Kaldırım altlarına ölülerimizi topluca gömüşünüzü, kargo ile bir kutu içerisinde evlatlarımızın kemiklerini göndermenizi, mezarlarımızı bombalamanızı asla unutmayacağız. Dirilerimize yaptıklarınız için sizi affetmeyeceğiz ama ölülerimize yaptıklarınız için gök yere inse sizi bağışlamayacağız.
Siz susanlar! Etinden sıyırıp kemiğini bir evladın, bir torbada babasına taşıtanların zulmü karşısında sus pus olanlar, sizleri de unutmayacağız. Siz bu ülkenin sözüm ona aydınları, entelektüelleri, sanatçıları, siyasetçileri, UluSolcuları sizleri de asla unutmayacağız.
Yedi yıldır belki tekrar kokusunu içime çekerim, belki acıkmıştır, belki susamıştır, belki üşüyordur, belki ölmemiştir, belki yaşıyordur, belki kapı açılır içeri girer, belki… diye diye gözü kapıda, pencerede, sokakta, kentin en kalabalık meydanında, en tenha köşesinde yaşayan bir babanın eline, evladının etinden sıyırdığınız kemiklerini bir torba içinde tutuşturdunuz. Aklınız huzur bulmasın. Ağrı eksik olmasın ruhunuzun orta yerinden. Bunu asla unutmayacağız.
Bunları asla unutmayacağız. Kaldırım altlarına ölülerimizi topluca gömüşünüzü, kargo ile bir kutu içerisinde evlatlarımızın kemiklerini göndermenizi, mezarlarımızı bombalamanızı asla unutmayacağız. Dirilerimize yaptıklarınız için sizi affetmeyeceğiz ama ölülerimize yaptıklarınız için gök yere inse sizi bağışlamayacağız.
Bizleri ölülerimizin bedenlerinin peşine düşürmenizi, ölümüzün bedeninden bir parçaya ulaşabilmek için ölüp ölüp dirilişlerimizi unutmayacağız. Siz zulmünüzün, vahşetinizin, merhametsizliğinizin, vicdan ve ahlaksızlığınızın tarihini bizim etimize yazdınız. Ant olsun ki sizi unutmayacağız. Ne aklımızın, ne ruhumuzun hafızası bir an olsun üzerinizden gözlerini çevirmeyecek başka yana.
Biz sizin gaddarlığınızı iyi biliriz. Nasıl işkenceciler olduğunuzu. Toprağımızın her kurdu, her kuşu bilir sizin zulmünüzü. Topraktaki hangi solucan, sudaki hangi balık sizin yangınınızdan geçmemiştir? Hangi onurlu Kürt’ün bedeninde, ruhunda sizin açtığınız yaraların izi eksiktir? Hangi Kürt’ün kulağına bulaşmamıştır ırkçı salyalı sözleriniz. Ama ant olsun bize diz çöktüremeyeceksiniz. Bütün kurmay aklınızın bir araya gelip hazırladığı çöktürme planları özgür Kürt’ün iradesi karşısında diz çökecek. Sömürgeci çarkınız, Kolonyal kibriniz, evladının kemiklerini bir torbada taşıyan babanın hüzün ve öfkesinin kasırgasının hışmına uğramaktan kurtulamayacak.
Siz susanlar! Etinden sıyırıp kemiğini bir evladın, bir torbada babasına taşıtanların zulmü karşısında sus pus olanlar, sizleri de unutmayacağız. Siz bu ülkenin sözüm ona aydınları, entelektüelleri, sanatçıları, siyasetçileri, UluSolcuları sizleri de asla unutmayacağız. Hafızamıza, sizleri faşizmin ortakları olarak yazacağız. Ant olsun ki ikiyüzlülüğünüzü, sahte aydınlığınızı bize her rast geldiğinizde tüküreceğiz yüzünüze. Tatlı su aydını olmanın huzurunu yaşamanıza izin vermeyeceğiz. Her gün çalıp kaçacak kapınızın zilini çocuklarımız. En derin uykunuzdan uyandıracak ağrıyı, ağırlığı asacağız vicdanlarınızın üzerine. Çocuğunuzun başını okşamak için uzattığınız elleriniz, içinde evlat kemiği bulunan bir torbanın ağzında takılı, ruhunuz, evlat kemiği taşıyan babanın gözlerindeki acının derinliğinde asılı kalacak.
Siz, karagözlü çocuklarımızın bedenlerini, sıyrılmış kemiklere çevirip torbalara dolduranlarla iş tutan onursuz Kürtler! Sizleri de unutmayacağız. Direnen Kürt’e, direndiği için öfke bileyen, sömürgecisine uşaklık eden; tamah ettiği üç kuruş paraya, beş santim kumaşa, bir karış toprağa minnet eyleyen arsız ve onursuz Kürtler, sizleri de unutmayacağız. Asla kurtulamayacaksınız öfkemizin kasırgasından. Bu toprakların bir tek karışında başınız dik gezemeyeceksiniz.
Peki bütün bunları dedikten sonra, ya bütün bunlardan sonra bize ne demeli? Bu sözlerin sahipleri olarak bizlere ne demeli? Kara gözleri karartılmış, konuşan dili lal edilmiş, etlerinden sıyrılmış evlat bedeninin dayanılmaz ağırlığını taşıyan babaya omuz vermeyen, onu o yolda yalnız yürüten bizlere ne demeli? O kemikleri binlerce kişi olup hep beraber omuzlarımızın üzerine alsaydık, etleri sıyrılmış kemikten bedene et olsaydık, göz olsaydık, dil olsaydık, söz olsaydık olmaz miydi? Evlat kemikleriyle dolu bir torbayı kucağında tutan baba fotoğrafı bize izin verir mi gülelim bir daha? Aklımız acımaz mı, ruhumuz kanamaz mı o fotoğraf aklımıza düşünce. En çok da o fotoğrafta o yalnız bırakmış olmanın ağırlığı çökmez mi tüm yaşamımızın üstüne. Alışalım istiyor ya bu zulmün üstüne kolonyal kibir, ölülerimizin aşağılanmasına. Alışırsak kalbimiz kurumasın mı, ruhumuz solmasın mı? “Bizi öldürebilirsiniz ama biz o kemik dolu torbayı taşıyan babanın dik ve onurlu başıyla yürüyeceğiz, bir daha asla onun yalnız yürümesine izin vermeyeceğiz” demeyelim mi? [1]