Değişimin ta kendisi olurken bile kendine özgü tavırlarından ödün vermeyen, hayat teknesinde acılarını büyük özenle yoğuran adam, Müslüm Gürses.
Ne olursa olsun kabul etmek gerek ki, evet o birçok acı yaşadı. Ailesi yönünden şansının olmadığı bir hayatı vardı. Eğitimi de olamadı. Ama Allah’ın ona verdiği yeteneklerini kullanmayı bildi ve kendi kaderini yine kendisi yazdı.
Adana’nın çay bahçelerinde başlayan sanat yolculuğunu mutlu bir evlilikle taçlandırarak genişletti. Karısının desteğiyle hep mutlu ve başarılı oldu. Çocukluk yıllarını yakalayamayız belki insanların. Ama belki de canı yanan insan onu mutlu edecek kişiyle tanıştığı gün doğar. Sonuçta önemli olan, aslında şu dünyada kaç mutlu gün geçirdiğimiz ve minnetimizi kimlere göstereceğimiz…
Çocukluğu
Müslüm, 7 Mayıs 1953’te Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesi, Fıstıközü köyünde kerpiçten yapılma bir evde Emine Hanım ve Mehmet Bey’i oğlu olarak dünyaya geldiğinde babasının ona bıraktığı soyadı, Akbaş’tı; ancak o sanat hayatına başlarken Gürses soyadını kullanacaktı. Kendisinden sonra Ahmet ve Zeyno adında iki kardeşi daha oldu. Babası evin geçimini rençperlik yaparak sağlıyordu.
Babası Mehmet Bey, bağlama çalar ve türkü söylerdi. Müzik kulağı ona babasından geçmişti. Müslüm 3 yaşına gelmişti ki, ailesi yoksulluk sebebiyle Adana’ya taşındı.
Adana’da onu şimdikinden de pek farklı bir hayat beklemiyordu aslında, ama kaderi de orada yazılacaktı. Adana’nın sıcak ikliminde bağrı yanık türküler söyleyecek ve bir gün hepimizin Müslüm Babası olacaktı.
Adana’da bir çocuk
Adana’ya geldiklerinde henüz bebek denilecek yaştaydı Müslüm. Sonra okul çağı geldi ve ilkokulu bitirdi. İşte “Eğitim hayatı” başlığı atamayışımın sebebi. Çünkü hepsi bu kadardı, sonrası yok.
Hatta onun çok zaman sonra bir röportajında söyleyeceği gibi, “İlkokulu bitirdim. Gerisi yok. Adana’da damda yatarken uzun hava okudum. Arkadaşım Halkevi’ne gidiyordu, ben de gittim. Derken Çukurova Radyosu’nda sanatçı oldum”
Onun hayatını özetleme şekli işte bu kardı. Aslında hayatı da işte bu kadardı. Yoksulluğun tanımıydı. Okula gidemedi. Terzi çıraklığı, kunduracılık derken çalıştı durdu. Bir yandan da bir çay bahçesinde şarkılar söylüyordu. Yıl, 1965’ti.
1967’de Adana Aile Çay Bahçesi’nde düzenlenen şarkı yarışması düzenliyordu. Müslüm de başvurusunu yaptı. Ancak babası bu yarışmaya katılmasını istemiyordu. Müslüm’ün ise vazgeçmeye niyeti yoktu. Bir destek göremeyeceğini anlamıştı; bitpazarından elbisesini aldı. Babası ise önüne engeller koymaya devam ediyordu. Yarışmadan önceki gece uyurken Müslüm’ün saçlarını kesti. Ama Müslüm yine de o gün yarışma için sahnedeydi ve birinci oldu; 14 yaşındaydı. Sesiyle tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Belki de asıl dikkat çeken sesindeki acıydı. Çünkü o zamanlarda da ülke olarak besin kaynağımız, katıksız acıydı…
Müslüm bir süre bu çay bahçesinde sahneye çıktı. Bir yandan da terzilik yapmaya devam ediyordu. Bir gün bir gazinonun assolisti Sadık Altınmeşe’nin hastalanması sebebiyle arkadaşı Mehmet’in vasıtasıyla onun yerine sahneye çıktı. Gösterdiği performansla seyircisini ayrı gazinonun sahibini ayrı etkilemişti. O gün geçici diye eline aldığı mikrofonu bir daha hiç bırakmayacaktı. Bu gazinoda şarkılar söylemeye devam etti ve dönen talihini şarkılar söyleyerek izledi.
İlk 45’likler
Müslüm, artık Çukurova Radyosu’nda sanatçıydı ve soyadı da işte bu zamanlar da Gürses olarak değişmişti.
1967’de o şarkı yarışmasındaki birinciliğinden sonra, Müslüm her Cumartesi canlı yayında türkülerini söyledi.
Dikkatleri çekmeye devam ediyordu. Böylece çok değil 1 yıl geçmişti ki, Müslüm’ün ilk 45’likleri çıkmaya başladı. İlk plağı Ömür Plak, Adana basımıyla “Emmioğlu / Ovada Taşa Basma” adını taşıyordu. Bundan sonra 3 tane daha 45’lik çıkardı.
Müslüm Gürses’i yıkan iki ölüm
Müslüm, şöhret basamaklarını tırmanıyordu artık ve bu sırada ilk önce erkek kardeşinin ölüm haberi ile yıkıldı. Kardeşi öldürülmüştü. Bu olayın ağırlığını kaldıramayan Müslüm, evden uzaklaştı. Özellikle babasıyla görüşmeyi kesmişti.
Babasıyla bağlarını tamamen koparan ikinci ölüm ise annesinin ölümüydü. Ancak onu öldüren babasıydı. Babası hapse Müslüm de İstanbul’a gitti. Bu acı bir ömür içine çöreklenecek ve üzerine ekleneceklere zemin olacaktı.
Babası hapisten çıktıktan sonra Urfa’ya yerleşti. Kendi içinde oğluna hep bir sitem oldu. Birkaç kez kameralara konuşsa da bu aralarında yeniden bir bağ kurulmadı. Müslüm Gürses, sadece babasına son görevini yaptı ve cenazesinde taziyeleri kabul etti.
Müslüm Gürses İstanbul’da
Müslüm, söylediği türküler ve doldurduğu 45’liklerle İstanbul kapılarını açmıştı. Burada Sarıkaya Plak imzasıyla “Giyin Kuşan Selvi Boylum / Hayatımı Sen Mahvettin” ve “Gitme Gel Gel / Haram Aşk” şarkılarından iki tane daha 45’lik doldurdu.
1969’da ise, Palandöken firması ile “Sevda Yüklü Kervanlar / Vurma Güzel Vurma” adlı 45’liği çıktı. Bu seferki diğerlerinden biraz daha farklıydı. Çünkü, bu 45’liği tam 300.000 adet satışıyla rekor kırdı. “Sevda Yüklü Kervanlar” çıkış şarkısıydı ve çok beğenilmişti.[1]
Bir süre askerlik için plaklarına ara verdi. Ancak döner dönmez kaldığı yerden aynı şirketle çalışmaya devam etti. Müzik artık onun hayata tutunduğu en değerli varlığıydı.
Palandöken’den toplamda 13 tane 45’lik doldurdu. Daha sonra, Bestefon ile 4, Hülya Plak ile 15 ve Çın Çın Plak ile de 2 tane 45’lik daha doldurdu. Sanat yaşamına birçok şarkı ve plağı sığdırmıştı.
Hayat değiştiren kaza
Müslüm Gürses artık tanınan bir sanatçıydı. Çay bahçelerinde, gazinolarda şarkı söylemenin ötesine geçmiş, artık turnelere çıkıyor, başka başka şehirlerde sevenleriyle buluşuyordu.
1970’li yıllarda bir gün Anadolu turnesinden dönerken Tarsus – Adana yolunda şoförün uyuklaması sebebiyle kaza geçirdi. Arabaları paramparça olmuş, şoför de ölmüştü. Müslüm Gürses de öldü diye morga kaldırıldı. Ancak Müslüm Baba, burada gözlerini hayata yeniden açtı. Yaşadığının fark edilmesi ile hemen ameliyata alındı. Beynini koruyacak bir plaka takıldı.
Bu kaza Müslüm Baba’nın hayatını değiştirdi. Çünkü ameliyattan canlı çıkabilmişti, ama bundan sonra koku alamayacak, daha az işitecek ve seri bir şekilde konuşamayacaktı. Bundan sonra onu asla terk etmeyecek baş ağrıları ve çok dikkatli olması gereken bir hayatı olacaktı. Çünkü alacağı en ufak bir darbe de daha kör kalabilir, hatta ölebilirdi.
Müslüm Gürses sinemada
O dönemde şarkılı filmler olarak gördüğümüz bir film furyası vardı. İşte bu furyaya Müslüm Gürses 1979’da “İsyankar” filmi ile adım attı. Artık sinemaya da giriş yapmıştı öylece.
Müslüm Gürses bu filmlerde genel düşünce olarak alkolün sürüklediği bataklıkta gençleri ve onların acı dolu hayat hikayelerini konu alıyordu. Acı şarkılarından döküldüğü gibi filmlerinden de dökülüyordu. Ayrıca bunun yanında filmlerden dökülen bir de ironik replikler vardı: “Yumurtaya can veren Allah’ım yeşil bineri nasıl yarattın?” ya da benim favorim, “Adam öldürmeye hazırım, ama cinayet işleyemem”…
Bütün bu acıdan ve ironiden geriye ise 38 sinema filmi kaldı.
Kariyerinin son dönemlerinde de birçoğu komedi türünde olan filmlerde konuk oyuncu olarak bulunacaktı…
Müslüm Gürses evlendi
Kazadan sonra arabesk olan şarkıları ve hayatı daha da acı yükledi Müslüm’ün. Öyle ki her şarkısı acının ve kederin dolu olduğu bir havuza en az üç kez batırıp çıkarılmış izlenimi taşıyordu. Kazadan sonra söylediği “Hasta Düştüm Allah’ım, Bu Kadar İşkence Günah, Yeter Tanrım Yeter” diye şarkı söylerken aslında içindekileri, yaşadıklarını anlatıyordu Müslüm Baba. Muhtemelen acılarda boğulmayı seven melankolik hayranları da onun acısına ortak olarak seviyordu onu.
Bir gün Malatya turnesine çıktı. Sinemadan beğenerek takip ettiği Muhterem Nur ile de bu turne sırasında tanıştı. Aşık olmuşlardı. Geçirdiği kaza nasıl bir talihsizlikse Muhterem Nur ile tanışması da yine bir dönüm noktasıydı. Ömürlük birlikteliklerini 1986’da evlilikle taçlandırdılar.
Muhterem Nur, Müslüm Gürses’in isteği üzerine sanat hayatını noktaladı ve o andan sonra da hep eşinin yanında oldu. Aldığı bu büyük destekle de Müslüm Gürses ömrünün sonuna kadar değerini bilerek yaşadı ve “Esrarlı Gözler” şarkısını biricik karısı için yazdı.
Tezlere konu olan hayranları[1]
Bu kelimeler sadece bir başlıktan ibaret değil aslında. Çünkü gerçekte üzerine doktora tezleri yazılmış bir hayran kitlesi vardı Müslüm Gürses’in. Müslüm Babalarına sevgi ve bağlılıklarını sesini her duyduklarında, her konserine gidişlerinde bileklerine jilet kesikleri atarak gösteriyorlardı.
Müslüm Baba’yı sevmek ve onu anlamak herkesin yapabileceği bir şey değildi belli ki. İşte bu yüzden 2002’de Caner Işık ve Nuran Erol tarafından “Arabeskin Anlam Dünyası ve Müslüm Gürses Örneği” adlı bir kitap yazıldı. Müslüm Babayı sevmek, bir inanış gibiydi belki de, özen istiyordu…
Şarkıları umutsuzluğa sevk ediyor eleştirileri
Müslüm Gürses, şüphesiz ki bu ülkenin sahip olduğu değerlerden biriydi. Ancak elbette eleştirildiği noktalar da vardı. Üzerine tezler yazılan şu hayranlık konularından sonra bir de “Müslüm Gürses’in şarkıları insanları umutsuzluğa sevk ediyor” eleştirileri yapılıyordu. Bakış açısına göre değişirdi elbet. İnsanların hipnotize olmuş gibi bileklerini neden jilete yalattıklarını anlamayan bir kesim de vardı sonuçta. Nihayetinde o kesiklerden dağılan bütün kırmızı dumanlar da kuruyup gittiğinde geriye izleri kalıyordu.
Müslüm Gürses, bu eleştiriler bir olumlama ile cevap verdi: “Ne demişiz biz, bugün batarsa güneş yarın yeniden doğar” ve bundan sonra da ekliyordu: “İnsanın hayatında neşenin yeri olduğu kadar hüznün de yeri olacaktır”
Aşk tesadüfleri sever
1999’da en son çalıştığı plak şirketi olan Elenor ile yollarını ayırmıştı. Bundan sonra “Gönül Teknem” adını verdiği albüm ile raflardaki yerini aldığında yıl 2006 olmuştu.
Kozmopolitik şehirler gibi bir kişilikti aslında Müslüm Gürses. Arabesk müzik ve yaşam tarzında kendini kısıtlamadı. 2006’da Pasaj Müzik etiketinde Murathan Mungan ile “Aşk Tesadüfleri Sever” projesini hayata geçirdi. Bir arabesk müzik sanatçısından kesinlikle uzakta bir projeydi bu. Murathan Mungan’ın sözlerini yazdığı, “David Bowie, Garbage, Jane Birkin ve Leonard Cohen” gibi birçok müzisyenin bestelediği şarkıları bu proje kapsamında söyledi. Milenyumdan sonra yepyeni, çağa ayak uyduran ve yine kendini sevdirmeyi başaran bir Müslüm Gürses vardı.
Pop – Rock şarkıları yorumlayan Müslüm Gürses
Aşk Tesadüfleri Sever projesinden sonra 2009’da “Sandık” adını verdiği albümünü çıkardı ve yine bu albüm de çok ses getirdi.
2010’da ise son albümü “Yalan Dünya”yı sevenlerine sundu. Bu son albüm onun değişime açık olduğunun kanıtında uç noktaydı. Çünkü bu albümde “Teoman, Nilüfer, Tarkan, Şebnem Ferah, Kenan Doğulu” gibi Pop ve Rock dünyasından isimlerin şarkılarını kendine özgü bir yorumla söyledi.
O güne kadar onun arabesk tarzını beğenemeyen insanlar bile dönüp bu şarkılara bir şans verdi. Aslında işte bu yüzden Müslüm Gürses, gerçek bir değerdi.
Müslüm Gürses öldü
Müslüm Gürses, yaşadığı acılara inat aslında mutlu bir hayat sürüyordu. Benim fikrimce içindeki bütün acıyı şarkılarıyla atıyordu. E tabi almak isteyen de oradan parça parça paylaşıyordu.
Bu mutlu günler, 15 Kasım 2012’de Müslüm Baba’nın geçirdiği by-pass ameliyatı ile gölgelendi. Çünkü ameliyattan sonra kalp ve akciğer yetmezliği sebebiyle yoğun bakıma alındı ve solunum cihazına bağlandı. 4 ay boyunca tedavi gördüğü hastanede 4 Mart 2013’te hayata gözlerini kapadı.[1]
Hayranlarına göre artık “7 Mayıs Dünya Müslümcüler Günü” diye bir gün var ve onu her doğum gününde bu şekilde anacaklar belliki…
Acılarıyla, öfkesiyle, mutlu aşkıyla bu dünyadan bir Müslüm Gürses geçti.