Azınlıkların mezarlarına yönelik saldırıların siyasi konjonktür değişse de bitmediğini söyleyen Ermeni yazar ve siyasetçi Murad Mıhçı: Tüm saldırılar coğrafyada yaşayan azınlıklara dönük yüz yıllık nefret ikliminin ne boyutta olduğunu çok net bir biçimde gösteriyor.
Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi Eşsözcüsü Derya Aydın: 1915’ten günümüze ölü bedenlere yönelik işkence sürüyor. Bu şiddet Türklük kimliğine karşı direnenlere yönelik daha çetin bir hal alıyor. Bu gruplara yönelen şiddete rıza üretilip şiddet normalleştiriliyor.
HDP Milletvekili Hişyar Özsoy: #Kürdistan#’da onlarca mezarlığa saldırılar yapıldı, birçok mezarlık tamamen yok edildi. Garzan Mezarlığı’ndan çıkarılan cenazeler İstanbul’da kaldırıma gömüldü. İnsan gibi yaşamasına müsaade edilmeyen halkların, insan gibi ölmesine de müsaade edilmiyor.
Türkiye’de Ermeniler, Yahudiler ve diğer azınlıkların kutsal saydığı mekanlara dönük saldırılar son günlerde artış gösterdi. En son İstanbul Beyoğlu’daki Yahudi Mezarlığı'na yapılan saldırı, son yıllarda Kürdistan ve Türkiye’de, mezarlıklara ve kutsal mekanlara dönük saldırıları yeniden gündeme getirdi. Van’da Ermeni Mezarlığı'na umumi tuvalet yapılması, Ankara’nın Ulus ilçesinde bulunan Katolik Ermeni Mezarlığı'nın üzerine yapılan dükkan inşaatları, İstanbul Elmadağ’daki Ermeni mezarlığına otel ve park inşaatları, yapılan saldırılardan bir kaçı. Mezarlık ve kutsal mekanlara dönük saldırılar münferit olay gibi gösterilmeye çalışılsa da, uzmanlar bunun sistematik bir devlet politikası olduğunu söyleyerek, benzer saldırıların daha da artacağı uyarısında bulunuyor. Ermeni Yazar Murad Mıhçı, HDP Milletvekili Hişyar Özsoy ve Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi Eşsözcüsü Derya Aydın, Türkiye ve Kürdistan'da bulunan azınlıkların ve Kürtlerin kutsallarına dönük saldırıları gazetemize değerlendirdi.
Nefret iklimi hakim
Ermeni yazar ve siyasetçi Murad Mıhçı, Türkiye’de yaşayan azınlıklara dönük saldırıların yüz yıldır kesintisiz bir şekilde sürdüğünü belirtti. Mıhçı, siyasal kimliklere saldırıların siyasi konjonktürle alakalı, ancak azınlıklara saldırıların tamamen hafızaya yönelik olduğunu ifade etti. Son yıllarda yaşanan saldırılara dair değerlendirmede bulunan Mıhçı, “Ankara Ulus’ta Ermeni Mezarlığı üzerine AVM ve çeşitli iş merkezleri yapılmak istendi. Sincan’da bulunan Ermeni Mezarlığı yıkıldı ve ortaya çıkan kemikler yağmalandı. Bunlar Büyükşehirlerde görülen saldırlar. Anadolu ve Kürdistan’da Ermenilerin, Yahudilerin, Asurilerin ve Süryanilerin yaşamadığı yerlere yapılan saldırılar çok daha fazla. Mardin’de Süryanilere ait mezarlık saldırıya uğradı. Sivas’ta Ermeni Mezarlığı tahrip edildi. Tüm saldırılar coğrafyada yaşayan azınlıklara dönük nefret ikliminin ne boyutta olduğunu çok net bir biçimde gösteriyor” vurgusu yaptı.
Azınlıklar sindiriliyor
Türkiye’de yaşayan azınlıkların ciddi anlamda sindirildiğini sözlerine ekleyen Mıhçı, “Yahudi Mezarlığı'na yapılan saldırıdan sonra Yahudi Cemaati ile bizzat görüştüm. Kendileri olayın büyümemesi için çok fazla ses çıkarmak istemediler. Çünkü korku ikliminden kaynaklı olayın sessizce çözülmesinden yanalar. Benzer korku iklimi Türkiye’de yaşayan tüm azınlıklar için de geçerlidir” dedi.
Bellek silinmek isteniyor
“Neden özellikle mezarlıklar?” sorusuna ise Mıhçı, şu cevabı verdi: “Mezarlıklar birer bellektir ve bu bellek sistematik olarak silinmek isteniyor. Örneğin bizim Konya Ereğli’de bir aile mezarlığımız var. 1950’li yıllarda oradaki Ermeni mezarlıkları yıkılınca dedem parayla satın aldığı bir arsanın üstüne mezarlık yaptı ve insanlar cenazelerini buraya gömdü. Ermenilerin çok az yaşadığı bu yerde mezarlığı gören insanlar ‘Burada Ermeniler yaşamış. Kim bu Ermeniler?’ diyerek araştırma gereği duyuyor. Bu da ciddi bir bellek haline dönüşüyor. Bu hafıza, sistem için sorun oluşturuyor ve inkârcı politikalarla silinmek isteniyor.”
Saldırılar hiç bitmedi ki
Siyasi kimliklere dönük saldırılar ile azınlıklara dönük saldırıların ayrı değerlendirilmesi gerektiğini düşünen Mıhçı, “Siyasi kimliklere olan saldırlar siyasi konjonktüre göre değişebiliyor. Müzakere sürecinde bu saldırılar olmuyordu. Süreç bittiğinde ise gerillaların yattığı mezarlıklara su bağlattı diye bir belediye başkanı tutuklanabiliyor. Fakat azınlıklar için bu saldırılar yüz yıldır devam ediyor. Siyasi figürler değişse de azınlıklara dönük saldırılar hiç bitmedi” şeklinde konuştu.
Gezi Parkı’nın altı mezarlık
Gezi Parkı’nın Ermeni Mezarlığı üzerinde inşa edildiği bilgisini paylaşan Mıhçı, “Bu mezarlık Taksim Meydanından Harbiye Ordu Evinin bulunduğu yere kadar çok geniş bir alanı kapsıyor. Bugün bu alanda lüks otellerden kafe ve restoranlara kadar yüzlerce yapı yapıldı. Parkın girişindeki merdivenler ise eski bir Ermeni kilisesinin taşlarından yapıldı. Biz bunu defalarca söyledik. Hatta Gezi Parkı eylemleri başlamadan kısa bir süre önce bunu dile getirdik, ama sesimizi duyan olmadı. Gezi Parkı Ermeniler için ciddi bir bellek, ama bu bellek tamamen silindi” diye konuştu.
Münferit değil sistematik
Azınlıkların kutsallarına dönük saldırıların münferit olay değil, sistematik olduğunu ifade eden Mıhçı, son olarak şunları söyledi: “Kuzguncuk Ermeni Kilisesi’ne bir kişi saldırdı, haçını kırdı. Rum Kilisesi’ne Molotof kokteyli atıldı. Ermeni okullarına yazılamalar yapıldı. Bu olayların hepsine münferit denildi. Failler ise ya çocuk ya da akli dengesi bozuk kimseler oluyor. Gerçekten böyle de olabilir, ama yaşadığımız nefret iklimi ve söylemlere bakıldığında bu olayların hiçbiri münferit olarak görülemez. Türkiye’de Ermeni, Yahudi ve Hristiyan olmak nefret söyleminde en üst sıralardadır. Bu veriler bile gelişen saldırıların münferit olmadığını bize gösteriyor.”
Tarihlerinde saldırganlık var
Ölü bedenlere uygulanan şiddetin T.C tarihinin bir parçası olduğunu söyleyen Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi Eşsözcüsü Derya Aydın ise, “Ölü bedenlere, mezarlıklara, farklı inançlar ve toplumlar tarafından kutsal kabul edilen mekanlara yönelik saldırılar artıyor. Bu şiddete maruz kalan gruplar ve kişiler Türk, Sünni ve erkek kimliği dışında, oldukça geniş bir yelpazede yer alıyor. Yani esasen söz konusu olan, Cumhuriyet tarihi boyunca inşa edilen ideal Türk kimliği dışında kalan, yok sayılan, baskılanan ve şiddete maruz kalan grupların ölüleri” diye konuştu.
Şiddet topluma yayılmakta
“Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi olarak yaklaşık iki yıldır yürüttüğümüz çalışmada, ölü bedenlere ve onların hatırasına yönelik şiddetin geniş bir skalada karşımıza çıktığını gördük” diyen Aydın, “1915’ten günümüze ölü bedenlere yönelik işkence sürüyor. Ölüyü yerde bırakma, ölünün beden bütünlüğünü bozma, cenazelerin uzun süre morglarda bekletilmesi, cenaze merasimlerinin engellenmesi, taziyelerin yasaklanması, naaşların kimsesizler mezarlıklarına gömülmesi; mezarlıkların tahrip ya da imha edilmesi… Tüm bunlar ölüye ve hatırasına, geride kalan sevenlerine yönelik şiddettir ve çok uzun yıllardır yaygın olarak yaşanıyor. Elbette bu şiddet Türklük kimliğine karşı direnenlere yönelik daha çetin bir hal alıyor. Ancak, bu gruplara yönelen şiddete rıza üretilip şiddet normalleştiriliyor ve bütün topluma yayılıyor” ifadelerini kullandı.
Ölüye şiddet Türkiye’nin bir gerçeği
Dersim Soykırımı’ndan, Zilan Katliamı’na, Newala Qesaba’ya ve 1990’lı yıllar boyunca devletle PKK arasında yaşanan çatışmalara kadar, ölülere yönelik şiddetin sürekli devam ettiğine işaret eden Aydın, “Bu katliamlarda hayatını kaybedenlerin hiçbiri ne layıkıyla defnedilebilmiş ne de ölü bedenler ve hatıraları gerekli saygıyı görmüştür. Bu açıdan ölülere yönelik şiddet Türkiye tarihinin bir parçası, ama bu gerçekle yüzleşilmiş değil. Bu gruplara yönelik şiddet gibi ölü bedenlerine yönelik şiddet de inkar ediliyor. Bu inkar ölülere yönelik yeni şiddet vakalarının yaşanmasına zemin hazırlıyor” diye konuştu.
Devlet hedef gösteriyor failler artıyor
Kürdistan’da çatışmaların sürdüğü dönemlerde yaşayanlara yönelik şiddetin bir benzerinin ölülere yönelik de yaşandığını sözlerine ekleyen Aydın şöyle devam etti: “2015 yılının ikinci yarısından itibaren ölülere yönelik şiddet vakaları dehşet verici boyuttadır. Ölülerin yerde kalması, çıplak biçimde teşhir edilmesi, kargo ile gönderilmesi, cenazelerin yerde sürüklenmesi, mezarlıkların havadan bombalanması bu saldırıların tamamı devletin merkezi kararları sonucu meydana geldi. Ancak, Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi olarak son iki yılda şu hakikati de bir kez daha gördük; bu şiddetin tek faili devlet değil. Devletin faili olduğu vakalar bütün topluma yayılıyor ve bu da şiddeti çok failli bir hale getiriyor.”
Şiddet normalleştiriliyor
Aydın “Neden ölü bir bedene zulmedilir” sorusuna şu yanıtı verdi: “Öncelikle ölülere yönelik şiddetin siyasetin bir parçası olduğunu unutmamız gerekiyor. Farklı toplumlar ve kişiler özelinde gerçekleşen bu saldırılar belli bir siyaset tarafından tertip ediliyor. Yine kamusal alanda hakim dilin, devlet kurumlarındaki yaklaşımının, iktidar sözcülerindeki söylemlerin neredeyse tamamı bu şiddeti normalleştiriyor. Ana akım medya ölülere yönelik her türden şiddeti normalleştiren bir dil kullanıyor. Yine yargı bu konuda şiddeti engelleyici hiçbir karar almıyor. İçişleri Bakanı her ne kadar Musevi Mezarlığı’na yönelik şiddete karşı bir açıklama yapmış olsa da, Aysel Doğan’ın cenazesine yönelik saldırıyı doğrudan sahiplenmişti. Dolayısıyla yaşatmaya dönük bir siyaset söz konusu olmadığı gibi, ölülere yönelik şiddet politikalarıyla ölümlü varlıkların ölümü de elinden alınmak isteniyor.”
Çözüm mücadele etmek
İnisiyatif olarak Türkiye’de ölü bedenlere yönelik şiddeti açığa çıkarmaya, doğru bir dille anlatmaya, bu şiddet karşısında bir araya gelerek örgütlenmeye çalıştıklarını söyleyen Aydın, bu şiddetin son bulması için mücadele ettiklerini dile getirdi. Aydın, “Türkiye’de her gün farklı vakalarla karşımıza çıkan ölülere yönelik şiddetin bu ülke tarihinin bir parçası olduğunu anlatmaya çalışıyoruz” diyerek şiddet karşısında ortak mücadele edilmesi gerektiğini belirtti.
Düşmanlığın dışa vurumu
HDP Milletvekili Hişyar Özsoy, İstanbul’da Temmuz ayı ortalarında Yahudi Mezarlığı'na yapılan saldırının, farklı kültürlere yönelik yüz yıllık düşmanlığın dışa vurumu olduğunu ifade etti. Kürtlerin ve azınlıkların kutsallarına dönük saldırıların, Türkiye Ulus Devleti kurulduğundan beri farklı halklara dair izleri sistematik bir şekilde silmek için yapıldığını dile getiren Özsoy, “Mezarlıklar bu coğrafyada yaşayan hakların buraya bıraktığı en büyük izlerdir” dedi.
Saldırganlar teşvik ediliyor
“Bir insanın vatanı neresidir” diye soran Özsoy, şöyle devam etti: “Bir insanın vatanı annesinin, babasının ve atasının yaşayıp gömüldüğü yerlerdir. Maalesef yüzyıldır Türkiye’de homojen bir ulusal kimlik ve homojen bir ulusal vatan oluşturulmak isteniyor. Sadece Türk kimliğine vurgu yaparsanız, Türklerin mezarlarını kutsar ve onun dışındaki bütün kutsallara yer bırakmazsınız.” Saldırıların münferit birer olaymış gibi gösterilmesini eleştiren Özsoy, “Bu saldırıları birkaç kişi ya da çocuğun yaptığı yönünde söylemler geliştiriliyor. Öyle olsa bile böylesine ırkçı bir atmosferde yetişen bir birey, bu tür saldırıları yapması için teşvik ediliyor” ifadelerini kullandı.
Ölü bedenlere de rahat yok
“Son 40 yılda özellikle Kürtlerin cenazelerine ve mezarlarına yönelik saldırılar kesintisiz bir şekilde devam ediyor” diyen Özsoy, son olarak şunları söyledi: “1990’lı yıllardaki serhildanlar sürecinden tutun, 2015’teki barış sürecinin rafa kaldırılmasıyla birlikte Kürdistan’da onlarca mezarlığa saldırılar yapıldı, birçok mezarlık tamamen yok edildi. Garzan Mezarlığı’ndan çıkarılan cenazeler İstanbul’da kaldırıma gömüldü. İnsan gibi yaşamasına müsaade edilmeyen halkların, insan gibi ölmesine de müsaade edilmiyor.” [1]