Abdullah Cevdet
Abdullah Cevdet Karlıdağ (d. 9 Eylül 1869, Arapgir, Malatya - ö. 29 Kasım 1932, İstanbul), Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında ve cumhuriyetin kuruluş döneminde yaşamış siyasetçi, düşünür, göz hekimi, şair ve çevirmen.
Osmanlı ve Türkiye’de Batıcılık akımının önde gelen isimlerinden birisidir. Fikirleri, İkinci Meşrutiyet dönemi düşünce yapısının şekillenmesinde etkili oldu. Sonradan İttihat ve Terakki’ye dönüşecek İttihâd-ı Osmânî Cemiyeti’nin kurucusu beş tıbbiyeliden birisi Abdullah Cevdet idi (diğerleri İbrahim Temo, İshak Sükûti, Mehmet Reşit ve Hikmet Emin). Ancak yaşantısı siyasal alanda etkin görevler alarak değil, bir düşünce üreticisi olarak devam etti. Dönemindeki ana düşünce akımlarının çerçevesinde kendine özgü görüşler geliştirerek düşünce tarihinde özel bir yer edindi. Türkiye’nin ilk kadın ve işçi hakları savunucularındandır. Tıp, felsefe, sosyoloji, siyaset alanlarında yetmişten fazla eserin yazarı veya çevirmenidir.
Hayatı
1910 yılında Abdullah Cevdet
9 Eylül 1869 günü Arapgir’de dünyaya geldi. Kürt kökenlidir. Kimi kaynaklara göre 1867 doğumludur. Babası Diyarbakır’a birinci tabur kâtiplerinden Hacı Ömer Vasfi Efendi’dir. İlköğrenimini Hozat ve Arapgir’de tamamladıktan sonra ailesiyle Harput’a gitti. 1885’te Ma‘mûretülazîz (Elazığ) Askerî Rüşdiyesi’nden mezun oldu.
On beş yaşında İstanbul’a giderek Kuleli Askerî Tıbbiyye İdâdîsi’ne girdi. Üç yıl sonra mezun oldu ve eğitimine Askeri Tıbbiye’ye devam etti.
Tıbbiye yılları
Tıbbiyedeki öğrenciliği sırasında okulda hakim olan biyolojik materyalist eğilimlerden etkilendi. Ludwig Büchner’e ait, kendisini çok etkileyen “Kraft und Stoff” adlı kitabın bir bölümünü biyolojik materyalist görüşleri herkesin anlayacağı bir dille anlattığı için “Fizyolociya-i Tefekkür” (1890) adıyla Türkçeye çevirdi. Onun çevirilerini hedef alan çeşitli reddiyeler kaleme alındı. Aynı yıl beyin fonksiyonları üstüne “Dimağ” adlı kitabı yayımladı. Ertesi yıl İslâm âlimleriyle biyolojik materyalist filozofların fikirlerini bağdaştırmaya çalışan “Fünûn ve Felsefe” adlı çalışmasının ilk taslağını hazırladı. Okuldaki son yılında biyolojik materyalizm ve beyin fonksiyonları üzerine “Fizyolociya ve Hıfz-ı Sıhhat-i Dimâğ” ve “Melekât-ı Akliyye” adlı iki kitap daha yayımlayan Abdullah Cevdet, aynı konular üzerinde Maârif, Musavver Cihan ve Resimli Kitab mecmualarında makaleler yazdı.
Felsefi fikirlerin topluma ancak siyaset aracılığı ile aktarılabileceğini düşünüyordu. Bu düşünceyle çeşitli siyasi hareketlerin içinde yer aldı. 1889’da dört arkadaşı ile birlikte “İttihad-i Osmânî Cemiyeti” adını verdikleri bir cemiyet kurdular. Daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne dönüşen bu cemiyet, 1908 Devrimi’ne önayak olmuş, 1918’e kadar devlet yönetimine egemen olmuştur. II. Abdülhamit’e karşı yürütülen propagandanın önde gelen isimlerinden biri olan Abdullah Cevdet, siyasal faaliyetleri nedeniyle öğrenimi boyunca birkaç kez tutuklandı, bir süre okuldan uzaklaştırıldı.
Tıbbiye’deki öğrenciliği sırasında edebiyatla da ilgilendi ve Abdülhak Hamid’in isteğine uyarak şiirlerini kitap haline getirdi. Ömer Cevdet adıyla yayımladığı bu ilk eserlerinde özellikle Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamid ve Halit Ziya’nın etkileri sezilir. 1890 yılında yayımladığı ilk şiir kitabı Hiç’ten sonra Tuluat (1891) ve Masumiyet (1893) adlı şiir kitaplarını da yayımlamıştır.
Temmuz 1894’te tıp öğrenimini tamamladı, göz hekimi oldu.
Sürgün yılları
El yazısı ve imzası
Okulu bitirdikten sonra İstanbul’da Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde göreve başladı. Kolera salgını nedeniyle aynı yıl kasım ayında geçici görevle Diyarbakır’a gönderildi; İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu. Bu şehirde bulunduğu sırada Mehmet Ziya Bey (Gökalp)’in intihar girişiminde ilk müdahale eden ve onu kurtaran kişi oldu ve Ziyâ Gökalp’in cemiyete intisâbına önayak oldu.
Bu arada Büchner’in Natur und Geist adlı eserini Goril adıyla çevirdi. Eseri, “Hikmet Müslüman’ın kayıp malıdır.” hadisiyle sundu.
1895’te İstanbul’a döndüğünde İttihatçı hareketleri tehlikeli görüldüğünden bozgunculukla suçlanarak tutuklandı ve başkentten uzaklaşması için Trablusgarp Merkez Hastanesi’nin göz hekimliğine getirildi. Fakat cemiyet adına çalışmalarına orada da devam etti. Bir buçuk yıl görev yaptıktan sonra hapsedildi. Dört ay sonra serbest bırakıldığında , Fîzan’a sürülmesinin kararlaştırıldığını öğrenince, önce Tunus’a kaçtı; oradan 1897 yılında Fransa’ya geçti.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iki gruba ayrıldığını, Mizancı Murat ve arkadaşlarının Serhafiye Ahmed Celâleddin Paşa arasında imzalanan anlaşma gereğince İstanbul’a geri döndüğünü gördü. Cenevre’ye geçerek Tunalı Hilmi ve Dr. Çerkez Mehmet Reşit gibi Jön Türkler'le buluştu. İki fırkaya ayrılan Jön Türkler’den Ahmet Rıza Bey’in liderliğindeki gruba katıldı. İshak Sükûti ile birlikte derneğin yayın organı olan Osmanlı gazetesini Türkçe - Fransızca olarak çıkardı ve istibdat karşıtı yazılar yazdı. Batı eserlerinden çeviriler yaptı; çevirdiği yapıtlar arasında Schiller’in Giyom Tell adlı draması vardır. Bu esere yazdığı önsözü daha sonra “İki Emel” adıyla kitap olarak yayımladı. Ayrıca Vittorio Alfieri’nin, Della Tirannide(1789) adlı kitabını, İstibdad” adıyla çevirdi. Cenevre’de yayınladığı şiir kitaplarından birisi olan Kahriyat adlı eserinde sanat kaygısından ziyade siyasi özlemlerle kaleme alınmış özgürlük, vatan sevgisi temalı olan ve hemen hemen hepsi II. Abdülhamid hakkında olan, onu hürriyet düşmanlığı ile suçlayan şiirlere yer verdi.
Yayımladığı yazılardan rahatsız olan padişah Abdülhamit, siyasi yazılar yazmaması ve İstanbul’a dönmemesi koşuluyla kendisini Viyana elçilik doktorluğuna atamayı önerince teklifi kabul etti. Onun Abdülhamit’e jurnalcilik yaptığı ve gazeteyi kapatıp Viyana’da doktorluğu kabul etmesinin bunun kanıtı olduğu öne sürülmüştür ; öte yandan diğer yayın çalışmalarını sürdürebilmek için gazeteyi kapatmaları karşılığında alacakları parayı kabul ettikleri de iddia edilir. 1903’e kadar Viyana sefareti tabipliğini sürdürdü. Bu görevi sırasında belirli ölçüde muhalefete devam etse da daha çok şiirle meşgul oldu ve sembolist şiir çevrelerinde ilgiyle karşılanan kitaplar yayımladı.
Siyasi faaliyetlerini gizlice devam ettirdiğini saraya bildiren büyükelçi Mahmut Nedim Paşa’yı tokatlaması üzerine 1903’te Avusturya’dan sınır dışı edildi. Cenevre’ye dönerek Ethem Ruhi Bey ile buluştu; Osmanlı İttihat ve İnkılap Cemiyeti’ni kurdu ve örgütün yayın organı olarak yeniden Osmanlı gazetesini çıkardı.
İçtihad
1904’te İçtihad adlı bir basımevi kurdu. Basımevinde Batılılaşma yanlısı eserler bastı, İçtihad adlı bir dergi çıkardı. 1904 yılından öldüğü 1932 yılına kadar dönem dönem kesintiye uğramakla birlikte İçtihad’ı çağrıştıran Cehd, İşhâd, İştihâd, Âlem, Eski İçtihad isimleri altında Cenevre, Mısır ve İstanbul’da bu dergiyi yayımlamayı sürdürmüştür.
Abdullah Cevdet'e ait bir karikatür. Altındaki yazı: «Darvin» nazariyesinin temsili
Abdullah Cevdet, 1905’te Cenevre’de kısa bir süre görüşme imkânı bulduğu Mısırlı reformist din âlimi Muhammed Abduh’un fikirlerinden de etkilendi. Aynı yıl Osmanlı hükümetinin baskısı sonucu İsviçre hükümeti kendisini sınır dışı ettiğinde, basımevini Kahire’ye taşıdı.
Kahire’de Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin önemli bir üyesi haline geldi. 1906’da başlayan ve bazı vergilerin kaldırılması ile birlikte meşrutiyet talebini de dile getiren Erzurum ayaklanmasını destekleyen yazılar yazdı. Meşrutiyet ilan edildiğinde hemen yurda dönmedi, bir süre daha Mısır’da kaldı.
Doğu ile Batı arasında fikir alışverişinin yapılabildiği bir ortam yaratmayı amaçlıyordu. Bu amacı çerçevesinde Sâdî, Mevlânâ ve Hayyam’ın yanı sıra Shakespeare, Schiller, Byron’dan çeviriler yaptı. 1908’de Reinhardt Dozy’nin Essai sur l’Histoire de l’Islamisme (İslamcılığın tarihi üzerine deneme) adlı iki ciltlik eserini Tarih-i İslamiye başlığı ile çevirip yayımladı. İslâm’ı ve İslâm peygamberini çok ağır biçimde eleştiren bu kitap, Osmanlı kamuoyunda büyük infiâle yol açtı; Şubat 1910’da yasaklandı, toplatıldı ve mevcut nüshâlar Galata Köprüsü’nden atılarak imhâ edildi. Abdullah Cevdet Bey, eseri Müslüman tarihçilerin Dozy’nin yanlışlıklarını düzeltmelerine imkân tanımak amacıyla tercüme ettiğini iddiâ etti.
Yurda dönüş ve mütareke yılları
1910’da İstanbul’a döndü. Kendi matbaası İçtihad Evi’ni kurdu. Kütüphane-i İçtihad dizisini yayımladı. İçtihad dergisini 24'üncü sayıdan itibâren neşretmeye devam etti. Cağaloğlu’ndaki evi, aydınların sık sık gelip gittikleri, tartıştıkları bir mekân hâlini aldı ve bu özelliği, Abdullah Cevdet Bey’in ölümüne kadar da sürdü. Ölümünden sonra şahsî kütüphanesi ve arşivi, kızı Gül Karlıdağ tarafından korunarak muhafaza edilmiştir. Nâdide eserler, günümüzde hâlâ ayakta duran Cağaloğlu’ndaki İçtihad Evi’nin en üst katında, kullandığı mobilya ve diğer eşyalarla birlikte saklanmaktadır.
Abdullah Cevdet Bey ve kerimesi Gül Hanımefendi
İttihat ve Terakki yönetimine karşı eleştirel tutumu nedeniyle baskılara maruz kalan Abdullah Cevdet Bey, 1914’te basımı durdurmak zorunda kalmıştı. Bir süre İkdam gazetesinde imzasız başyazılar yazdı. İşgal yıllarında Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından Sıhhiye Genel Müdürlüğü’ne atanan Abdullah Cevdet Bey, kadınlara ilk kez genelev vesikası verilmesi uygulamasını başlatınca halktan gelen tepki üzerine görevden alındı. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kuruluşunda rol oynadı, Kürt Teali Cemiyeti’nde de çalıştı. “Seçkin” insanların yetişmesine yönelik bir eğitimi ve biyolojik materyalizmi savunan Abdullah Cevdet Bey, daha cumhuriyet kurulmadan yıllar önce Latin harflerine geçilmesi gerektiğini vurguladı ve kadın hakları konusundaki görüşleriyle dikkat çekti. Bahâîlik hakkında hazırladığı yazı dizisi ile dinî çevrelerin tepkisini çekti, kovuşturmaya uğradı.[1]
I. Dünya Savaşı sonrası
İşgal yıllarındaki İngiliz yanlısı tutumu ve Kürt milliyetçisi örgütlerde yer almasından dolayı I. Dünya Savaşı sonrasında siyasal iktidarın gözünden düşmüştü. Cumhuriyet döneminde hakkında ömür boyu devlet hizmetinden men cezası verildi. Ömrünün kalan kısmını şiir yazarak, çeviri yaparak ve İçtihad’ı neşri ile uğraşarak geçirdi. Shakespeare’den Mevlânâ’ya ve Ömer Hayyam’a uzanan geniş ilgi alanında tercümeler ortaya koydu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Cevat Paşa’nın Elazığ milletvekilliğinden çekilmesi üzerine onun yerine meclise girmesi söz konusu olduysa da 1925’te tarımı geliştirmek üzere göçmen getirilmesine ilişkin sözleri nedeniyle “damızlık adam getirmek istiyor” şeklinde söylenti çıkarılınca siyasetle ilişkisini kesti.
1928 yılında cumhurbaşkanı Atatürk’ün isteğiyle Fransız filozof Jean Meslier’nin kaleme aldığı din eleştirisi kitabını çevirdi; eser, Akl-ı Selim adıyla Devlet Matbaası’nda, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında yayımlandı. 1931 yılında şiirlerini Karlıdağ’dan Ses adıyla kitaplaştırdı.
29 Kasım 1932’de İstanbul’da kalp krizinden hayatını kaybetti. Dinsizlikle suçlanan Abdullah Cevdet Bey’in Ayasofya Camii’ne getirilen cenazesi sahipsiz kalmış, cenaze namazının kılınmaması gerektiği ifade edilmişse de Peyami Safa’nın ricası üzerine namazı kılınmış, birkaç belediye görevlisi tarafından Merkezefendi Mezarlığı’na defnedilmiştir. Burhan Bozgeyik’in Meşhurların Son Anları adlı kitabında ise cenaze namazının kılınamadığı, cenazesini taşıyacak araba bulunamadığı, Fener Rum Patrikhanesi’nden araba istenerek haç sembollü araba ile mezarlığa götürülüp birkaç belediye görevlisince defnedildiği anlatılmaktadır.[1]
Eserleri
Şiir kitapları
Hiç (1890)
Türbe-i Masumiyet (1890)
Tulûat (1891)
Mensur kitabı
Ramazan Bahçeleri (1891)
Düşünce eserleri
Dimağ (1890)
Fizyolacya-i Tefekkür (1892)
Fünun ve Felsefe (1897)
Çevirileri
Weber’den Asırların Panoraması
Gustave Le Bon’dan Asrımızın Hususu Felsefiyesi
Hayyam’dan Rubaiyat
Mevlana’nın Divanından Seçmeler
Gustave Le Bon’dan Dün ve Yarın (1921)
Gustave Le Bon’dan İlm-i Ruh-i İçtimai (1924)
Gustave Le Bon’dan Ameli Ruhiyat (1931)
Jean Meslier’den Akl-ı Selim (Sağduyu Tanrısızlığın İlmihali) (1928)[1]