Tek vatan, tek dil, tek bayrak’ diye çırpınan bu çürümüş güruh, evrende hiçbir şeyin tek başına mevcut olamayacağını anlayacak çapta değildir.
Mezarımızı yerde aramayınız, bizim mezarımız bizi sevenlerin gönlündedir.
Mevlana Celaleddini Rumi
Donmuş bir fotoğraf karesinde durmuş an… Bu anın sayısız nedeni vardır ve bu an sayısız etki meydana getiriyor. Öyle ki bu an Kürt halkının hafızasına, geçmişin ve geleceğin tümünü gösteriyor. Yaşlı bir amca her iki eli ile beyaz bir torbayı göğsüne tutmuş, bir adımı önde… Tüm evren aralıksız bir şekilde tükenmez kaynakları ile adımlarını atmasına katkıda bulunuyor. Ama iki eli ile göğsüne bastırdığı beyaz torba. Ve torbayı onun eline verenler… Yani saraydaki şahsın şiddet egosu için çırpınan, algı ötesi zalimliği icat eden zavallı, sefih paralı köleler.
’Kendini bil… Bilmek olmak demektir’ demiş bilgeler. Sonuçta herkes bildiği kadar olur. Ne de olsa herkes kendi doğasına göre hareket eder. Özünde ise bu fotoğraf karesi bir cenk meydanıdır. Beyaz torbayı göğsüne bastıran amcanın duruşunda acıya dayanmanın asaleti ve erdemi görünüyor. İşkenceyi ve aşağılanmayı reddetmenin vakar edasında başı dik adımlıyor. Büyük acıya rağmen var olma iradesi eşsiz bir direnişi kapsıyor.
Bu cenk meydanının diğer tarafında ise kendisini sarayında zirvede gören pragmatist şahıs. Hiçbir inancı, ahlakı ve değeri olmayan, sireti kötülüğün kaynağı haline gelmiş, mekruh bir çetenin reisi. Zirvede olmasına rağmen bütün yollar onu aşağı doğru çekiyor. Ve bu baş aşağı gidişini durdurmanın yolunu bütün sahteliklere ve yalanlara sarılarak Kürt halkına saldırarak bulacağını düşünüyor. Oysa ki unuttuğu bir hakikat var. İnsanlık tarihi boyunca gerçek, daima sahte ve yalan olanı alt ederek yıkmıştır.
Gerçeğin yolu yalan olanın yıkımından geçer. Yani yalanı terk etmek gerçeği getirecek yegane yoldur. Böylece yaşam cehaletten kurtulmuş olacaktır. Beyaz torbayı yaşlı amcanın eline veren hilkat garibeleri, #Kürt toplumu#nu sindireceklerini ve korkutarak köleleştireceklerini sanıyorlar. Bu fotoğraf karesini gören şerefli Kürtler, korkuyu ret ederek yaşamak istiyor. Ret etmek, kabul etmemek, isyan etmenin özüdür. İsyan olmadan özgürlük elde edilemez. Çünkü kavga ve mücadele varlığın öz savunmasıdır.
Zorluklar yaşamayanların sevgileri ve değerleri olamaz. Zorlukları aşmak sevginin ve değer yaratmanın doğasıdır. Sömürgecilik insan doğasına aykırıdır. Kurtuluş için sömürgeciliğe dair her şeyin terk edilmesi ve reddedilmesi elzemdir. Kürtler için en yüce hakikat Türk devletinin her şeyinden arınmaktır. Türk devletinin sahte ve yalan yapısını ret etmek Kürtlere enerji ve özgürlük getirecektir. Bunu yapacak olan Kürtler tıpkı bir akarsuyun yerinden kopmuş kaya parçalarının arasından köpüren akışı gibi özgürlüğe akacaktır. O beyaz torba Kürtlere birlik çağrısıdır. Evrenin de hakikatidir. Birlik özgürleştirir. Özgürlük birleştirir.
Çünkü o torbayı yaşlı amcanın eline verenlerin ne sevgileri ne de değerleri vardır. Devlet terörü ve tutundukları yalanlarla insanlara acı çektirip, zevk almaya odaklanmışlar. Onlar bedenlerinin kölesi olmuş, insan nesebinden pay almamış, zavallı mahlukatlardır.
Onlar sadece bedensel mahluklar oldukları için o yaşlı amcanın eline oğlunun kemiklerini bir torbaya koyarak verdiler. Oysa ki insanlık ölülerini çeşitli ayin, tören ve dualarla uğurlar; ölülerinin anılarıyla yaşar. İnsanlık ölünün naaşını bozanları, ölüyü mezarsız koyanları, dini ve toplumsal gelenekleri ile definlerini engelleyenleri ‘kötü’ olarak tanımlamış ve bunu yapanları kötülüğün kaynağı olarak görmüştür.
Bu zebanilerin, davranışlarının nedeni bedenin virüsüne bulaştıkları içindir. Onların tüm çıkarları bedenlerinin arzularıdır.
Beslenmeleri, giyinmeleri, barınmaları, isimleri, ünleri, güvenlikleri, hayatta kalma arzuları, özcesi her şeyleri bedenlerinin yaşaması içindir. Yeryüzünde kapitalist sistemle zirveleşen bu bencillik tüm ölümcül virüslerin kaynağıdır. Kötülük, hastalanmış bu bencil zihnin pis kokusudur. Onların ne kalpleri ne ruhları ne de yürekleri vardır. Oysa ki bu iğrenç bedenlerinin yaratılışında ve yaşamını sürdürmesinde dahi tüm evrenin katkısı olmasa o bedenleri asla var olamaz.
Kürt toplumunu, şehit düşen bir savaşçısının kemiklerini torbaya koyarak manevi olarak vurmaya çalıştılar. Bu saldırı ile Kürt ve Kürdistan için savaşanların sonuna dair bir mesaj vermek istediler. ‘Tek vatan, tek dil, tek bayrak’ diye çırpınan bu çürümüş güruh, evrende hiçbir şeyin tek başına mevcut olamayacağını anlayacak çapta değildir. Aslında zehirli dillerine ‘Bakara, Makara’ diye dalga geçtikleri Kuranı Kerim’in Araf suresinin 179. Ayeti bu şirk odağının münafıklığını en bariz şekilde dile getirmiştir. ‘Andolsun ki biz, cinlerin ve insanların çoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır, düşünmezler onunla. Gözleri vardır, görmezler o gözlerle. Kulakları vardır, duymazlar o kulaklarla. Onlar dört ayaklı hayvanlara benzerler, hatta daha da sapıktır onlar. Onlardır gaflette kalanların ta kendileri.’ Toprağa gidecek bedenlerine oldukları kölelik, onların nasıl bir gaflet içinde olduğunu çarpıcı bir biçimde gösteriyor.
Türk devleti, Kürt halkının gerçeğini inkar ederek kendi mezarını kazıyor. Hayat hayatla beslenir. Doğada bu süreç zorunludur. Bakın doğada nasıl her şey hayata sarılıyor, yaşam ne denli aziz ve büyülü. Tüm varlıklar ve her şey özünü bulmak için uğraşıp didiniyor. Hayat kendi başına alabildiğince nasıl da yaratıcıdır. Bir tohum, zaman akışı içinde nasıl da bir ormana dönüşüyor. Ama hayat Türk devletinin, Kürt halkına yaptığı düşmanlığı tedavi edemiyor. O yüzden hayatın tedavi edemediğine daima ölüm son verir. Hakiki olan ölmez. Hakiki olmayan ölür. Bu da evrenin en temel kuralıdır.
Medya Savunma Alanları’nda sevgi ve güzellik dolu yeni bir hayatın şafağı söküyor. Gerçek; uğruna ölmeye gönüllü olan gerillalar tarafından anılıyor. Zaten o zaman ölüm gerillalar için dehşetini yitirir ve hayatın bir parçası haline gelir. Gerillaların gerçeğe ait bir kıvılcımı bir gece ansızın Reis’in sahte ve yalan üzerine inşa ettiği sarayını yakıp yok edecektir.
Bilgelerin sır dediği bilme ‘Kendini bilmektir.’ Bu sırra erişmek mülke, iktidara ve dünyevi olana tenezzül etmemektir. Bu binlerce yıllık direniş kültürünün ve onun geleneğinin soy damarlarından biridir. Çünkü iktidarcı zihniyetin sadece cismaniliğe meyleden zulüm saraylarına karşı insanı insan yapan nefsin komünal kardeşlik eğiliminin temsilcisi olan insanların direnişi hep sürdü ve sürecektir. Ortadoğu Bilgeliği der ki; ‘Her mesken harap olur ve her elbise mutlaka eskir.’ Saray yıkılacak ve o yaşlı amcanın eline oğlunun kemiklerini veren soysuzların sefil bedenleri çürüyecektir. Üzülme amca; yiğitlik anıtıdır elinde… [1]