پەرتووکخانە پەرتووکخانە
گەڕان

کوردیپێدیا پڕزانیاریترین و فرەزمانترین سەرچاوەی کوردییە!


بژاردەی گەڕان





گەڕانی ورد      کیبۆرد


گەڕان
گەڕانی ورد
پەرتووکخانە
ناونامە بۆ منداڵانی کورد
کڕۆنۆلۆژیای ڕووداوەکان
سەرچاوەکان
شوێنپێیەکان
دڵخوازەکان
چالاکییەکان
چۆن بگەڕێم؟
بڵاوکراوەکانی کوردیپێدیا
ڤیدیۆ
درەختی پۆلەکان
بابەت بەهەڵکەوت
تۆمارکردنی بابەت
تۆماركردنی بابەتی نوێ
ناردنی وێنە
ڕاپرسی
بیروڕاکانتان
پەیوەندی
کوردیپێدیا چ زانیارییەکی پێویستە!
ستانداردەکان
ڕێساکانی بەکارهێنان
کوالیتیی بابەت
ئامرازەکان
دەربارە
ئەرشیڤوانانی کوردیپێدیا
چیمان دەربارە وتراوە!
ناوکێشکردن لە ماڵپەڕەکانتاندا
تۆمارکردن / کوژاندنەوەی ئیمێڵ
ئاماری میوانەکان
ئاماری بابەت
وەرگێڕی فۆنتەکان
گۆڕینی ڕێکەوتەکان
پشکنینی ڕێنووس
زمان و شێوەزمانی ڕووپەلەکان
کیبۆرد
لینکە پێویستەکان
ئێکستێنشنی کوردیپێدیا بۆ گووگڵ کڕۆم
کوکیز
زمانەکان
کوردیی ناوەڕاست
کرمانجی - کوردیی سەروو
Kurmancî - Kurdîy Serû
هەورامی
Zazakî
English
Française
Deutsch
عربي
فارسی
Türkçe
Nederlands
Svenska
Español
Italiano
עברית
Pусский
Norsk
日本人
中国的
Հայերեն
Ελληνική
لەکی
Azərbaycanca
هەژماری من
چوونەژوورەوە
دەبمە هاوکارتان!
وشەی نهێنیت لەبیرکردووە!
گەڕان تۆمارکردنی بابەت ئامرازەکان زمانەکان هەژماری من
گەڕانی ورد
پەرتووکخانە
ناونامە بۆ منداڵانی کورد
کڕۆنۆلۆژیای ڕووداوەکان
سەرچاوەکان
شوێنپێیەکان
دڵخوازەکان
چالاکییەکان
چۆن بگەڕێم؟
بڵاوکراوەکانی کوردیپێدیا
ڤیدیۆ
درەختی پۆلەکان
بابەت بەهەڵکەوت
تۆماركردنی بابەتی نوێ
ناردنی وێنە
ڕاپرسی
بیروڕاکانتان
پەیوەندی
کوردیپێدیا چ زانیارییەکی پێویستە!
ستانداردەکان
ڕێساکانی بەکارهێنان
کوالیتیی بابەت
دەربارە
ئەرشیڤوانانی کوردیپێدیا
چیمان دەربارە وتراوە!
ناوکێشکردن لە ماڵپەڕەکانتاندا
تۆمارکردن / کوژاندنەوەی ئیمێڵ
ئاماری میوانەکان
ئاماری بابەت
وەرگێڕی فۆنتەکان
گۆڕینی ڕێکەوتەکان
پشکنینی ڕێنووس
زمان و شێوەزمانی ڕووپەلەکان
کیبۆرد
لینکە پێویستەکان
ئێکستێنشنی کوردیپێدیا بۆ گووگڵ کڕۆم
کوکیز
کوردیی ناوەڕاست
کرمانجی - کوردیی سەروو
Kurmancî - Kurdîy Serû
هەورامی
Zazakî
English
Française
Deutsch
عربي
فارسی
Türkçe
Nederlands
Svenska
Español
Italiano
עברית
Pусский
Norsk
日本人
中国的
Հայերեն
Ελληνική
لەکی
Azərbaycanca
چوونەژوورەوە
دەبمە هاوکارتان!
وشەی نهێنیت لەبیرکردووە!
        
 kurdipedia.org 2008 - 2024
 دەربارە
 بابەت بەهەڵکەوت
 چالاکییەکانی ڕۆژی
 ڕێساکانی بەکارهێنان
 ئەرشیڤوانانی کوردیپێدیا
 بیروڕاکانتان
 دڵخوازەکان
 کڕۆنۆلۆژیای ڕووداوەکان
 چالاکییەکان - کوردیپێدیا
 یارمەتی
بابەتی نوێ
پارت و ڕێکخراوەکان
کارۆ
28-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
ژیاننامە
هیدایەت عەبدوڵڵا حەیران
28-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
ژیاننامە
بەرزان بەلەسۆیی
28-03-2024
ڕۆژگار کەرکووکی
پەرتووکخانە
شارستانیی کۆلاپس، ژیان و خۆشەویستی لە سەردەمی سەرمایەدارییدا
27-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
وێنە و پێناس
تیپی وەرزشی گوندی کارێز لە کفری ساڵی 1993
27-03-2024
زریان عەلی
پەرتووکخانە
بە ئەوینت ڕابردووم بسڕەوە
27-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
وێنە و پێناس
ئەسحابەسپی-سلێمانی ساڵی 1968
27-03-2024
زریان عەلی
وێنە و پێناس
گەڕەکی عەقاری سلێمانی ساڵی 1960
27-03-2024
زریان عەلی
پەرتووکخانە
بە تیشکی ئیشقت ئەدرەوشێمەوە
27-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
پەرتووکخانە
دووبارە پێناسەکردنەوەی کوردبوون، ئاوڕدانەوە لە دوێنێ.. هەنگاوێک بۆ سبەی
27-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
ئامار
بابەت 514,832
وێنە 104,255
پەرتووک PDF 18,882
فایلی پەیوەندیدار 94,711
ڤیدیۆ 1,232
ژیاننامە
کەرەمێ سەیاد
ژیاننامە
سمکۆ عەزیز
شەهیدان
ژینا ئەمینی
ژیاننامە
سەید ئەحمەد حەسەنی فەرد
وێنە و پێناس
جگەرخوێنی شاعیر لەناو خۆپیش...
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış- 14 ve 15
بەداخین بۆ قەدەغەکردنی کوردیپێدیا لە باکوور و ڕۆژهەڵاتی وڵات لەلایەن داگیرکەرانی تورک و فارسەوە
پۆل: کورتەباس | زمانی بابەت: Türkçe
بەشکردن
Facebook0
Twitter0
Telegram0
LinkedIn0
WhatsApp0
Viber0
SMS0
Facebook Messenger0
E-Mail0
Copy Link0
نرخاندنی بابەت
نایاب
زۆر باشە
باش
خراپ نییە
خراپ
بۆ ناو لیستی دڵخوازەکان
ڕای خۆت دەربارەی ئەم بابەتە بنووسە!
گۆڕانکارییەکانی بابەتەکە
Metadata
RSS
گووگڵی وێنەی بابەتی هەڵبژێردراو بکە!
گووگڵی بابەتی هەڵبژێردراو بکە!
کوردیی ناوەڕاست0
Kurmancî - Kurdîy Serû0
English0
عربي0
فارسی0
עברית0
Deutsch0
Español0
Française0
Italiano0
Nederlands0
Svenska0
Ελληνική0
Azərbaycanca0
Fins0
Norsk0
Pусский0
Հայերեն0
中国的0
日本人0

Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış-15

Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış-15
Bu cemiyetler içerisinde en önemli olanı 1914’te kurulan Kürt Teali Cemiyeti’dir. Dayandıkları temel ilke “eğer amaçlarımıza ulaşmak istiyorsak, büyük devletlerle bağlantı kurmak zorunluluktur[1]
9–1900’lü Yıllarda Kürt Cemiyetleri

1-Azmi Kawr Cemiyeti: 1900 yılında Diyarbakırlı Fikri Efendi tarafından İstanbul’da kurulur. Kürtlerin bilinen ilk örgütlülüğüdür.

2-Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti (Yardımlaşma ve İlerleme): 19 Eylül 1908’de İstanbul’da kurulur. Yasal sınırlar içinde çalışmalar yürütmeyi hedefler. Cemiyet İttihat ve Terakki ile yakın ilişkide olur. Tanınan üyeleri Emin Ali Bedirxan, Şeyh Abdulkadir, Şerif Paşa, Ahmet Zülfik. Kürt Teavun ve Teraki Gazetesi adında bir gazete çıkarırlar.

3-25 Eylül 1908’de İstanbul, bir Kürt Lokali resmi olarak açılır.

4-Kürt Neşri Maarif Cemiyeti: Amaç eğitim ve öğretim çalışmalarıdır. Bu amaçla İstanbul’da Kürt Çocukları için bir okul açılır. Cemiyetin kurucu üyelerinden olan Abdurrahman Bedirxan, Halil Hayali, Kâtipzade Cemil ve Ahmet Ramiz daha sonra bu cemiyet bünyesinde bir de basımevi açarlar. Cemiyet daha çok Osmanlı bünyesinde halkları birlikte eşitlik temelinde tutmak amaçlı idi. “Meşruiyet Okulu olarak bilinen bu Cemiyetin aynı zamanda kurdukları bir Kürt basım evleri de vardı. 1909da kapatıldı.

5-1910 Yılı’nda Teşkilati İştimaiye Cemiyeti

6-Kürdistan Mühipleri Sevenler Cemiyeti: 1912’de İstanbul’da açılır. Dersimli Malla Xıdır’ın öncülük ettiği Nuri Dersim’in aktif katıldığı dernek, İstanbul’daki Kürtler arasında dayanışma sağlamayı öngörür.

7-Cıvata Talebeyi Kurda (Hevi): 1912’de İstanbul’da kurulur. Kurucuları Zınar Silopi, Ömer Cemil, Van Milletvekili Cemil Beyin oğlu Fuat Temo, Memduh Selim Bey’dir. Bu cemiyetin yayın organı Yekbun’dur. Yine Hatewi Kurd yani Kürtlerin Geleceği diye başka bir dergileri de vardır. Bu dergi hem Kurmanci, hem Soranice, hem de Türkçe yayın yapar. Yine cemiyetin Kurd Teavun ve Terakki diye bir de gazetesi vardır. Süleymaniyeli Abdülkerim Bey, 1913’te bu cemiyet bünyesinde Roja Kurd ve yarı Türkçe olan Jin dergisini çıkartır. Jin Dergisi’nin Türkçe Bölümü’ne yazanlar ise Anayasa Prof. Babanzade İ. Hakkı, Vanlı Memduh Selim, Bitlisli Ziya Bey’dir.

8-Kürt Millet Fırkası, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye: Bu dernekte Osmanlı’nın izin verdiği ölçüde kültürel çalışma yürütme amacını gütmektedir.

9-Kürdistan Teali Cemiyeti (Kürdistan Yükselme Derneği): 1918’de kurulur. Başkanı Abdulkadir’dir. Derneğin toplam 19 şubesi açılır. Daha sonra iki kola ayrılır. Bir kolun başını Abdulrezzak Bedirxan çeker -bunlar bağımsızlıkçı,- bir kolun başını ise Abdulkadir çeker bunlar otonomiyi savunur.

10-Kürt Kadınları Teali Cemiyeti: 1919’da kurulur. Ancak çok erkenden kapatılır. 11-1919 Yılı’nda Kürt Tamimi Maarife ve Neşriyat Cemiyeti, Kürdistan Teali Cemiyeti’ne bağlı olarak kuruldu.

12-Kürt Amele Partisi

13-Kürdistan Teşrimi Mesai Cemiyeti

14-Cihanzani Cemiyeti, 1912 yılında İran’da kurulur.

15-İstihlasi Kurdistan (Kurdistan’ın Kurtuluşu), 1912 yılında kuruldu. Kürdistan’ın bağımsızlığını savunan bir cemiyet. (Doğu Kürdistan)

16-Mücadele Fırkası Lütfi Fikri, İttihat’a karşı kurulur. İlk Kürt Okulunu yukarıda dile gelen Cemiyetler tarafından 4 Kasım 1913 Xoy şehrinde, 29 öğrenci ile başlayan ve Kürtçe’yi Kiril Alfabesi’yle yazmış olduklarını da belirtelim.
Bu cemiyetler içerisinde en önemli olanı 1914’te kurulan Kürt Teali Cemiyeti’dir. Dayandıkları temel ilke “eğer amaçlarımıza ulaşmak istiyorsak, büyük devletlerle bağlantı kurmak zorunluluktur. Ne de olsa bu devletler de Wilson Prensipleri’ne göre hareket ediyorlar. Bizim de sıkı sıkıya bu prensiplere sarılmamız gerekiyor mantığıdır. Kürt ileri gelenlerini beklentiye sokan bu durum: ABD’nin Başkanı olan Wilson’un sunduğu deklarasyonun beşinci maddesinde “Sömürgelerin özgür, açık görüşlü ve mutlak tarafsız bir yaklaşımla ele alınmalı, bu tür egemenlik sorunlarının çözümünde ilgili halkların çıkarları
ile egemenliği tartışılan devletin adil taleplerinin eşit ağırlık taşıması ilkesine kesinlikle uyulmalıdır diye sarf ettiği sözlerdi. Bu birçok çevreye umut vermişti. Öyle ki ileriki yıllarda Lenin Wilson’un bu
deklarasyonunda dile gelenleri daha ileriye taşıyarak “Halkların Kaderlerinin Tayin Hakkı olarak Ulus Devleti her bir halk için zorunlu olması gerektiğini dile getirmişti.
Binbaşı Noel, bu beklentili ve dışa bel bağlayan ruh halini değerlendirirken şöyle demektedir: “Başkan Wilson’un ‘herkes istediğini yapsın’, haline dönüşüp boşa umut veren prensibi bütün pırıltılarıyla ufuktan yükselmektedir. Osmanlı Kürtleri avazları çıktığı kadar bağırırlarsa, Wilson’un kendilerini duyacağını ve Diyarbakır’ı kendi başlarına veya kötü yönetmelerine izin vereceğini, Türklerle paylaşmaları gerekmeden şişmanlamaya devam etmelerini sağlayacağını sanıyorlar.
Bir parantez açarak Wilson’a dönük bir iki hususu dile getirelim. Noel’in yukarıda ifade ettiği sözleri haklı çıkaran başka bir veri ise bizatihi “Wilson’un Devlet Sekreteri, Robert Lansing’un öngördüğü gibi, “kendi kaderini tayin etme ilkesi birçoğuna yanlış umut verecekti sözleridir. Wilson’un ulus anlayışı oldukça özeldi. Daha belirgin bir şekilde, onun Amerikan ulusu anlayışı Amerikalı Kızılderililer ile Amerikalı Afrikalıları dışlıyor ve yalnızca Avrupa kökenli Amerikalıları içeriyordu (Ambrosius 2002). Wilson’un kendine özgü ulus ve demokrasi anlayışları onun egemenlik tanımını yansıtır. Wilson egemenliğin “tüm vatandaşlara değil, onların siyasal liderliğine dayandığını ve “hiçbir şekilde bölünmez ve kesin bir şeyse, sınırsız güç değilse, egemenlik toplumun güçleriyle aynı değildir (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı: Kürdistan’a Yakından Bir Bakış, Robbyn Mıchelle Usherwood) sözleri de göstermektedir ki, Wilson gerçekten de birçok halka umut vermiş, ancak esasen temsil ettiği düşünceler hiçbir şekilde bugüne kadar bilindiği gibi demokratik kriterler taşımamıştır. Şu cümleler dile getirmek istediklerimizi daha çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir: “Wilson, Avrupalı ve beyaz olmayan ırkı aşağı bir seviyede görüyordu. Benzer şekilde, Avrupa kökenli halklar arasında da ırksal hiyerarşinin olduğuna inanmaktaydı. (Sluga 2005) Bu konulara ilişkin yazdığı tezin girişinde Robbyn Mıchelle Usherwood aynen şunları ifade etmektedir:
“Bu tez, I. Dünya Savaşından sonra bir Orta Doğu toplumu olarak özellikle Kürtler bağlamında ulusların kendi kaderini tayin etme ilkesini ele almaktatır. Savaş Avusturya- Macaristan, Osmanlı ve Rus İmparatorluklarının ortadan kalkması ve akabinde kendi kaderini tayin etme ilkesinin sonucu olarak, egemen siyasal birim haline gelen varlıkların, yani, ulus-devletlerin kuruluşu ve yükselişi ile sonuçlandı. Bu ilke insanların kimin tarafından yönetilmek istiyorlarsa yöneticilerini kendilerinin belirlemesi gerektiği anlayışına işaret eden, Amerika Birleşik Devletleri’nin yirmi-sekizinci Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson tarafından ilan edildi. Söz konusu araştırma tamamlandıktan sonra, açıkça görülecektir ki, Büyük Güçler (Fransa, İtalya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri) ulusların kendi kaderini tayin etme ilkesini uygulamada seçiciydiler. I. Dünya Savaşının bitiminde kendi kaderini tayin etme ilkesini uygulamadaki seçiciliği göstermek için İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürt toplumuyla ilgili bir alan araştırması tartışması yapılacaktır. Bu tez, I. Dünya Savaşından sonra Kürtlerin bağımsızlığını ve hatta özerkliğini yadsımak için nihai kararı verenler arasında bulunan ırksal tarafgirliği tartışmaktadır. Bunun yerine, Kürtler dört devlet arasında bölündüler ve gelecekte bağımsızlıklarını eldeetme şanslarını ortadan kaldıran bir baskı biçimi içinde yaşamayı sürdürdüler.
Nitekim böyle olduğu için direnişe geçen birçok halkın özgürlük mücadelesi görülmemiş, görülmemenin de ötesinde ilgisizlikle karşılanmış ve ortada bırakılmışlardır. Birinci Paylaşım Savaşında göreceğimiz gibi bu konuda en çok aldananların başında ise Kürtler gelmektedir. Kaldığımız yerde devam edersek: 1898 yılında Kahire’de Mithat Bedirxan tarafından Kürdistan Gazetesi çıkartıldığı gibi Amid-i Sevda ve Peyam adında dergiler çıkarılmıştır. Tüm bu derneklerde ve örgütlerde yerini alanlar, Kürt Aristokratlarıdır. Beylerin, Mîrlerin, Şeyhlerin, Ağaların şöyle ya da böyle Kürdistan’da yaşanmış olan direniş liderlerinin ya çocukları ya da akrabalarıdır. Belki o günkü şartlar itibariyle böyle olması anlaşılırdır. Lakin bizim de bu durumu masaya yatırmamızın aynı oranda anlaşılması gerekir.
Babıâli’nin fideliğinde gelişen mektepliler-niyetlerin ötesinde-biraz Osmanlı olacaklardır. Kaldı ki sınıf karakteri itibariyle bu kesimler kendi çıkarlarına göre hareket edeceklerdir. Karakterleri gereği dışa
bel bağlamaya yatkın olacak ve kendilerine güvenleri az olacaktır. Bunun içindir ki, halka uzak ve yabancı yaşayacaklardır. Ve işte bunun için de, kendilerine izin verildiği oranda hareket edeceklerdir. Bunun dışına taşan eylemliliklerde ve aktivitelerde bulunmayacaklardır.
10-Birinci Dünya Savaşı Öncesi, Süreci Ve Sonrasında Kürdistan’daki Durum Kürdistan Tarihi’nin en önemli kesitlerinden bir tanesi birinci dünya savaşı öncesi, süreci ve sonrası ki süreçtir. Oldukça önemli tarihi bir kesit olsa da halen sağlıklı bir değerlendirmeyi bekleyen tarihi bir süreç olduğunu da hemen belirtelim. Çünkü Kürtler bu tarihi süreçten oldukça büyük zararlarla çıktıkları gibi, başka halklarla da karşı karşıya getirilmişlerdir. Kürtler bu tarihi süreçten sonra uluslararası güçler tarafından dört parçaya bölündükleri gibi, bu coğrafyada, bin yıllardır birlikte ortakça yaşadıkları halkların da karşısına çıkarılmıştır. Yukarıdaki bölümlerde–bu karşı karşıya getirilişi-kısmen de olsa Hamidiye Alayları’nın oluşumunda vermeye çalıştık. Yine bir sonraki bölümde Kürtlerle Ermeniler arasındaki ilişkileri ele alırken yine değinmeye çalışacağız. Ancak bunlara Kürtlerle İttihatçıların, Kürtlerle İngilizlerin, Kürtlerle Abdülhamid’in, Kürtlerle Rusların, Kürtlerle Süryani ve Asurilerin derken, Kürtlerle bu coğrafyada yaşayan tüm halkların ilişkilerini irdelemek önemli sonuçlar ortaya çıkartabilir.
İttihatçıların politikalarını yukarıda vermeye çalıştık. İlk kuruluşunda Kürtlerin, Arnavutların ve yine başka halklardan birçok siyasetçinin içlerinde yer aldığını da belirtmiştik. İttihat-i Terakki Cemiyeti
ilk kuruluşunda renkli bir yapıya sahip iken, daha sonra 1906’dan itibaren bu rengini kaybederek ırkçı ve faşist bir askeri yapıya dönüşür, ya da dönüştürülür! Bu durumu Fuat Dündar isimli yazar “Modern Türkiye Şifresi adlı yapıtında ele alırken, Suavi Aydın isimli yazarın, “İki İttihat-Terakki: İki Ayrı Zihniyet, İki Ayrı Siyaset kitabından yararlandığını belirterek:
“Bu farklılık kurucu ve yöneticilerin kökenlerine bakıldığında da görülür. İlk Cemiyet’te (1889-1896 arası), kökeni tespit edilen 19 üyesinden 9’u Balkanlı ve İstanbullu, ikincisinde ise (1908-1918 arasının merkez komitesi), kökeni tespit edilen 25 kişiden 15’i Türk idi. Ayrıca kökeni tespit edilen 21 subaydan 19’u Balkanlı ve İstanbulluydu demektedir. Bunları belirttikten sonra: “Ve önemli bir not olarak: 1908 sonrası tarih kitaplarında Cemiyet’in kuruluşu Rumeli’deki yurtseverlerin bir girişim olarak açıklanıp Cemiyet’in kuruluşu 1889 İstanbul’una değil, Balkanlar’a gönderme yapılarak yazılır diye
eklemektedir. (Mehmet Ö. Alkan: “Resmi ideolojinin doğusu ve evrimi üzerine bir deneme )
Vardığı sonucu ise:
“Aslında Suavi Aydın’ın da yerinde tespit ettiği gibi, iki farklı Cemiyet söz konusudur. 1889’da İstanbul’da bir araya gelen grup ile 1906’da Selanik’te bir araya gelen grup. İlkinde tüm Osmanlı milletlerin bağrında taşıyan, sivillerin ve aydınların hakim olduğu, Fransa’nın model alındığı ve Osmanlıcılığın savunulduğu bir Cemiyet ikincisinde ise sadece Yahudi, dönme ve Türklerin yer aldığı, subay ve küçük memurların çoğunluğunu oluşturduğu, Almanya’nın örnek alındığı, Türkçülüğün hakim düşünce olduğu bir cemiyet söz konusudur diye tespit etmektedir.
Burada bakıldığında daha önce halklarla ortak hareket eden İttihat ile daha sonra halkların başına musallat olmuş İttihatçıların yaptıkları daha iyi anlaşılıyor. Biri Osmanlı’yı esas alan, Osmanlı’yı kurtarmak için birlikte yaşadıkları halklarla ortaklaşmayı savunurken, diğerleri sadece dar ırkçı, milliyetçi, dönme sebatayist, faşist yapının halkları küçük bir “Anavatan için kırımdan geçirmeyi planlıyor.
Bilindiği gibi Osmanlılar 1683 Yılı’ndan itibaren Avrupa karşısında zayıflaya zayıflaya Balkanlara kadar gerilemiştir. Balkanlardaki durum ise tehlikededir. Yunanistan 1821, Bulgaristan 1878, Romanya 1881, Arnavutluk 1911-12 yıllarında Osmanlılardan koparak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Giderek Trakya’ya doğru da bir gerileme durumu söz konusudur. Avrupa’da yaşanan bu hezimet esasta tüm cephelerde yaşanmaktadır. Arapların Coğrafyası derken Trablusgarp ve birçok cephede yenilgi üzerine yenilgiler yaşanmaktadır. Asker kökenli ittihatçılar ile Selanik’te yaşayan Yahudi dönme ve ırkçılar bu gidişi iyi tespit ettikleri için hedef yönünü Anadolu’ya çevirmişlerdir. Anadolu’ya nasıl yerleşileceğinin birçok plan ve programını da geliştirmektedirler. Kaybedilen topraklarda yaşayan Müslümanları çok büyük bir incelikle hangi yerlere koyacaklarını, orada bulunan halkları nasıl eriteceklerinin planlarını da detaylı yapacaklardır. En yalın haliyle bunları Ermeni Halkı’na karşı uyguladıkları 1915 Soykırımı’nda göreceğiz. Kürtlere karşı ise 1916 yılında göreceğiz. Ve sırasıyla Çerkezler, Yunanlar, Süryaniler… Süryani ve Asuri demişken şunu da hemen ifade edelim: Asuri halkına karşı kıyımı ise İttihatçılar, Nisan 1914’te İstanbul’dan başlayarak, yaz aylarında, yoğun yaşadıkları Mardin’de (Beşirî Mîdyat, Cîzre) de sürdürmüşlerdir.
Sonraki yıllarda ise bu durumu daha sistemli hale getirmiş ve 8 Eylül 1924 yılında başlayarak daha büyük kıyımlarla bitirilme noktasına getirmişlerdir. Bu katliamı Albay Reşat Hallı ismindeki kişi “Türklerin gayesi ve karşı tedbir almaktaki maksatları, İngilizlerin Hakkari iline, Nesturileri kullanarak uzattığı eli kırmak ve ayni zamanda “Musul Sorunu Cemiyeti Akvam’da görüşüldüğü sırada buraları işgal suretiyle Nesturileri defetmek ve Musul görüşmelerinde hakim bir durum sağlamaktı diye yazmaktadır. (Genelkurmay Belgelerinde Kürt isyanları)
Önemli oranda Asuri halkını tasfiyeye uğratan bu büyük kıyıma Asuriler: “SAYFO yani “Kılıçtan Geçirme diye tanımlıyorlar. Ermeni halkına uygulanan MEDZ YEGHERN, Dersim’deki Kürtlere uygulanan
TERTELE hep aynı zihniyetin uygulanma biçimleri olduğunu halklara yaşatılanlardan bilince çıkarıyoruz.1908 Yılı’nda iktidara gelen İttihatçılar gel-gitler yaşasalar da güçlenmenin yol ve yöntemlerini bulacaklardır. Kimi zaman darbelerle, kimi zaman komplolarla, kimi zaman suikastlarla derken güçleneceklerdir. Bu maharetlerine ek olarak birde derin taktikler uygulamaktadırlar.
Örneğin: 1912 yılında iktidardayken, Balkanların ellerinde gideceğini -hatta Edirne’nin korunmasının bile zor olacağını bildikleri için hükümetten istifa ederek, hükümeti muhaliflere bırakacaklardır. Nitekim Ekim 1912’de çıkan Balkan Savaşı‘nın kısa zamanda hezimete dönüşmesi üzerine şiddetli bir milliyetçilik politikası benimseyen cemiyet yenilginin suçunu hükümete yüklemekten çekinmeyecek ve güçlü bir milliyetçi demagojiyle hızla yeniden iktidara gelmesini bileceklerdir.
Balkanlar -hatta Edirne de -elden gittikten sonra önceleri Osmanlı’nın onayı olmadığı halde Trablusgarp’a gidenler hızla 1912 Yılı’nın sonunda geri döneceklerdir. Balkanlardaki kaybı karşıtlarına yükleyerek halkı yanlarına çekeceklerdir. Ve ellerini bir şeye sürmeyenler birden büyük karşı bir hamleyle Enver Paşa’nın komutasında Edirne’yi alarak güya İstanbul’u sağlama aldıkları için yeniden halkın güvenini kazanacaklardır. Bu güvenle, İttihatçıların artık tümden Enver Paşa’nın 23 Ocak 1913 günü gerçekleştirdiği darbeyle, tek parti haline gelerek, Osmanlı’ya hakim olurlar. Bu olup biteni anlamak için biraz gerilere gitmekte fayda vardır.
Tek parti haline gelmenin fikir babası Alman General olan Colman Von Der Goltz’tür. Colman Von Der Goltz 1883 Yılı’nda Abdülhamid tarafından iki yıllığına Harbiye Mektebi yetkilisi olarak atanmış ancak 15 yıl boyunca Osmanlılara hizmet etmiştir. Eğitim sistemi dışında, ordunun modernleşmesi ve yeni askeri stratejilerin belirlenmesi açısından daha belirleyici rol oynayan askerlerdendir. Goltz Paşa’nın eğitim sistemiyle yeni bir subay kuşağı şekillenir. Aynı Goltz Paşa görevini sadece eğitim alanıyla sınırlı tutmaz paşa birçok siyasi ve askeri konularda da etki yaratacak raporlar hazırlar. Araplara ve bölgede etkili politika yürütmesi için Abdülhamid’e önerilerde bulunur.
Almanya’ya döndükten sonra da Osmanlı’ya olan ilgisini sürdüreceği gibi askerlerle de ilişkilerini sürdürür. Daha sonra tüm ittihatçıları etkileyecek olan makalesini “Deutsch Rundschau Dergisi’nde , Ekim
1897 Yılı’nda yayınlar. Yazı Türkçe olarak 1905 Yılı’nda: “Devlet-i Aliyenin zaaf ve kuvveti olarak yayınlanır. Makalede, Anadolu’da ırkçı ve faşist ve bir halkı, asker millet olarak şekillendirmeye çalışan İttihatçıların tüm görüşlerinin burada esinlendiğini söylemek yanlış olmaz.
Goltz şöyle der:
“Türkiye’de… Geniş ve hantal bir devlet yerine daha küçük fakat daha kuvvetli bir medeni devlet zuhura gelmelidir. Doğuda (Osmanlı) gerçekleşen ya da gerçekleşmesi gereken işte böyle bir süreçtir…Yüz binlerce muhacir acemice tedbirler yüzünden mahvolmuş durumdadır. Yerleştirilenler, o yörenin yerli halkı ile kaynaşmayıp, örneğin Çerkezler gibi, devlet için bir nevi devlet teşkil ediyorlar ve hatta askerlikten çekiniyorlar… Bu konuda alınması gereken esas tedbirlere ihtiyaç vardır… Müslüman Giritlilerin büyük kısmının daha milyonlarca ahaliyi alabilecek olan Türkiye Toprağına göç etmeleri de
hesaplanmalıdır…
Daralan memlekette yani Anadolu ve Rumeli’nde daha birçok kıymetli fütuhatlar yapılabilir. Yukarı Arnavutluk, … Zeytun Ermeni Bölgesi… Havran Dürzi Dağları, … Kürdistan’ın bilhassa Dersim taraflarında Hakkari’de, Musul, Bağdat ve Basra muhtelif cihetlerinde…
Balkan Yarımadası’nda hudut tashihinden ne çıkar? Devletin zayıf bir Bizans Devleti’nden kuvvetli bir Türk ve Arap Devlet haline dönüşmesi, duruma göre çok daha müsaittir… Milli yapıyı iç meselelere yöneltmek, terk edilmek istenmeyen Avrupa Devlet Muazzaması rolünü akıldan çıkarmak, Anadolu Vilayetleri’nin maddi ve manevi gelişmesine zihin yorarak, …ilmi çalışmalara merkez haline getirmek, Arabistan Eyaletini mahalli kuvvetler vasıtasıyla yönetip müdafaa eylemek, …Göçebe halinde yaşayanları yerleştirip… Başkenti… Türk ve Arap Hududu’nda mesela Konya ve yahut Kayseri’ye veya daha ileriye güneye nakletmelidir…
Osmanlı Devleti’nin zaafı, memleketin çok küçük olmasından değil, bilakis muhafazası için bu anda mevcut olan kuvvet nispetle bugün bile çok geniş bulunmasından dolayıdır… Goltz’un, “Das Volk in Waffen (Tam Türkçesi Silahlar içinde olan Halk) adlı yapıtını Millet-i Müselleha yani Asker Millet olarak yayınlanmış ve belirttiğimiz gibi tek tip bir devletin nasıl yaratılacağının da işaretlerini vermiştir.
Bunun böyle olduğunu İttihatçıların çıkarttıkları dergilerinin isimlerinden de görmek mümkündür. Silah, Süngü, Top, Tüfenk, Hançer vs. dergi isimleriyken, gençleri askerleştirmek için açtıkları: 1914
Yılı’nda Osmanlı Güç Cemiyeti, 1916 Yılı’nda Osmanlı Genç ve Dinç Cemiyeti ve 1914 Yılı’nda Kazım Karabekir tarafından Osmanlı Güç Cemiyeti tüzüğüne dayanarak “Çocuk Ordusu bile kurarlar.
Çünkü Goltz’un görüşlerine göre “erkek ve savaşçı aynı şey olduğu için, millet için tüm erkekler harekete geçmeli ve bu görevi erkekler, “ortak vatana duyulan aşktan dolayı gönüllü yapmalıdırlar. Daha somut olarak: “Artık yabancılara başvurma ihtiyacımız kalmayacaktır, çünkü yurdun çocukları orduya ve yapılacak işlere yeterli olacaktır. Artık asker celbine ihtiyacımız olmayacaktır, çünkü kadrolarımızı, bayrak altında birleşmiş ulusumuzdan temin edebileceğiz demektedir Goltz. (Hitler Faşizm’i kimlerden ve hangi uygulamalardan esinlendiği herhalde şimdi daha iyi
anlaşılıyor. )
Goltz’u izleyen bu faşist zihniyetli İttihatçıların önde gelenlerinden olan Ahmed Rıza: “Vazife, Mesuliyet’ler: Asker adlı eserinde ise:
“Bizde daha yerleşmemiz aşiretler, daire-i sulh ve uhuvvete girememiş cemaatler, Osmanlılaşamamış Hristiyanlar, tahdid ve tahkim edilmemiş hududlar var. Osmanlıların Hukuk’una her günü taarruz ediliyor. Devletimizin istiklali bin tehlike içinde bulunuyor. Binaenaleyh, emniyet ve asayişi temine kâfi olacak derecede muntazam ordulara, seyyar ve kavi bir donanmaya ihtiyacımız her devletten ziyadedir diye yazacaktır.
“Osmanlı Tebaası sayılan Hristiyanlar içinde düşman ordularına yol gösteren, zahire tedarik eden ve köprülerimizi yıkmak, depolarımızı yakmak gibi muavenetlerde görülmüştü. Bu gizli düşmanlara karşı dahil-i memlekette bir çare düşünülmüş müdür? diyerek gelecekte yaşanacak kıyımlara işaret etmekte ve var olan zihniyeti 1907 yılında yazılan eserde ortaya koymaktadır.
İttihatçıların zihinsel yapıları ve etkilendikleri düşünce yapılarını bu kadar geniş açma gereğinin nedenlerine geçmeden önce bir alıntıyla söyleyeceklerimize gelelim:
“Talat Paşa çok önceleri bir Ermeni aydını olan Vramian’a Kürtleri asimile etme projesinde bahsettiğinde, Armen Garo (Karekin Pastırmacıyan, 1908 ve 1912 dönemi Erzurum Eski Mebusu), Talat Paşa’yı şöyle yanıtlar:
“Neyle? Hangi kültür ile? Tarihinizi bilmiş olsaydınız bu saçma açıklamada bulunmazdınız. Topraklarımızda 500-600 seneden beri olduğunuzu unutmayınız ve sizden önce de birçok millet bu topraklardan geçti: Farslar, Romalılar, Araplar, Bizanslılar. Eğer bunlar Kürtleri asimile edemediyse, siz nasıl edeceksiniz?
Avagyan-Minnassian (Fuat Dündar’ın çalışmasında alıntı.)
Bir parantez açarak İttihatçıların halkları kültürel soykırıma uğratmak için neler yaptıklarına kısa bir değinelim. Asimile etme politikalarını sonraki yıllarda adım adım hayata geçirmek için birçok uygulamaya İttihatçılar imza atacaklardır. Örneğin Kürt Dili’nin ilkel ve geri olduğunu, aslında bir dil olmadığını bunun için bir an evvel ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyerek, Kürt Dili’ne dönük yoğun karşıt çalışmalar yapmışlardır. Adem Habil kodunu kullanan Naci İsmail Peliştir ismindeki sözde İttihatçı aydın: “Küçük ve geçmişleri belli olmayan uluslar için dilin bir önemi kalmamıştır. Petersburg Akademisi tarafından yayımlanan Kürtçe-Rusça-Almanca Lügat’te 8307 kelime vardır… Türk (Eski Türkmen) 3080, Arap (yeni dil) 200, Farisi 1030, Kürt (asıl) 300, …Dolayısıyla Kürt dili Kürtçe kelimeler arasında bir bağlantı kurmak pek mümkün değildir… Kürt Dili’nin tam anlamıyla bir cümle yapısı oluşmamıştır… Kürtçe Kelimeler, fiiller tek tük ne olduğu belli olmayan kelimelerdir iddiasını öne sürer. Sadece öne sürmez, “tabii ki bir ulusun dilini de bu cümle yapısı oluşturur diyerek esasta Kürt diye bir ulusun olmadığını da aynen Kemalist Rejim’in 1925’ler ve 12 Eylül 1980 faşist cunta zamanında öne sürülen “bilimsel yollarla ispatlamış olur. Dilinden, kültüründen bahsedemeyeceğimiz bir toplumun tarihinden de bahsedemeyiz. “…Sanıldığı gibi bir Kürt Tarihi’ni bulabilmek olanaksızdır… Bu tarih başka ulusların tarihlerine ait bölümlerdir… Bağımsız bir Kürt Tarihi’ni oluşturmak imkansızdır. Bunları ileri sürdükten sonra tarihte Kürtler adına yapılanların Türklere ait oldukları, hatta Kürt Erdelan Aşireti’nin aslında Moğollardan geldikleri, isimlerinin onlara ait olduğu, bunların da özü itibariyle Türk olduklarını tekrar tekrar onlarca kitapta kaleme alacaktır. Onlarca kitabın daha 1916 Yılı’na geldiğimizde Encümen-i İlmiyye Heyeti tarafından hazırlandığını görmek, gerçekten de halkları soykırıma, kültürel soykırıma uğratmanın bu faşizan, tekçi, kafatasçı, ırkçı, Kızıl Elmacı yapılarda ne kadar derin olduğunu gösterir. Kürtlerin karda yürüdükleri için kart ve kurt diye diye Kürt kelimesinin oluştuğunu, bunun da bir gerçekliğinin olmadığını söyleyecek kadar basitleşen bu “bilimsel tespitler İttihatçılara kadar dayandığını bu vesileyle öğrenmiş bulunuyoruz diyerek parantezi kapatırken bu tür asimilasyonist çalışmaları yürüten: Baha Said, Sadık Vicdani, Mehmed Arif, Enver Behnan, Yusuf Ziya, Hilmi Ziya, Peyami Safa, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi isimleri de saymak gerekir.
Özcesi 1900’lerin başlarında birçok halkta da görüldüğü gibi Kürtlerde de çok sayıda cemiyetin, partinin, derneğin kurulduğunu daha önceki bölümde görmüştük. Yine Osmanlı’nın kurtuluşu için ortak çalışmaları ve hareketleri de görmüştük. Lakin İttihat-i Terakki Cemiyeti’nin 1906 Yılı’ndan itibaren zihniyet olarak ırkçı, faşist ve para militer yapıların eline geçmesiyle birlikte adım adım Osmanlı Devleti’nin coğrafyası içerisinde yaşayan halklara karşı farklı uygulamalar gündeme gelmiştir. Kaldı ki Osmanlı bünyesinde yaşayan halkların -belki de egemenlerin demek daha doğru olur- Osmanlılarla bir hukuku vardır. Kürtlerin, Ermenilerin, Çerkezlerin, Arapların vardı ve nice başka halkların ve azınlıkların da bu tür hukukları vardı.
İttihatçılar yüzlerce yılda oluşan bu yapıyı bozmaya başladıklarında, örneğin 1908 Yılı’nda İkinci Meşruiyetin ilanı, 13 Nisan 1909 Günü Abdülhamid’in tahtan uzaklaştırılıp Selanik’e yerleştirilmesiyle ve en önemlisi de 23 Ocak 1913 Günü Enver Paşa öncülüğünde silahlı bir grubun Bâb-ı Âli‘de toplantı halindeki hükümeti basması, Harbiye Nazırı Nâzım Paşa‘yı öldürmesi ve Sadrazam Kâmil Paşa‘nın
kafasına silah dayayarak istifaya zorlaması ile İttihat ve Terakki, bir askeri darbe yapmak yoluyla iktidarı ele geçirmesiyle tek ses olan İttihatçılara hiç şüphe yok ki birçok tepki de oluşmuş ve oluşuyordu. İfade edildiği gibi Osmanlı’nın Padişahı’na bu halkların –nitelikleri farklı olsa da-bir bağlılıkları ve sadakatleri söz konusuydu.
Örneğin Abdülhamid Selanik’e sürgün gönderildiğinde İttihatçılara ilk karşı koyuşu Milli Aşiret Reisi olan İbrahim Paşa- o zaman 6 Hamidiye Alayı bulunuyor-yapar. Öyle ki kısa bir zamanda bugün Suriye’de bulunan Dehrezor’dan Kuzey Kürdistan’ın Erzincan’ına kadar uzanır ve ele geçirir. Tehlikenin büyüklüğü sadece bir isyan oluşu değildir. Tehlikenin büyüğü padişaha sadakatle bağlı olanların harekete geçmesi ihtimali olduğu için İttihatçılar tüm güçlerini toplayarak İbrahim Paşa’nın üzerine gider ve en son 24 Ağustos 1910 etkisizleştirirler Muhtemel hem bu isyandan aldıkları güç ve moralle hem de adım adım İttihatçıların politikaları görüldüğü için bu kez Dersim’de 1912 Yılı’nda Koçgiri Aşiret Liderleri olan Ali Şan ve ona yakın duran aydın ve derin yurtsever olan Ali Şêr bir isyan geliştirir. Bu direniş de bastırılır. İttihatçılara karşı başka bir isyan ise Barzan İsyanı’dır. Mahiyetindekileri toplayarak 1907’de Şeyh Abdüsselam İstanbul’a: “1. Kürtçe eğitim. 2. İdarecilerin Kürtçe
bilmeleri şartı. 3. Yönetimin şeri esaslara göre yürütülmesi. 4. Vergilerin bölgeye okul, yatırım olarak eski usule uygun alınarak harcanması taleplerini sunar. Ancak talepler karşılanmaz. Osmanlı talepleri ret ederek üzerine asker gönderir İki ay süren çatışmalardan sonra Abdüsselam Tiyare bölgesine sığınır. Daha sonra İttihatçıların başa gelmeleriyle Doğu Kürdistan’a sığınır. 1912 Yılı’ndan ise, şeyh Abdüsselam, Şikak Aşiretinden olan Sofi Abdullah’ın kendi evinde bir komployla teslim alınıp Osmanlılara verilir ve 1914 Yılı’nda ise Musul’da idam edilir. Bu direniş de bu şekilde bastırılmış olur.
Ancak tüm bunlardan daha etkili olacak direniş ya da isyan ise Mele Selim’in 9 Mart 1913 Günü başlattığı direniştir. Seyyid Ali’de (Arvasi aristokrasisinden Nakşibendi Sebgetullah’ın torunu) 1913 Yılı’nda Bitlis’te, İttihat ve Terakki yönetiminin tekliğine karşı geniş bir Kürt Ayaklanması başlatır.
“Bitlis Ayaklanması 1913-14 Hizan Şeyhi Şehabbedin ve Seyit Ali ile Bingöllü Mele Selim tarafından gerçekleştirilmiştir. Özünde dini bir karakter taşıdığı söylenir. Adım adım Kürdistan’ın başka bölgelerinde isyan ateşini yakmak isteyen ayaklanma önderleri, önce Bitlis’i tam denetim altına almak için ellerinden geleni yaparlar bölgenin Ermeni ve Asuri halkında destek istemekten geri durmadılar. Mele Selim’in İttihat ve Terakkilerce yakalanması üzerine patlak vermiş, M. Selim kurtarılmıştır. İsyan Erzincan’a kadar yayılmış sonunda yenilgiye uğrayıp liderleri idam edilmiş. M. Selim Rus Konsolosluğu’nda savaş çıkınca öldürülmüştür. (Kemal Mazhar Ahmed) Seyid Ali ise daha sonra Erciş’te yakalandıktan sonra idam edildi. Tuhaf gelebilir ancak hatırlatmak ve tarihe not düşmek için Seyid Ali’nin Demokrat Parti milletvekilli Sellahaddin İnan’ın babası, AP, MDP ve ANAP partilerinde Bitlis vekilliği yapan Kamuran İnan’ın ise dedesidir.
İsyan ve direnişler iç içe Kürdistan’da devam edecektir. 1914 Yılı’nda Siirt’te ayaklanan Bişare Çeto Amed’e kadar direnişini sürdürür–Araplarda bu direnişte yardım ederler- yenilmekten o da kurtulamayacak ve yenilgi ardından Yemen’e sığınmak zorunda kalır. Daha önce 1905 Yılı’nda Diyarbakır ve Bitlis’te, 1907 Yılı’nda Erzurum ve Diyarbakır’da, yine 1907-1908-1909 Dersim’de ve 1908’de Ağrı ve Hemawend’de aslında sürekli bir direniş ve ayaklanma durumu söz konusudur. İttihatçılara karşı sadece Kürtler ayağa kalkmıyor, karşı koymuyor. İttihatçılara karşı Araplar da direnişe geçiyor. Yemen’de, Irak’ta –her ikisi de Suriye sınırları içinde kalan Horan’da ve Dürzi Dağları’nda Arap Ayaklanmaları meydana gelir. Hicaz, Necd, Asir ve başka bölgelerde de bu yörenin ileri gelenleri İttihatçıların yönetimine karşı sert bir tavır alırlar. Bu direnişlerde yer yer Arap ve Kürt Liderleri’nin bir araya geldiğini söyleyen tarihçiler bile vardır.
Dikkat edersek yukarıda dile getirdiğimiz isyan ve direnişler Birinci Dünya Paylaşım Savaşı öncesidir. Öyle sanıldığı gibi İttihatçılar oldukları gibi kabul edilmemişlerdir. Tam tersine Kürtler birçok
yerde ciddi karşı koyuşlar sergilemişlerdir. Ancak Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’nın patlak vermesiyle dini olgu öne geçince bu kez Kürtler yine Osmanlılardan yana -ağırlıklı olarak -tavır koymuşlardır. Ağırlıklı durum böyle olsa da yer yer çeşitli direniş ve isyanlar farklı zeminlerde sürmüştür. Bunlara bir örnek verecek olursak 1916 Yılı’nda Mahabad’ta İttihatçılara karşı
açılan direniş cephesidir. Birinci Dünya Paylaşım Savaşı Kürdistan’a tamamen bir yıkımı getirdi. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nın bir merkezi de Kürdistan’dır demek yanlış değildir. Daha sonra genişçe ele almaya çalışacağımız Sykes-Picot’a göre Kürdistan esasta Ruslara bırakılmıştı. Osmanlıları ve belki de buna -Almanları da eklemek gerekir- yıkmak için, Osmanlıların ve Almanların Kürdistan’da
sökülüp atılması gerekiyordu. Bu da devasa bir savaş, dolayısıyla yıkım demekti.
İttihatçılar Almanların yanında Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’na girdiklerinde, ilk savaşacakları güçlerin başında Allianz yani İtilaf Cephesi’nin etkili üyelerinden biri olan Ruslar olacaktı. (Ruslar uzun yıllar
Osmanlıları zorlamışlardı. Şimdi Almanların yardımıyla bu durum tersine çevrilecektir. Kaldı ki Balkanların Osmanlıların ellinden çıkmasında Rusların belirgin bir rolü vardı!) Rusya Osmanlı’nın komşusu olduğu için bu ciddi bir iş olacaktı. Kaldı ki Kürdistan’ın doğusunda ağırlıkta Ermeniler bulunmaktaydı. Ermenilere, 1878 Yılı’nda gerçekleştirilen Berlin Konferansı’yla İngilizler, Fransızlar ve son zamanlarda da Ruslar bağımsız bir devlet kurmaları için “arka! çıkıyordu. Vilayat-ı Sitte diye tabir edilen coğrafyada, esasta bağımsız bir Ermenistan kurulacaktı(!) Bu durumda Ermenileri Alman Rohrbach
büyük bir tehlike gördüğü için tasfiye edilmelerini önerir. Ermenilerin Türkiye için tehlike oluşturabileceği ve bunun da ancak “Kürtleri kullanarak Ermenilerin ortadan kaldırılabileceğini belirttikten
sonra Ermenileri ezmede Kürtlerin kullanılmasına Almanya’nın itiraz etmeyeceğini söylediği de biliniyor. Daha önce Goltz’un görüşlerinin de böyle olduğunu dile getirdiğimizi unutmayalım.
Almanlar, İttihatçıları adım adım Ermeni Halkı’na karşı sistematik katliamlar yapmasına sürüklerken, Ruslarda Ermenileri Kürdistan’da, Türklere ve Kürtlere karşı kışkırtacaklardır. Bununla birlikte inanç
farklılıkları da tahrik edilerek, halklar karşı karşıya getirilecek ve yüz yılların ortaklaşa kültürü milliyetçi, din kisveli devletçi yapı ve anlayışlarla zehirlenerek halklar birbirine karşı düşman haline
getirileceklerdir. Bir yandan Entente yani İhtilaf (Almanlar, Osmanlılar, Macaristan, İtalya) güçleri diğer yandan ise İtilaf (İngiltere, Fransa, Rusya) güçleri Kürtleri ve burada yaşayan halkları tahrik ede ede istedikleri sonuçlara ulaşmayı hedefleyeceklerdir. Savaş başka cephelerde yürütülse de daha sonra ağırlıklı olarak Kürdistan’da yürütüldüğü için Kürdistan tamamen viran hale getirilecektir.
Ruslar Kürdistan’a erkenden, 1915’te girer. İlk girdikleriyer Van’dır. Hızla bu yayılışları devam edecektir. 13 Mayıs 1916 Günü Rewanduz’u ele geçirir ve başka birçok alanı da ele geçirirler. Devam etmeden
belirtelim ki Rewanduz o zaman 2000 hanelik bir kasabadır. Ancak Rusların girmesiyle birlikte geriye sadece 20 ev kalacaktır. Tümü yakılıp yıkılmıştır. Tuhaf gelebilir ancak Rusların öncü birlikleri Asuri ve Ermeni Halkı’ndan insanlardır. Tarihçiler Ermenilere yapılan bu katliamlardan –Kürt Egemenleri, Hamidiye Alayları ve çete yapıların yer aldıklarından- dolayı bu yakıp yıkmalarda en etkili rollün Ermeni Çeteleri’nce yapıldığını söylemeleridir. Rus Tarihçi Şahovski: “Ermeni Milliyetçi Fanatikler, işgal ettikleri yörelerin Müslümanlarını yok etmekteydiler diye yazmaktadır. Buna karşı sert direnişler gelişir. Öyle ki direnişi kırmak ya da etkisiz kılmak için birkaç aileye Rusların –ev ihtiyaçları için- ancak bir bıçağa izin verdikleri söylenir. Çünkü yapılan zulme karşı halk kendisini sivilde olsalar-savunmaya kalkışıyor. Ve nitekim Rusların böylesine katliamcı ve bastırıcı pratiklerinden dolayı halen bugün bile “Ruslar geliyor denildiğinde “Urus tên diyerek hem korku hem de nefret gösterileri eksik olmuyor.
Ruslar Kürdistan’a yönelişlerini sadece Kuzey ve Güney Kürdistan’la sınırlı tutmuyor. Doğu Kürdistan’a ise daha etkili bir şekilde giriyorlar. 1915 Yılı’nda İran üzerine, Ruslar ve İngilizler antlaştıktan
sonra, Ruslar 1916 Yılı’nda Doğu Kürdistan’ın Kermanşah, Şenadağ, Sawuç’a kadar uzanır. Nerede Almanlar ve Osmanlılar varsa orada Ruslar mutlaka bunları söküp atmak için saldırıya geçiyorlar.
Ruslar bunları Kürdistan’ın farklı yerlerinde yaparken, İngilizler önceleri Irak’ın Basra Mıntıkası’nı akabinde ise giderek Süleymaniye’ye doğru etkili bir şekilde Osmanlılara karşı savaşacaktır. Önceleri Osmanlı’nın yanında Kürtler din meselesinden dolayı yerini alır. Osmanlılar ise bu durumu kendi lehlerine kullanmasını iyi bilirler. Rus Tarihçi Bazil Nikitin’in sözleriyle: “Bir daha İslam Maskesi’ni takınarak yapılan Cihad çağrısı, Kürtlerin savaşçı gücünü hiçbir şekilde bu halkın çıkarlarıyla bağdaşmayacak bir yönde harekete geçirilmesini sağlar. Ancak Kürtler kısa süre içerisinde işlerin farklı yürüdüğünü
görerek geri durur. Yine de tümden Osmanlı’dan el etek çekmez. Bu durumu iyi gözlemleyen İngilizler, Kürtleri kendi taraflarına çekmek için Kürtçe Gazete bile çıkarırlar. “Tegihiştina Rasti İngilizlerin Süleymaniye kentinde savaş içerisinde çıkarttıkları bir gazetedir. Halkları bir birine kışkırtmak için neredeyse günlük olarak İngilizler çağrılarını Soranca yaparlar. Bu politikanın bedeli gerçekten de çok ağır olmuştur.
Savaş böyle şiddetli yürütülürken sıkça ifade etmeye çalıştığımız gibi halkları birbirine kırdırma politikaları çok yoğun bir şekilde teşvik edilir. Örneğin Doğu Kürdistan’da Simko Ağa Şikak’ın çok sayıda
köyü yakıp yıktığı, hatta Urmiye civarında ise 100 köyü yakıp talan ettiğini tarihçiler söylüyor. Ruslar bu duruma karşı önceleri Simko’yu yakalayıp sürgün etseler de savaşın sürmesi ve giderek daha kapsamlı hale gelmesiyle yeniden Kürdistan’a getirilip bu kez kendilerine kullanmak için maaşa bağlarlar. Kemal Mazhar Ahmed: “Söz gelimi Hamedan’daki Osmanlı Ordusu’nun toplam 14 000 askerinden 10 000’i Kürt’tü. Dolayısıyla Ruslar, İran Azerbaycan’ındaki kentlere döndükten sonra bölgedeki Kürt Aşiret Reisleri’yle geniş çaplı bağlantılar kurmakta gecikmediler. Daha da ileri giderek Simko’yu serbest bıraktılar ve daha yüce amaçları uğruna onunla işbirliği içine girdiler. Bu amaçlar doğrultusunda özgürlüğüne kavuşturulan ve ayda 5000 ruble altın tutarında aylık bağlanan Simko daha sonra bazı Kürt yörelerinin yöneticiliğine getirildi. Bu davranış İran Kürdistan’ı dağlarının daha ötesinde gözlerini batıya ve güneye dikmiş Çarların mantığıyla hiç çelişmemekteydi demektedir.
Birinci Dünya Paylaşım Savaşı elbette dünyanın neresinde savaş yapılmışsa bedelleri çok ağır olmuştur. Öyle bir savaş ki 75 milyon insan savaşa girmiş, 10 milyonu savaşta ölmüş, 20 milyonu yaralanmış ve 10 milyonu ise açlıktan kırılmış. Kaybolanların, bulunmayanların, akıbeti bilinmeyenlerin ise hesabı kitabı yoktur. Kürdistan’da sadece 1915 Yılı’nda yaklaşık 1,5 milyon Ermeni katledilmiş, yüz binlercesi ise sürülmüş ve yüz binlercesinin akıbeti halen bilinmiyor.
1912 -1914 Yılı’na kadar süren Osmanlı Savaşlarında M. Zeki Paşa’nın verilerine göre 300 bin Kürt ölmüştür. Yine I. Dünya Savaşı boyunca da 500 bin Kürt’ün yaşamını yitirdiğini söyler. Son belirtilenler savaşta ölenlerdir. Yine 1916 Yılı’nda sadece sürülen ve yaşamını yitiren -daha doğrusu katledilen -Kürtlerin sayısı ise 700 bin civarındadır. Sürgünleri saymıyor, yollarda dökülüp kaybolanlardan söz bile etmiyoruz. Bu katliamın ve göçertmenin nedeni ise güya Rusların ve İtilaf Güçlerinin giderek gelişmesiymiş? Güya Kürtler artık Ruslara yardım ederek Türkiye’yi parçalayacaklarmış? Güya Kürtler
bu karışık ortamda kendi bağımsız devletlerini kuracaklarmış?
Külliyen yalanlar üzerine kurulu bu senaryoların altında kesinlikle yıllar önce İttihatçıların Almanların akıl vermesi sonucu Balkanlardan, Kafkaslardan ve Rusya’nın içlerinde getirdikleri Müslüman kökenli
diğer halkları Kürdistan’a yerleştirerek, Kürtleri ve Ermenileri azınlık durumuna getirmekten öteye bir şey değildi. Ermenilerin tahrik edildikleri özelde Taşnak Örgütü ve çevresinin-, doğru olabilir. Rusların çok kirli politikalarla Ermenileri Osmanlıların karşısına çıkartmak istediği de doğru olabilir. Hatta Kürtlerin Osmanlıların askerliğini yapmamak için askerlikten kaçtıkları, hatta yer yer kiminin Rusların yanına geçtiği de doğru olabilir, ancak hem Ermenilere karşı katliam hem de Kürtlere karşı yürütülen katliam, kesinlikle yıllar sonra 24 Eylül 1925 Şark Islahat Planı dahilinde yürütülmüş olan katliam planından başka bir şey değildir. Bunun içindir ki savaş Kürdistan’da İttihatçılar tarafından çok sert yürütülmüştür. Bir Enver Paşa’nın Allah-u Ekber Dağları’nda, on binlerce Kürt Genci’ni ölümün üstüne bile bile sürüklemesini -söylediklerimiz ışığında bakıldığında -daha anlaşılır hale gelir.
“Böylece İttihatçılar savaşın bitiminde hedeflerine varmak için Kürt Ahalisi’nin Türk Köyleri’ne dağıtılmasına ilişkin bir dizi ferman ve kararname çıkardılar. Bu düzenlemede Kürtlerin sayısının yeni iskan alanlarında ki nüfusun yüzde 5-10’unu aşmamasına özen gösterilmişti. Tanınmış Kürt Şahsiyetleri ve aşiret reisleri de Batı Anadolu Kentlerine taşınarak evlerinde gözetim altına alınacak ve birbirleriyle
ya da kırsal kesime serpiştirilmiş adamlarıyla ilişkiye girmelerine izin verilmeyecekti. Savaşın bitiminden kısa bir süre önce büyük bir istekle bu politikayı uygulamaya koyan ittihatçılar, işe hükümetin yola getirmekte güçlük çektiği “inatçı aşiretler ve “dik başlı aşiret reisleriyle başladılar. Binlerce Kürt silah zoruyla Batı Anadolu’nun ücra bölgelerine sevk edildi. Bu sürgünlerin yarıdan fazlası yolda açlıktan soğuktan öldü ya da hastalıktan kırıldı. Savaşın bitiminden sonra çok az bir kesimi kendi topraklarına dönebildi. Öte yandan sürgün yerlerinde kalanların birçoğu işsizliğin ve hastalıkların getirdiği
alışılmamış ağır sonuçlar sonucunda mahvoldu. Böylece Osmanlılar tarihin üç yüzyıl elli yıl önce mahkum ettiği trajedileri bir kez daha gündeme getirdi. Aslında imparatorluk içinde ki bütün halkları mağdur eden genel politikanın çerçevesinde etkileri günümüzde hala hissedilen Ermeni Faciası daha küçük bir ölçekte tekrar yaşatıldı diyen Kemal Mazhar Ahmed, çok fazla haklıdır.
İttihatçılar yaptıklarıyla Kürdistan’da çok büyük tahribatlara yol açtıkları aşikardır. Osmanlı Ordusu askeri zorunluluk bahanesiyle Diyarbakır, Muş ve Bitlis Yörelerinde yaşayanların büyük bölümünü
topraklarından çıkararak yersiz, yurtsuz bırakacak, mal varlıklarına, yiyeceklerine, depolarına el koyacaktır. Kürtler bunun için, çok büyük bir açlık ve fakirlik yaşar. Açlıktan ülkesini terk edenler çoktur. Birçoğu Halep ve Musul gibi kentlere sığınmaya çalışır. “Yaz sıcağında ve kış soğuğunda sokakta yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar, açlığa dayanamayarak hayvan leşlerini ve hatta açlıktan ölen yakınlarının leşlerini yemek zorunda kalırlar.
Sonuçta on binlerce, yüz binlerce Kürt I. Dünya Paylaşım Savaşı’nın kurbanı oldu. “Dr. M. Lazarev’in kitabında yer alan ve Çarlık dönemine ait diplomatik kaynaklara dayanan bilgilere göre, savaş sırasında birçok bölgede daha önce 20-30 kişiden oluşan aileler 3 ya da 4 kişiye inmişti. Dahası savaş Kürdistan’da ekonomik hayatın temellerini yıktı bunun başlıca nedenlerinden biri iş gücündeki
azalmaydı. Çalışabilecek durumda olan herkes ya savaş alanlarına sürüldü ya da işini bırakıp dağ başına çıktı. Öte yandan Osmanlı Ordusu bölgede büyük bölümü daha önce tarımda kullanılan hayvanlara askeri hizmetler için el koydu diyen Kemal Mazhar Ahmed Kürdistan’daki yıkımı net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Evet, Kürdistan’da Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’nda yaşananlar bunlardır. Savaşla alakası olmayan bir halkın kıyımı böyle gerçekleşir. Savaşın herhangi bir yerinde yer almamasına rağmen, hem savaşta ölecek, hem öldürecek, hem toprakları yakılacak, hem yıkılacak, hem açlıktan kırılacak, hem göçertilecek ve hem de katliamlardan geçirilecektir. Ve bunlar az görülecek ki bir de bu topraklarda yüz yıllarca, hatta bin yıllarca birlikte yaşadıkları halklara karşı düşman hale getirileceklerdir! Kürtlerin tarihlerinde çokça yaşadıkları trajedilerden bir tanesi de, -bugüne kadar yeterince dile gelmeyen, getirilmeyen bu gerçeklik- I.Dünya Paylaşım Savaşı’nda yaşadıkları gerçekliktir. Devam Edecek: Kürt Ve Ermeni İlişkileri Üzerine Birkaç Söz Modernite, çokça iddia edildiği gibi insanlığın en özgür düşünüp kendini özgür iradesiyle var kıldığı bir devir asla olmamıştır. Bu sadece bir propagandadan ibarettir. Zira, merkezi kapitalist hegemonyanın robotlaştırıcı ve insani en temel özelliklerinden soyutlayıcı uygulamalarına karşı toplumsal rıza ve meşruiyet sağlamasının vazgeçilmez retoriklere ihtiyacı vardır.
Bir Kaç Çarpıcı Söz
Oysa tam tersine modernite, en çok dogmaları olan baskı ve teşhir edici tüm propagandist yöntemleri kullanarak özgür düşünceyi ve tartışmayı en fazla engelleyen ve yasaklayan tarihin en büyük manipülatif devridir. Burada tartışacağımız ve kapitalist modernitenin ırkçı ve vahşi veçheleriyle Anadolu ve Kürdistan’ı en erken tanıştıran kesimlerin serencamları, dünya çapında benzeri rolleri ele
alındığında anti-semitizm şeklinde damgalanıp adeta cehennemlik bir günah olarak sunulmaktadır. Bizim burada böyle bir amacımız asla olamayacağı gibi, ele alıp değerlendirdiğimiz kesimler Yahudi Halkı’nın Siyonist elitleridir ve gerçek anlamda sosyal bilimlerin sosyoloji, siyaset ve tarih disiplinlerinin olmazsa olmaz gereğidir.
Bilindiği üzere İspanya’daki Engizisyon zulmünden kaçan Yahudiler 1391, 1492 ve 1550’li yıllarda dalgalar halinde Osmanlılara ve İngilizlere sığınmaya başladılar. Özellikle 1492 yılında Osmanlılar tarafından resmen kabul edildiler. Başta Selanik ve İzmir olmak üzere, çeşitli şehirlere yerleştirildiler. Yahudiler giderek Osmanlı İmparatorluğu’nda etkili bir yer edindiler. Yer edinmekle kalmayıp, tarihsel oluşum ve deneyimleri sürecinde edindikleri kültürel birikim sayesinde Osmanlı saraylarında söz sahibi oldular. Bu durumu önceleri saraya bir şekilde kızlarını sızdırarak, padişahlarla evlilikler yoluyla sağlarlarken, tarihin ilerleyen safhalarında Sabetaycılık ideolojisiyle daha etkin hale geldiler. Özelde İttihat ve Terakki ile tamamıyla iktidara oturup, yüzyıla en çok damgasını vuranlar oldular. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşu üzerinden çok geçmeden halkların ve kültürlerin başına balyoz gibi inecek olan tek devlet, tek dil, tek millet, tek bayrak söylemi de, yine Yahudi Türklerin marifeti olarak tarihe geçecektir. Tuhaf gelebilir ama yıllar sonra gelişecek olan özgürlük hareketine en çok karşı duracak ve saldıracak olanlar yine Siyonist ya da Sabetaycı kökenli Türkler yani Beyaz Türkler olacaktır. Başkan Apo’nun yüzyılın en büyük korsanvari komplosuyla esir alınarak Türklere teslim edilmesinde yine en büyük rolü bu dönme “Yahudiler oynayacaklardır.
Denilebilir ki, Kürdistan’da ihanetle Yahudilerin ya da Sabetaycılığın ne ilişkisi vardır? Ne var ki, yakın tarih ve güncellikteki durumları hiç de sanıldığı kadar mahsum değildir. Kürdistan’da bugün gelişen özgürlük hareketine en çok karşı duran ve komplo tezgahlayanlar Siyonistlerdir. Yine Türkiye içerisinde Türkleşmiş Yahudiler olan Sabetayistlerdir. Kürtler arası birliği engelleyen, barajlayan ve Ortadoğu’da Kürtleri yalnızlık siyasetine itenler hem Türkiye’deki Sabetayistler olurken, hem de Kürtler arasında Sabetaycılığa geçen, bu bağlamda İsrail’le her şart altında kader birliği yapan Kürtlerdir. Tüm bu söylediklerimizin kapsamlı bir ihanet şebekesini oluşturduğunu iddia etmemiz çokta yanlış olmaz. İşte bunun için Osmanlılardan başlayarak, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve sonrası döneme kadar Yahudilerin, Siyonistlerin ve Sabetaycıların gelişimini kısaca ele almanın da faydalı olacağını düşünüyoruz.
Ancak Sabetaycılığı ele almadan önce Osmanlı sarayına bir şekilde düşen bazı Yahudi kökenli kadından söz etmek iyi olabilir:
Hürrem Sultan, (1506 -1558) Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi ve Osmanlı tarihinde önemli roller oynamış bir sultandır. Bir Osmanlı padişahıyla nikâhla evlenmiş tek kadın olarak bilinir. Leh asıllı Yahudi bir ailede doğan Hürrem Sultan, küçük yaşta 1520 tarihinde Ukrayna’dan kaçırılır. Sonra da bir şekilde Osmanlı sarayına sunulur. Hürrem Sultan, sarayda özel bir eğitim görür. Kadınsılığı, zekâsı ve becerisi ile padişahın dikkatini üzerine çekmeyi başarır. Harem kadınları ve saray ileri gelenleri arasında da kendine yer edinir.
Hürrem Sultan saraya geldiğinde, Kanuni’nin cariyelerinden biri olan Mahidevran Sultan’dan Mustafa isimli bir oğlu vardır. Mustafa zamanla çok sevilen bir şehzade haline gelir. Mustafa’nın Kanuni’den sonra padişah olmasına kesin gözüyle bakılır. Bu da Mahidevran Sultan’ın, Valide Sultan olacağı anlamına gelir. Oysa Hürrem Sultan her bakımdan Mahidevran Sultan’ın önüne geçecek ve Kanuni’nin güven ve sevgisini kazanarak, onun nikâhlı eşi olacaktır. Rakibi olan veziri azam İbrahim Paşa’yi tasfiye edip Rüstem Paşa’yı veziri azam yaptıracak ve kızı Mihrimah Sultan’ı Rüstem Paşa ile evlendirerek, onunla bir ittifak oluşturacaktır. Kanuni, yeniçeriler tarafından çok sevilen oğlu Mustafa’yı kendisini tahttan indirmeyi planladığı inancıyla öldürtür. Bunu yapanın Hürrem Sultan olduğu çok yazılır, çizilir. Unutmayalım nikâhlanmış tek kadındır. Bu olayın arkasında daha farklı şeylerin döndüğü açıktır. Yahudilerde soy anadan oğula geçer. Dolayısıyla ana, yani kadın çok önemlidir.
Nurbanu Sultan (1525-1587) Osmanlı Padişahı III. Murat’ın annesi, Valide Sultan ve II. Selim’in eşidir. 1520’lerde henüz 10 yaşlarında bile değilken, Osmanlı korsanları tarafından kaçırılmış ve İstanbul’da pazarda satılmıştır. Osmanlı kaynaklarında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak geçer. Onlu yaşların başındaki bu küçük kız, bir saray görevlisi tarafından hizmetli yetiştirmek maksadıyla satın alınır. Henüz çok küçük yaşta kendisini sarayda bulan kız, saraydaki diğer hizmetçiler gibi eğitimden geçirilir. Ve ne hikmetse Hürrem Sultan onu tesadüfen görecek ve ona vurulacaktır. Hürrem Sultan sonra da bu kızı oğlu olan Şehzade Selim ile evlendirir. Tabii bu arada kızın ismi Nurbanu Sultan olmuştur. Yani “tanrının ışığını saçan kraliçe ! Tesadüfen mi diyelim, Selim’in tüm kardeşlerinin ölmesiyle, Selim önce Kanuni’nin varisi, sonra da Osmanlı imparatoru olur, Nurbanu da bir kraliçe. Selim ve Nurbanu’nun oğlu Murat, Selim’in ölümüyle Osmanlı Padişahı olur ve Nurbanu hayatına valide
sultan olarak devam ederken, Hürrem’den sonra uzun yıllar Osmanlı imparatorluğunu kapı arkasından yönetir. İlginç değil midir?
Devam etmeden önce, tesadüfen kardeşlerinin ölmesi demişken, bir parantez açarak Osmanlılarda “tesadüfen ölen kardeş, yeğen ve oğullara kısaca değinelim.
“Osmanlılarda kardeş katli meselesi şöyledir. Osman Gazi’nin kardeşi Dündar beyi katli, birinci Murad’ın kardeşleri Halil ve İbrahim’le oğlu Savcı’yı katli, Yıldırım Beyazıt’ın kardeşi Yakup’u katli, İkinci Murad’ın amcası Mustafa ile kardeşi Mustafa’yı katli, Fatih Sultan Mehmet’in kardeşi Ahmet’i ve oğlu Orhan’ın katli, İkinci Beyazıt’ın kardeşi Cem Sultan’ın oğlu Oğuz’u katli, Yavuz Sultan Selim’in babası İkinci Beyazıt’ı zehirlemesi ve kardeşleri Korkut ve Ahmet’le sekiz yeğenini katli, Kanuni Sultan Süleyman’ın Cem Sultan’ın oğlu Murat ile onun oğlunun idamı, oğlu Mustafa ile oğlu Mehmet’i
katli ve yine oğlu Beyazıt ve onun beş oğlunun katli, Üçüncü Murat’ın beşkardeşini katli, Üçüncü Mehmet’in 19 kardeşini ve oğlu Mahmut’u katli, İkinci Osman’ın kardeşi Mehmet’i katli, Dördüncü Murat’ın kardeşleri Beyazıt, Süleyman ve Kasım’ı katli, nihayet Üçüncü Osman’ın amcazadesi şehzade Mehmet’i katli… İlk akla gelen kardeş katilleridir (Dr. Mehmet Akman: Osmanlı Devleti’nde Kardeş katli, Eren yayınları) diyerek parantezimizi kapatıp, konumuza devam edelim.
Safiye Sultan (1550-1618) Osmanlı Padişahı III. Mehmet’in annesi, Valide Sultan ve III. Murat’ın eşidir. Henüz 14 yaşındayken Akdeniz’de gemiyle yapılan bir seyahat sırasında, Osmanlı korsanları tarafından kaçırılır ve Safiye de Osmanlı sarayına düşer. Safiye de Yahudi’dir. Safiye Sultan’a bu kez Nurbanu, oğlu Sarı Selim için taliptir. Satın alınır, Sofia olan ismi Safiye yapılır ve 17 yaşında III. Murat’a sunulur. Hemen ardından Osmanlı tahtının gelecekteki imparatoru III. Mehmet’i doğurarak, saraydaki yerini sağlamlaştırır.
Hürrem Sultanla başlayan süreç, Safiye Sultan ve başkalarıyla devam etmiştir. Esasta artık Osmanlı tahtında Yahudiler hem ekonomik güçleriyle, hem de sarayda padişahlara eş olmalarıyla önemli etkilerde bulunurlar. Örneğin o yıllarda Osmanlı sınırları içerisinde yer alan kimi Hıristiyan gruplara gösterilen tahammülsüzlük, İspanya’da Yahudilere yaşatılan pogromlara cevaben yaptırıldığı iddiası düşündürücüdür. Ayrıca çok sonraları Ermenilere karşı yapılacak korkunç soykırımda birçok Sabeteyist Jön Türkün yer alması manidardır.
Ancak devam etmeden önce Önderliğin bahsettiği başka bir konuyu da aydınlatalım. Osmanlı sarayında sadrazamları katledecek kadar etkili olabilecek bir Safiye Sultanı bilmek anlamlı olacaktır. Bu sadrazamlardan bir tanesi Sokullu Mehmet Paşa (1505-1579)’dır.
Bu olay ve ondan önce Şehzade Mustafa’nın katledilmesi gibi olaylar, Yahudilerin iktidara yakın olmak ve iktidarı ele geçirmek için ne kadar iddialı olduklarına örneklerdir.
Sabetaycılığa giriş için yukarıda söylenenler önemliydi. Şimdi Sabetaycılığa adını veren Sabetay Sevi’ye geçelim. Tarih kitapları Sabetay Sevi için ’17. yüzyılda Yahudiler arasından ortaya çıkan Sahte Mesih’ ifadesini kullanıyor. Ancak ortaya çıktığı dönemde tüm dünyadaki Yahudiliği ikiye bölen, sadece Osmanlı’da bir milyon kişiyi etrafına toplayan, Avrupa, Asya, Afrika ve hatta Amerika’ya kadar uzanan, Yahudilik gibi İslamiyet’i ve Hıristiyanlığı da etkileyen bir harekettir. İspanya, Portekiz, Provence, İtalya, Sicilya, Almanya ve Avusturya’dan gelen Yahudilere ‘Sefarad’, aynı dönemde Orta ve Doğu Avrupa’dan gelenlere de ‘Aşkenaz’ deniyordu. Dönmeye ise genel manada ‘Avdeti’ deniyordu.
Sabetay Sevi, 1 Ağustos 1626 tarihinde dünyaya gelir. Yahudilikte cumartesi günü doğan çocuklara mümkünse ‘Sabatai’ adını verme geleneği gereği bu ismin verildiğinin altı çiziliyor. Bu tarih aynı zamanda Yahudilerin, Birinci ve İkinci Tapınakları’nın yıkılışını andıkları gündür. İzmirli Sabetay Sevi, 1648’de 22 yaşında Mesihliğini ilan edip tarihin en gizemli hareketini oluşturur.
Sabetay Sevi, önce İsrail’e oradan da Mısır’a uzun bir yolculuk yapar. Bu yolculukta Mesih olduğu kabul görür. Ardından Sabetay Sevi tekrar İzmir’e döner. Sabetay 1666 yılının ilk günlerinde İzmir’den ayrılarak, İstanbul’a doğru yola çıkar. Müritleri onun İstanbul’a, iktidarı Padişah IV. Mehmet’ten almak üzere gittiğine inanırlar. İzmirli hahamların şikâyetiyle saray da bu durumdan haberdar olur. Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa’nın emriyle, Sabetay’ın içinde bulunduğu gemi Çanakkale Boğazı’nda durdurulur. Sabetay elleri ve ayakları zincire vurularak İstanbul’a getirtilir. Hemen ardından da
kürek mahkûmlarının tutulduğu Haliç’teki Bagno Zindanı’na kapatılır. Sevi üç gün sonra yargılanmak üzere Sadrazam’ın başkanlığındaki Divan’a çıkarılır. Girit Seferi öncesinde ortalığın karışmasını istemeyen Osmanlı yönetimi, Sabetay’ı Çanakkale Gelibolu’da bulunan bir kaleye hapsetmeye karar verir. Ancak ne hikmetse Sabetay Sevi burada daha etkili olacaktır. Binlerce müridi onu ziyaret edecek ve çevresi daha fazla genişleyecektir. Yapılan şikâyetler üzerine IV. Mehmed, Sabetay’ın Edirne’ye getirilmesini emreder. Edirne’de Padişah’ın da paravan arkasından izlediği bir sorgudan geçirilen Sabetay’a iki seçenek sunulur. Karşısına bir okçu yerleştirilen Sabetay’a, “Peygamber olduğunda ısrarlıysan sana ok attıracağız. Mucizeni göster de kurtul. Yok, ısrarlı değilsen o zaman ceza olarak Müslüman olacaksın” denilir. Sabetay Müslümanlığı seçtiğini bildirince, hayatı bağışlanacaktır. Edirne Sarayı’na kapıcı başı tayin edilerek maaşa bağlanır. Sabetay’ın Müslüman oluşu müritleri arasında bir dalgalanmaya neden olur. Bazıları onu izlemekten vazgeçerken, bazıları da bunu ‘Mesih’in’ anlamını henüz bilemedikleri bir hareketi olarak yorumlayıp ona sadık kalırlar. Zaten bir süre sonra Sabetay da çevresine bunun bir oyun olduğu mesajını yayar. Bunun üzerine müritler tıpkı onun yaptığı gibi Yahudilikten çıkarak, Müslümanlığı kabul etmeye başlarlar. Bu tarihten sonra da ‘Avdeti’ ya da ‘Dönme’ olarak adlandırılırlar.
Edirne Sarayı’nda yedi yıl kalan Sabetay, bir süre sonra Padişah IV. Mehmed’in takdirini kazanır. Zaman zaman İstanbul ve Selanik’e gider. Bu ziyaretlerinde sinagoglara gitmesi ve müritleriyle beraber Yahudi ayinlerine katılması, bir süre sonra şikâyet konusu olacaktır. Faaliyetlerine devam ettiği anlaşılınca, Arnavutluk taraflarına sürgüne gönderilir ve orada ölür. Ama kendisini takip eden 200 aile Selanik’e yerleşerek dış görünüşte Müslüman, gerçekte ise Sabetaycı-Yahudi olarak yaşamaya devam eder.
Bilindiği üzere, Selanik sonradan gelişecek olan Türklük akımı için önemli bir merkez olacaktır. Uzun bir süre Türklerin siyasetine damgasını vuracak olan tüm siyasetçiler buralıdır ya da buradan yetişmedir.
Sabetay’ın ölmesine rağmen, müritleri ona sadık kalırlar. Bu nedenle onun tavsiyelerine uyarak toplum içinde Müslüman kimlikleriyle yaşayıp, gizli gizli Yahudi inançlarını sürdürmeye başlarlar. Diğer Yahudiler onları Müslüman olarak kabul ettiklerinden cemaatlerinden ayrı tutarlar. Sabetaycı yahut dönme olarak adlandırılan bu grup, Selanik’in Yunanistan’da kalması ile 1924 yılında yapılan nüfus mübadelesi sonucu Türkiye’ye göç eder ve başta İstanbul’un Şişli ve Nişantaşı semtleri olmak üzere, çeşitli bölgelerine yerleşirler.
Radikal İslamcı düşünce Sabetaycılığı, Siyonizm’in bir uzantısı olarak görmektedir. Günümüzde Sabetaycılık’a, Türkiye’de bir ilgi söz konusu iken, bu ilginin Polonya, Rusya, Hollanda, Amerika (1759’da
Polonya’daki Frankistler toplu halde Hıristiyanlığı benimsemiş Yahudilerdir) ve Akdeniz ülkeleri gibi dünyanın birçok yerinde de söz konusu olması ilginçtir.
İttihat-Terakki’nin kurulmasıyla siyasi rolleri belirginleşen Sabetaycılar, Masonluk ve Melamiliğe (Niyazi-i Misri’nin kurduğu tarikat) karşı da özel bir ilgi göstermişlerdir. Mesela, Abdülhamit’e tahttan
indirilme kararını tebliğ eden İttihat ve Terakki heyetinde, Selanik Yahudi cemaatine mensup Emanuel Karasu da bulunmaktadır. Abdülhamit’in tahtan indirilmesine ilişkin tarihçeler şu noktada birleşiyorlar:
Abdülhamit ile Siyonistler çokça görüşme talep ettikleri biliniyor. Hatta Siyonist hareketin en etkili isimlerinden olan Herzl’in 1900’lerin başında ise Abdülhamit ile bir kez görüştüğü de biliniyor. Bu yüz
yüze görüşmede ve görüşmelerde Abdülhamit’ten daha önce Siyonistlerin Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması bunun için Yahudilerin bunun karşılığında büyük paralar verecekleri hatta Osmanlının var olan borçlarını karşılayabileceklerini de söylemişlerdir. Ne var ki Abdülhamit’in bu taleplere olumlamayarak çok sert cevaplar verdiğini de tarihi belgeler bizlere söylemektedir.
Abdülhamit’in sarf ettiği : “Bu toprakların bir karışını bile satman, çünkü bu topraklar bana değil, halkıma aittir. Halkım bu toprakların her karışı için kanını feda etmiştir… Türk İmparatorluğu bana değil
Türk Halkı’na aittir. Bu yüzden hiçbir parçasını geri vermem. Bırakın Yahudiler paralarını kendilerine saklasınlar sözleri öyle görülüyor ki Yahudi daha doğrusu Siyonistlerce hiç unutulmamıştır. Unutmadıklarını bizler Abdülhamit’in başına gelenlerden biliyoruz.
Yine Selanik’te o dönemde, mason locaları ve tarikatlarda etkili olan Türk ve Müslüman kimlikli aydınların pek çoğu Sabetaycıdır. Örneğin 1908 başında tarihçi Dumont Veritas’ın locaya bağlı Müslüman üyeler diye sunduğu Osman Adil, Faik Nuzhet (daha sonra bakanlık da yapacaktır), Talat İsmail, Fazlı Necip ve Mehmet Servet Bey’in Sabetaycı kökenli oldukları sonradan anlaşılmıştır. Sabetaycılar Yakubiler, Kapancılar ve Karkaşlar olmak üzere –değişik dini yorumlar sonucunda– üç kola ayrılmışlardır.
Masonluğun kuruluşundan itibaren Yahudiliğin etkisinde olduğu ve masonluğu Yahudilerin yönettiği artık sır olmaktan çıkmıştır. Yahudilerin, Tanrı tarafından seçilmiş ırk oldukları ve diğer bütün insanları
yönetmekle görevlendirildikleri şeklindeki inançlarını iyi bilmek gerekir. Masonluk, Yahudilerin dünyayı yönetme ideallerine hizmet eden ve Yahudiliğin kontrolünde olan gizli bir teşkilattır.
Sabetaycıların ekonomik güçleri, yüksek kültür seviyeleri ve masonluğun gücü de dikkate alındığında, bu grubun çok önemli bir güç haline geldiği kendiliğinden ortaya çıkar. Sabetaycıların siyasette İttihat Terakki ile etkili olmaya başladıklarını söylemek yanlış olmaz. Nitekim İttihat Terakki’nin ilk kabinesinde Maliye Nazırı yani bakanı olan Cavid Bey, Sabetaycı bir siyasetçiydi. Cumhuriyet döneminde de ilk kabinede yine Maliye vekili olarak bulunan Cavid Bey, Atatürk’e karşı düzenlenen İzmir suikastına katıldığı gerekçesiyle idam edilmiştir.
İsmail Cem, Rahşan Ecevit, Tansu ve Özer Çiller, Coşkun Kırca, Yılmaz Erdoğan, Gülben Ergen, Süleyman Demirel ve daha nicelerinin Sabetayist olduklarını bugün bize bu konuda uzman geçinenler belirtiyor.
Anlaşılıyor ki Sabetaycılar, Osmanlı ve Türkiye tarihinde göz ardı edilmeyecek derecede, siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel gelişmelere olumlu-olumsuz damgasını vurmuşlardır. Belirtilmeli ki bazı Sabetaycılar Türkiye’nin demokratikleşmesi ve iç barışını oluşturması çabası ile sürecine karşı, çok olumsuz bir tutum ve faaliyet içinde olmuşlardır.
Konunun başında da belirttiğimiz gibi Türkçülüğün geliştirilmesi de, Yahudilerin marifetidir. Yahudiliğin “Türk rengine bürünerek, Türkçülüğü geliştirmesi bu davranış tarzının en çarpıcı örneklerinden biridir. Türk Milliyetçiliği’ni Türklerden önce Yahudiler geliştirmiş ve bunu Ortadoğu’daki tarihi amaçlarının bir parçası olarak ele almışlardır. Osmanlı yönetiminde Türklük hor görülen ve aşağılanan bir kimlik iken, bu devletin son dönemlerinde Yahudiler tarafından öne çıkarılarak, kendi stratejilerinin bir bileşeni kılınmıştır. Bu yönüyle resmi ya da devletleştirilen Türkçülük özü itibariyle bir Yahudi-Siyonist icadıdır.
19. yüzyılın başlarından itibaren başta İngilizler olmak üzere, dıştan dayatmayla Osmanlı’da başlatılan “Batılılaşma hareketleri 1865 tarihine geldiğinde, Yeni Osmanlılar Cemiyeti (Genç Osmanlılar) ile ilk
örgütlülüklerini oluşturmaya başlarlar. Bu örgütlenmelerin en faal üyelerinden biri de Fransız vatandaşı Yahudi Leon Kahun’dur. Bu harekete 1867 yılından itibaren Jön Türkler (Genç Türkler) denmeye başlanmıştır. Leon Kahun daha sonra Türkçülüğün teorisyenliğine soyunur. İlkin 1869 tarihinde, “Asya Tarihine Giriş Türkler ve Moğollar kitabını yazar. Türkler hakkında abartılı bilgilerin bulunduğu bu kitap, sonradan Türk ırkçılarının temel kaynaklarından biri olur. “Türkçülüğün Esasları eserini yazan Ziya Gökalp’ın temel başvuru kaynaklarından biri olan bu eser, Mustafa Kemal’in de sıkça başvurduğu bir kitap olacaktır. Yazar Cemil Meriç kitap için “Türk Milliyetçiliği’nin Kur’anı Kerim’i demektedir. Leon Kahun, 1876 tarihinde de bu sefer benzer nitelikteki “Gök Bayrak romanını yazmıştır.
Türk Milliyetçiliği’nin mucitlerinden olan diğer bir Yahudi ise, Armin Herman Vambery’dir. Vambery, Macaristan’ın başkenti Budapeşte Üniversitesi’nde 1870 yılında ilk Türkoloji kürsüsünü kurmuştur. Vambery, 1908 yılında yine Budapeşte’de açılan dünyadaki ilk Türk Derneği’nin de onursal başkanıdır. Yine 1910 yılında kurulan “Turan Cemiyeti nin de onursal başkanlığını yapmıştır.
Osmanlı Devleti’nde gerek Jön Türk Hareketi, gerekse onun devamı olan İttihat Terakki Partisi, Batı’daki Yahudi–Mason örgütleri ve localarına bağlı olarak çalışıyor ve onlar tarafından finanse ediliyordu.
İngilizlerin de bu hareketlerin gelişimindeki yönlendiriciliği belirgindir. Jön Türklerin Yahudi desteğiyle, Osmanlı yönetimine yönelik gerçekleştirdiği ilk darbenin tarihi 1876’dır. Kurucuları arasında Abdullah Cevdet ve İshak Sükûti gibi Kürtlerin de yer aldığı ve Jön Türk mirasını devralan İttihat Terakki Partisi ise 1908’de iktidarı ele geçirdikten sonra, 10 yıl boyunca ülkeyi darbeler ve krizlerle yönetmiştir. İttihat Terakki Partisi, İtalyan Mason Karborani örgütünü örnek almış ve bu örgütün gizlilik esaslarına göre yapılanmıştır.
Bilindiği gibi Karborani Mason örgütü 1800’lerin başlarına kadar uzanan bir geçmişi bulunmaktadır. “Karbonariler bütün sosyete sınıflarından mensuplarını toplayarak devlet içinde devlet haline gelmişlerdi.
Mensuplarına askerî emirler vererek, onların suçlarını bile gizli mahkemelerinde yargılıyorlardı, Umumî mahkemeye kendi gizli mahkemelerinin müsaadesiyle müracaat edilebiliyordu.
Yukarıda yapılan alıntıda da görüldüğü gibi temel yöntemleri gizli çalışarak, içten fethetme yöntemi olmaktadır. İttihatçıların da benzer bir yöntemi zamanında ve bugün ki İttihatçıların, Ergenekoncuların, JİTEM’cilerin, Özel Harp’çıların halen de Türkiye’de kullandıkları bilinmektedir.
Osmanlı’dan sonra Cumhuriyet döneminde de Yahudi müdahalesinin sürdüğü görülmektedir. Bu dönemin öne çıkan ismi Avram Galanti’dir (sonradan Soyadı Kanunu gereğince Bodrumlu soyadını almıştır). Galanti’nin Türkçülük çalışmaları, Kahun ve Vambery’nin çalışmalarına göre daha sistematik ve daha derindir. Üniversitelerde profesörlük yapan Galanti, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bir dönem CHP’den, bir dönem de bağımsız olmak üzere iki defa milletvekilliği yapmıştır. Türk ırkçılarından çok daha ırkçı bir “çizgi tutturan Galanti, Türkiye’deki tüm halkların asimilasyonunu savunmuş,
bugünkü “tek çi anlayışın teorisyeni olmuştur. Türkçü görüşlerini birçok kitapta dile getiren bu Yahudi, Mustafa Kemal hakkında yazdığı yazılarında onu adeta göklere çıkarmıştır. Galanti bir yazısında da hızını alamayarak Tevrat’tan yola çıkıp Yasef’in oğullarından Togarma’nın, Türkler olduğunu dile getirir ve bu biçimde Türklükle Yahudiliği kendince birleştirmeye çalışır. İlginç görülebilir ancak altı yaşından başlatılıp ergenlik yaşlarına kadar her okul günü çocuklara okutulan 23 Nisan 1933 yılında yazılmış Türk andı olarak bilinen faşist yemini yazan yine bir Sebatayist olan Dr. Raşit Galip isimli bir
kişidir.
Meselenin ilginç bir boyutu ise, Türkçülüğün bu Yahudi–Siyonist karakterinin Cumhuriyet tarihi boyunca gizlenmesidir. Okullarda okutulan tarih kitaplarında ve yayınlanan diğer eserlerde Türk
Milliyetçiliği’nin kökenleri ve yaratıcıları sır gibi saklanmış olup, Siyonistlerin stratejik programlarının bir ürünü değil de sanki kendi iç dinamikleriyle ortaya çıkmış gibi anlatılır. Bu yaklaşımın kendisi dahi
Siyonist–takiyyeci bir tarzdır.
Londra, Selanik, Budapeşte, Paris ve İstanbul gibi merkezlerde Siyonist–Mason tarzıyla pişirilen Türkçülük gibi Kürt Milliyetçiliği ve Kürtçülük de, Finans Kapitalin belli başlı merkezlerinin kumandasıyla Güney Kürdistan’da bilinen ve palazlandırılmış olan ailenin eliyle geliştirildi, geliştiriliyor. Bu projenin geçmişi 150 yıl öncesine dayanır. Şimdi ana merkezleri Hewler ve Süleymaniye’dir. Tarz aynıdır. Renk Kürt ancak özü Siyonizm tarzı örgütlenmedir.

8-İttihat ve Terakki’ye Kısa Bir Değerlendirme Modern Türkiye Tarihi üzerine tarihsel, toplumsal ve siyasal çalışmalarıyla bilinen ünlü düşünür Şerif Mardin, İttihat ve Terakki Hareketi için: “Yeni Osmanlılar dediğimiz ihtilalci örgüt ve devlet adamlarından, askeri bürokratlardan ve ulemadan oluşan bir Cunta Hareketidir demektedir.
1889 yılında İttihad-ı Osmanî Cemiyeti, askeri tıbbiyede kurulur. Sonraları farklı adlar altında kurulan çeşitli örgütlerin bir nevi bir araya gelmeleriyle, kendilerini önceleri Terakki ve İttihat ardından da İttihat ve Terakki olarak adlandırırlar. Kuruluşu Ahmet Rıza, Prens Sabahattin, Bahaddin Şakir, İbrahim Temo (Arnavut), İshak Sukuti (Diyarbakır’lı, Sükützadelerden, Kürt), Mehmet Reşit Bey (Çerkez), Hüseyinzade Ali (Azeri) ve Abdullah Cevdet (Malatya-Arapgir), Mahir Said gibi isimlerin öncülüğünde oluşsa da, ileride sivrilecek olan ve harekete damgasını vuracak olanlar Talat Paşa, Enver Paşa,
Cemal Paşa, Dr. Nazım, Cavit Bey ve Abdullah Cevdet olacaktır. Aslen hasbehas Kürt olmasına rağmen Türkçülüğün ilk babalarından olacak olan Ziya Gökalp da, sonraları bu hareketin lider kadroları arasında yerini alacaktır. Bu kişi “Vatan, ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan! Vatan, büyük müebbed bir ülkedir, Turan diyecek kadar Türkçü ve kendi halkına da bir o kadar düşmandır. Paris’te 1902 yılında yapılan İttihat Terakki Kongresi’ne Abdurrahman Bedirxan ve Hikmet Baban’ın da, katılmaları bu oluşuma gösterilen ilginin anlaşılması açısından da ilginçtir. Ermeniler, Arnavutlar ve Yunanlar gibi birçok halktan olan insanlar bir dönem en aktif olarak bu oluşumda yerlerini almışlardır.
Şerif Mardin’in de belirttiği gibi ağırlıklı olarak askeri kökenlilerden oluşur. Örgütlendikleri merkez Selanik’tir. Selanik, aynı zamanda o dönemlerde Sebataycılık ile Masonculuğun Osmanlı içerisinde en güçlü merkezidir. Çoğu İttihatçı, aynı zamanda Mason Localarına üye olarak yer alır. Ortak özellikleri Osmanlı’nın gidişatından rahatsız oluşlarıdır. Renkleri yer yer farklı olsa da hepsi özünde imparatorcudur. Bir başka ortak bir özellikleri ise, komitacı diye bilinen çete savaşında uzman oluşlarıdır. Balkanlarda devletin yapamadıklarını, bu komitacılar kendi başlarına halklara kan kusturarak yapmaktadırlar. Tuhaf olan ise bu hareketin içerisinde Ermeni ve Kürtlerin de yoğun olarak bulunmalarıdır. Hatta örgütün beyin takımında bulunan Abdullah Cevdet, dönemin ünlü bir Kürt Düşünürü’dür.
Başkan Apo Oligarşik Cumhuriyet Gerçeği kitabında bu örgütü şöyle değerlendirmektedir: “İttihat Terakki içinde farklı uluslara mensup şahsiyetler vardı. Bunların çıkarlarının çatışacağı açık! Farklı çıkarlar
savunanların bir komite içinde birlik oluşturmalarının bir nedeni olmalı. Tüm ayrılıklarına rağmen, hepsi Sultan Abdülhamit’in baskıcı rejimine karşıydılar ve yine hepsi Batıya derin bir hayranlık duyuyordu. Abdülhamit’in Pan-İslamcılığı batıya hayran aydınlarda sıkıntı yaratıyordu. Bu rejimin değiştirilmesi Ortak amaçlarına hizmet ediyordu. Başlangıçta bir Türk Milliyetçiliği ideali yoktur. Türk Milliyetçi çıkarları savunulduğu kadar Kürt Milliyetçi çıkarları da savunulur. Abdülhamit’in bazı engellemelerine rağmen bu engellemelerden bir bütünen kurtulmak istiyor. Bunun sonucu olarak biraz
İttihatçı kesilmek zorundadırlar. İşte Abdullah Cevdet, İshak Sükûti biraz da bu nedenle İttihatçılarla birlikte hareket eder… Bunlar İttihat Terakki’ye girerek, kendi Kürtlüklerini herhalde canlı yürüteceklerini sanırlar. İttihat Terakki aslında dolaylı bir Kürt Milliyetçiliği’ni de temsil eder. İlk başlarda sadece bir Türk Milliyetçi örgütü değildir. En az Türk Milliyetçiliği kadar, biraz da Kürt Milliyetçisi bir örgüttür. Başka şeyler de var Araplar da aslında ilk milliyetçi kulüplerini İttihat Terakki içinde yetiştirirler. Hatta Ermeniler az çok etkilenirler. Gerçi Ermeniler milli olarak güçlüdür. Hınçak-Taşnak Partisi 1890’larda kurulur. Ama yine de ilgileri ve ittifakları var. İttihat Terakki gerçeğinde karşımıza çıkan şudur: Kozmopolit bir yapısı bulunan ve Abdülhamit’in İslamcılığı’ndan sıkıntısı olan ağırlıklı olarak Mason Localarının içinde yetişerek Masonlaşanların etkilemesiyle geliştirilen burjuva bir örgütlenme. Ama herkesin amacı biraz değişiktir. Örneğin Arnavutlar, Arnavut Milliyetçiliği’ni, Kürtler, Kürt Milliyetçiliği’ni. Araplar, Arap Milliyetçiliği’ni yapar ve geriye kalan en şoven olmak durumunda kalan Osmanlı Paşa Milliyetçiliği’dir
Bu Osmanlı paşa milliyetçileri, 23 Temmuz 1908 yılında Abdülhamit’e karşı hürriyet ilan ederler. Sloganları “Herkese Eşitlik, Hürriyet ve Kardeşlik idi. Ancak gerçek olan şudur ki İttihat Terakki, Türkiye
Tarihi’nin en karanlık sayfalarına adını kanla yazmaya başlar. Örneğin 31 Mart Vakası olarak bilinen 1909 yılındaki profesyonelce yapılan darbeyi öyle tertiplerler ki, yıllar sonra dahi kimse onlarla bağını kuramaz. Bu tertipte, 13 Nisan 1909’da yaşanan bir olay gerekçe gösterilerek Abdülhamit tahtan indirilir ve yerine V. Mehmet Reşat Paşa getirilir. Daha sonra, 23 Ocak 1913’te “Babıâli Baskını olarak bilinen eylemi yaparak Sadrazamı istifaya zorlarlar. Bu eylemde ya da baskında Savunma Bakanı düzeyindeki Harbiye Nazırı’nı bile vuracak kadar gözü karadırlar. Siyasal karşıtlarını en ince komplo yöntemleriyle vurmaktan çekinmezler. Örneğin onlarca gazeteciyi sokaklarda gündüz ortasında, şakaklarına tabancaları dayayarak katledebilmişlerdir. Hasan Fehmi- Serbesti Gazetesi’nin Başyazarı, Zeki Bey- Şehrah Gazetesi Başyazarı, Hasan Tahsin, Samim Bey- Sadayı Millet Gazetesi ve daha nicesi. Hepsi de “ülke ve vatan düşmanları oldukları için, gerici, yaftacı teşkilat mensupları oldukları için,
ülkenin birliğini ve beraberliğini bozmak isteyen nifak tohumları eken oldukları için katledilmişlerdir. Şu tarihsel ironiye bakın! Bugün de aynı yöntemlerle, aynı kirli politikalar sürdürülmektedir.
İttihat Terakkiciler giderek asıl yüzlerini göstereceklerdir. Önceleri sözde ortakçı ve yenilikçi görünenler, özünde ne kadar militarist ve halklara düşman olduklarını göstereceklerdir. Çok erkenden
Ermeni Kıyımı’na geçeceklerdir. Gerekçeleri ise “savaş esnasında düşmanlarla işbirliği yapma suçlamasını öne sürerek, 1,5 milyon Ermeni katledilecektir. Ermenilerden sonra sıra Kürtlere gelecektir. 1916 yılında Anadolu’ya sürülen Kürtlere-önceden hazırlanmış bir plan gereğince-, orada daha önce yaşayan mevcut halktan ırkçı bir muamele görecekler. Nüfusları yüzde beşten fazla olmayacak, ana dilleri yasak edilecek, aydınları ve büyükleri çocuklarından kopartılacak ve Türkçe öğrenme zorunlu kılınacaktır. O meşhur “Zo gitti, lo kaldı sözü bu dönemlerden kalmadır. Yani ‘Ermeniler katledildi sıra Kürtlere
gelmiştir!’ anlamında kullanılmıştır. Savaş esnasında Enver Paşa, 90 bin askerin korkunç kış şartlarında öldüğü Sarıkamış Seferi’nden sonra yok yere şu sözleri sarf etmemiştir: “Sarıkamış Çarpışması’na dıştan bakarsak yenildik sayılır. Fakat gerçekten muzafferiz. Çünkü Sarıkamış Ormanlarından Erzurum’a kadar uzanan yollar üzerinde on binlerce Kürt Genci’nin cesedini bıraktık diyebilecek kadar Kürt Soykırımı’na angaje olmuştur.
İttihat ve Terakki Cemiyeti yalnızca Ermeni ve Yunanlılara yönelmekle kalmayıp açıkça görüldüğü gibi, Talat Ermenileri, Enver Kürtleri ve Cemal Paşa ise Arapları sindirmek için iş bölümüne gitmişlerdir. İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetiminin baskı ve gelişen zulmüne karşı Araplar içerisinde büyüyen öfke aktif mücadele çağrılarına neden olmuştu. O dönemde yayınlanan bir bildiride geçen şu sözler bu öfkeyi açıklar niteliktedir: “… Sana ve senin diline düşmanlık gösteren bu kişileri ülkenizden temizleyin. Müslüman ve Hıristiyan Araplar, düşmanınıza karşı birleşiniz, sakın bu Müslüman Arap’tır,
bu Hıristiyan Arap’tır demeyiniz. Hepiniz bir Allah’a bağlısınız ve din Allah’ındır. Onun için birleşiniz… Ey Müslüman Araplar, şayet bu zalim idare İslami idaredir diye düşünüyorsanız büyük bir hataya düşersiniz. Zira Allah kitabında “zalimler kâfirlerin ta kendileridir.
Direnmek için örgütlenmeye başlayan Arap Aydınlarına karşı tutuklama furyası başlatılır. Ardından ise, 20 Ağustos 1915 akşamı hapisten çıkarılan aydınlar sabah 04.00’den itibaren infaz edilmeye başlanır. 10’u Müslüman, 1’i Hıristiyan 11 Arap ileri geleni Beyrut’un ana meydanı El-Burç’ta asılır. 17 Müslüman ve 4’ü Hıristiyan 21 kişilik ikinci grup ise 6 Mayıs 1916’da şafakla birlikte idam edilir. 14’ü yine El-Burç’ta diğer 7’si ise Şam’daki al-Marjeh meydanında infaz edilir. Kararı veren ve mahkemeyi bu kararı almaya zorlayan Cemal Paşa’dır. Günümüzde nasıl ki Ermeniler 24 Nisan gününü MEDZ
YEGHERN (Büyük felaket, cinayet) yani soykırım günü olarak anıyorlarsa, Araplar da 6 Mayıs gününü şehitler günü olarak anmaktadır.
Tabii, İttihat ve Terakki, en kanlı yüzünü Teşkilat-ı-Mahsusa örgütünü kurarak gösterecektir. Çok ilginç ve düşündürücü yönü ise bugün dahil hiçbir zaman Teşkilat-ı-Mahsusa’nın herhangi bir yasayla
kurulmuş olduğunu gösteren bir belgenin dahi bulunamamış olmasıdır. Bu örgütün çeşitli alt birimleri vardır. Bektaşiler, Mevlevi Taburları gibi! Hepsi ağırlıklı Balkan Gönüllüleridir. Başkanları Süleyman Askeri Bey, Halil Bey ve en sonda ise Cevat Bey’dir. Oldukça fazla tetikçisi bulunmaktadır. Gözünü kırpmadan insanları katleden canavarlara sahiptir. Hıristiyan esirleri nasıl zoraki sünnet ettiklerini anlatışlarıyla meşhurdurlar. Yakup Cemil, Hüsamettin Ertürk Bey, Eşref ve Hacı Sami kardeşler, Sapancalı Haki, Ömer Naci Bey, Nuri Paşa, Eyüp Sabri ve daha niceleri. Hepsi de hukuk tanımadan, onlarca katliamı bizzat yapmış kafatasçı tetikçilerdir. Ve bunların çoğu bu vahşi cinayetlerde kullanıldıktan sonra ipleri dürülmüştür. Örneğin Yakup Cemil, 11 Eylül 1916 yılında 42 yaşındayken idam edilmiştir. Bu kadar yetkilerle donatılmış ve kirli işlerde acımasızca kullanılmış tetikçiler, her zaman olduğu gibi raydan çıkarak ağabeylerine karşı çıkabilmişlerdir. Böyle durumlarda aynen bugünlerde gördüğümüz gibi tek tek ortadan ya kaldırılmışlardır, ya da çete örgütü kurmuşlar gerekçesiyle yargılanmaya tabii tutulmuşlardır. Örgütün alt şubeleri vardır. Çoğu paramiliter kuruluşlardır Müdafaa i Milliye Cemiyeti, Türk Gücü Cemiyeti, Osmanlı Güç Dernekleri, Osmanlı Genç Dernekleri, Türk Yurdu Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti, Türk Ocağı, Milli Türk Cemiyeti, İstiklal ve İktisadı Milli Cemiyeti ve adını burada sayamadığımız daha birçok örgüt bulunmaktadır.
Bu bölümü Başkan Apo’dan bir alıntıyla kapatalım: “Ermeni soykırımı bu genel tablo içindeki en trajik bölümdür. Ulus-devlet için ayağa kalktıklarında (1914 öncesinde ve savaşın ilk yılında), İttihat ve Terakki yönetiminin 24 Nisan 1915 tarihli kararı temelindeki karşı saldırısıyla kendilerini binlerce yıllık yurtlarından atılmak ve yollarda imha edilmekle, geriye kalanların ise uzun süreli diaspora yaşamına mahkûm edilmesiyle karşı karşıya bulacaklardı. Diaspora Ermenileri bir gerçekliktir ama çok mutsuz, ezik ve yıkık bir gerçekliktir. Kurulan küçük Ermeni Ulus-Devleti belki de bir teselli kaynağı olacaktı. Soykırımda sadece Türkçü Burjuvazi’nin değil, Kürt Feodallerinin de payından bahsedilir. Bunlar sadece Ermeni Soykırımı’nda değil, aynı dönemlerde daha değişik biçimlerde (özellikle Hamidiye Alayları’nda) yürütülen Kürt Soykırımı’nda da asli suçlu unsurlar durumundaydılar. Halen yürütülmekte olan Kürt Soykırımı’nda bunlar ‘köy korucuları’ olarak, Kürtlüğü inkâr karşılığında mülklerini ve sermayelerini arttırarak ve gerektiğinde sahte Kürtçülük yaparak lanetli rollerini oynamaya devam etmektedir.
İttihat ve Terakki’ye bu kadar geniş yer vermemizin nedeni adeta halklara karşı bir soykırım makinesi olarak çalışmış olan bu zihniyetin bugün de benzer bir şekilde devrede olmasıdır. Kullandıkları yöntemleri, bugün TC Devleti’nin birçok gizli kurum ve kuruluşları uygulamaktadır. JİTEM bunlardan sadece bir tanesidir. Halkların karşısına Sivil Toplum Örgütleri olarak çıkarılan birçok örgüt, özü itibariyle paramiliter örgütlerdir. Ve ideolojik olarak beslendikleri yapılanmalar aynen o günlerdeki gibi Sabetaycılık ve Mason Localarıdır.[1]
ئەم بابەتە بەزمانی (Türkçe) نووسراوە، کلیک لە ئایکۆنی بکە بۆ کردنەوەی بابەتەکە بەو زمانەی کە پێی نووسراوە!
Bu makale (Türkçe) dilinde yazılmıştır, makaleleri orijinal dilinde açmak için sembolüne tıklayın!
ئەم بابەتە 995 جار بینراوە
هاشتاگ
سەرچاوەکان
[1] ماڵپەڕ | کوردیی ناوەڕاست | LEKOLİN
بابەتە پەیوەستکراوەکان: 5
زمانی بابەت: Türkçe
ڕۆژی دەرچوون: 15-03-2020 (4 ساڵ)
پۆلێنی ناوەڕۆک: مێژوو
جۆری دۆکومێنت: زمانی یەکەم
زمان - شێوەزار: تورکی
وڵات - هەرێم: باکووری کوردستان
تایبەتمەندییە تەکنیکییەکان
کوالیتیی بابەت: 95%
95%
ئەم بابەتە لەلایەن: ( سارا ک )ەوە لە: 10-06-2022 تۆمارکراوە
ئەم بابەتە لەلایەن: ( هاوڕێ باخەوان )ەوە لە: 11-06-2022 پێداچوونەوەی بۆکراوە و ئازادکراوە
ئەم بابەتە بۆ دواجار لەلایەن: ( سارا ک )ەوە لە: 05-05-2023 باشترکراوە
ناونیشانی بابەت
ئەم بابەتە بەپێی ستانداردەکانی کوردیپێدیا هێشتا ناتەواوە و پێویستیی بە داڕشتنەوەی بابەتی و زمانەوانیی زۆرتر هەیە!
ئەم بابەتە 995 جار بینراوە
فایلی پەیوەستکراو - ڤێرشن
جۆر ڤێرشن ناوی تۆمارکار
فایلی وێنە 1.0.1104 KB 10-06-2022 سارا کس.ک.

ڕۆژەڤ
ژیاننامە
کەرەمێ سەیاد
08-03-2015
هاوڕێ باخەوان
کەرەمێ سەیاد
ژیاننامە
سمکۆ عەزیز
17-11-2012
هاوڕێ باخەوان
سمکۆ عەزیز
شەهیدان
ژینا ئەمینی
17-09-2022
شەنە ئەحمەد
ژینا ئەمینی
ژیاننامە
سەید ئەحمەد حەسەنی فەرد
25-03-2024
زریان سەرچناری
سەید ئەحمەد حەسەنی فەرد
وێنە و پێناس
جگەرخوێنی شاعیر لەناو خۆپیشاندەران
26-03-2024
ڕۆژگار کەرکووکی
جگەرخوێنی شاعیر لەناو خۆپیشاندەران
 چالاکییەکانی ڕۆژی
بابەتی نوێ
پارت و ڕێکخراوەکان
کارۆ
28-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
ژیاننامە
هیدایەت عەبدوڵڵا حەیران
28-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
ژیاننامە
بەرزان بەلەسۆیی
28-03-2024
ڕۆژگار کەرکووکی
پەرتووکخانە
شارستانیی کۆلاپس، ژیان و خۆشەویستی لە سەردەمی سەرمایەدارییدا
27-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
وێنە و پێناس
تیپی وەرزشی گوندی کارێز لە کفری ساڵی 1993
27-03-2024
زریان عەلی
پەرتووکخانە
بە ئەوینت ڕابردووم بسڕەوە
27-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
وێنە و پێناس
ئەسحابەسپی-سلێمانی ساڵی 1968
27-03-2024
زریان عەلی
وێنە و پێناس
گەڕەکی عەقاری سلێمانی ساڵی 1960
27-03-2024
زریان عەلی
پەرتووکخانە
بە تیشکی ئیشقت ئەدرەوشێمەوە
27-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
پەرتووکخانە
دووبارە پێناسەکردنەوەی کوردبوون، ئاوڕدانەوە لە دوێنێ.. هەنگاوێک بۆ سبەی
27-03-2024
ڕاپەر عوسمان عوزێری
ئامار
بابەت 514,832
وێنە 104,255
پەرتووک PDF 18,882
فایلی پەیوەندیدار 94,711
ڤیدیۆ 1,232

Kurdipedia.org (2008 - 2024) version: 15.33
| پەیوەندی | CSS3 | HTML5

| کاتی ئافراندنی لاپەڕە: 0.547 چرکە!