Küresel ve gerici güçler, Uluslararası Komplo’nun startını 9 Ekim 1998’de verdi. #Kürt# Halk Önderi, birçok yerli ve yabancı aktörün içinde yer aldığı oyunu Atina’ya çıkarak bozdu.
29 Ağustos 1998 akşamı MED TV ekranlarında Kürt, Türk ve dünya medyasından birçok gazetecinin katıldığı programa telefonla bağlanan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tarihi bir açıklamada bulundu. 1 Eylül 1998’den geçerli olmak üzere ateşkes ilan eden Abdullah Öcalan’ın açıklama ve barış çağrıları dünya medyasında geniş yankı uyandırdı. Herkesin gözü Ankara’daydı.
Ateşkes ilanından bir gün sonra dönemin Türk başbakanı Mesut Yılmaz “Eğer Türk devletiyle savaşmak çaresizliğini anlayıp da teslim olmak için bir adım atıyorsa, ben bunu olumlu görürüm” diye konuştu. Aynı şekilde dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit de şu sözlerle Kürt Özgürlük Hareketi’nin uzattığı eli ittiklerini duyurdu: “Bizim kendi ülkemizin sorunlarını bir bölücü terör örgütüyle görüşmemiz söz konusu değil.”
Eylül’ün ilk haftasında Ürdün, İsrail ve Filistin’i kapsayan Ortadoğu turuna çıkan Türk Başbakanı Yılmaz’ın gündeminde de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın durumu vardı. Yılmaz, Suriye yönetimini kast ederek “En büyük düşmanlığı siz yapıyorsunuz” diye konuştu. Şam yönetimine baskı için artık bütün aygıtlar hazır haldeydi. Türk Başbakanı Yılmaz’ın Tel Aviv gezisinde Ürdün, İsrail ve Türkiye arasında daha sonra deşifre olan gizli bir işbirliği yapıldı. Ortadoğu sahasına hakim olan Ürdün ve İsrail istihbaratı Suriye’de bulunan Abdullah Öcalan ile #Güney Kürdistan#’daki #PKK# güçlerine ilişkin Ankara’ya bilgi aktaracak, Türk devleti ise bunun karşılığında hava sahasını her iki ülkenin eğitim uçuşlarına açacaktı.
REYHANLI VE WASHINGTON’DA İKİ KRİTİK GELİŞME
Kürt Halk Önderi’ne göre, artık ateşkes için yapılan girişimler ve Türk Genelkurmayı’nın diyalog kanalını açması bir oyundu. Fakat buna rağmen o, ateşkesi bozan taraf olmak istemiyordu. 14 Eylül 1998 günü Genelkurmay’ından PKK cephesine bir not daha gitti. O mesajda “İkinci bir gelişmeye kadar görüşmelere son verdik” deniliyordu. İşin seyrini ele veren gelişme ise, dönemin Türk Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in 16 Eylül 1998 günü Hatay’ın Reyhanlı ilçesine gidişi oldu. Suriye sınırının sıfır noktasına giden Ateş, “Sabrımız tükenmek üzeredir. Sabrımızı taşırtmasınlar” diyerek Hafız Esad’ın liderliğindeki Suriye yönetimini açık şekilde tehdit etti.
Bir gün sonra 17 Eylül’de ABD’nin başkenti Washington’da da kritik bir gelişme yaşandı. Birbirleriyle yıllardır savaşan KDP ve #YNK#’nin uzlaşması için Türkiye ve İngiltere’nin de içinde yer aldığı Dublin ve Ankara’daki görüşmeler, artık Washington’da devam ediyordu. Dönemin ABD yönetiminin hazırladığı protokole imza atan KDP lideri Mesut Barzani ve YNK lideri Celal Talabani, Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile birlikte basının karşısına çıkarak barıştıklarını deklere ettiler.
KDP ve YNK arasında varılan anlaşmanın temel maddelerinden birisi, PKK güçlerinin Güney Kürdistan’da çıkartılmasıydı. Peş peşe Reyhanlı ve Washington’da yaşanan bu iki kritik gelişmeyle hem Abdullah Öcalan’a hem Kürt gerillasına “Artık hiçbir yerde barınamazsınız” mesajı verildi. Böylelikle 9 Ekim’de düğmeye basılacak Uluslararası Komplo’nun ilk perdesi için iç ve dış şartlar hazır hale getirildi.
9 EKİM’E GİDEN 9 GÜNDE NELER YAŞANDI?
Şüphesiz o günlerde sadece Ankara değil, bütün Ortadoğu ülkelerinin başkentleri hareketliydi. İşte, 30 Eylül 1998’den 9 Ekim’e giden 9 günde Abdullah Öcalan’ın şahsında Kürt halkına karşı komplonun tertiplenmesi için Ankara-Şam hattında yaşanan kritik gelişmeler:
30 Eylül 1998: Türk Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplandı. 6 saat 10 dakika süren toplantının tek gündem maddesi vardı; Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK ile mücadele vardı. O günlerde basına yansıdığı kadarıyla toplantıda Suriye’ye yönelik diplomatik yollarla yapılan baskıların sonuç vermediği belirtilerek askeri seçenekler tartışılmıştı.
1 Ekim 1998: MGK’de “Şam’a baskının dozajını düzeltin” kararının çıktığını Demirel’in Meclis’in açılış konuşmasında rahatlıkla anlamak mümkündü. Şam’ı açıkça tehdit eden Demirel şöyle diyordu: Tüm uyarılarımıza ve barışçı açılımlarımıza rağmen hasmane tutumdan vazgeçmeyen Suriye'ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha tüm dünyaya ilan ediyorum.”
2 Ekim 1998: Türk ordusu Suriye sınırının Hatay, Kilis ve Antep hattında askeri yığınağını arttırdı. Türk Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu basına yaptığı açıklamada, Suriye ile ilan edilmemiş bir savaş durumunun yaşandığını açıkça söylüyordu.
3 Ekim 1998: Ankara-Şam krizinde beklenmeyen bir aktör devreye girdi. Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, Türkiye-Suriye gerginliğini görüşmek için soluğu Suudi Arabistan’da aldı. Kral Fahd ile görüşen Mübarek şöyle diyordu: “Gerilimi durdurmalı, kontrol altına almalıyız. Bu yönde Ankara ve Şam’da bütün gayreti sarf etmeye hazırım.”
4 Ekim 1998: Zaten Mübarek’in ikinci durağı da Suriye’nin başkenti Şam oldu. Suriye Devlet Başkanı Hafız Esat ile 2 saat görüşen Mübarek, gazetecilere hiç açıklama yapmadan Suriye’den ayrıldı. Ancak Mısır’ın Dışişleri Bakanı Amr Musa Suriye’de kalmaya devam etti ve “Sorunun çözümü için diyalog kanalının açılması için uğraşıyoruz” dedi.
5 Ekim 1998: Krizde arabulucu rolü üstlenen Mübarek, Ankara’ya uçtu. Mübarek daha havadayken Türk Başbakanı Mesut Yılmaz, “Suriye’den Abdullah Öcalan ve diğer teröristlerin yargılamak üzere istiyoruz” dedi. Akşam saatlerine doğru ise Yılmaz, başbakan yardımcısı Ecevit ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem, durum değerlendirmesi için toplandı.
6 Ekim 1998: Demirel bir araya geldiği Mübarek’e, “Suriye’nin yapması gerekenler”in sıralandığı bir dosya verdi, ardından “Beklentilerimiz gerçekleşmezse gereğini yapacağız. Gerekenin ne olduğunu siz bizden daha iyi biliyorsunuz” dedi. Aynı gün Mübarek ise, Mısır televizyonuna şu açıklamayı yaptı: “Suriye’ye ve Türkiye’ye aralarındaki bütün sorunları çözmek amacıyla diyalog başlatmaları için fikirler sunduk”
7 Ekim 1998: Tomhawk füzeleriyle yüklü bir Amerikan gemisi Akdeniz kıyılarına gitti. Aynı gün ABD’nin İncirlik’teki üssüne de çok sayıda savaş ve askeri uçak indi.
8 Ekim 1998: Ankara-Şam arasındaki krizde arabuluculuk yapma sırası bu kez İran’daydı. Önce Şam’a giden İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi akşam saatlerinde de Ankara’ya doğru hareket etti. Türk basınına göre Harrazi ile görüşen Demirel, “Suriye’ye arka çıkmayın, siz de zarar edersiniz” uyarısını yaptı.
NATO ASKERLERİNDEN İSKENDERUN’A ÇIKARMA
Ankara-Şam hattında bu gelişmeler yaşanırken, Akdeniz’de de dikkat çekici bir gelişme yaşandı. 3 Ekim 1998 günü 11 NATO ülkesi, “Dynamic Mix 98” isimli tatbikatının Türkiye bölümünü hiç planda olmamasına rağmen Suriye sınırına yakın İskenderun’da başlattı. Hatta ABD 2. Deniz Piyade ve Deniz Kuvvetleri’ne ait 2 bin 500 asker, İskenderun’a çıkarma yaptı.
Birçok gözlemciye göre İskenderun’daki bu askeri çıkarma, NATO’nun içinde yer alacağı Suriye’ye karşı bir savaş hazırlığıydı. Bu gelişmeleri fark eden Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, ani bir kararla 9 Ekim günü Suriye Havayollarına ait bir yolcu uçağıyla Şam’ı terk etti. Abdullah Öcalan’ı taşıyan uçak, akşam saatlerinde Yunanistan’ın başkenti Atina’da bulunan Hellinikon Havaalanı’na indi.
ONU ATİNA’YA DAVET EDENLER TELEFONLARINA ÇIKMADI
Kürt Halk Önderi’nin Yunanistan’ın başkenti Atina’yı seçmesinin önemli bir nedeni vardı. 6 Ekim 1998’de Şam’a giden Yunanistan eski Ulaştırma Bakanı ve PASOK Milletvekili Kostas Baduvas, Kürt Halk Önderi’ne vaatlerde bulunarak havalimanında onu karşılama sözü vermişti. Ancak Abdullah Öcalan’ı taşıyan uçak Hellinikon Havaalanına indiğinde bizzat davet eden, önceden her şeyin hazırlandığını bildiren ve karşılama sözü veren Baduvas ortalıkta yoktu, telefonlara da çıkmıyordu.
Kürt Halk Önderi’nin kalması için Yunanistan’a davet edenler ancak ona 5 saat ev sahipliği yapabildiler. 2003’te kendisinin de yargılandığı Atina Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunduğu yazılı savunmasında Abdullah Öcalan o kritik saatleri şöyle anlattı: “Büyük bir telaş ve tehditle aynı gün saat beşe kadar çıkmam gerektiği, aksi halde zorlanacağım biçiminde bir tavırla karşılaştım. Hiç beklemediğim ve hazır olmadığım bir durumdu. Dört-beş saat boyunca havaalanının transit bölümünde bekletildik. Rusya temsilcimiz Mahir Welat (Numan Uçar) tarafından hazırlanan davetiyenin fakslanmasıyla birlikte Stavrakakis, Rus Büyükelçiliği’nde tanıdıkları olduğunu belirterek, vize işlemleriyle ilgilendi. Alelacele Yunan Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan özel bir uçakla aynı gün Moskova’ya götürüldüm.”
Kürt Halk Önderi Moskova’ya indiğinde onu karşılayanlardan biri, o dönem Rusya Parlamentosu'nun alt kanadı olan Duma’da başkan yardımcılığı görevini yürüten Vladimir Jirinovski’di. İlk gece Jirinovski’nin evinde misafir edilen Abdullah Öcalan oradan bir dağ evine götürüldü. Bu arada Kürt Halk Önderi yanında yerleştirilen güvenlikten sorumlu Rus yetkiliye siyasi iltica başvurusu yaptı. Fakat Yunanistan’da olduğu gibi Abdullah Öcalan’ın en doğal hakkı olan uluslararası hukuk ve Rus devletinin yasaları tarafından tanınan ‘siyasi sığınma hakkı’ burada da uygulanmadı.
MOSKOVA-ANKARA HATTINDA KİRLİ PAZARLIKLAR
Abdullah Öcalan’ın Rusya’ya gittiği ikinci gün Türk Başbakan Mesut Yılmaz Antalya’dan Malatya’ya giderken uçakta Türk gazetecilerine açıklamalarda bulundu. Gazetecilerin, “Apo nereye gitmiş olabilir?” sorusuna Türk başbakanı “Rusya, Ermenistan ve Lübnan ihtimali var. Ama Rusya'nın Apo'yu kabul edebileceğini sanmıyorum” diye konuştu. Aslında 11 Ekim’den itibaren Abdullah Öcalan’ın geçiş güzergahları ve bulunduğu yerlere dair istihbarat bilgileri düzenli olarak Ankara’ya aktarılıyordu. Fakat Türk devleti dikkatleri Rusya’nın üzerine çekmek istemiyordu, çünkü kapalı kapılar ardında başlayan kirli pazarlıklar henüz sonuçlanmamıştı.
Bu pazarlıklar devam ederken Abdullah Öcalan, Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı olan Duma’ya “siyasi sığınma” talebinde bulundu. Duma Abdullah Öcalan’ın siyasi sığınma başvurusunu gündemine aldı ve 4 Kasım 1998’de kararını açıkladı. 1’e karşı 298 gibi, neredeyse oybirliğiyle Abdullah Öcalan’ın iltica talebi kabul edildi. Fakat bu kez Moskova’yı sıkıştırma sürecine başka uluslararası güçler de katıldı.
5 Kasım 1998 günü günlük basın toplantısında ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü James Rubin, Kürt Halk Önderi’nin durumuna ilişkin yöneltilen sorulara şu yanıtı verdi: “Hiçbir ülke, bir teröriste sığınma hakkı tanımamalıdır. Tekrar vurguluyorum, hiçbir ülke”. Bu sözler, ABD yönetiminin “Kapıları Abdullah Öcalan’a kapatması yönünde bütün ülkeleri tehdit etmesi anlamına geliyordu.
Zaten 19 Ekim 1998 akşamı Med Tv’ye telefon bağlantısıyla yaptığı açıklamada Abdullah Öcalan kendisine yönelik komplonun 9 Ekim’de başlamasının tesadüf olmadığını şu sözlerle anlattı: “Tuhaf bir şey daha var; Amerikalılar için belki önemli olabilir. 9 Ekim Che Guevara'nın öldürülme günüdür. Aynı günün seçilmesi de dikkat çekici bir durum. Sanıyorum biraz da bizi bu tarihle, o büyük devrimcinin anısı ile birleştirmek istiyorlar.”
KÜRT HALKININ HAFIZASINA KAZILAN 129 GÜN
Kürt Halk Önderi’nin Rusya’ya ilk gidiş serüveni 33 gün sürdü. Abdullah Öcalan’ı taşıyan uçak daha sonra 12 Kasım 1998 günü İtalya’nın başkenti Roma’ya indi. 66 gün süren komplonun Roma durağında Kürt halkı, önderleri Abdullah Öcalan etrafında kenetlendi. Başta ABD olmak üzere batılı güçlerin baskısı sonucu 17 Ocak 1999 günü Roma’dan çıkmak zorunda kalan Kürt Halk Önderi, Moskova-Misk-Atina arasında gidip geldikten sonra, 4 Şubat’ta komplonun en önemli istasyonu Kenya’nın başkenti Nairobi’ye götürüldü.
Nairobi’de bulunan Yunanistan Büyükelçiliği’nde tutulan Kürt Halk Önderi tek başına direnecek, son ana kadar bir çıkış yolu bulmaya çalışacaktı. 15 Şubat 1999 günü Yunan ve Kenyalı yetkilileri tarafından büyükelçilik binasından çıkartılan Kürt Halk Önderi, havaalanında bekleyen Türk devletinin özel birimine teslim edildi. Böylelikle 9 Ekim 1998’de başlayıp 15 Şubat 1999’da son bulan Uluslararası Komplo’nun 129 günlük aşaması tamamlandı.[1]