Evin Çiçek’in Kemalizm ve #Kürd# Ulusal Sorunu adlı incelemesinin üçüncü cildi yayımladı.
Kemalizm ve Kürd Ulusal Sorunu III, General Diplomat Şerif Paşa ve Meşrutiyet, Sîtav Yayınları, Mart 2022, Van, 352 sayfa
Osmanlı muhaliflerinin Paris’te çıkardıkları bir dergi var: Meşrutiyet. Meşrutiyet, aylık bir dergidir. 55 sayı yayımlanmıştır. İlk sayısı 15 Ekim 1909, 54-55. sayının yayım tarihi Nisan 1914’dür. Ermeniler, Rumlar, Araplar, Arnavutlar, Türkler derginin yazarları arasındadır. Meşrutiyet Dergisi’nde #Kürdler#’den de sadece Şerif Paşa (1865-1951) yazmaktadır. (s. 10)
Araştırmacı- yazar Evin Çiçek’in Meşrutiyet hakkındaki görüşü şudur: Eğer derginin bütün sayılarındaki yazılar yayımlanırsa, gerekli açıklamalar da yapılırsa 1919 ve öncesi hakkında sağlıklı bilgiler elde edilebilir. (s. 13)
Evin Çiçek’in, Kemalizm Ve Kürd Ulusal Sorunu III araştırmasını ana kaynağı Şerif Paşa’nın Meşrutiyet Dergisi’nde yayımlanan yazıları olmaktadır. Yazılar, yazılarda ifade edilen görüşler hakkında Evin Çiçek’in değerlendirmeleri de yer almaktadır.
Şerif Paşa, yazılarında, muhalefetteki ve iktidardaki İttihat ve Terakki’nin düşüncelerini ve eylemlerini dile getirmektedir. İttihat ve Terakki’den Komite olarak söz etmektedir. Her ne kadar basında, Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa adları yer alıyorsa da, her bir operasyonu, arkalarındaki 40 kişilik Komite’nin planladığını vurgulamaktadır.
Kitapta, araştırmacı-yazar Evin Çiçek’in bir konudaki düşüncesi dikkatimi çekti. Şöyle deniyor: “Kürd halkında ulusal bilinç olmadığını, Kürdün devlet sahibi olmak istemediğini, dinin ön planda olduğunu tekrarlayıp duruyorlar. Söz konusu edilen çok inançlı, çok dinli bir halktır. Ulusal meclis oluşturma istemi yokmuş! Gerçek bunu tam tersidir.” (s. 23)
Evin Çiçek, “gerçek bunu tam tersidir” diyor ama, Kürdlerde ulusal bilincin geliştiğine, yoğun bir şekilde geliştiğine dair bir açıklama yapmıyor, bir örnek vermiyor.
* * *
Kemalizm ve Kürd Ulusal Sorunu III incelemesinde Arnavutlardan, Araplardan ve Kürdlerden söz eden birçok paragraf var. Rumlardan, Ermenilerden, Sırplardan, Burgarlardan, Yahudilerden, Çerkeslerden, Lazlardan söz eden bölümler de var.
İkinci Meşrutiyet’ten sonra Kasım-Aralık 1908’de yapılan Meclis-i Mebusan seçimlerinde ortaya çıkan durum, milletvekili sayıları şöyledir: 60 Türk, 60 Arap, 25 Arnavud, 20 Acem, 12 Kürd, 11 Laz, 23 Rum, 12 Ermeni, 15 Yahudi, 15 Çerkes, 8 Gürcü, 7 Tatar, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Rumen (s. 15)
Komite’nin amacı Türk olmayan etnik gruplar şu veya bu şekilde etkisiz bırakmaktır. Burada her türlü yöntem gündeme gelmektedir. Komite sık sık teröre de başvurmaktadır. Serbesti Gazetesi yazarı Hasan Fehmi Bey’in (1874-1909) 9 Nisan 1909 günü Haliç Köprüsü’nde bir suikastle katledilmesi şüphesiz bir terördür.
9 Haziran 1910 günü, Hürriyet için mücadele eden 24 yaşındaki gazeteci Ahmet Samim’in (1884-1910) bir suikastle katledilmesi yine öyledir. (s. 89)
13 Ocak 1914 günü, Paris’te olan Şerif Paşa’ya karşı da bir suikast girişiminde bulunulur. Ama bu girişimi farkeden Şerif Paşa’nın damadı Salih Bey, katili öldürerek girişimin gerçekleşmesini engeller. (s. 339)
* * *
Hristiyan mallarının, Hristiyan dükkanlarının, Hristiyan tüccarların boykot edilmesi de sık sık gündeme getirilmiştir. Hristiyan mağazalarından alış-veriş yapan Müslümlara çok kötü muamele edildiği de, bu Müslümanların çeşitli baskılarla kaşı karşıya kaldıkları dile getirilmektedir. (s. 255, 260, 262, 281)
Evin Çiçek’in bu incelemesinde sık sık ‘baskın ırk-basılan ırk’ şeklinde bir kavram çifti geçmektedir (s. 20, 40) Bu kavram çifti, Türk olmayan etnik gruplara baskın şeklindeki saldırıları, onların Türk egemenliği altına alınmasını, onların haklarının, hukukunun özgürlüklerinin, hiçe sayılmasını anlatmaktadır. Bu süreçte ‘Millet-i Hakime- Millet-i Mahkume’den etraflı bir şekilde söz edilmektedir. (s. 15-17)
Ocak-Mart aylarında yapılan 1912 seçimlerinde, Komite bu politikayı daha sert bir şeklide yaşama geçirmiştir. Bu bakımdan 1912 Meclis-i Mebusan seçimlerine ‘sopalı seçim’ denilmiştir. Komite, bu seçimde merkezden gönderilen listede adları bulunanların dışında bir adaya kati surete oy verilmemesini emretmiştir. Merkezden gönderilen listenin kati surette değiştirilmemesini istemiştir. (s. 153)
Komite’nin yayın organı Tanin Gazetesi’dir. Örneğin, Hüseyin Cahit Yalçın (1875-1957) Tanin’de Komite muhaliflerine karşı çok sert yazılar yazmıştır. (s. 41)
11 Kasım 1911’de Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurulmuştur. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı kuranlar da Jön Türklerden bir gruptur. Bu grup, İttihat ve Terakki’ye daha doğrusu Komite’ye muhalefet etmektedir. Komite 23 Ocak 1913’ de, gerçekleştirdiği Bab-ı Ali baskınıyla Osmanlı hükümetini düşürmüş, iktidarı ele geçirmiştir. Komite’nin bu süreçte oluşturduğu hükümet Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı kapatmış varlığına son vermeye çalışmıştır.
* * *
Şerif Paşa, yazılarında Osmanlı işgali altındaki Kürdlerin nüfusunun 5 milyon civarında olduğunu belirtmektedir. (s. 214) İncelemede yer alan ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Kurucu Elemanlar Tablosu’ başlıklı bölümde ise Kürdlerin nüfusunun 3.5 milyon, Ermenilerin nüfusunun 2.5 milyon olduğu yazılmaktadır. (s. 237-244) Burada Türkmenler, Yahudiler, Araplar, Nasturiler… kakında da bilgi verilmektedir.
Yazar Evin Çiçek, Kürdlerin devlet sahibi olamamalarını bir nedeninin de Ermenilerin Avrupa’da Kürdler aleyhine çok olumsuz bir propaganda yapmaları olduğunu belirtmektedir. Bu propagandanın Avrupa kamuoyunda Kürdler hakkında çok olumsuz bir imajın oluşmasına neden olduğu vurgulanmaktadır. (s. 143)
Bitlis’te, Mela Selim, Şeyh Şehabettin ve Seyid Ali’nin başlattığı ayaklanmanın 1913’de gerçekleştiği ifade edilmektedir. Ve bu, ‘1913 Hizan Direnişi’ başlığı altında anlatılmaktadır. (220 vd.)
Kemalizm Ve Kürd Ulusal Sorunu III araştırmasında şu ifadeler Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu, çok dinli durumunu gözler önüne seriyor:
Edirne’de 173 bin Hristiyan, 163 bin Müslüman yaşıyor.
Kırklareli’nde 55 bin Rum, 50 bin 500 Türk yaşıyor.
Rodos Sancağı’nda 57 bin Türk, 47 bin Rum, 10 bin Ermeni yaşıyor.
Üsküp’de, 93 bin Bulgar, 84 bin Türk, 13 bin Rum, Sırp, Valak yaşıyor. (s. 151)
* * *
Türkiye Cumhuriyeti 1923’de Kürdlerin yokluğu anlayışı üzerinde kurulmuştur. Sadece Kürdlerin değil, Rumların, Ermenilerin, Çerkeslerin, Arapların, Lazların… yokluğu anlayışı temelinde kurulmuştur. Türklerin dışındaki etnik varlıkları etkisiz bırakmak, İttihat ve Terakki’nin, Komite’nin en önemli programıdır. Adriyatik Denizi’nden Orta Asya içlerine kadar bir imparatorluk olacak, bu imparatorluk sınırları içinde sadece Türkler yaşayacaktı. Komite bu anlayışı yaşama geçirmek için devlet terörü dahil her yönetmi uygulamıştır. Cumhuriyet bu politikayı daha karalı, daha sistematik bir şekilde yaşama geçirme çabası içinde olmuştur.
* * *
Evin Çiçek, 1913-1916 yıllarında ABD büyükelçisi olan Henry Morgenthau’nun bir raporundan da söz etmektedir. Bu raporun bir yerinde şöyle söylenmektedir: “Ada halkı (Girit) Yunanlıydı. Homeros’un çağından beri Yunanlı olmuştur. Anadolu’nun kıyısı da Rum’du. Osmanlı’nın en büyük Ege limanı İzmir’in nüfusunun yarıdan fazlası Rum’du. Kent, sanayi, ticaret ve kültür açısından o kadar Yunanlıydı ki Türkler ondan genellikle ‘Gavur İzmir’ diye söz ediyorlardı.” (s. 305)
ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau’nun raporunu çok önemli olduğu kanısındayım. Komite’nin ozellikle Rumlara ve Rum-Pontuslara yaptıkları eziyetler, işkenceler bu raporda, ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Bu baskıları işkenceleri dile getiren ‘Kara Kitap’tan söz edilmektedir.
* * *
İncelemede, ‘Üçlü İttifak Devletler’i ve ‘Üçlü İtilaf Devletleri’ anlatımında bazı çelişkiler vardır. Üçlü İttifak Devletleri, Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Bulgaristan’dır. Üçlü İtilaf Devletleri ise, İngiltere, Fransa Rusya ve İtalya’dır. Bu konuda, s. 313’deki anlatım yanlıştır, s. 323’deki anlatım doğrudur.
Elde bırakmak - elden bırakmak ifadeleri
Kitapta, s. 316’da ‘elde bırakmak’ şeklinde bir ifade var. Şöyle deniyor: “Komite’nin bazı üyeleri, ulusların, ırkların karışımından oluşan imparatorlukların, er ya da geç yok olacaklarını bir yerde okudular. Bunu okuyup Suriye, Yemen, Hicaz ve Kürdistan’ı elde bıraktıktan sonra, ne olursa olsun Konstatinopolis’i başkent gibi tutup bir Türk kraliyetini düşündüler. Elde bırakmak ifadesi Suriye, Yemen, Hicaz, Kürdistan üzerinde hala Osmanlı/Türk egemenliğinin sürdürülmesini akla getirir.
Halbuki elden bırakmak şeklinde bir ifade kullanılırsa, Suriye, Yemen, Hicaz, Kürdistan elden bırakıldıktan sonra, İstanbul merkezli bir ürk yönetimi üzerinde düşünmek daha doğrudur’ anlamı ortaya çıkar. Bu bakımdan ‘elden bırakmak’ ifadesinin kullanılması gerekirdi, kanısındayım. Burada biraz savruk bir anlatım var. Ayrıca, burada da Suriye, Yemen, Hicaz’ın dile getirilmesi doğrudur. Ama Kürdistan’ın sayılması yanlıştır. Osmanlı/Türk yönetimi Kürdistan’ın hiçbir zaman elden bırakmayı düşünmemiştir. Kitapta, s. 325’de ve s. 331’de de savruk anlatımlara rastlamak mümkündür. Bunu, Sîtav Yayınevi’nin dikkatsizliğine bağlamak gerekir kanısındayım.[1]