#Êzîdî# halkına karşı, TC ve KDP eliyle topraklarından uzaklaştırma politikası yürütülüyor. 2015 ve 2016 yıllarında Şengal’den Avrupa’ya gelmek isteyen yüzlerce Êzîdî, Akdeniz’de bilinçli bir şekilde boğduruldu. Güney Kürdistan’daki 16 kampta 250 bine yakın Êzîdî var. Bilinçli olarak esir gibi tutuluyorlar.
Avrupa’da yaşayan Êzîdî toplumu içinde 15 bine yakın genç, özellikle kızlarımız, asimilasyona uğrayarak kaybolmuş. Nereye gittiler? Nerelerde yaşıyorlar maalesef bilmiyoruz. Şengal özerk bir statüye kavuşamazsa zaten diasporadaki Êzîdî toplumunun yüzde 70-80’i daha asimile olacak. Bu bir korkunç bir gerçektir.
DAİŞ barbarları eliyle gerçekleştirilen Êzîdî Soykırımı’nın üzerinden 8 yıl geçse de acılar ilk günkü gibi taze. 3 Ağustos 2014’te gerçekleştirilen fermanda, binlerce kişi katledildi, çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 7 bine yakın kişi kaçırıldı. Binlercesinin hala akıbeti bilinmiyor. Güney Kürdistan’daki kamplarda zor şartlarda yaşama tutunan 250 bine yakın Êzîdî varken, son 8 yılda 70 bin civarında Êzîdî ise sürgüne çıkmak zorunda kaldı. Şengal Diaspora eski Eşbaşkanı Fikret İgrek ile Êzîdîlerin fermandan nasıl yara aldığını konuştuk. Başta Diasporadakiler olmak üzere Êzîdîlerin yaşamlarında neler değişti, Şengal ile bağları, geri dönme koşulları, soykırımın tanınması için verilen mücadele ve daha birçok mevzuyu konuştuk.
İlk olarak Êzîdîlerin ilk göç hikayesiyle başlamak istiyorum. Êzîdîlerin Avrupa’ya ilk göçü hangi döneme denk geliyor, fermanların bu göçteki etkisi nedir acaba?
Êzîdîler Avrupa’ya 60’ların sonlarında işçi olarak gelmeye başladılar. Ancak göç etme sebepleri farklıydı. 15 Ağustos 1984’ten sonra TC’nin Kürtlere karşı başlattığı savaşla birlikte Êzîdîlere dayatılan koruculuk sistemi belirleyici oldu. Asıl büyük göç bundan sonra başladı. Ancak halkımız üzerine uygulanan fermanların 1400 yıllık bir geçmişi var. Osmanlı döneminde 60’a yakın fermanla bu politika zirve yapıyor. Örneğin; Ermenistan ve Gürcistan’daki Êzîdîlerin buralara göç etme sebebi 1800 yıllarında uygulanan fermanlardır. Suriye, Irak’taki Êzîdîler yine bu fermanlardan kaçmışlardır. Osmanlı döneminde Êzîdîler kılıçtan geçirilmiş, din değiştirmeye zorlanmış, kadınları zorla Müslümanlara verilmiş hatta Êzîdî çocuklar ocaklarda yetiştirilip yine Êzîdîlere karşı soykırımda kullanılmış. Bu fermanlardan önce Serhat bölgesinin nerdeyse tümü Êzîdî’ydi. İslamiyeti kabul eden kesim orada kaldı, etmeyen kesim de kaçmak zorunda kaldı. Bu fermanlardan kaçanlar kendilerini korumak ve ibadetlerini özgürce yapabilmek için dağlık bölgelere sığındılar ve artık yüzyıllar boyunca oralardan çıkmadılar. Bakûr’a baktığınızda, örneğin Midyat’taki Êzîdî köylerinin tamamı dağlık bölgede bulunuyor hala.
Tahmini ne kadar bir nüfustan bahsedebiliriz? Verilerinize göre son ferman ardından Avrupa'ya göç eden Êzîdîlerin sayısı nedir? Ağırlıklı olarak hangi ülke ya da kentlere yerleştiler?
Şu anda Avrupa’da 300 bine yakın Êzîdî yaşıyor. Avrupa’ya 2014 Şengal Soykırımı’ndan sonra ise Avrupa’ya 70 bine yakın Êzîdî gelmiş. Çoğunluğu Almanya ve Hollanda’da yaşıyor. İsveç, Avusturya ve Fransa’da da yoğun bir Êzîdî nüfusu var. Az da olsa Danimarka’da da bir kesim var. Avrupa’da dağılmaları tercihten ziyade bir zorunluluk. TC ve KDP eliyle topraklarından uzaklaştırma politikası yürütülüyor. 2015 ve 2016 yıllarında Şengal’den Avrupa’ya gelmeye çalışan yüzlerce Êzîdî, Akdeniz’de bilinçli bir şekilde boğduruldu. Bu dönemde Şengal’den kaçmak zorunda kalan Êzîdîlere Bakur’da HDP kucak açmıştı. 2014-15 yıllarında HDP’nin desteğiyle yaşamlarını sürdürüyorlardı, sorunları yoktu. Fakat 2015’ten itibaren Kürdistan’da Türk devletinin başlattığı topyekun saldırılar sonrası bazı şebekeler devreye konuldu. Êzîdîler şebekeler tarafından ‘ucuz bir maliyetle sizi Avrupa’ya götüreceğiz’ denilerek kandırıldılar. Bu dönemde çoğu insanımız bilinçli olarak ölüme götürüldü. Bu da soykırımın devamıydı.
Güney Kürdistan’daki 16 kampta ise 250 bine yakın Êzîdî var. Bilinçli olarak esir gibi tutuluyorlar.
Ferman ve sürgünler Avrupa’ya çıkmak zorunda kalan Êzîdîleri nasıl yaraladı, açığa çıkan öncelikli sorunlarına ilişkin neler söylemek istesiniz?
Önce şunu belirtmek istiyorum, Şengal’de katliamlar başladığında 7 bine yakın Êzîdî esir alındı veya katledildi. Bunu bir soykırım olarak gördük. Sonrasında yaptığımız araştırmalar neticesinde gördük ki, Avrupa’da yaşayan Êzîdî toplumu içinde 15 bine yakın genç kuşak, özellikle kızlarımız, asimilasyona uğrayarak kaybolmuş. Akıbetleri belli değil şu anda. Bu ‘beyaz soykırım’a uğrayan gençlerimiz nereye gittiler? Nerelerde yaşıyorlar maalesef bilmiyoruz. Şengal, özerk bir statüye kavuşamazsa zaten, üçüncü ve dördüncü kuşak olarak Diasporada yaşayan Êzîdî toplumunun yüzde 70-80’i daha asimile olacak. Bu bir korkunç bir gerçektir. Bu durum, Kapitalist Modernite içinde yaşayan Êzîdî toplumunun bu zihniyet tarafından esir alındığını gösteriyor. Gerçek ifadesi budur. Diasporada yaşayan Êzîdî toplumunun kendi kültürünü, inancını, yitirme ihtimalleri büyük. Çok önemli bir başka istatistik daha paylaşmak istiyorum: Avrupa’da Êzîdî toplumu içerisinde Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne bağlı olan ailelerin tamamına yakını kültürüne, diline ve tarihine yurtsever olarak bağlı kalmışlardır. Bunlardan hiç kimse şu ana kadar, asimilasyon konusunda herhangi bir çözülme yaşamadı. Fakat çoğu yurtseverlik duygusundan uzak veya Şengal’e bağlılıkları olmayan ailelerimiz daha hızlı bir şekilde asimilasyona uğradı.
Şengal’in statüsüzlüğünün yaşanan asimilasyonla bağı veya etkisi nedir?
Bugün Kapitalist Modernite dediğimiz şey nüfuz edebildiği her halkı rehin almış durumdadır. Bu halklara modern rehineler diyebiliriz. Êzîdî toplumu da Avrupa’da toplu bir şekilde yaşamak yerine dağınık bir yaşamı tercih ederek bu Kapitalist Modernite’den nasibini aldı. Avrupa’da doğan Êzîdî çocukları 3 yaşından başlayıp 18 yaşına kadar yabancı bir dille, yabancı bir kültürün eğitiminde büyüyor. Bu yaşına kadar özünden habersiz büyüyen bu çocuklar, sonrasında da zaten tarihini araştırmıyor. Şengal, Êzîdîlerin ana yurdudur. Özerk bir statüye kavuşmuş olsaydı, asimilasyon minimalize edilecekti. Bu genç kuşakların kendi topraklarını görme, inançlarını, dillerini tanıma fırsatı olacaktı.
Soykırımdan kaçan 15 bine yakın gençten haber alınamadığını belirtiyorsunuz. Bu çok ciddi bir rakam. Bu veriye nasıl ulaştınız?
Dediğim gibi akıbetleri bilinmiyor. Avrupa’da ve Almanya’nın çoğu yerinde Êzîdî dernekleri ve Êzîdî Evleri bulunuyor. Bunlarla sürekli bir iletişim halindeyiz. Hangi bölgede ne oluyor ne duyuluyorsa bunu kayıt altına almaya çalışıyoruz. Ancak Şengal Soykırımı’ndan sonra ortaya öyle bir tablo çıktı ki Kürdistan’ın neredeyse her şehrinden onlarca genç nereye gideceğini bilemeden yollara düşmüş. Hangisine nasıl ulaşacağımız konusu büyük bir problem. Bu dernekler ve evlerden soruşturarak aldığımız bilgilere göre 15 bine yakın bir rakam çıkıyor. Her biri ya bir yabancıyla evlenip asimile olmuş ya tek başına gözlerden uzak yaşıyor. Bu gibi durumlar akıbetlerine ulaşmamızı zorlaştırıyor.
Êzîdîlerin ülkeyle bağı ne kadar kurulabiliyor? Bu konuda Êzîdî kurumları görevlerini ne kadar yerine getiriyor ya da getiremiyor?
Avrupa’daki Êzîdî kurumlarının bu konuda çalışmaları var ancak yeterli değil. Mesela ibadetimiz, dilimiz, kadim coğrafyamız ve tarihimiz konusunda ciddi bir eğitim-öğretim sorunumuz var. Önümüzdeki süreçte bu sorunların çok detaylı değerlendirilmesi gerekiyor. Gerekirse Êzîdîlerin yaşadığı her bölgede aktif olacak özgün bir eğitim sistemi kurmalıdırlar. Her türlü engellemeye rağmen Şengal’e dönüş projesi yeniden başlatılmalı. Bu sadece Şengal halkı için değil, Kafkasya ve Bakûr Êzîdîlerinin kadim topraklarımızı görmesi için de önemlidir bir adım olacaktır. Tüm dünyadaki Êzîdîlerin temsil edildiği ortak bir Dünya Êzîdîler Platformu kurulmalıdır. Ancak bu şekilde pratik adımlar atarak çocuklarımızı, gençlerimizi ve tarihimizi kaybolmanın eşiğinden kurtarabiliriz.
Şengal’e geri dönüşlere ve yeniden inşa sürecine dair bir çalışmanız var mı?
Halkımızın ve meclislerimizin de katılımıyla 2013’te bunun için bir proje başlatıldı. Ancak Temmuz 2015’ten sonra Türk faşizmi bir kere daha, topyekün Kürdistan’a yönelik hem siyasi soykırım hem de yeni katliam girişimleri düzenleyerek bunu baltaladı. Êzîdîler, bu saldırılar başlamadan önce Şengal’e dönüş konusunda çok istekli ve nettiler. Oradaki evlerini, ibadethanelerini onarmaya, bağ-bahçelerini düzenlemeye başlamışlardı bile. Şunu diyebilirim ki yılın 11 ayını orada, geri kalan sadece 1 ayını Avrupa’da geçiren Êzîdî yurttaşlarımız vardı. Çocuklarını, yaşlılarını ve ailelerini götürüp Kürdistan’ı görmelerini, kendi tarihlerini tanımalarını sağlıyorlardı. Ancak dediğim gibi 2015’te bu saldırıların yeniden başlamasıyla beraber bu rüya yarım kaldı. Faşizm eliyle tekrar bir korku iklimi yaratıldı ve insanlarımız kendi topraklarından uzaklaştırıldı.
Kürdistan’a yönelik işgal saldırılarının bir parçası olarak Şengal’de saldırıların hedefi olmaya devam ediyor. Buna karşı Avrupa’da verilen cevap yeterli mi sizce?
Şengal’e yönelik Nisan ayında KDP’nin ve Kazımi hükümetinin kirli planları vardı. Asayiş başta olmak üzere, bazı tasfiye planları vardı. Ancak Şengal Direniş Birlikleri (YBŞ) ve Şengal Kadın Birlikleri (YJŞ) öncülüğünde tarihi bir direniş gerçekleşti. Direnişten sonra da savunma pozisyonunda kalarak bu planı boşa çıkardılar. Fakat hala Şengal üzerinde devam eden kirli planlar var. Özellikle Türk faşizmi tarafından KDP’nin önde gelen siyasetçileriyle birlikte, ortak bir tasfiye planı oluşturuldu. Bu planı devreye koymak için ne gerekiyorsa yapacaklar. Şengal’in şu anki durumu kritiktir ancak, diğer Kürdistan bölgelerinden ayrı tutmak doğru değildir, çünkü Kürdistan’ın bir bölgesindeki sorun bütün olarak 4 parçayı ilgilendirir. Örneğin, Medya Savunma Alanları'ndaki saldırılar veya Rojava’ya dönük işgal saldırısı, bütün Kürdistan’a yönelik bir saldırıdır. AKP-MHP faşizmi, güya misak-ı milli sınırlarını 2023’teki Osmanlıcılık hayalleriyle süsleyerek Kürdistan’ı yeniden işgal etmek istiyor. İlk etapta Musul, sonra Kerkük var. Tabi bu konseptin içerisinde Şengal de var ve Güney Kürdistan’a yönelik bu işgal saldırılarına karşı mücadele eden tek güç PKK’dir. Ancak ne yazık ki Güney Kürdistan’ı yöneten işbirlikçi küçük azınlık, Türklerin Kürtler üzerindeki işgalci hedeflerine taşeronluk yapıyor.
Avrupa’da yaşayan Êzîdî toplumunun, son zamanlarda faşist Türk devletinin Şengal’e yönelik saldırılarına karşı etkinlikleri, yürüyüşleri, protestoları gerçekleşmişse de, bunlar düşmana yeterli cevap olmamıştır. Şengal’deki direniş ve mücadele tarihi bir destandır, bunu belirtmek gerek. Ancak Avrupa Êzîdî toplumu bu mücadeleyi sahiplenmek için daha fazla örgütlenmek zorundadır. Êzîdî toplumunun içinde temsiliyet bakımından çok çeşitli kurumlar var. Buradaki örgütlenme ne kadar güçlü olursa, Kürt Özgürlük Mücadelesi'ne katkımız da o derece güçlü olacaktır.
Bu tehlikeyi önlemeye yönelik nasıl bir örgütlülük oluşturmak gerekiyor?
Êzîdî toplumunun bu tehlikeleri bir bütün olarak görmesi ve bilinçli davranması gerekiyor. Hem Avrupa ve diğer coğrafyalarda lobi faaliyetlerinin yürütülmesi, hem de topyekün seferberlik ruhuyla Şengal’in sahiplenilmesi gerekiyor. Êzîdî toplumu olarak diasporada ve dünya genelinde bir lobi faliyeti yürütülmelidir. Êzîdîlerin bugün onlarca yetişmiş akademisyeni, savcısı, hakimi, avukatı, siyasetçisi var. Bunlar Avrupa’da ve dünyanın farklı yerlerinde kolektif bir örgütlenme gerçekleştirebilirse, örneğin bir Dünya Êzîdî Platformu olarak bu soykırımın lobisini yapabilir. Êzîdîlerin dünyada dağınık ve parçalar halinde yaşaması bu örgütlenmenin önünde büyük bir engeldir. Onun için 2023’e yönelik daha aktif, daha kolektif bir şekilde çalışılması gerekiyor. Bunu önlemeye yönelik bazı çalışmalarımız var. Siyasetçiler ve önde gelen Êzîdî aydınlarla, halkımız içinde ayrı bir yeri olan Pir, Şêx ve Mirlerle beraber sürekli bir görüş alış-verişimiz var. Bu faşizmin planını boşa çıkarabilmemiz için dünya çapında bir Êzîdîler platformunun kurulması şart.
Çünkü Şengal, Kürdistan’dır. Kürdistan’sız bir Şengal olmaz, Şengal’siz de bir Kürdistan olmaz. O nedenle eğer dediğim bu birlik sağlanmış olaydı, Güney Kürdistan’daki işgalin de önünde güçlü bir set oluşturabilir bunu dünyaya bir de Êzîdîlerin gözünden anlatabilirdik. Yakın zamanda biliyorsunuz Zaxo’da bir katliam gerçekleşti. Ölenler Arap kardeşlerimizdi. 9 kişi şehit oldu ve 23 kişi de yaralandı. Bu mesele BM genel kuruluna kadar taşındı. İstikrarsız Irak hükümeti dahi bu taleplere sessiz kalamadı ve Türk hükümetine karşı çok ciddi bir tavır almak zorunda kaldı. Ama Şengal’e yönelik bakın 2017’den beri faşist Türk hükümeti tarafından defalarca sivil insanlar, yerleşim yerleri, halk meclisleri, Êzîdî öncü kurumları hedef alındı. Peki şimdiye kadar neden uluslar arası güçler buna sessiz kaldı? Kazımi hükümeti ve KDP neden BM’ye bu konuda şikayetçi olmadılar? Bu gelişme Kazımi hükümeti ve KDP’nin ikiyüzlülüğüne açık bir örnektir. Kimse bizim yerimize hakkımızı aramayacak. Bu konuda bizim güçlü bir kolektif lobi çalışmamız olsaydı, emin olun durum farklı olacaktı.
KDP’nin Şengal’in statüsüzlüğündeki rolü nedir sizce?
DAİŞ’in hayata geçiremediği, başaramadığı kirli planlarını KDP ile beraber 9 Ekim 2020’de Bağdat-Hewlêr anlaşmasıyla kendi elleriyle yürürlüğe koydular. YBŞ, YJŞ, asayiş gibi Êzîdî savunma birliklerini tasfiye etmek istiyorlar. Özerk Meclisi de şu ana kadar tanımış değiller ve bu anlaşmayla tasfiye etmek istiyorlar. Bu anlaşmadan hemen sonra Mart 2021’de yeni bir süreç başladı. Kazımi’nin talimatıyla Irak güvenlik güçleri tarafından, Türk devletinin de açık desteği ve koordinasyonuyla asayişe yönelik bir baskı politikası devreye konuldu. O süreçten şu ana kadar Şengal’in genel durumu daha da kritik bir hal aldı. Ancak halkımız her defasında örgütlü bir şekilde kurumlarımızı ve kazanımlarımızı savunmaya geçti. Bu planları da boşa çıktıktan sonra geçen yıldan bugüne kadar Şengal üzerinde Türklerin SİHA’ları durmak bilmiyor. Bu anlaşmadan sonra Türk faşizmi yoğun bir şekilde saldırılarını sürdürüyor.[1]