Bu, sızısı tarihi iz bırakan cinayeti aydınlatmanın sorumluluğu, Anter’in yaşadığı coğrafyada toplumsal sorumluluk üstlenen kafaların ve kalemlerin işi: Tarihi ve emek isteyen bir sorumluluk!
Bilinen bir katil.
Bilinmesi istenmeyen “cinayet hikayesine” dönüştürüldüğünde ne yapmalı?
Bilinen:
20 Eylül 1992’de #Musa Anter#’in kaldığı otelden alındığı.
Sonra Seyrantepe’de Cumhuriyet Caddesi’nde öldürüldüğü.
Ara not:
Anter’in yanında Orhan Miroğlu varmış.
Miroğlu’nun, Kolonizatörler dünyasına sığınması, onu töhmet altında bırakıyor.
Ne söylese para etmez bir adam olması, kendi kaderini elleriyle tayin etmesine bağlanmalı.
Erdoğan’ın elini öpen, şüpheli adam olmayı hakkeder.
Dipnot:
Musa Anter öldürüldüğünde Bekaa kampı kapatılmak üzereydi ve ben Avrupa’dan Bekaa’ya giden küçük bir “turist delegasyonu”nun üyeleri arasındaydım.
Musa Anter’in ölüm haberi geldiğinde, Abdullah Öcalan, hatırladığım kadarıyla büyük çaplı bir çadırda, eğitim gören 200’ü aşkın gerillaya hitaben konuşmuştu.
Konuşmaya başlamadan önce bir hayli kederli bir yüz ifadesine sahipti.
Sonra itinayla ve usulca başlattığı konuşması, birkaç dakika sonra, resim kareleriyle dolu bir söyleve dönüşmüştü.
Sanki Musa Anter’in yaşamını yakından takip eden bir yol arkadaşı gibi konuşmuştu.
Sorumluluk duygusu dolu bir konuşma olduğu, hafızamda kalan en önemli vurgusuydu.
Sorumluluk devlete ait değil.
Devlet organları; bu durumda Türk yargısı, en son haliyle Musa Anter Davası’nı, 21 Eylül 2022’ye ertelemiş oldu.
Dava 20 Eylül’de zaman aşımına uğrayacak. Böylece, Musa Anter’in katledilmesinin JİTEM tarafından gerçekleştirilmiş olması savı, istihbarat ağının yadınlatılması gerektiğine işaret ediyor. Devlet organlarının işlevsiz kalmasının nedeni de bu.
Musa Anter cinayetini aydınlatmak: Kürdistan’da yapılacak tutarlı bir kaynak araştırması, görgü tanıkları dinleme, devlet dökümanlarında cevabı verilmeyen soru ve varsayımlara yanıt bulma gibi yoğun bir tarihi görev olarak duruyor…
Bu bana biraz da Rosa Luxemburg cinayetini araştıran Alman yazar Klaus Gietinger’in “Landwehr Kanalı’nda bir ceset” (Decaton Yayınevi, Mainz 1993) kitabını hatırlattı.
Gietinger, yıllar boyu süren titiz bir araştırmanın sonucunu Rosa Luxemburg’un katlinden 74 yıl sonra okuyucuya sundu.
Sonuçta ortaya çıkan olgulardan biri, zanlı olarak kabul edilen Hermann W. Souchon’un Luxemburg’u katleden olmadığı gerçeği.
Rosa ve Karl Liebnecht, Süvari Otto Wilhelm Runge (1875-1945) tarafından kafalarına dipçik vurularak öldürülmüşler:
“Saat 23:40'ta otuz yaşındaki Teğmen D. Kurt Vogel tarafından merdivenlerden otel lobisine ve döner kapıya indirildi. Otto Wilhelm Runge yine ana girişin önünde bekliyordu. Rosa Luxemburg dışarı çıkar çıkmaz tüfeğinin kabzasını kafasına çarptı. Yere düştü ve diğerleri Rosa Luxemburg'u arabaya sürüklemeden önce Runge tekrar vurdu. Bir asker kaybettiği ayakkabıyı aldı ve ganimet olarak sakladı. Nöbetçi bir memur, yere düşen çantadan Clara Zetkin'den bir mektubu çaldı.”
Önemli bir not ise, Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un yakalandıkları haberini alan Yüzbaşı Waldemer Papst’ın Sosyal Demokrat Gustav Noske’ye telefon açtığı. Noske, iki tutuklunun idam edilmeleri için, General Lüttwitz’den emir alması gerektiğini iletmiş, Papst, bunun mümkün olmayacağını söylediğinde, Noske ona, “…ne yapacağının sorumluluğunu kendisi almak zorunda” (izafi talimat) olduğunu bildirmiş… Ve daha yüzlerce isim: 15 Ocak 1919’da saat 21’den sonra saat 23:40’a kadar geçen sürede onlarca isim iki cinayetin işlenmesinde rol alıyorlar. Öncesinin ve sonrasının da bir hikayesi var….
Musa Anter cinayeti de böylesine akraba bir hikaye mi?
Musa Anter’in deyimiyle işin içinde, şiirinde tarif ettiği bir Qimil (tahıla zarar veren böcek) var mıydı?
Bu, sızısı tarihi iz bırakan cinayeti aydınlatmanın sorumluluğu, Anter’in yaşadığı coğrafyada toplumsal sorumluluk üstlenen kafaların ve kalemlerin işi: Tarihi ve emek isteyen bir sorumluluk![1]