih'in annesinin değerli kilimini satmasıyla almıştır. Maddi değer manevi değerin çok daha üzerine çıkmıştır. Kilimi kapıyorlar [fakat], kuşları kimse almıyordur artık (Kemal, 2020: 22).
Gençlere azat buzatlık için yardım eden Mahmut toplumdan kopmuş bir karakterdir. Kendisi de eski bir kuşçu olan Mahmut balıkçılıkla uğraşmayı tercih ederek toplumdan izole bir hayatı tercih etmiştir. Başarısız olan gençler kuşları yedikten sonra Florya düzlüğünü terk ederler. Burada kent yaşamının galip geldiği ve geleneğin taşraya itilerek uzaklaştırıldığı görülmektedir. Florya düzlüğü artık kente dâhil olan bir yer halini alır.
Romanın bazı bölümlerinde yazarın ve anlatıcının sesi birbirine karıştığı için ayırt edilmesi zordur. Anlatıcının monologlarıyla -ya da- yazarın konuşmalarıyla Tanrısal bir bakış açısına dönüşür. Hayri, Süleyman ve Semih'in geçmişindeki bazı olayları çocukların kendisi anlatırken bazılarında ise önceden anlatıcının bunu bildiği görülür.
Yazarın (ya da anlatıcının) İstanbul tasviri, değişen toplumu yansıtan en önemli yerlerden biridir. Modern toplumun bir tanımı olarak okunması mümkün olan bu bölümde ahlakın çöküşü ve buna bağlı olarak bireylerin psikolojik olarak farklılaşmalarına yer verilir:
Şu Taksim alanında birbirlerini ezenler, o kadar insanın içinde hak tu, diye ortalığa tükürük savuranlar, sümkürenler, sümüklerini ağaç gövdelerine sürenler, hasta yüzlüler, vıcık vıcık boyalılar, suratlarından düşen bin parça olanlar, düşman gözlüler, gülmeyenler, birbirlerine düşmanlar gibi, birbirlerini yiyeceklermiş gibi, birbirlerinin gözlerini oyacak, kuyusunu kazacaklarmış gibi bakanlar, korkanlar, utananlar, bunlar mı, korkanlar, ben ben, ben diyenler, bunlar mı? Kuşlar da gitti… Giden kuşlarla… (Kemal: 2020: 39)
Taksim ve Eyüp'ten farklı bir bölgede kuş satmanın imkansız olduğunu söyleyen Mahmut anlatıcının İnsanlık öldü mü? sorusuna, ölmedi, ölmedi ama, bir şeyler oldu, başka bir yerlerde sıkıştı kaldı herhalde diyerek cevap verir. (Kemal, 2020: 39) Eski bir azat buzatçı olan Mahmut'un üç gençle ayrıldığı noktalardan biri kendine yabancılaşmamış olmasıdır. Balıkçılık yaparak hayatına devam ettirmekte olan Mahmut kent yaşamının getirmiş olduğu yabancılaşmanın esiri olmamış, kendi huzurunu sağlayabileceği bir köşeye çekilmiştir. Mahmut gelecekten umutludur, onun için insanlık hiçbir vakit ölmez. (Kemal, 2020: 54)
Taksim Meydanı'na gençlerle birlikte giderek onlara azat buzatlık kuşları satmakta yardımcı olmaya çalışan Mahmut başarısız olur. Kuşları kimsenin almamasıyla birlikte kent insanının eleştirilerine maruz kalırlar. Bedavaya yakalanan kuşların para karşılığında salınması insanları sinirlendirir ve beddualar yağdırırlar:
Bakın, dedi Süleyman sesini yükseltip, iki buçuk lirayı verip bu kuşlardan bir tanesini alacaksınız, üstüne dua okuyup göğe atacaksınız, atınca o kuş uçup gidecek…
Kalabalık soluğunu tutmuş Süleymanı dinliyordu. Mahmutla Hayri ter içinde kalmışlardı, Süleyman pişkindi.
Nereye mi? Doğru cennete. Siz de ölüp öteki dünyaya varınca, o kuş sizi orada, cennetin kapısında bekleyecek…
Kalabalıktan tiz bir kadın sesi yükseldi, Süleymanın sesini ortasından bıçak gibi kesti:
Uuuy, anan öle senin çocuk…
Gülüştüler.
Vay gözü çıkasılar, diye bağırdı öteki kara çatkılı kadın.
Yazının yabanın kuşunu komamışlar toplanmışlar Allahsızlar, vay dinsiz domuzlar vay! dedi genç bir kız.
Allah belanızı versin, diyordu pürüzsüz bir ses, durmadan, durmadan yineleyerek. (Kemal, 2020: 63)
Gençlere karşı mahcup olan Mahmut sonraki gün balığa çıkar. Anlatıcı, çocukları merak etmesi üzerine bir akşam Florya düzlüğünde kaldıkları çadıra uğramak ister fakat çadırın yerinde olmadığını, onun yerine rengârenk kuş tüylerinin düzlüğü kapladığını ve önündeki ocağın yarı yarıya sönmüş olduğunu görür. Ocağın altına doğru o pis alaycı gülüşüyle (Kemal, 2020: 79) bakan Tuğrul'un baktığı yöne gözlerini çeviren anlatıcı gördüklerine inanamaz:
Baktığı yere doğru birkaç adım attım ve gözlerini diktiği yeri görünce vurulmuşa döndüm, yüreğim cızzzz etti. Kurumuş çimenlerin üstüne, bir tek uzamış gitmiş mavi çadırdikenlerinin dibine, baştan ayağa küçücük sümüklüböcek sıvanmış gövdesi yüksekliğinde kuş başları yığılmıştı, yüzlerce… Ve kesik, gözleri açık, solmuş başlara sarıca karıncalar çokuşmuştu. (Kemal, 2020: 79)
Kuşlar Da Gitti, bir gelenek olan kuşçuluğun ölmesini insanlığın ölümüyle ilişkilendirmiştir. Azat buzat inancının artık kabul görmemesini kente özgü bir durum olarak sergileyen Yaşar Kemal, geleneği kentten kovarak taşraya yakınlaştırmıştır. Yazar bunu yaparken yabancılaşma tekniğinden yararlanarak okuyucuyu etkilemeyi başarmıştır.
Yabancılaşma eserde iki şekilde mevcuttur. Uçakların ve helikopterlerin uçurulduğu Florya düzlüğü, teknolojinin getirmiş olduğu değişimler çerçevesinde somut olarak görülebilen yabancılaşmadır. Bir diğeri ise romanın sonunda çocukların satamadıkları kuşları yemesiyle görülen bireyin kendine yabancılaşmasıdır.[1]