Tiyatrocuların sorunları hep hasıraltı ve herhangi bir güvencesi yok. Mekanları zar zor ayakta duruyor. Aynı zamanda kayıt dışılığın oldukça yoğun olduğu bir sektör. Oyuncuların, teknik ekibin, yazar ve yönetmenlerin hiçbir güvencesinin olmadığı bir sektör.
Türkiye'de hayatını tiyatrodan kazanan sanatçıların oranı yüzde beşin dahi altında. Gizem Duman Şeşen, “Bütün ekibini finanse edebilen, onların sigortalarını yatırıp maaşlarını düzenli yatırabilen tiyatro sayısı üçü geçmiyordur. Türkiye'deki tiyatronun en can yakıcı sorunu, kayıtdışılıktır” dedi.
Yolsuzluk, sömürü, kayıt dışılık toplumun ve toplumsal yaşamın her yanında yaygınlaşıp sıradanlaşmışken, tiyatronun bundan etkilenmeyeceğini düşünmek çok da mantıklı değil. 40 yılı aşkın bir süredir bilinçli olarak sürdürülen savaş politikalarının bedelini toplum yoksullukla öderken diğer tüm sanatlar gibi tiyatro da sansürler ve üretim sığlığıyla ödedi. Son yıllarda bağımsız tiyatrolar yavaş yavaş örgütlenerek bu durumu aşmaya çalışıyordu ancak bu kez de tüm dünyayı kapısız, penceresiz bir eve dönüştüren pandemi patladı. Salgın tüm dünyayı etkiledi ancak Türkiye'yi her yerden daha çok etkiledi. Dolayısıyla tiyatrosunu da...
Sorunlar hep hasıraltı edildi
Bir musibet bin nasihatten yeğdir derler. 90'lı yılların başından itibaren bağımsız bir şekilde tiyatro yaparken salonları eğitimli köpeklerle aranan, oyunları yasaklanan, kimi zaman gözaltına alınıp kimi zaman tutuklanan Kürt tiyatrocuların dikkat çektiği sorunlar pandemiyle beraber görünür olmaya başladı. Bu sorunların önemli bir kısmı yapısaldı ve giderilmesi tiyatrocuların örgütlenmesine bağlıydı. İşte pandemi tüm bunları inkar edilemez bir şekilde gözler önüne serdi. Buna karşın tiyatrocular örgütlenme pratikleri geliştirdi. “Tiyatro Kooperatifi ve Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi” gibi örgütlenmeler ortaya çıktı. Yönlerini tiyatronun ve tiyatrocuların varlık sorununa çevirdiler. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi Yürütme Kurulu Üyesi Gizem Duman Şeşen bu durumu Aslında biz tiyatrocular hep pandemide gibiydik. Salgın öncesi sorunlarımız hep hasıraltıydı. Tiyatrocuların herhangi bir güvencesi yoktu. Zaten mekanları zar zor ayakta tutuyoruz. Tiyatro, aynı zamanda kayıt dışılığın oldukça yoğun olduğu bir sektör. Oyuncuların, teknik ekibin, yazar ve yönetmenlerin hiçbir güvencesinin olmadığı bir sektörden bahsediyoruz diyerek özetliyor.
Finansal destek yok
Gizem Duman Şeşen, tiyatro mekanlarının her ne kadar çok kısa bir süre kapalı kalsa da tiyatronun izleyiciyle buluşmasını sağlayacak sürecin yerel yönetimlerden devlet yönetimine kadar hiçbir kurum tarafından yönetilemediğine vurgu yapıyor: Mekanlara hiçbir şekilde finansal destek sağlanmadı. Tiyatrocuların projelerine finansal destek sağlandı ancak bu destekleri yapımcılar aldı. Yapımcıların bu destekleri ekipleriyle ne miktarda paylaştıklarını, bu desteklerin tiyatro emekçilerine ne kadar ulaştığını bilmiyoruz. Kimin kime ne kadar verdiğinin takibi hiçbir zaman yapılmadı. Müzisyenlerle kıyaslarsak; her müzisyenin destek aldığını söyleyebiliyoruz. Bir rodiden soliste kadar, tanınmış veya tanınmamış bütün müzisyenler eşit bir şekilde küçük bir miktar da olsa destek aldı. Ama benzer bir şeyin tiyatro emekçilerine ulaşıp ulaşmadığını bilmiyoruz.”[1]
Tiyatrodan geçinen yüzde 5’in altında
Türkiye'de tiyatro sanatı açısından bakıldığında ilgilenilmesi gereken en büyük sorunlardan birinin güvencesiz çalışan tiyatro emekçilerinin hakları olduğu çok açık, ancak bu sorun her seferinde göz ardı ediliyor. Bu da tiyatrodaki emek sömürüsünün boyutlarına dair fikir veriyor. Veri olmasa bile Türkiye'de hayatını tiyatrodan kazanan sanatçı oranının yüzde beşin bile altında olduğu tahmin ediliyor. Güvencesiz çalışan tiyatro emekçilerinin durumunu sorduğum Gizem Duman Şeşen de bu konuda bir veri olmadığını söylüyor. Ona göre, “Özel bir tiyatronun bütün ekibini sigortalatması, maaşını yatırması şu dönemde kolay bir şey değil. Zaten rastlanır bir şey de değil. Bütün ekibini finanse edebilen, onların sigortalarını yatırıp maaşlarını düzenli yatırabilen tiyatro sayısı üçü geçmiyordur. Buradan da hareketle Türkiye'deki tiyatronun en can yakıcı sorununa dikkat çekiyor: Kayıtdışılık.
Herkes kayıt dışı çalışıyor
“Ne yazık ki bizim mesleğimizde oyuncular da dahil olmak üzere herkes kayıt dışı” diyen Gizem şöyle devam ediyor: “Kimin hangi tiyatroda ne görev yaptığını bilmiyoruz. Müzisyenlerin meslek birlikleri olduğu ve sendikaları aktif bir şekilde çalıştığı için onlara dair veriler toplamak biraz daha mümkün. Eser sahiplerini, şarkıcıları, yorumcuları tespit etmek biraz daha kolay. Bizde ise böyle bir tespit imkanı yok. Kayıt dışı olduğunuz zaman fon ve desteklerden, SGK primlerinden yararlanamıyorsunuz. Pandemide ortada çırılçıplak kalmamızın sebebi de bu oldu.”
Tiyatrocular için mesleki tanım gerekliliğine dikkat çekerek, buna dair girişimlerin olduğunu da ekleyerek, “Önümüzdeki aylarda tiyatrocular için mesleki yeterlilik standartları belirlenecek. O zaman kimin oyuncu, kimin teknik, kimin yönetmen, kimin dramaturg olduğu belirlenebilecek” diyor.
Kısır bir döngüde hak arayışı
Mesleki tanımlar yapılmadığı için yasal olarak örgütlenemeyen sanatçılar, örgütlenemedikleri için de haklarını talep edemiyor. Tam bir kısır döngüye giren bu hali Gizem Duman Şeşen de kendi tecrübeleri üzerinden şöyle aktarıyor: Oyuncular sendikası kurulduğunda ben öğrenciydim. Öğrenci olduğum için sendikaya alınmamıştım. Henüz öğrenciyken kendi tiyatromu kurdum. Mezun olduktan sonra sendika başvurusu yaptım. Bu kez de tiyatrom var diye yapımcı sayıldım ve bu yüzden alınmadım sendikaya. Bugün ise sendika bize 'ne olursan ol, gel' diyor, ama artık bu mesele benim için kapandı. Çünkü ben mesleğimin başından ortasına kadar sendikaya üye olamamışım. Tiyatro yapabilmem için şirket kurmak zorunda kalmışım ve beni yapımcı olarak görüyorlar. Neden bu şirketi kurmak zorunda kaldım peki? Çünkü devlet tiyatroları ve şehir tiyatroları istihdam anlamında çok zayıf kalıyor. Verilen mezun sayısı ile açılan istihdam kadroları arasında uçurumlar var. E dışarıda kalanlar da mesleklerini yapmak için kendi tiyatrolarını kuruyorlar. Bunu yaptığımız için de meslek örgütleri bizi yapımcı sayıp örgütlemeye almıyor. Benim mesleğim oyunculuk ama işlerime baktığın zaman yönetmenlik var, yapımcılık var, nakliye var, dekor yapmak var... Oyuncular Sendikası zamanında oyunculuğun standartlarını belirledi ama dramaturgun, yönetmenin, ışıkçının standardını belirlemedi. Bundan sonra onların standardını belirleyip yeterliliklerini yapacağız. Bunun sonucunda da bir tiyatro emekçisi o zaman istenen kriterlere göre başvurusunu yapabilecek.
Bu ülkenin ahlakı o kadar bozuk ki...
Türkiye'de tiyatrocular çok dertli. Hem yasaların çetrefilinden, hem örgütlenme imkanlarının kısır döngüsünden, hem de toplumsal yozlaşmadan... Örgütlenme olanakları gelişip yasal bazı haklar elde edildiği varsayılsa da sorunlar bitmiyor. Evet, o zaman mesleki tanımları yapılmış, kimin nerede hangi görevde olduğu belirlenmiş ve nihayet haklar talep edilmeye başlanmış olacaksa da yozlaşmış bir toplumda yaşıyor olmanın dezavantajları belirecek. Duman Şeşen, buna dair kaygılarını da paylaşıyor ve ekliyor: Diyelim ki tiyatro oyuncularına böyle bir ayrıcalık tanındı; bu ülkenin ahlakı o kadar bozuk ki mesleği ne olursa olsun herkes sigorta girişini tiyatro oyuncusu olarak yapacak. Biz bunu pandemide de yaşadık. Zaten toplamda 250-300 tane tiyatro var ama sayımız bir anda 600'ü buldu. Şirketinin faaliyet alanına sanatı ekleyen herkes bir anda tiyatrocu kesiliverdi. Ardından gidip tiyatroculara ayrılan ödenekleri aldılar. Bunların tiyatro olmadığını söylediğimizde de yetkililer belgelerde yazanlara baktıklarını söylediler. Dolayısıyla bunları ayırmak ve mesleğimize sahip çıkmamız gerekiyor. Mesleki tanımlarımızı yapabilmemiz gerekiyor.”
Peynir kadar kıymetli değiliz
Aynı zamanda Kuzguncuk Sanat Tiyatrosu kurucusu da olan Gizem Duman Şeşen tiyatrocuların acı bir durumda olduğunu, her bir tiyatrocunun uğraşması gereken yığınla sorunu olduğunu belirtiyor. Sanatla ilişkili insanların yaşamını nasıl sürdürdüğü üzerine hiç kimsenin hiçbir zaman düşünmediğini söyleyen Gizem Duman Şeşen sanatla uğraşan insanların değersiz hissettiğini şu sözlerle vurguluyor: Ne yazık ki biz peynir kadar kıymetli değiliz. Dolapta peynir bittiği zaman koşa koşa gidip alırsın ama bir sene boyunca tiyatroya, konsere veya bir sergiye gitmediğinde bunu ihtiyaç olarak görmüyorsun. Sanki sanat pırlanta veya elmasmış da insanlara lüksmüş gibi görünüyor. Teşekkür ederiz böyle gördükleri için ama böyle değil. Koşullarımız bize kendimizi çok değersiz hissettiriyor.
Gizem Duman Şeşen'in yaptığımız görüşmede bahsettiği sorunlarının herhangi bir basın metnine sığmasına imkan yok. Bu da sanatla uğraşan insanların Türkiye'de terk edildiği koşulların vahametini gösteren ayrıca bir örnek. Özetle, Türkiye'de sanatla uğraşan insanların çoğunun kimlik numaralarından başka hiçbir şeyi yok.