$1534’DE BİTLİS HÂKİMİ OLAN EMİR ŞEREF’İN BAŞININ KESİLMESİ VE SEPETTEKİ KESİK BAŞ GRAVÜRÜ$
Kanuni Sultan Süleyman’ın Safevilere (İran) karşı 1533 (1534) yılında düzenlediği Irakeyn Seferi sırasında adından sıkça bahsedilen Ulama Paşa’nın #Bitlis#’e saldırdığı ve bu saldırıda Kürd Beyliği’nin başında bulunan Emir Şeref’in de başının kesildiği bir rivayet olarak adlandırılsa da gerçek olduğu birçok tarihi eserde yer almaktadır.
Yıllar önce kaleme aldığım ve ilk kitabım olan ‘Seyyahların Anlatımlarıyla Bitlis ve Ahalisi – Dara Yayınları, 2019’ adlı çalışmamda da yer alan iki derleme ve makalemde bu hadiseye değinmiş, hatta arşiv taramalarım sırasında karşılaştığım 1700’lerde çizilmiş olan bir gravürü de paylaşmıştım. Emir Şeref Han’ın kim olduğu, Bitlis’e yapılan saldırının detayları, Ulama Paşa ve bahse konu gravür hakkında biraz daha derli toplu bir yazı oluşması açısından, eldeki bazı verileri bir araya getirmenin sağlıklı olacağı kanaatine vardım. Zira o döneme ve özellikle de Emir Şeref Han’ın başının kesilerek öldürülmesi hususuna, başka tarihçiler de değinmekte.
Bitlis beyliği söz konusu olunca akıllara hemen ünlü devlet adamı ve yazar Şerefhan (Şerefxanê Bedlîsî) gelir ki kendisi Farsça kaleme aldığı ve 1597’de tamamladığı o dünyaca ünlü ‘Şerefname – Kürd Tarihi’ adlı eseri ile bilinir. Ancak Osmanlı arşivlerinde ‘Rojkan Kürd Hükümeti’ adı ile bilinen Bitlis Beyliği’nin tarihindeki çok önemli kişilerden birisi de Şerefhan’ın dedesi olan Emir Şeref Han’dır. Emir Şeref Han ki kendisi IV. Şerefhan ve Şerefxanê Kebir, yani Büyük Şerefhan olarak da bilinir.
Kanuni Sultan Süleyman, o zaman Azerbaycan valisi konumunda bulunan Ulama Paşa komutasındaki ordusunu iki kez Bitlis beyliği üzerine göndermiştir. İlki 1532 yılında gerçekleşmiş fakat başarılı olamamıştır. Şehri kuşatan Ulama Paşa, Rojkan Kürd Beyliği’nin üstün direnişiyle karşılaşınca, arkasında çok sayı da ölü bırakıp geri çekilmiştir. Ancak çeşitli entrikalarla sarayı ikna eden Ulama Paşa, 1534’de tekrar saldırarak Emir Şeref Han’ı öldürmüş ve kendisi her ne kadar yönünü Van ve Gevaş’a çevirse de bu zaferinin akabinde Osmanlı geçici olarak Bitlis’te hakimiyeti ele geçirmiştir.
Teke Türkmenlerinden olan Ulama , birçok kez çıkarına göre Sultan ile Şah arasında saf değiştiren biri olarak biliniyordu. 1511 yılında Osmanlı’ya karşı vuku bulan Şahkulu İsyanı’nda yer almış ve yenilgi sonrası Safeviler’in tarafına geçerek Şah İsmail’e sığınmış ve hatta onun kızı ile evlenmiştir. Ardından o dönem Van’a hükmeden Safevilerin oradaki naibi olarak atanmıştır. Daha sonraki yıllarda Safevi Şahı Tahmasb ile ters düşen Ulama, tekrar saf değiştirip Osmanlı’ya sığınarak Sultan Süleyman’ın affını dilemiş ve Osmanlı için görev talep etmiştir. Hem Safevilere karşı hem de Emir Şeref Han şahsında Kürdlere karşı sürekli bir fitne içinde olan Ulama, Sultan Süleyman’ın sarayına yanlı bilgi ve istihbarat aktararak, Emir Şeref Han’ın yerine kendisini beylerbeyi olarak atanması konusunda Saray’ı ikna etmiştir. Emir Şeref Han’ın, bir zaman önce dara düşen Ulama ve ailesine yardım etmiş olmaları da Ulama için bir şey ifade etmemiştir. Zira Sultan’ın onayını ve Osmanlı ordusunu da arkasına alan Ulama Paşa, 1534 yılında (bazı kaynaklarda 1533) Bitlis’e saldırmıştır. Tatik Ovası olarak bilinen düzlükte karşı karşıya gelen iki güç savaşmış ve Emir Şeref Han omuzundan girip sırtından çıkan kurşun ile atının üzerinde ölmüş ve cesedi Ulama’nın eline geçmiştir. Gözü dönmüş Ulama, Emir Şeref Han’ın kafasını keserek zaferini ilan etmiştir. Bu yenilgiden sonra Bitlis Kürd Beyliği Osmanlı idaresine bir süreliğine geçmiş ve Rojkanlar da İran’a (Safeviler) sığınmışlardır. Şerefname’nin yazarı Şerefxanê Bedlîsî de babası ve aşiretinin İran’da bulunması nedeniyle orada dünyaya gelmiştir.
Ulama komutasındaki ordu ile Rojkanlıların Tatik ovasındaki çarpışmasını ve bazı Kürd beylerinin dedesine ihanetlerini, cennet mekân Şerefxanê Bedlîsî eseri olan Şerefname’de şöyle anlatır:
‘Bu satırların yazarı babasından (Mir Şemseddin) bunu dinlemiştir: Şah bana, Bedlis’e dönmem için izin verdiği zaman şöyle dedi: ’Babana söyle, hiç değilse ben Horasan’dan dönünceye kadar, Osmanlılarla geçinme ve iyilik yolunu izlesin. Cünkü Ulame, onun en amansız düşmanı haline gelmiştir. Ulame, yeryüzünde benzeri bulunmayan bir fitneci ve düzenbazdır. Ben inanıyorum ki, Ulame, Osmanlıları kendi hallerinde bırakmayacak; onları daima kendi keyfine ve ihtiraslarına göre tahrik edip kışkırtacaktır’. Ne var ki Emir Şeref Han, Şah’ın bu tavsiyesi uyarınca hareket etmedi; tersine, Fil Yakub Paşa ile Ulame’nin, Bedis’i kuşatmaları sırasında yanlarında yer almış olan Kürd beylerini cezalandırmaya kalktı. Bu cümleden olarak önce Hizanlı Mir Davud’a saldırdı. Kendisi bu işle uğraşırken, Ulame’nin Bedlis’i kuşatmaya gelmekte olduğu haberi çıkıp yayıldı. Bunun üzerine Emir Şeref Han kuşatmayı kaldırmak ve geldiği yere geri dönmek zorunda kaldı. Tabii bu durum, hain beylerin Emir Şeref Han’dan duydukları nefretin şiddetlenmesine, onların kendisine daha da gücenmelerine ve kendisine karşı yeniden Ulame ile birlik olmalarına yol açtı. Ayrıca, Mir Budak Keysani, Şeyh Emir’in oğlu İbrahim Ağa Bılbasi, Muhammed Ağa Kelhoki’nin oğlu Kalender Ağa, Derviş Mahmud Keleçeri gibi, Rojkan aşiretinin bazı liderleri ve ileri gelenleri de, Emir Şeref Han’ın tutum ve davranışlarından gücenmişlerdi ve bu yüzden onlar da Ulame’ye gittiler.
Böylece Ulame ile el altından onunla anlaşanlara ve müttefiklerine, Fil Yakub Paşa’yla birlik olup, mızraklar, tüfekler ve yaylarla silahlanmış süvari ve piyadelerden kurulan 10 000 kişilik bir orduyla Bedlis üzerine yürümeleri için fırsat verilmiş oldu. 940 (1534) yılının sonbaharında ve Hizan yoluyla yapılan bu saldırı, önce Tatik Nahiyesi’ne yöneldi. Bu sırada Emir Şeref Han’ın elindeki askeri kuvvet 5.000 kişiden fazla değildi.
Çarpışmalar Tatik Kalesi’nin güneyinde başladı. Ulame, dağı ordusunun arkasına almıştı ve önünde de darı ekili bir tarla vardı. Ulame bu tarlayı geceden sulamış ve tarla büyük bir çamur deryasına dönmüştü. Her iki taraftan, cesur kahramanlar ve gayretli gençler yırtıcı aslanlar ve parçalayıcı kaplanlar gibi savaş alanına atıldılar; savaş gürültüsünün sesini yedinci göğe kadar çıkardılar. Şair demiştir ki:
İki yönden Kürd kahramanları
Daldılar savaş alanına kollarını kıpırdatarak
Atlarının tırnaklarından yanan bir aleve döndü alan
Ve bir kan havuzuna çevirdiler o meydanı
O serkeş aslanların kılıç ve kalkanları
Güneş’in üstüne hilalin geldiğini canlandırdı
Ejderha ağızlarını andıran yaylarından çıkan oklar
Yeryüzünü kararsız kıldı ve serseme çevirdi gökyüzünü
Tüfeklerinden çıkan dumanlarla, hava,
İçinde kılıçların parıldadığı bir kara buluta döndü
Ve yağmağa başladı o dumandan oluşan buluttan
Tüfek mermileri her tarafa, tıpkı çiğ taneleri gibi…
Bu sırada bir tüfek mermisi Emir Şeref Han’ın sol omuzuna isabet ederek sırtından çıktı ve atının dizginleri elinden düştü; at kendisini, iradesi dışında sırtında taşımaya başladı. Ordu bu durumu görünce darmadağın oldu. O gün, Rojkan gençlerinin kahramanlarından 700 kişiden fazla öldürüldü. Bunların 500’ü Rojkan beylerinin ve ileri gelenlerinin çocuklarıydı’.
Ulama Paşa’nın Bitlis’e saldırısını ve Emir Şeref Han’ı öldürerek başını kesmesi detaylarını, Osmanlı’nın ünlü tarihçilerinden Peçevi İbrahim Efendi de eserinde konu edinmiştir. Macaristan doğumlu ve aslen Saraybosnalı bir aileden olan Ibrahim Alajbegović Pečevija, ‘Peçevi Tarihi’ adı ile bilinen 1640’larda kaleme aldığı Osmanlı tarihi kitabında ’Azerbaycan sultanı Ulama paşanın Sultan’a boyun eğmesi’ başlığı altında bu bilgilere yer vermiştir.
’ Aynı yıl Rebiülahır 940 (miladi 1533) adı geçen Ulama Paşa, geçmişte ermiş Sultan Bayezit Han -Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun- çağında şeytanın ayartması ile ayaklanan şeytan kulu diye tanınan eşkiyaya uyarak Teke ilinde padişahın vermiş olduğu timarı bırakıp dağlara çıkmıştı. Şimdi onlardan ayrılıp padişah katına yüz sürdü. Bu sırada, Kürd beylerinden Bitlis hakimi olan Şeref Bey, ise boynuna borç olan bağlılık halkasını telef edip eşkiyaya bağlanmıştı. Bunun üzerine Ulama Paşa’ya Bitlis beyliği verilmiş, kargaşayı bastırmak için de, sadrazamın İstanbul’dan hareketinden önce, Şeref Bey’in üzerine gönderilmiş idi. Paşanın yöredeki askerin başına geçerek yaptığı savaşta Şeref’in başı kesildi ve askeri de bozguna uğratıldı. Kesik başı Ulama Paşa tarafından Cebbarlı’da konaklamakta olan sadrazama gönderildi. Kürdler, bundan sonra bir daha fesatlıklara karışmayacaklarına yemin ve tevbe ettiler. Bitlis’in yönetimi bunun üzerine Şeref’in oğlu Şemseddin’e verildi ve kendisine buna ilişkin padişah buyruğu (mengûr) gönderildi. Ulama Paşa’nın da, seçkin ve değerli bir görev vaadı ile gönlü hoş edildi’.
1700’lerde Avrupalı şair ve yazarlar arasında yayılan şark diyarı temalı eserler icra etme ve kaleme alma akımı, bir tiyatro oyunu ve masal kitabı yazarı olan Fransız T. S. Gueullette’i de etkisi altına almıştır. Gueullette de yarı kurgu yarı gerçek, yarı fantezi yarı seyyahlardan duyumlara dayalı, büyük abartı içeren masallar zincirinden oluşan ’Binbir Gece Masalları’ tarzında, içiçe geçen ve birbiri ardı devam eden anlatımlar şeklinde olan çalışmalara imza atmıştır. Masallarında Şark coğrafyasındaki kişilerin, ülkelerin, isimlerin ve kültürlerin içiçe geçirilerek ve harmanlanarak yazılmış olması dikkat çeker.
1723 yılında ’Çinli Fum-Hoam’in Harika Maceraları – Çin Masalları’ adı ile yayımladığı kitabının Çin ve Şark Masalları adlı bölümünde yer alan Bitlis Kralı’nın sepet içindeki kesik başı gravürü, Gueulette’nin 1534 yılında vuku bulan Ulama Paşa – Emir Şeref Han çarpışması ve Emir Şeref’in başının kesilmesi hadisesinden esinlendiği aşikardır.
Yazar Gueulette, sepetteki kesik başı eserindeki karakterlerden, Taşyürek anlamına gelen ’Dilsenghin’ adındaki bir Bitlis kralına ait olduğunu belirtirken, gravürdeki yaşlı adamın ise Gürcistan kralı Malekalsalem ile yanında da kızı Prenses Gülşenraz olduğunu masalı içerisinde isimlendirmiştir. Masalda geçen ve Bitlis kralının başını kesen kişinin, daha sonra Tiflis’i ve Tiflis sarayını ele geçirmesi üzerine, Prenses Gülşenraz ve babası olan kral ülkelerini terk ederek Çin’e sığınıyorlar. Gueullette’nin bu hikayeyi yazarken, gerçek tarihte Bitlis yakınlarında 1534’lerdeki bir savaşta başı kesilen Bitlis hükümdarı Emir Şeref Han’ın öldürülmesinden ilham aldığı kesindir. Zira yazarın 1817’de İngilizce olarak yayımlanmış olan kitabının önsözünde şu ibare bulunmaktadır:
’Gueullette her ne kadar eserlerinde kendi fantezi ve yaratıcılığını kullanmış olsa da yine de Şark diyarlarında vuku bulmuş gerçek olaylardan esinlenmiştir’.[1]
Baran Zeydanlıoğlu