$Ağrı İsyanında Öldürülen Şêx Tahar’ı 91 Yıl Sonra Hatırlamak$
1927 tarihinde Ağrı dağında yapılan Hoybun (Xoybun) ulusal kongresinden takriben iki yıl evvel Ağrı dağında ulusal bir niteliği olmayan gruplarla askeri güçler arasında sürekli çatışmalar yaşanmaktaydı. Lakin, yaşanan geniş çaplı bu çatışmaların ismi konulmamıştı.
İhsan Nuri Paşa, sahip olduğu örgütçü askeri yeteneğinin yanı sıra, edindiği ulusal bilinçle, 1927’den itibaren söz konusu gruplara ulusal bir nitelik kazandırdı. Ulus bilincine erdirilen bu gücün içerisinde Şêx Tahar ile beş kardeşinin yanı sıra amcasının çocukları da yer alır. Böylece, geniş kapsamlı ulusal bir güç oluşturularak, isyan 1930 yılının sonlarına dek sürdürülür.
On binlerce sivil Kürdün ve sayısızca askerin ölümüyle sonuçlanan Ağrı isyanı, 1930 yılı Eylül’ünün 14’ünde yenilgiye uğrar. İsyan sürecinin başından sonuna kadar çatışmalara katılan Çerkez kökenli yüzbaşı Zühtü Güven, Eylül’ün 14’ünde altmış uçaktan müteşekkil bir filonun bombardımanına maruz kalan kadın, çoluk-çocuğun feryadı, vadileri nasıl inlettiği dramını, sonraki yıllarda kaleme aldığı anılarında anlatacaktı. Kan deryasına dönen Ağrı dağı etekleri, o gün adeta can pazarına döner.
Sovyetler Birliği, Kürd isyancıların Sovyet topraklarına geçmemesi için, Aras nehrinin karşı tarafına binlerce asker yığar. Sovyetler’in kendi tarafına kurduğu beyaz askeri çadırların sayıca fazla oluşu dikkatlerden kaçmaz. Nadir beyin hanımı Zerif hanımın anlatımına göre, sayısızca askeri çadırın görüntüsü tıpkı pamuk tarlalarını andırırmış. Diğer yandan İran ordusu da aynı şekilde sınıra sayısızca asker yığıp Kürd isyancıların sınırı geçmesini engellemeğe çalışır.
Görünürdeki uluslararası askeri işbirliğine karşın, İhsan Nuri Paşa, Ferzende bey, Nadir bey, Memet bey, Ahmed’ê Heci Bıro, Bıro Heskê Têli ve Hoybun örgütünün diğer birçok savaşçı üyesi 14 Eylül gecesinde askeri çemberi yararak, sağ kalan sivillerin tamamını İran topraklarına geçirirler. Sınırı geçmeden evvel öldürülen sayısızca sivil gibi, Ahmed’ê Heci Bıro’nun da tüm ailesi o gece dramatik bir şekilde katledilir.
Tendürek dağında bulunan Şêx Abdulkadir ise, aynı günlerde savaşçı grubuyla beraber İran’a doğru hareket etmeğe başlar. Savaş uçaklarıyla desteklenen askeri birliklerle çatışarak Kevır’ê Şamiya (Tendürek dağının bir mıntıkasının ismi) bölgesinden İran’a geçer.
Temır’ê Şemki ve Şêx Zahar’ın grubu ile Hoybun’un diğer birçok üst düzey üyeleri ise, Tendürek dağına çekilir. Zilan isyanının öncülerinden Reşo’yê Sılo’nun grubu da Zilan isyanının bitiminden sonra Tendürek dağına çekilmişti.
Kış mevsimini Tendürek dağının mağaralarında geçiren Şêx Zahar ve onlarca kişilik savaşçı arkadaşı, bahar mevsiminin gelmesiyle, nisan ayının sonlarına doğru, Tendürek dağını terk edip Çaldıran bölgesine geçer. Bu savaşçı grubun içinde Şêx Zahar’ın kardeşlerinden biri olan Şêx Tahar da vardır. Cesaretiyle ünlenen Şêx Tahar, çatışmalarda hayatını kaybeden üst düzey askerlerin üniformasını giyip çatışmalarda sürekli şeritli ağır makineli tüfek kullanmasıyla bilinir.
Şêx Zahar ve arkadaşları nisan ayında Çaldıran’ın aşağı Tikme köyü bölgesine geçtiği sırada, kardeşi Şêx Tahar zatüre hastalığına yakalanır ve yürüyemez hale gelir. Köyün muhtarı Şêx Zahar’ın eski arkadaşıdır. O nedenle Şêx Zahar muhtara ricada bulunarak, kardeşinin birkaç gün evinde istirahat etmesini ister. Muhtar, olası her riske rağmen kadim arkadaşının ricasını kırmaz ve hasta olan Şêx Tahar’ı evine alır. Savaşçı grup, hastanın iyileşmesini beklemek üzere uzaklardaki dağlara çekilir.
O köyden ve ismi tespit edilemeyen bir kişi, ertesi gün Golesor askeri birliğine giderek, Şêx Tahar’ın hasta halde muhtarın evine sığındığını ihbar eder. Golesor askeri birliği komutanı yüzbaşı İbrahim bey, askeri bir birlikle akşama doğru köyü kuşatır. Böyle bir riski önceden kestiren muhtar, Şêx Tahar’a telkinde bulunarak; yakalanmaması için kadın kıyafeti giyip odada bulunan kilim dokuma tezgâhının başına geçip oturmasını söyler. Fakat Şêx Tahar, kadın kıyafeti giyme teklifine öfkelenip reddeder. Muhtar başka bir öneride bulunarak; tandırın içine girmesini ve tandırın üstünü sacla örtükten sonra, tandırevinin içerisine koyun sürüsünü doldurarak onu bu şekilde saklayabileceğini söyler. Ancak Şêx Tahar bu öneriyi de kabul etmez.
Çatışmaktan başka seçeneği kalmayan Şêx Tahar, silahını alıp hızla evden çıkarak, Şêx Romi köyü sınırına doğru koşmaya başlar. Takriben bir kilometre koştuktan sonra, askeri kuşatmayı fark eder ve en yakınındaki kayanın (o kaya hala “Şêx Tahar’ın çatışma kayası” olarak anılmaktadır) arakasına girip mevzi alır. Kısa bir süre sonra çatışma başlar. Yarım saat süren çatışmada altı asker hayatını kaybeder. Şêx Tahar, çökmeye başlayan alaca karanlığı fırsat bilerek, mevzisinden çıkıp tepeye doğru koşmaya başlar. Önünde bulunan geniş kar adacığının ortasından tepeye doğru koşarken, silueti kardan iyice belirdiğinden kurşun yağmuruna hedef olur. Sayısızca askerin açtığı ateş sonucu, kar adacığının ortasında vurularak feci şekilde hayatını kaybeder.
Askerler cesedin yanına gelir ve kar öbeği üzerinde yatan cansız bedenine tekrar sayısızca kurşun sıkar. Ceset adeta kıyılarak parçalanır. İbrahim yüzbaşı köylüleri tehdit ederek, cesedin vahşi hayvanlar tarafından yenmesi için defnedilmemesini söyler ve o akşam köyden ayrılır.
Kurt ve köpekler, gece boyunca ceset etrafında dolaştıkları halde cesedi yemezler. Bu durum sabah ışığında karda görülen yırtıcı hayvanların ayak izlerinden belli olur. Köylüler bu durumu onun Şeyhlik yönüne ve buna bağlı olarak ilahi bir alamete yorup, İbrahim yüzbaşının tehdidine rağmen cesedi ertesi gün defin ederler. Oysa, bedenine sıkılan sayısızca kurşundan dolayı muhtemelen bedenine sinen keskin barut kokusu nedeniyle, vahşi hayvanlar tarafından ceset yenmemişti.
Ağrı isyanının ilk başlarında yakalanan Şêx Tahar’ın abisi Şêx Yusuf’un da bedeninin birçok uzvu kesilerek katledilmişti. Diğer abisi olan Şêx Ali de, buğday çukuruna atılarak canlı şekilde üzerine toprak dökülerek katledilmişti. En küçük kardeşi Şêx Habip ise, yakalanırken canlı şekilde ateş üzerinde çevrilip yakılarak katledilmişti.
Üç kardeşinin bu şekilde öldürülmesi, zamanla Şêx Tahar’da derin bir intikam duygusuna neden olur. Şeritli makineli tüfeğiyle girdiği çatışmalarda, hayatını kaybeden yüksek rütbeli subayların üniformasını giyerek, intikam duygusunu bu şekilde tatmin eder. Girdiği her çatışmada mevzisinden yükselen toz-duman ile birlikte, makinelisinin seri gümbürtüsü her yerde kendini belli edermiş. Cüsseli olduğundan, ağır makineli silahını rahatlıkla taşıyabilirmiş. Ancak bu sefer yakalandığı ağır hastalığı nedeniyle meşakkatle taşıyabildiği bir piyade tüfeğiyle muhtarın evine sığınmıştı.
Köyün karşı dağlarına çekilen Şêx Zahar ve arkadaşları, Şêx Tahar’ın öldürülme olayını üç gün sonra duyarlar. Dağda kimsenin
olmadığını çevreye inandırmak için, on gün daha dağda kamufle olma taktiği uygularlar. Böylece artık dağda kimsenin kalmadığı inancı civarda iyice hâsıl olmaktadır. Şêx Zahar ve arkadaşları, Şêx Tahar’ın intikamını almak için, on gün sonra bir gece vakti Golesor askeri birliğini kuşatıp birliği tümden imha eder. İbrahim yüzbaşı ile askerlerin tümü bu baskında hayatını kaybettiği söylenir.
Şêx Zahar ve arkadaşları askeri birlikteki cephaneye el koyduktan sonra, Başkale bölgesine geçmek üzere Çaldıran bölgesini terk eder.
Şêx Zahar ise, 1932 yılının Mayıs ayında Türkiye-İran sınırında meydana gelen bir çatışmada hayatını kaybedecekti. Böylece altı kardeşten beşi Ağrı isyanında yaşamını yitirir. Kardeşlerden sadece Şêx Abdurahman hayatta kalır. O da, 1933 yılının Ekim ayında arkadaşlarıyla beraber Çaldıran bölgesinde yakalanarak Adana istiklal mahkemesinde yargılanıp ömür boyu hapis cezasına çarptırılır.
Şêx Tahar’ın öldürüldüğü 1931 tarihinden bu bugüne değin, Şeyhlik unvanı nedeniyle mezarından umut ve şifa arayan ahalinin dışında, hiçbir yakını mezarını ziyaret edip onarımını yapmaz. Böylece, mezar giderek kaybolmaya yüz tutar. Ancak bu sıralar, ahaliden bazı kıymetli hayırseverler tarafından birçok yıkık mezar onarılınca, Şêx Tahar’ın yıkık mezarı da göze çarpar ve böylece onarılır. Fakat yeni mezar taşına yanlış bir bilginin eklendiği görülüyor. Dolayısıyla mezar taşına, babasının ismini Şêx Ömer, abisinin ismini ise Şêx Zahar olarak doğru yazan hayırseverler, bir yerlerden edindikleri ve yanlış bir bilgi olan “Seyyid” unvanını da Şêx Tahar’ın isminin önüne bilmeden eklemiş. Görüldüğü üzere, sülalesinin unvanıyla çelişir bir durum ortaya çıktığı görülüyor. Aslında, ailenin büyük dedesi olan Şêx Baba’dan evvelki kuşaklardan Şêx Tahar’a kadar olan tüm kuşaklar “Şêx” olarak anılırken, aile sosyolojisinde “Seyyid” unvanına pek rastlanmaz. Ağrı isyanında önemli bir rol üstlenen Şêx Zahar’la ilgili yazılan birçok kaynak ile onun adına yakılan kılamlara bakıldığında, Şêx Zahar’ın ve ailesinin “Seyyidlik” bağı ilintisine dair herhangi bir emare göze çarpmamaktadır. Tamamıyla kendini Kürd halkının ulusal mücadelesine adamış ve bu amaçla da kendi canını ve hatta tüm kardeşlerinin canını feda etmiş bir Kürd olarak tanınır. Dolayısıyla ailenin Seyyid oluşu söylemi, Şêx Zahar’ın ölümünden çok sonra ortaya sürülmüş temelsiz bir iddiadır. Çünkü hiçbir Kürd, Seyyid olmadığı gibi, hiçbir Seyyid de Kürd değildir. Bunu tersini iddia edenler, söylenti dışında hiçbir somut delil ortaya koyamaz. Şêx Zahar ve beş kardeşi, eğer Seyyid (Arap) olsalardı, Kürd’ler için canlarını vermeleri mümkün olabilirmiydi? Bilindiği üzere, bu aile onurlu bir Kürd ailesi olup, en büyük dedeleri dini bir ilim yaparak, Şeyhlik unvanına eriştiğinden dolayı, aile öteden beri “Şeyhlik” unvanıyla anılmıştır. Tüm çevre de, öteden beri aileyi böyle bilmektedir. Hatta bu önemli ailenin, cesur Şeyhbızıni Kürd aşiretine mensup olduğu da rivayet edilir. Diğer yandan, bu ailenin sosyolojisine bakıldığında, öteden beri Bıruki Kürd aşiretiyle de güçlü bir akrabalık bağı olup ve bu akrabalık ilintisi hala sürmektedir…
91 yıl sonra hatırlanmak ne acı! Bu ayıp kimin?[1]
Mustafa BALBAL