#Şerafettin Kaya#’yı #Newroz#’un kutlandığı mart ayında kaybettik. Sanki #Mazlum Doğan#’a ve tüm direnenlere “Bir yere gitmedim, yanınızdayım” der gibi gülümseyerek bizlere bakıyor.
Neden bazı şeyleri unutup neden bazı şeyleri ayrıntısıyla hatırladığımın yanıtını bugüne dek verebilmiş değilim. Tarih 1980. Mevsim kış. Her taraf karanlık. Siverek, Urfa, #Amed# işkencehanelerinden geçiyorum. Götürüldüğüm her işkence merkezinde sayısız Kürt devrimcisi, aydını, köylüsüyle karşılaşıyorum. Gözü dönmüş, kaba, vahşi bir işkence uygulanıyor. Filistin askısından dolayı kolu kırılan, kolları tutmaz olan, ayak bileklerinden askıya alınıp bilekleri delinen, aklını yitiren sayısız insanla karşılaşıyorum. Direniş ve ihanetin sayısız örneklerine tanıklık ediyorum.
Gözaltına alınanların sayısı bitmek bilmiyor. Sanki bütün Kürt köyleri boşaltılıp işkencehanelere doldurulmuştu. Gözaltı süresi üç aya çıkarılmıştı. Belli ki birkaç günlük, haftalık işkence süresi zalimlere yetmiyordu.
Günler geçmek bilmiyor... Gözlerimiz bağlı her taraf karanlık içinde nereden geleceği belli olmayan tekme tokatın yanında rutin haline gelen günde üç öğün yediğimiz dayak işin cabası. Karanlık zaman içinde sadece insanlar kaybedilmiyordu. Aynı zamanda özgürlük iddiası ve değerleri de kaybedilmek isteniyordu. İhanet kör bir karanlık gibi dayatılıyordu. Direnmekten başka yolumuzun kalmadığı bir mekanda ve zamanda yaşıyorduk. Sonu gelmeyen sorgulamalar, dinmek bilmeyen işkence sesleri, Filistin askısı, falaka, su içinde saatlerde bekletilerek verilen elektrik şokları ve onur kırıcı en aşağılık küfürler... Bedenimizi kemiren bitlerin haddi hesabı yoktu.
Kimliğimize, kişiliğimize yönelik hakaretlerin yanında karanlığın tam ortasında sahiplenici aydınlık bir sesin sözleri yankılanır kulaklarımda: “Her insan dilini konuşmakta inancını yaşamakta özgürdür. Hiç kimse kimliğinden dolayı aşağılanamaz. Ve hakarete maruz kalamaz. Siz bu Ermeni arkadaşa kimliğinden dolayı işkence yapamazsınız.”
Mezbahaya dönmüş işkence merkezinde mesleğinin avukat, isminin Şerafettin Kaya olduğunu sonradan öğrendiğim onurlu bir özgürlük savunucusu yetişiyor çığlıklarıma. Devrimci bir tutsağı savunma bedeli ağır oluyor. Bir mevsim boyu durmadan yediğim dayağın ve çektiğim acıların yanında sahrada bir tas su gibi geldi Şerafettin Kaya’nın cesaret dolu savunu sözleri.
İşkencehanelerde Ermeni bir devrimcinin savunulması olağan sınırları oldukça zorlayan bir durumdu. 12 Eylül sürecinde hakikati savunmak herkesin harcı değildir. Şerafettin Kaya bu savunmadan dolayı onur kırıcı sözlere maruz kaldı, ağır dayak yedi. “Sana mı kaldı lan! Bir Ermeni anarşisti savunmak. Burayı mahkeme salonu mu sandın lan!”
Şerafettin Kaya’yı ilk kez #Diyarbakır# işkencehanelerinde gözlerim bağlı tanıdım. Yüzünü görmeden karanlıkta yankılanan sesini duydum. Dayanılması zor koşullarda ve kimin sağ çıkacağı belli olmayan zindanda ağır bir bedel ödeme pahasına devrimcileri savunan cesaret dolu sesin sahibi hep hatıramızın en saygın yerinde kaldı. Bu onurlu Kürt aydınıyla kaderimiz aynı koğuşta birleşti. Dakikalarca önceden göremediğim gülen yüzüne baktım. Güzel #Muş# şivesiyle konuşması benim gibi tutsakların ilgisini çekiyordu. Aylarca birlikte kaldım. #Ahmet Türk#, Nurettin Yılmaz, Şerafettin Kaya hepimiz… ağır işkenceler yaşadık.
Şerefettin Kaya avukat kimliğinden önce aydın devrimci kimliğiyle tanındı, bilindi. Devrimci tutsakları, hakikati her koşulda savunmaktan geri durmadı. Zalimin önünde eğilmedi. Onurunu ne paraya değiştirdi ne de ağır zulmün önüne attı. Sevgi dolu gülüşünü halktan ve hiçbir devrimci tutsaktan esirgemedi.
Bizler yirmili yaşlardayken onun yaşı bizlerden ilerdeydi. İleri yaşına rağmen genç bir militan gibi hep başı dik durdu. Küçük maddi hesaplara tenezzül etmeden, ayrım yapmadan tüm devrimcileri hem içeride hem dışarıda savundu. Yüreği hep Kürt halkının özgürlüğü için çarptı. Ona atılan her dayakta, söylenen her onur kırıcı sözde içimiz sızlardı. İşkenceden onu korumak, savunmak için her türlü bedeli ödemeye hazırdık. Bazen başarılı olurken bazen çaresiz kaldığımız oluyordu. Genç devrimciler olarak zindanda onu yeterince savunamadık ancak o ileri yaşına rağmen tüm devrimci tutsakları savunmaktan bir an olsun geri durmadı. Mazlum, Kemal, Hayri ve diğer tüm öncü kadro ve devrimcilere karşı hep güçlü devrimci duygular besledi. Sıkıyönetim mahkemelerinden tutalım 12 Eylül zindanların Kürtleri, devrimcileri savunmaktan geri durmadı.
Kem gözlerin görmediği an ve zamanlarda çocuklar gibi etrafında kümelenir sigara dumanı altında geçmiş mahkeme anılarını dinlerdik. Yıldızsız gecelerimizin ışığı olurdu. Şerafettin Kaya’yı Newroz’un kutlandığı mart ayında kaybettik. Sanki Mazlum Doğan’a ve tüm direnenlere “Bir yere gitmedim, yanınızdayım” der gibi gülümseyerek bizlere bakıyor. Şeref abiye kimse beyaz kefen giydirip mezarlıklara gömemez! Kimse bizleri onu mezarlıklarda aramamıza zorlayamaz. O hep iddialarımızın tertemiz sayfalarında ve anılarımızın en direngen yerinde olacaktır.
Anısına saygı ve hürmetle…[1]
Nubar OZANYAN